|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 184 |
15 Ocak 2003 - Gelin mi? Damat mı? |
Merhabalar,
Yavruvatan yavruluktan çıktı artık. Pek yakında elbirliğiyle başgöz ediyoruz. Evlensin evlenmesine de gelin mi, damat mı olacak hiç olmazsa onu tayin edebilelim yada edebilsinler. Yıllardır sürdürülen politikasını son dakikaya kadar cesurca, tavizsiz savunan Denktaş'ın aksine muhalefetin, ne olursa olsun yeterki cebim para dolsun tavrı umarım ileride çok can yakmaz. Önlerinde 28 Şubat gibi tarih varken ve birileri biraz daha kıl kopartmaya çabalarken, gereksiz ve zamansız sözde barış mitingleriyle Denktaş'ın elinden silahlarını almak ne ola ki? Sorumsuzluk, kendini bilmezlik genetik olsa gerek. Muhalefetsen, fırsat çıktı mı vuracaksın. Vurdun mu ses getireceksin. İktidarın sesi soluğu kesilecek. Bu mudur sorumlu devlet adamlığı? Hoş bunların devlet adamlığı da tartışılır. 150 bin nüfüslu, tek tanıyanlı minik bir devletten de ancak bu kadar devlet adamı çıkar. 28 yıldır verilen uğraşı bir çırpıda silip atabilecek kadar gözü dönmüş bunların. Bekle anam babam bekle... Önünde sonunda bineceksin bu AB denen trene. Bu işten kaçışın yok. Ama binmeden önce koparabildiğin kadar kılı kopar sonra pişman olup ağıtlar yakma. Garip Denktaş'ın artık elinde ne silahı ne de ardında halk desteği kaldı. Şimdi kim dinler bu adamı? Ağababamız bile çıkıp mitingi desteklediğini söyleyivermiş yırtık çoraptan çıkma parmak gibi. Artık bitti. Annan ne dediyse aynen o olacak. Bize de Sayın Denktaş'ı tarihin sayfalarına gömüp saygıyla anmak kalacak. Allah akıl fikir eyleye... ...........
Bizim bahçıvanımızın canı kavga etmek istemiş tutmuş aşağıda ki yazıyı yazmış. Yerden yere vurduğu sporu savunacak birileri çıkar aranızda umarım. Yoksa ben ona Aikido, Tayland boksu, Pankreas güreşlerinden örnekler verip, sporun yararlarını uygulamalı olarak anlatacağım.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Sıkı tutunun!!! Enerji yolluyorum... |
|
Şimdilerde nereye gitsem kimle konuşsam medi yap, reiki yolla, enerjini bio yapalım, eve akvaryum kuralım, kirişlere yan flüt as, kapı girişi siyah beyaz taş gibi şeyler duyuyorum. Bu konularda hayli ileri kademelere yükselmiş pek güvendiğim, pek sevdiğim bir arkadaşım da bana geçenlerde 'sende çok güçlü enerji hissediyorum, bunu kullansana' diyince olsa olsa bu zamanında bol bol aldığım ruh havasının sonucudur dedim... Bir ihtimal daha var tabiii. Günümüzün alternatif tıp konusunda en ünlüsünün, zamanında terliklerini giymiş olmam...
Özellikle kadınlar arasında pek moda olan, enerji yolla, gaipten haber topla, çeşmeleri aç, klozetin kapağını kapa durumlarını gördükçe aklıma hep eskiden hergün rutin olarak yaptığımız ruh çağırma seansları geliyor. Hey gidi günler hey diyorum... 'Siz gelirken ben pabuçsuz kaçıyordum bu işlerden, ruhlar alemi ile aramızdaki enerji alışverişi zamanında İzmir'i sallardı' diyorum da kimse inanmıyor... Ruhları Güzin Abla'dan beter durumlara düşürdüğümüz yıllarda ruha sormadan adım atmazdık. İşi azıtıp sınav anında ruh çağırıp;
- Eyy ruh, rica etsem şu mitoz bölünme konusunu kağıda yazar mısınız?
- Yaw, benim ruh cebir bilmiyo, seninki biliyorsa işi bitince bana yollasana...
diye fısıldaşırken, ruhumuzu sınıfa teslim edip az mı sınavdan atıldık... Her gün okuldan eve koşa koşa gelir A3 takvim kağıdı arkasına özenle yerleştirdiğimiz yirmidokuz harfin tam ortasındaki yuvasına ünlü bir ruhun girmesini beklerdik. Herhangi bir ruhun gelmediği hiç görülmediği gibi padişahlardan, sultanlardan aşağısı da kurtarmazdı... Tamam, kabul Gediz depreminde ölen 'Saniye' bendim itiraf ediyorum. Hatta huzurunuzda yarattığım trajedi yüzünden ağlamaktan gözü şişen Yasemin'den özür diliyorum, ama Yıldırım Beyazıt, Kanuni Sultan Süleyman, İsmet İnönü, Ayhan Işık'la hiç ilgim yok..
Yine böyle bir gün, yatılı bir okulun 'ender' erkek gündüzlülerinden olan arkadaşın evine toplaştık. Erkekler böyle 'ruhsal' konulara küçüklükten itibaren ilgi duymazlar ama olacak adam, o günden belli olurmuş misali içimizde en inançlı olan da oydu aslında... Aylardır hergün bize gele gide akraba olduğumuz ruhlar ile sonunda tanışalım istedik o gün. Mumlar yakıldı, kesin sessizlik sağlandı, yuvarlak masaya oturuldu ve sihirli kelimeler söylendi... Fazla bekletmeden (Ehil ellerde bütün ruhlar dile ve de dize gelir malumunuz) fincan kıpraşmaya başladı, neredeyse bıcır bıcır konuşacak, bir enerji bir enerji. Fincan kuşe takvim kağıdı hızında gidip geliyor. Masadan dizimize düşmeden havada yakalanıyor. Hava da tam ruh havası hani, hafiften karamaya başlamış, yağmurlu bir mart havası ... O sırada bizim er kişi 'Eyyy ruh!!, bize var olduğunu hissettirmek ister misin?dedi erkekçe... Biz kız kısmısı korkudan ölüyoz, maksat fal baktırmak, ruh gelmiş gitmiş ne gam. Hakan ne zaman elimi tutacak?, Murat ne zaman beni öpecek gibi sorularımıza cevap alalım yeter... Yapacak bir şey yok, soruldu bir kere... Neyseki tık yok... (Belli ki fincanı kullanan fani de emin olmak istiyor şahsen ruh olmadığından).
Ortam tam da gerilim filmlerinden beter bir hal almıştı ki.... Evet'e doğru seyirtti fincan... 'Eyy ruh, çok teşekkür ederiz, masayı havaya kaldırır mısın? diye kibarca olay abardı. Çıt yok... Aramızda fısıldaşıyoruz.
- Kızım abanma yaw masaya, ruh bu herkül değil ya...
- Ben abanmıyorum yaaa...
- Şişşşşt sessiz olun....
Tam o sırada inanılmaz bir şey oldu. Değil masa oturduğumuz yer bile sarsılmaya başladı. Anacım ruh geldi!!! diye odadan dışarı kapılara sıkışa sıkışa kaçışmaya başladık. (Yaw ruh geldisi mi var, zaten hesapta ruh orada değil mi). Mumlar devrildi, elektirikler kesildi derken kendimi sokağa nasıl attığımı bilemedim.
Sonrasında kendimi Karşıyaka sokaklarında ayağımda bir çift erkek terliği ile koşarken hatırlıyorum. Evimiz yakındı allahtan, annem sokakta karşıladı beni.
- 'Şuna bak pabuçsuz kaçmış, geçti kızım, bir daha olmaz' diyince gerçeği anladım...
- Yaşasın ruh değilmiş, depremmiş!!!!
Müjdeyi arkadaşlara vermek üzere, aynen geri koşmaya başladım... Deprem olduğuna nasıl sevindim bilemezsiniz. Döndüğümde pabuçlarımı bulamadım, benimkileri de başkası giyip kaçmış meğer. Terliklerle eve geri döndüm...
O günden sonra bende tuhaf bir hal peydah oldu... Dışarıdan bakınca adeta bir ruh gibiyim ama içimde bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji var.
Şimdi içimdeki enerjiyi kullanma konusunda kararsız kaldım. Elim ayağıma karışır diye korkuyorum, ne de olsa 'el' değil, 'terlik' aldım ustasından...
mehtap_akdeniz@yahoo.com
Şimdi onu bunu bırakın, size yolladığım enerjiyi aldınız mı?, almadınız mı?
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan SPOR |
|
Herşey pazarlama, herşey sanal.. Neredeyse hiçbirşeyin altında, kişilik, kimlik diye bir şey yok.. Havada, yüzercesine dolanıyor, zevkler, kişilikler, kimlikler.. Ne söylenirse, neyin moda olduğu ya da nasıl yaşanması gerektiği anlatılırsa ona inanıyor insancıklar, ve bu prototiplerden usanç geldi bana.. Nedir bunlar? Nefes alıp veren kuklalar mı? Ey insanlık, 2003 yılında geldiğin, geleceğin nokta böylesine edilgen bir konum mu olmalıydı? Bir orangutanın bile senden daha bilgece bir yaşam sürdürmekte olduğunu göremiyor musun hala?
Bizim türkücü Olgun-i zade Soner efendinin bir şarkısı var, her program açılışında çığırdığı, 'Her şey değişmeli' diyor.... evet, değişmeli herşey.. Tüm kalıpları kırıp, herşeyimizi yeniden yapılandırmayı becermemiz şart.. Yoksa, ahir ömrümüzde mutluluk yüzü görebilmek olanaksız..
Bugün de spora taktım kafayı... Efendim, neymiş, spor yapan sağlıklı olurmuş.. O zaman hadi bakalım, koşuya, futbola, baskete.. Bunların hepsi değişik afyonlar.. Ispanaktaki demir kadar boş inançlar.. masallar.. La Fontaine masalları...
Rejim yapıyormuş, sadece salata yiyecekmiş! Bak şimdi! Eğer sadece salata ve yeşillik yiyerek zayıflanabilseydi, inekler hiç kilo almazdı.. ya da su aygırları böylesine semirmezlerdi.. Yalan mı yani?
Düşük tempolu yürüyüş hariç, hiçbir spor bünyeye yararlı değildir.. Hatta son derece de zararlıdır.. Futbol, basket, koşu vs.. Bir düşünün, bedeniniz, diyelim ki 70 kilo olsun, bu ağırlığı sürekli olarak bir eklemden diğerine, ağır yükler bindirerek, darbeler halinde, ezerekkıkırdak dokusunu, eklemlerine yaptığı hasarı bir hesap etmeli spor yapan! İleri yaşlarında bundan ne kadar eziyet çekeceğini bir hesap etmeli.. Yüzme yararlıdır derler, kulaç atarken omuz eklemlerinin hareketini, kemiklerinin eklemler içindeki hareketini ve buradaki kıkırdak dokusunu nasıl mahfettiğini bir hesap etmeli.. Kalbine yaptığın eziyeti bir düşünmeli.. Sigaradan az mıdır sporun zararları? Bu örnekler saymakla bitmez.. Herkes sporun pek de yararlı olduğunu söyler durur.. Külliyen yalan.. Bunu söyleyenler spordan para kazananlardır.. Mesela futbolcular.. onlara sorarasanız spor çok yararlıdır.. Tabii, doğrudur.. kendilerine, cüzdanlarına pek bir yararlıdır.. Madem o kadar yararlıydı, oynasınlar o halde 50 yaşına kadar da görelim sporun yararlılığını... Ben 100 yaşını görmüş sporcu duymadım hiç.. Siz duydunuz mu? Ama dağlarda, sakin yaşamlar süren birsürü insan biliyoruz asırlık ömrü devirmiş olan..
Bakın, her konuda bir mafya var dünyada.. Demokrasi mafyası (ki bunlar politikacılar oluyor) spor mafyası, kumar mafyası, teknoloji mafyası, sağlık mafyası vs vs vs... saymakla bitmez.. İşte bu spor tellallığı yapanlar da bu konudaki çıkarlarını korumaya çalışan bezirganlardır, başka birşey değil..
Siz siz olun, söylenen hiçbir şeyi, bu benim dediklerim de dahil, kendinizce ölçüp biçmeden, tartmadan, olduğu gibi kabullenmeyin, sanki mutlak doğruymuş gibi almayın.. Akıl, bize bahşedilmiş en önemli varlıklarımızdan ve hakkıyla kullanmamız gerekiyor..
Şimdi spor mafyası bana saldıracak, beni çürütmek için bir sürü hikaye bulacaklar, kanıtlar göstermeye çalışacaklar.. Olmaz.. Beni ikna edemezsiniz.. Kardeşim, insan denen mahluk, koşmak için yapılmamıştır mesela.. Neden? Çünki insana akıl verilmiştir. Bu sayede insanoğlu koşmadan, bedenini zorlamadan hayatını idame ettirebilme, kendini koruyabilme imkanına sahiptir.. Koşmak (ki neredeyse tüm sporlarda vardır) insan bedenine aykırıdır.. Siz bir kuşun uçması kadar doğal olduğunu söyleyebilir misiniz örneğin, bir insanın koşmasının? Değildir.. Mesela koşmak da bir çita için doğaldır.. Zaten avını yakalamak için buna mecburdur ve bu hayvanı koşarken izlerseniz, nasıl da zahmetsizce, doğallıkla koşabildiğini, nasıl da bu iş için yapılmış olduğunu anlarsınız..
Doğrudur, insan da koşabilir, hatta buna uygun donanımı da vardır.. Ancak, insanın koşması, sadece doğada karşılaşması muhtemel bir takım tehlikeler anında, ve sadece kısa süreli gereksinimini karşılamak amacıyladır. Bundan uzun olan her türlü koşu ve spor, dediğim gibi külliyen insan doğasına aykırı ve zararlıdır..
Hepinize, telaşsız ve sporsuz günler dilerim.
Kendinize iyi bakın, spor yaparak bedenlerinize eziyet etmeyin..
aaltan@superonline.com
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu |
Kızılcahamam, Kavak Dağı Yürüyüşü, 1 Aralık 2002
Pazar günü Kavak Dağındaydık. İlk defa Ankara'da hava -2'yi görmüştü ve bizlerde dağlarda neler göreceğimizi merak içinde gittik. Kış mevsiminin ilk yürüyüşü olacaktı.
Vardığımızda bir de gördük ki sarıya boyalı sonbahar, yavaşça yerini bembeyaz kışa bırakıyor dağların doruklarından başlayarak.
Ankara'dan çıkıp da yaklaşık 45-50 km. Kızılcahamam yönünde gittikten sonra saptık Kavak Dağı istikametine. Çıktığımızdan beri bizlerden yüzünü esirgeyen güneş, yavaş yavaş aracımız yükseldikçe bize iltimas geçiyor, aydınlık yüzünü göstermeye başlıyordu. Yükseldikçe bulutlar altımızda kalıyor ve güneşin sıcaklığını daha da çok hissetmeye başlıyorduk.
Aracımızın homurdayarak çıktığı yaklaşık 1500m'den yürüyüşe başladık. Başladığımız noktada bulutlar hemen elimizin altında ki pamuk tarlaları gibiydiler. Uzanip tutası geliyordu hepimizin.
Güneş bütün cömertliğini sergilemeye başlamıştı, buna rağmen, yürüyüşe başladığımızda hava 4 derece civarındaydı. Tempolu, coşkulu ve araştırmacı gözlerle yürüyorduk. Hedef 2400m zirveli Kavak Dağı idi.
Her şey, beyaz örtüler altında kaybolmadan önce zamansız açan çiçekler gibiydi.
Güneş tatlı bir sürprizle karşımıza çıkıyor bazen de kayboluyordu. Bir süre sonra ilk Kar göründü.
Geçen kışı Arabistan Çöllerinde geçirmiş birisi olarak o kar kristallerini, henüz daha yeni yağmış ve arkasından hemen buz tutmuş kristalleri havaya atıyor, cikardiklari sesi dinliyordum.
Kılıçlarını kuşanmış çam ağaçları, yeşili bırakmamak için direnirken, yağacak karın kolunu kanadını kıracağından habersiz ıslık çalıyordu rüzgârla.
Yolda karşımıza bolca Kuşburnu çıktı hemde ne nasıl kuşburnu. Kimimiz kurutup daha sonra, soğuk kış akşamlarında içmek üzere topladı, kimimiz de dayanamayıp orada taze taze yediler.
4 saatlik yürüyüşten sonra 2400m'ye ulaştık. Zirvede kar yerine pırıl pırıl bir güneş bizi bekliyordu. Yolculuğun başında bizimle el ele olan bulutlar artık altımızda kalmışlar ve 1500m. 'den yüksek tepelerin uçları, uçsuz bucaksız bulut denizinde ki adalar gibi gözüküyordu.
Burada verdiğimiz yemek molasında herkes bir köşeye çekilmiş, o müthiş bulut denizini seyrediyordu. Sanki her an, o adacıkların arasından Jul Verne hikayelerinde ki gibi, uçan bir yelkenli çıkıp gelecek ve bizleri alıp aşağıya indirecek diye aramızda hayal kuruyorduk.
Biraz uyumuşum... Rehberimizin '-Gidiyoruz.' diye bağırması ile uyandım. Yürümeye başlamışlardı bile. Hemen altımızdaki orman sınırından içeriye girdik, ve yavaş yavaş bize yaklaşan, o sis, bulut karışımının içine birer hayalet gibi daldık.
Doğa yeni yaşamları karnında taşırken eski yaşamlardan da payına düşeni alıp sonsuza dek saklıyor herhalde. Siz hic citir citir kirilan çimen gördünüz mü? Her adımda ayaklarımın altında ezilen ama daha çok 'Kırılan' çimenlerin sesleri bana yol gösteriyor, eşlik ediyordu.
Aşağıya vardığımızda bizi yine yeşillikler ve arkamızda bıraktığımız, üzerleri pamuk helvası gibi çiğ ile kaplanmış ağaçlar karşılamıştı.
Aracımıza bindiğimizde, bize hoş bir süpriz yapan söförümüzün verdiği çayı yudumlayıp uykuya dalmadan önce düşünüyordum;
Paylaşacak bir şey kalmadı diye kapattığımız kapıların ardında zor olanın kalmak olduğunu unutup anılardan arta kalan kırıntılarla yaşamaya çalışıyoruz.
Gelin uzun yolculuklara çıkalım, düne dair ve dünden kalan ne varsa kuşlara serpelim ekmek kırıntıları gibi.
Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu hatırlayıp yeni renklerle boyayalım yaşamı.
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@usa.net
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
Bugün Cumartesi
Bugün Cumartesi. 11 Ocak 2003... Hayat pek bir hızlı akıyor bu günlerde. İşyerimdeki görev değişikliği nedeniyle hayattan sterilize yaşıyorum 3 gündür. Miskinliğe o kadar alışmışım ki, bir süre tempoyu görünce abandone oldu bünyem. Son 2 Kahve Molasını az önce üst üste okudum, kafein komasına girmek üzereyim şimdi:) Hani zaman zaman hayatı stand-by yapıp karşısına geçip seyretmekten bahsetmiştim daha önce. Bu sefer istem dışı gelişti stand-by durumu. Normalde de bu kadar hızlımı gelişiyor olaylar? Hani filmlerde olurya, adam bir gün uyur, yıllar sonra ancak uyanabilir. Tabi uyandığına pişman olur sonra. İşte onun minyatürünü yaşıyorum nerdeyse.
Başta iki günde yaşadığımız iki uçak kazası... Umutları, heyecanları seviçleri bir anda acıya dönüşen yüzlerce insan. Yarım saat önce hayaller kurarak sevdiklerine ilerleyen insanlar. Belkide içlerinden bazıları yaptıklarının veya yapmadıklarının muhasebesini çıkarmıştır yolun devam edebildiği kadarında. "Bundan sonra" diye başlayan cümleler kurdular belkide, zamanın onları nereye, neye götürdüğünü bilmeden... Tıpkı şimdi zamanın bizi nereye, neye götürdüğünü bilmediğimiz gibi.
Sizi öldürmeyen herşey biraz daha güçlendirir derler ya bilgece, yaşadığımız her acıdan bize düşenleri istifleriz ya arada, kendi içimde küçük bir muhasebe yaptım yine. Ben gittiğimde insanların arkamdan neler söylemelerini isterim, giderken neleri yapmış olmak isterim, neleri elekten geçirmeliyim ki yol boyunca bana yük olmasın vs vs... Ateş düştüğü yeri yakıyor sadece. Ama sıcağı cok uzaktan bile hissediliyor. Ne kadar uzakta yanarsa yansın, hüzün yüklüyor insanın içine bu sıcak.
Bir yanda keşke bir şeyler yapabilseydim diye düşünerek hüzünle izlediğimiz haberler, bir yanda kazada kaybettiğimiz canların yakınlarına "Neler Hissediyorsunuz" diye sorabilen bizim salak spikerler. Ne yaman bir çelişki bu böyle. Keşke adam "Manyakmısın sen kardeşim" ile başlayan bir cümle kursa diye bekledim ama beklentimin aksine müsade isteyip kapattı telefonu. Ölenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı dilemekten başka şeylerde gelseydi keşke elimizden...
Bir de yanıbaşımızda kokusu gittikçe ağırlaşan savaş ihtimali var. Onca çaresiz insan ve belkide konuşmaya bile başlayamadan ölecek çocuklar. Hasan Bey'in dediği gibi "ne olursa olsun bundan kötü olamaz" diyen, artık hiçlikten bıkmış insanlar. Birilerinin daha rahat uyuması için birileri ölecek yine. Buyrun bir yaman çelişki daha size.
Galiba stand-by yaşamak daha kolay bu günlerde, haberlerden haberim olacak ama gerisi yok.. Devekuşu gibi kafamı işlerimin arasına sokup, uzunca bir süre öyle kalmak istiyorum.
Bu arada güzel şeyler de olmuyor değil. Kayıtlı tiryaki sayısı 3000'i bulmuş:)) Bizim Süper Editör'ün hayallerini bile egale ederek çekirdek aileden, klana ordan da familyaya doğru gidiyoruz. Hadi hayırlısı bakalım. Kedigillerden sonra belgesellerde Kahvecigilleri'de görürsem şaşırmayacağım artık. Hani pek bi beylik laf olacak ama sizleri, yazan ve okuyan herkesi çok seviyorum ben. Hakkaten:)) Yedeklerle birlikte 272 futbol, 300 basketbol takımı kurabiliriz. Cumarteside bir toplanırsak gerekirse Viyana kapılarını bile zorlarız.
Üstüne birde barkodumuz ve sicil numaramız da oldu. Ooooohh süper ortam valla. Bir grup "siz" okumaya, diğer grup "siz" yazmaya devam ettikçe kimse tutamaz bizi.
BeT bet_ayh@mynet.com
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Taksi Bankları
Gözlemlerim sırasında farkettiğim bir diğer husus, gece gündüz yolcu arayıp gezen taksilerin de hem kendileri durup kalka giderek, hem de trafikdeki araç sayısını arttırıp diğer araçların da dura kalka gitmelerine yol açarak ilave bir yakıt sarfiyatına neden olduklarıydı.
Hazır trafiğe el atmışken, taksilere de kaldırımların üstlerinde 100- 150 metre boyunca uzanan yolcu bekleme yerleri, yani "Taksi Bankları" yaptırıp onları hiç değilse müşterileri yokken trafikten çekmeyi önermek geçti aklımdan.
Kaldırımların müsait olduğu yerlerde taksilerin iki-ikibuçuk metre kadar üstten giden bir beton platforma çıkıp park ederek müşteri beklemeleri hem taksi şöförlerini yüklüce bir benzin masrafından kurtarabilir, hem de yayalara egzoz gazları ve gürültüden, yağmur ve güneş gibi dış etkenlerden yalıtılmış bir yürüme alanı sağlayabilirdi.
Pilot bölge olarak seçilecek Ankara'nın Kızılay meydanında bir Beklemesiz Geçiş Kavşağı ile bir kaç adet Taksi Bankı inşa edilmesi Ankara'lıların günlük yaşamlarında hissedilir bir fark yaratabilirdi.
En azından Ankara Trafiğinin durduğu yerde varillerce petrol tüketen yapısı bir ölçüde kırılabilir ve tüketilen petrolün daha büyük bir kısmı yol almak ve iş görmek için kullanılır hale gelebilirdi.
Bankamız tarafından Türkiye'ye kazandırılacak bu ilk "Beklemesiz Geçiş Kavşağı" ve " Taksi Bankı" örneklerin yerel yönetimlerce ülkemizdeki tüm kentin ana artellerindeki kavşaklara da yaygınlaştırılmasının etkileri ise ulusal petrol sarfiyatımızda önemli bir azalmaya yol açacaktı.
Böyle bir altyapı yenilenmesinin en önemli sonuçlarından birisi de hava kirliliğinin azaltılması olacaktı.
....
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_50.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.028 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
YELELERİNİ
UNUTAN ATLAR
bun'a benzer bir dize beni çelmeyebilir:
-mi milyarlar soğuran bir kara delikten
bun'la tükenmiş, doğmuş açıla açıla tek
bir bun, bir yazgı ki iç içe geçmiş
doğanın kemiği: taş, en yalçın tanık
bir bir atlamış çağların üzerinden!
gibi bir tuhaf ölüm olmuş insanoğlu
yuyup ekleyelim; ürkme taştan, taş
ta kendisidir ürpermenin, eninde sonunda
en belirgin, en uç utkusudur zamanın
şiiri: boşluğu dipdiri, suyu dupduru
yok olamamanın acısı öldükten sonra da!
anlaşılır şiir yazmayalım, belli
halka seslenmeyelim, daha da belli
sakızkabaklarına dönmeliyim besbelli
gide gide en sağlam kemik: sarp
doğanın kemiğidir ki eriyen anıların
öğlesinde dimdik bir yazım kılavuzu!
orda, bıraktığım yerde buldumdu
budala bun'un bütün çarpımlarını:
bir okuyuşta anlayıverdiğim şairler
nasıl da halledivermişler ama şiiri!
sanmayın istiklâl marşı'ndan ötürü ha!
mehmet akif hiç mi hiç ölmeyebilir!
Yunus KORAY
<#><#><#><#><#><#><#>
BİR ESKİ MASADA YALNIZ
Dağılır üşüyen bir göle mavi
Kısalır güz
Akyar vadisinde horozlarla
Uyanır bir dağ evi
Çoğalan kırışlarla dalgın
Ve sapasağlam bir yörüğün yüzünde
Kara gömülmüş kağnıları
Taşlayan çocuğun çığlığı
Ve hüznün alıçlarında
Ölümü nakışlayan tanyeri ağacı
Yaşanılan güzlerle
Bozkırda sapsarı bir göğü soluyan
Keklik sürüsü
Ve ağızlarında yaban armudu
Gözlerinde çabayla karılmış umut
Taşıyan çocuklar
Öpöksüz dallarından upuzun
Düdükler yapılan üvez
Ve bir dere boyunda
Yaralı göğsüyle erguvan
Şafaklar emziren kız
Yaşlı dağlarla karşı karşıya
Bir alaca yağmura tutulmuş
Ve tarlaların tozu toprağıyla
Çıkagelmiş şenlendirmiş yüzleri
Gözlerinde geceden kalma bir ışık
Ağzında gök gürültüleri
Doğal bir anıtın önünde
İse ve ocağa karşı
Bağdaş kurup oturan
Ve duvardaki tüfeğin namlusuna
Ağıtlar dolduran
Durur öylece bir eski masada
Yalnız bir tahtakurusu
Ezgilerle uğultularla çınlar kulakları
Ve dönüp bakmaz oturan yiğit
Gözyaşlarına böcekçiğin
Yunus KORAY
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun BADEMLİ BİSKÜVİ (İtalya) |
|
125 gr toz badem
125 gr margarin (oda sıcaklığında)
1 paket toz vanilya
125 gr toz şeker (üzerine serpmek için bir miktar daha)
125 gr un
¼ çay kaşığı tuz
Toz bademi teflon bir tavada kokusu gelene kadar bir miktar kavurun. Soğuduktan sonra margarin, vanilya ve tuzu ekleyerek mikser ile iyice karıştırın. Şekeri ekleyin ve bir miktar daha karıştırın. Bu karışıma unu da ilave ederek elinizle yoğurun. Elde ettiğiniz hamuru yaklaşık bir saat buzdolabında dinlendirin.
Fırınınızı 180 dereceye ayarlayın. Buzdolabından çıkardığınız hamurdan küçük parçalar kopararak bisküvi şekli verin. Yağlanmış fırın tepsisine dizdiğiniz bisküvilerinizi üzerine şeker serperek yaklaşık 8-10 dk pişirin.
Soğuduktan sonra... Kahvenin yanında...
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Karadeniz Uşağı
Önemli Karadeniz'li bir ailenin oğlu İstanbul’da okuyor. Bir de bir sevgilisi var. Pek de yakışıyorlar birbirlerine. Oğlan tam bir bey oğlu, kız da biraz fettanca.
Sevgilisini ailesine tanıştırmak ve de biraz bağ, bahçe göstermek için gidiyorlar memlekete. Tanışma faslı tamam ama ana kraliçe henüz fikrini söylemiş değil.
Çıkıyorlar fındıklıklara doğru. Oğlan diyor ki:
- Ha buradan tepeye kadar bütün fındıklıklar bizimdir. Bir dalını kıranın koydum.., veya oylum, oylum oydum...,
diyor bey oğlu ağzıyla. Kız hemen bir dalı yakalayıp çıt diye kırıveriyor oracıkta. Oğlan sözünün eri gerisi bizi ilgilendirmiyor, çıkıyorlar tepenin üstüne.
- Ha buradan aşağısı gördüğün dereye kadar bütün fındıklıklar bizimdir. Bir dalını kıranı....
Kız yine elinde kırık bir dal ve sözünü tutan aslanım. Geliyorlar şırıl şırıl akan dereye. Küçücük masalsı bir köprü var üstünde, geçiyorlar karşıya. Fındık bahçeleri alabildiğine uzanıyor, taa ufka kadar. Kızın elinde yine taze kırılmış bir dal. Aslanımdan gelen son cevap:
- Ha buradan ötesi vakıf arazisidir, ben karışmayrum.
denizce.com
|
30 Aralık'ta Sevgili Ahu ve Suat'ı evlendirmiştik. Balım ayları bitmeden fotoğraflarını yollamışlar sağolsunlar. Tüm Kahve Molası ailesi olarak onlara ömür boyu mutluluklar diliyoruz.
Editörün kibar notu: Resmin orijinalinde Suat'ın yanında bendeniz vardı. Ancak fok balığından hallice görüntümün gerçeği yansıtmadığı düşüncesiyle zaruri dekupaj işlemi uyguladım. Orijinal resim kilit altında uygun ve güvenli bir yerde muhafaza edilmektedir. Duyurulur.
|
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.tariszeytin.com.tr/shop/default.asp?status=uzman1
...yağlar arasında en değerli olan natürel sızma zeytinyağının üretiminin ülkemizin ana üretim hedefi olması gerekir. Bunun için ağaçtan şişeye kadar üretimin her aşamasında, verim ve kaliteye etki eden bütün faktörlere dikkat edilmelidir. Oysa, ülkemizde bu faktörlere dikkat eden kuruluş sayısı yok denecek kadar azdır...
http://www.karalahana.com/karadeniz/index.htm
Ejderha imgesi Trabzon civarında pek çok efsane ve masalda yer almaktadır. "Çaykara Köyünün şahin kayalarında bir ejder yaşar, bazen gece bazen de gündüz mağarasından çıkar ve uçmaya başlar. Ejder uçuşunda gündüz siyah, gece ise kırmızı renk alır. Boynunda 10 arşın kadar uzunlukta bir zincirle çekiliyormuş gibi evvela kıbleye doğru uçar... Karadeniz efsaneleri.
http://sixer.subnet.dk/Philly.htm
Nba meraklılarına Philly style bir flash animasyon. Gazı alınmış kola gibi olmuş ama olsun espri abartıdan pay alır derler.
http://www.angelfire.com/nb/game-site/MANTESTFLASH.htm
Erkekleri test etmek maksatlı hazırlanmış özel bir uygulama. Son dakika golleriyle ti'ye alınmaktan ve size şaka yapılmasından rahatsızlık duymazsanız buyrun.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Z-Anaglyph v1.5.3 [1.8M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105017
Hani şu gözlerimize kırmızı mavi gözlükler takıp üçboyutlu resimler görmeye çalışırız ya, işte bu program o türde resimler elde etmenize yarıyor. Soldan ve sağdan çekilmiş 2 resmi birleştirerek derinlik hissi uyandırıyor. Elde ettiğiniz resmi jpg, tiff olarak saklayabiliyor, isterseniz bastırabiliyorsunuz. İlginç program arayanlara tavsiye olunur.
|
|
|