|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 187 |
İyi haftalar hepinize,
Milletimiz yüzkarası 4. BBG'nin finali izlerken, bizler aynı saatleri sevgili Eniştemizin tertiplediği. 1.KMOK (Kahve Molası Olağan Kurultayı) da Grup Zeplin eşliğinde şarkılar söyleyerek geçirdik. Yok yok, Grup Zeplin ağır metalcilerden değil, 5 kişilik konservatuvar öğrencilerinden kurulu türkçe pop söyleyen bir grup. Bu ismi neden aldıklarına dair bir kanıt bulamadığım için burayı es geçiyorum. Ama kendilerinden bilahare söz edeceğim mutlaka.
Kurultayımız 21 kişilik(?!) muhteşem bir katılımla gerçekleşti ve tam 5 saat sürdü. Sayının azlığına bakmayın. Katılan 21 kişi, 3000 kişilik Kahve Molası ailesini aldıkları vekaletlerle en iyi şekilde temsil etti. Yemeden, içmeden, el çırpıp şarkı söylemekten vakit buldukça, sorunlarımızı masa üstüne yatırıp tartışma olanağını bulduk. İlerleyen saatlerde, masa üstüne yatırılan sorunların göbeğinden içki içmek için yarışılsa da, genelde düzenli, doyurucu ve eğlenceli bir kurultay oldu denilebilir. Tüm organizasyonu Enişte'ye yıkmış olmanın hafifliğiyle bana sadece konsomasyon yapmak kaldığından pek bir rahat olduğumu da söylemeden geçemiyeceğim. Sırt sıvazlama, yaşa varol seslerine verdiğim tek cevap "Beni sizler yarattınız, canlarım." oldu. Sağolun, varolun ne diyeyim. Şaka bir yana, bundan 9 ay evvel biri bana Kahve Molası'nın bu duruma geleceğini söyleseydi, "Kısmet" der güler geçerdim. Ama bugünkü pozisyonumuzdan ziyadesiyle mutlu ve umutlu olduğumu söylemekten gurur duyuyorum. Yazdıkça yazası gelen yazarlarla, yazanlara özenip yazmaya karar veren okurlarla tanışmak ne kadar güzeldi anlatamam. Dileğim 2. KMOK'un çok daha büyük bir katılımla gerçekleşmesi. Bu konuda canla başla çalışacağımı bilmenizi isterim.
Kurultay fotğraflarının basına sızmasını engellemek için epeyce uğraş verdik. O nedenle hiçbir medya kuruluşunda haberimiz çıkamadı:-)) Ama söz, fotoğrafçılar söz verdikleri gibi teslimatı zamanında yaparsa, içlerinden birkaç tanesini sizlerle paylaşacağım. Bu sıcacık geceyi bize hazırlayan sevgili Enişte'ye ve katılımlarıyla renk ve neşe katan tüm dostlara, en dipten sevgilerimi yolluyorum. Hepiniz çok yaşayın oldu mu?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku |
MAE CULPA
(ya da YENİ YETMELİĞİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ)
"Mommy …Yarın Nathalie'ye dışarı sorucam."
Geçen yıl Şubat ayı idi galiba. Akşam yatmadan önce, Jeff'in bebeklik izlerini hala taşıyan yüzünde beliren ilk ergenlik sivilcesine kurutucu krem tatbik etmekteydim.
Minik bebeğimin yüzündeki ilk sivilce. Yavrucuğumun elimden kayıp o tuhaf, o anlaşılmadık, o garip erkekler dünyasına karışmak üzere olduğunun ilk belirtisi.
Tam burnunun ucunda minik, zararsız görünümlü bir kızarıklıktı o zaman. İçimden çocuklarının ilk sivilcelerine krem süren annelerin tipik düşüncelerini geçiriyordum işte: "Şimdi ben onu şu ilaçla bir güzel kurutayım da görsün o sivilce gününü."
"Daha bebek benim evladım. Zaten ergenlik filan diildir bu. Ellerini yüzüne sürüyor, ondan olmuştur."
"Sesi de çatlak çatlak geçen aydan beri. Soğuk aldı garibim, geçmek bilmiyor bir türlü."
"Oniki daha yaşı, yedinci sınıf. Sesi ne zaman değişiyo bunların? Onsekiz ondokuz olmalı, değil mi?"
İşte böyle, bir çocuk doktoruna yakışmıycak bir kendini aldatma, gerçeği inkar ki o kadar olur. O yüzden ne dediğini önce anlamadım. Alık alık baktım yüzüne.
"Efendim? Bir daha söyle bakayım."
"Yarın," diye tekrar etti gözlerini kırpıştırarak ve utangaç. "Nathalie'ye dışarı sorucam."
Jeff'in direkt tercümelerine öteden beri alışkınım. O yüzden kafamda kelime kelime İngilizce'ye çevirdim: "Tomorrow, I will ask Nathalie out."
Kahkahayı bastım.
Dışarı sormak. To ask out. Senelerdir icat ettiği komik terimlere yeni birini ekledi diye öyle güldüm ki, cümlenin anlamının farkına varamadım hemen. Ama sonra yavaş yavaş kafamdaki gürültü dindi ve cumlenin içeriğini kavradım.
Aaaaa … Jeff bir kıza benimle çıkar mısın diyecek!
"Nasıl yani?" demişim kekeliyerek.
"I will ask her out," dedi bu sefer İngilizce. Dikkatle yüzüme baktı.
Aman Tanrım … görüyor musun başıma geleni? Kremli parmağım havada asılı kaldı. Napıcaz şimdi?
Sakin olmaya calıştım. Kim bu Nathalie? Ya hayır derse oğluma? Ya reddederse? Jeff dört yaşından beri aşık kızlara. Kızlar da ona. Ama hiç resmiyete dökülmemişti bu işler böyle. Ne olucak şimdi?
Yatağın kenarına oturdu. Konu derinleşince yetmiyor Türkçesi, İngilizceye döktü.
"Ne yapar sence?" dedi. "Sen nasıldın 7. sınıfta? Sen olsan o zaman, ne derdin?"
Ben mi ne yapardım? Dur bakalım. Kafamı toparlayıp hatırlamaya çalıştım.
Eve gidip geldiğimiz külüstür servis otobüsünde benden bir sınıf büyük bir çocuk vardı. Bana arkadaşlık teklif etmek için yanıma gelmeye calışmıstı otobüsten inince. Ben önde, o arkada koştura koştura bizim apartmana geldiğimizde ben kendimi içeri atıp apartman kapısını yüzüne kapamıştım. Sanki bir manyaktan kaçıyorum. Neler hissetti acaba zavallı çocuk? Oğlum yoktu ki o zaman, aklıma gelsin böyle sorular. Bu hatırayı anlatmadım tabi.
Sonra, kim olduğunu şimdi unuttum, bizim sınıftan bir çocuk geldi aklıma. Orta bir miydi ne, okul çıkışı yanağımdan bir makas aldıydı. Sen misin laubalilik eden? Şrak diye tokadı patlattıydım yüzüne. Amma bağnazmışım. İyisi mi bunu da geçelim.
Birlikte kitap almaya gideriz diye söz verip ektiğim, yağmur altında bekleterek zaatürre ettiğim arkadaşa ne demeli? Ertesi gün ateşi çıkmış, öksürürken görmüş ama özür bile dilememiştim. Bunu söylesem hiç olmaz.
Orta okul hallerim yıldırım hızı ile geçti gözlerimin önünden. Jeff'e cesaret verici tek bir hatıra bulamadım. Ne anlayışsız davranmışım yeni yetme erkek arkadaşlarıma. İyi de, oğlum yoktu ki, nerden bileyim.
Jeff'e moral verecek tek bir anı bulup çıkaramadım ama pes edicek değilim tabi. "Mutlu bir çocukluk geçirmiş olmak için hiç bir zaman çok geç değildir," diye bir söz okumuştum bir arabanın arkasında geçen gün. Yani, yoksa öyle bir hatıran, uydurucaksın. Ben de o hesap, "anlayışlı ve iyi kalpli bir okullu kız olmak için asla çok geç değildir" diye işe giriştim.
"Ah, tabi ki senin gibi akıllı ve yakışıklı biri benimle arkadaş olmak istediği için çok memnun olurdum," dedim. "Çok da iyi karşılardım, çok sevinirdim."
Gözlerini devirerek şüpheli şsüpheli baktı yüzüme. "Hmm …" dedi.
Çocukları kandırmak ne kadar zor.
Konuştuk biraz ama,benim yüreğim kıpır kıpır. Akla yakın, işe yarar bir şey söyledim mi bilemiyorum. Sonunda onu öpüp yorganını örttüm üstüne. Oyuncak kuzusuyla yatıyor hala. Farkında mı acaba daha bebek olduğunun?
Ertesi günü tedirgin geçirdim. Ne yaptı acaba? Ne dedi kız? Reddettiyse çok sert çıkışmamıştır inşallah. Ya gururunu incitecek bir şey yaptıysa? Benim yüzümden mi oluyor bütün bunlar? Vaktiyle yeni yetme gururlarını kırdığım çocukların ahı tutabilir mi? Varmıdır öyle bir ihtimal? Hepsini bulup özür dilesem olayın karması değişir mi? İyi de, ya bir de kız tutar evet derse? O zaman ne olacak? Aman, ne olursa olsun, oğlum üzülmesin de. Kızın ailesi Türk olsa, çoktan bir kutu lokum yaptırıp Allahın emri paygamberin kavli ile istemeye gidicem. Ama nerde?
Oylesine korumak, kollamak istiyorum bebeğimi.
Akşam geldi bizimki eve. Radarlarim son kerteye açık, antenlerim üzerine çevrili, ne oldu ne bitti, anlamaya çalışıyorum. Hiç bir şey okunmuyor yüzünden. Sonunda dayanamayıp "Ne oldu?" diye sordum.
"Ne ne oldu?"
"Nathalie … hani soracaktın ya."
"Ha," dedi buzdolabını karıştırırken. "Sordum … hayır dedi."
Hay allah. Canım benim. Ne kadar üzüldü, gururu incindi kimbilir. Akşama en sevdiği pizzacıdan pizza mı ısmarlasam? Hafta sonu alıp bir yerlere mi götürsem? Babasını mı arasam? Allahım, ne yapsam?
"Konuşmak ister misin?" dedim.
Omuzlarını silkti. "Tahmin ediyordum zaten hayır diyeceğini," dedi.
"Uzüldün mü?" diye sordum.
"Biraz," dedi.
Uzerine varmayım dedim ben de, konuyu daha küllenmiş bir zamanda yeniden açmak üzere bir kenara koydum. Aradan bir hafta geçti. İçin için Nathalie'den nefret ederek, dikkatim Jeff'in üzerinde geçirdim haftayı. Jeff her zamanki gibi harala gürele, bir şamata devam ediyor hayatına. Yok öyle korktuğum gibi bir dalgınlık, bir hüzün, bir gözyaşı filan. Haftasına artık yüreciğindeki yaraları küllenmiştir diye konuyu yeniden gündeme getirdim.
"Nathalie …" dedim. "Konuşalım mı biraz?"
"Hangi Nathalie?" diye sordu.
"Hani," dedim "şu sevdiğin kız?"
"Ha," dedi. "Nathalie. Bu hafta Beanie'yi seviyorum."
Ne?? Buyrun bakalım! Geçen hafta Nathalie, bu hafta Beanie. Bakalım haftaya kim? Tam eski hallerimden nedamet getirip töbe istifar eylemişken, yeniden şüpheye düştüm. İyi mi yapmışım acaba vaktiyle? Oh olmuş mu desem? Bu durumda Nathalie'ye de aferin mi demek gerekiyor? Şaşırdım kaldım.
Bu bir yıl önceydi. O zamandan beri Jeff her hafta başkasına aşık. Sivilceleri arttı, saçları bukle bukle uzadı, boyu da benim boyumu geçti. Sesi çatlamıyor artık, düpedüz erkek sesi. Kızlı erkekli guruplar ellerinde gitarlar filan eve girip çıkmaya basladılar. Kimseyle çıktığı yok daha, ama her hafta başka kıza besteler yapıyor. Nathalie'ye yaptığı beste ile bir yarışmaya katılıp ödül bile aldı bu arada.
Ben de aldırmıyorum artık.
Hatta kendisini reddeden her kıza bir beste yaparak işi ilerletirse belki ilerde altın plak filan sahibi bile olur diye umut doluyum.
|
Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı |
Kadın eli değince
Bir mucize var kadın ellerinde. Anlatamadığım ve tanımlayamadığım bir mucize. Yaptığı numaralardan ve seyircinin şaşkınlığından fazlasıyla memnun bir sihirbazın elinden çıkan mucizelere yada akıllı gözlerin seçtiği numaralar gibi değil. Daha çok tohumları bir tarlaya alçakgönüllü savuran alçak gönüllükle savuran bir çiftçinin sakinliğine benzer bir şey var; alçakgönüllü ama saygı uyandıran. Bunu ilk nasıl ve ne zaman keşfettim bilmiyorum.
Annem, kız arkadaşım yada sevgilim olsun, bir yumurta bile kıramadığını övünerek söyleyen okumuş kızlar (!) hariç evime gelen kadınların neredeyse tamamı, içgüdüsel sayılabilecek bir hareketle mutfağa giderler ve bulaşıkları yıkarlar. Ortak yenilmiş bir yemeğin yağlı tabakları yada birkaç günlük bulaşıkları olsun hiç fark etmez kadınların neredeyse tamamı bulaşıkları yıkar. Benim itirazlarıma, iyi ev sahibi rollerime soyunup bulaşık yıkamasına itiraz etmeme rağmen çoğu "aman ne olacak iki parça" deyip bulaşıklara girişirler.
Buraya kadar her şey normal. Bu saptamayı kimi feministler kızgınlıkla karşılayabilir kimi erkeklerde gülümseyerek ama böyle bir şey var. Neden böyle bir davranışa girdikleri de tartışılabilir, belki kadınca bir içgüdüyle belki de misafir oldukları evde bir şeye katkıda bulunmak adına yada bana olan sevgilerinden vs. Bütün bunlarda ilgi çekici yada yeni bir şey yok. Benim tanımlayamadığım yada anlayamadığım ve bu yüzden hayran kaldığım, bulaşık sonrası mutfağa yayılan yeni büyülü yaşam ve çocuksu sevinç. Her kadın bulaşığı yıkadıktan sonra, musluğu kapatıp bulaşık bezini muzaffer bir komutan edasıyla bayrak gibi asıp, etrafı şöyle bir kolaçan edip mutfağı terk ettiğinde ben mutfağa bakarım. Sıcak su ve bulaşık deterjanı ile yapılan bu mücadelenin ardından her kadın mutfağa kendince bir iz bırakır. Kimi çatal yada kaşıkları bir büyük su bardağında dairesel bir mutlulukla toplar, kimiyse bulaşık bezini küstah bir isyan bayrağı gibi elinde sallayıp sonra bir sanatçı tedirginliği içinde tabakların konumuna son bir rötuş çeker. Bütün bu ayrıntılar kişinin eğitiminden yada kişiliğinden bağımsız, o kadının saç rengine benzer bir rastlantı gibidir. Hepsi ama hepsi kendi kişiliğinin uzantısı olan bir iz bırakır mutfağa ve bulaşıklara.
Yıkanmış tabaklara, bardaklara, çatal ve kaşıklara hayranlıkla bakarım. Hayran olduğum bulaşık sonrası mutfağa ve tabak çanağa gelen temizlik değildir. Eliniz yeterince sıcağa dayanıklıysa -ki bulaşık eldiveniyle bunu kolaylıkla sağlayabilirsiniz- ve bulaşık deterjanıyla su kullanımında cimrilik yapmazsanız bunu sizde sağlayabilirsiniz. Hayran olduğum daha çok yeni bir biçim almış mutfağın estetik halidir. Kadın eli değdikten sonra tabaklara, bardaklara, çatal ve kaşıklara gelen yaşam ve sevinç. Henüz kurumamış bardakların üstünde kendini beğenmiş bir edayla duran su damlacıklarının pırıltısı eşliğinde tüm bardak ve tabaklar ve kaşıklar benim asla tam olarak tanımlayamayacağım yeni bir varoluşa geçerler. Yada kelimenin tam anlamıyla anlatmak gerekirse, canlanırlar.
Önceleri bu sevincin ve coşkunun kadınların biz erkeklere göre mutfak işlerinde çok daha tecrübeli olmalarına bağladım. Zaman içinde mutfak işlerinde tecrübe kazandıkça bunun hiç de tecrübeyle alakalı olmadığını anladım.
Tek başına yaşıyorsanız bulaşık gibi bir zorunlulukla ister istemez boğuşmak zorundasınızdır. Hem temiz tabak ihtiyacı, hem de bulaşık dolu bir lavobayı seyretmenin TRT-1 haberlerini seyretmek kadar sıkıcı olması yüzünden çok sık olmamakla birlikte ben de mutat zamanlarda bulaşık yıkıyorum fakat asla bir bulaşık sanatçısı olamadım. Çatal ve bıçakları bir bardağın içinde biriktirmeyi akıl edemediğim gibi mutfağa bir coşku ve yaşam verecek "o" durumu hiç sağlayamadım. Anlatamadığım "o" durum bildiğim halleri içeriyor, örneğin düzen, temizlik, hassasiyet ve özen gibi ama bunlardan öte bir yerde duruyor. Nasıl Devlet Ankara'daki hükümet binaları değilse, bulaşıklar da sudan geçmiş bardak tabaklar değildi benim için.
Bir çok amatör yada yeteneksiz sanatçının büyük sanatçıların dehasını çözmek adına yaptıkları tüm araştırmalar, nasıl büyük bir hayal kırıklığına uğrarsa benim tüm bulaşık deneylerim de başarısızlıkla sonuçlandı. Mozart'ın notalarındaki basitliğin arasına saklanmış dehasından uzak bahtsız ve kıskanç müzisyenler gibi bende bazı şeyleri kendimce kopyalıyordum, örneğin tabak çanağı üst üste koyup coşkulu bir tepe yapmak yada bardakları suyu fil gibi emen modern bir bezin üstünde yan yana dizmek gibi. Bütün bu çabalarıma, kopya ve apartmalarıma rağmen bulaşık sonrası bekar mutfağım sadece ve sadece temiz ve tertipli oluyordu. Hepsi bu. Bir canlılıktan bir dehadan ve bir şiirden uzaktı. Mozart'ın notalarında yada Monet 'in fırçasına gizlenmiş ve kelimelere girmeyen deha, aşk ve şiir benim bulaşıklarda yoktu.
Önceleri bunun bulaşık yıkama deneyiminin azlığından kaynaklandığını düşündüm fakat zamanın geçmesine rağmen istediğim başarıyı elde edemedim ve hiç bir şekilde kemale eremediğim gibi böyle bir belirti yada yetenek kıvılcımı da göstermiyordum. Acı gerçek gün gibi ortadaydı: ben yeteneksiz bir bulaşık sanatçısıydım hatta sanatçı bile değil heveslisiydim.
Bir kadının dokunuşuyla yeni bir yaşama hesapsızca ve coşkuyla geçen çatal, kaşık ve bardak cemaati bana yabancı ve farklı geliyordu hep. Elinde kitapçıkla bir resim müzesini şaşkınlıkla gezen azimli turist gibi bulaşıkları uzun, uzun inceledikten sonra bu gizin ve sırrın kadınlara ait olduğunu keşfettim.
Kaosu düzene dönüştürme becerisi yada kısaca yaşam verebilme gücü. İşte benim mucize diye adlandırdığım buydu. Acaba çok da anlamı olmayan sıvılardan bir bebeğin gülümsemesini yaratabilen kadın rahmindeki gizli sır ruhuna da mı yansıyordu? Akıllı bir detektif gibi var olan tüm izleri sürersem bulaşıklardan kadın ruhuna, kadın ruhundan yaşamın mucizesine gidebilir miydim? Kendini her zaman gizli anlamlar arkasına saklayan yaşam denilen mucizeyi anlayabilir miydim? Bardakların temizliğinden ve damlalarından yansıyan şeyin aslında gün ışığı değil de yaşam olduğunu anlatabilir miydim? Sanırım hayır.
Bütün bunları mutfağın kapısından yıkanmış bulaşıklara bakarken hızla kafamdan geçirdikten sonra yaptığı mucizenin yada sahip olduğu gizemin farkında olmayan misafirimin yanına dönerim. Mucizenin sahibine farklı bir dünyadan gelmiş gibi baktığımda olur- ki belki de gerçekten farklı bir dünyadandırlar kadınlar. Çay yada kahvaltı yapmak yüzünden gönülsüzce bozulan tabak-çanak imparatorluğu bana hep aynı soruyu sordurtur "yaşam nedir?, kadınların kendilerinin de farkında olmadıkları ve bilgece bir hikmet gibi ellerinden akan, bizim kısaca "kadın eli değmiş" diye tarif ettiğimiz yaşam verme yada yaşama dönüştürme yeteneği nedir?"
Alsa bilemeyeceğim, asla...
Mehmet Emin Arı http://www.eminari.com
|
Misafir Kahveci : Hasan Yüksel |
Irak'tan bildiriyorum 2
Herkese yeniden merhaba,
Buralardan gönderdiğim ilk yazıda bir kerelik yazma isteğimi belirtmiştim ama gerek editörümüzün gerekse bana gelen maillerin isteğiyle burada bulunduğum süre içinde sizlere haberler vermeye devam etmeye karar verdim. Yazılarımı savaş tehlikesi bitinceye veya biz buradan kaçıncaya veya herhengi bir nedenle yazı gönderemez hale gelinceye kadar iletmeye çalışacağım.
İlk yazımı 8 Ocak günü göndermiştim, o yazıdan bu yana olanları muhtemelen hepiniz takip ediyorsunuz. Burada ise en çok ilgi çeken ve ümit bağlanan şey Türkiye'nin tutumu. Uzaktan izlediğim kadarıyla yeni hükümetimiz kendi tabanına yaranmak maksadıyla yapıyor olsa da doğru bir iş yapıyor, ABD isteklerine öyle eskisi gibi balıklama evet demiyor. Kürşat Tüzmen başkanlığındaki heyetin ziyareti de burada çok ilgi topladı, günlerce televizyonlarda birinci haber olarak verildi. Kürşat Tüzmen'le üç sene önce Suriye'ye yapılan benzeri bir seferde beraber olmuştum, gerçekten alışılmışın dışında bir bürokrat. O zamanki tanıdığım kişiliğini şu andaki hükümetin zihniyetiyle bağdaştırmasam da şu anda kendisine çok uygun bir görevde olduğunu düşünüyorum, umarım ülkemiz adına başarılı olur.
Aslında Türk şirketleri için Irak bölgedeki en iyi iş alanı, ülkede herşeyin yeniden yapılması gerekiyor. Ben işim nedeniyle gittiğim her yerde milyar dolarlık işler görüyorum ve Türk şirketleri hepsini başarıyla yapabilir. Zaten bölgede teknoloji açısından en gelişmiş ülkeler İsrail ve Türkiye, Arap ülkeleri İsrail'den iğne bile almayacağı için Türkiye'nin bu konuda şansı çok yüksek ama bunun farkına varılıp değerlendirilmesi lazım. Zaten ABD'nin buralara göz dikmesinin bir ikinci nedeni de önce yıkıp sonra parası Irak halkından çıkacak şekilde yeniden ABD şirketleri tarafından yapılmak istenmesi.
Son günlerde işin ciddiyeti arttıkça buradaki insanların da tavırlarında değişiklik olmaya başladı, pek çok kişi ailelerini daha tehlikesiz olduklarını düşündükleri yerlere gönderiyor, uzun vadeli planlardan konuşan yok, kimse kimseye borç para bile vermiyor. Şimdilik yiyecek, içecek sıkıntısı ve bir depolama girişimi yok ama ilerde ne olur bilinmez. Ben ise yıllar, yıllar önce Kıbrıs harekatı sırasında İzmir'de karartma uygulanırken hissettiğim tedirginliğe benzer bir tedirginlik hissediyorum, buna sebep de buranın havası ve ara, sıra sağa, sola atılan roketler.
Savaşın nasıl dehşet verici bir şey olduğunu askerliğim sırasındaki bir eğitimde el bombası atmak zorunda kalınca anlamıştım, o bombanın sesi ve yıkıcı etkisinin insanda bıraktığı duygu hala kulaklarımda ve belleğimde. Bir süre önce, bizden yaklaşık 20 Km ileriye atılan roketler de bende aynı duyguyu uyandırdı. Yer altındaki askeri haberleşme kablolarına atılan ve muhtemelen yer altındaki kabloları koparabilsin diye yüksek güçlü seçilen iki roket neredeyse bütün Basra'yı salladı. İşin tuhaf tarafı da bütün bu savaşlara karar veren insanların yanlarında kesekağıdı patlatılınca iki metre havaya sıçrayacak, olası bir savaşı güvenli yerlerde geçirecek insanlar olmaları.
Çalıştığımız yer elektrik santralı olduğu için 24 saat üretimde ve vardiyalı olarak çalışılıyor, muhtemel bir savaş başlangıcının gece veya sabaha karşı olacağı varsayıldığından Irak'lı çalışanlar arasında şimdiden o saatlerdeki vardiyalarda olma kaygısı yaşanıyor. Hiçbirinin işe gelmeme şansı olmadığı için herkes tevekkül içinde olabilecekleri bekliyorlar. Gördüğünüz gibi bir birine savaş ilan eden ülke başkanları bu savaşı muhtemelen kalın sığınaklarda geçirecekler, olan burada karnını doyurmaktan başka amacı olmayan operatöre veya vasiyetini hazırlayıp yola çıkan ABD askerine olacak, bunun adı da Dünya'ya liderlik etmek, barış getirmek olacak. Hepinizin bildiği meşhur lafla yorum yapmak en uygunu, "hadi canım sende".
Bütün bu karamsar tabloya karşın benim naçizane görüşüm bir savaşın başlamasının kolay ve yakın olmadığı şeklinde. Bence ABD bütün kararlılığına ve yaptığı yığınağa rağmen savaşı kısa sürede başlatamayacaktır. Neden? derseniz, hala kimyasal silahları bulamadı da ondan. Bunları bulunca savaş nedeni bulmuş olacak diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, bu silahları bulmak istemesinin esas nedeni kendi askerleri için bir tehdit oluşturmasını önlemek. Bulursa veya gerçekten tehlikesiz olduğuna hükmederse ertesi gün saldıracaktır. Şimdi kendini ateşe atmadan BM müfetişlerine onları arattırıyor, bulunmadıkça da hem tedirgin oluyor, hem deliriyor. Bu silahların burada olduğundan nasıl bu kadar eminler diye düşünüyorsanız, onları Iran savaşı sırasında kim verdi dersiniz?
Savaş engeli olabilecek bir diğer konu da Çin'in bölgedeki çıkarları, Irak'ta hemen her şey Çin malı ve büyük bir ticaret hacimleri var. Savaş bu gelir kapısını kapatacağı gibi ABD'nin bölgeye yerleşmesini sağlayacaktır ve bu ikinci süper güç olma niyetindeki Çin'i çok rahatsız edecektir. Şimdiye kadar ses getiren bir tepki vermediklerine bakmamak son anda işe karışabileceklerini beklemek gerekir düşüncesindeyim.
Dediğim gibi, bunlar benim naçizane görüşlerim, kritik bir bölgede işlerimi aksatacak gelişmelerin olmasından duyduğum tedirginlik sağduyumu körelttiği için böyle olsun mu istiyorum, yoksa bunlar gerçekten duygudan arınmış değerlendirmeler mi, inanın ben de bilmiyorum. Ben sadece bunları yine sizlerle paylaşmak istedim.
Şimdilik hoşçakalın
Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Peki Bu Fikirler Tutar mı?
Bana göre bunlar süper fikirlerdi. Her gün on binlerce aracın çalışır vaziyette bekleyerek yakıt sarfetmesi şeklindeki yakıt israfına son verilecek, boş taksiler yollardan çekilecek; en önemlisi Türkiye'nin gündemine "tasarruf" kavramı somut ve iddialı örneklerle girecekti. Üstelik de bu kavram bankamız ile özdeşleştirilecekti.
.....
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_52.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.033 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
SEVGİLİLER GÜNÜ
dokunsam soluğuna ferahlarım
sezilir bakışlarından sırrımız
kazınır belleğime ellerinin serinliği
bu kış bizi üşütemez
özür dilercesine bakarım sana
zarif ve ince yüzünde muzip çizgiler
sen istemesen de güler gözlerin
örterek korkuları, sıkıntıları
yağmurdu bizi kavuşturan
melek kanatlarınla ipeksi yürüyüşün
sesinde sıcak ve sevecen bir tınlama
her şey alışkanlığa dönüşmüşken bir devrim
Metin CELAL
<#><#><#><#><#><#><#>
YALNIZIM
YALNIZSIN
YALNIZIZ
kimse içimdeki boşluğu görmüyor
bir adresi yitirmek neler hissettirir insana
kalp atışlarından uzak olmak
soluğunda duyamamak mevsimleri, düşünmüyor
çok şey bilmenin hoş karşılanmadığı zamanlardayız
ciddiye alınmıyor sorularımız
gün afrikalı kalmaya kararlı
bu dünyadan olmamak da yetmiyor
ve siz geliyorsunuz, sarı elbisenizle bir silüet
hayatımdaki eksikleri gösteriyorsunuz
küçülüp silikleşiyorum, hafifliyor bedenim
yalnızlığım dağılıp çoğalıyor sesinizde
ben artık sadece kuşların şarkısını dinliyorum
Metin CELAL
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun BEYAZ TIRAMISU (Tiramisu Bianco) (İtalya) |
|
SÜNGER KEK İÇİN...
2 yumurta (beyazı ve sarısı ayrılacak)
50 gr toz şeker
50 gr un
Tuz
Yumurta sarılarını ve şekeri yaklaşık 5 dk mikser ile iyice çırpın.
Başka bir kapta yumurta beyazlarını ve ¼ çay kaşığı tuzu karıştırarak mikser ile köpürene kadar çırpın.
Bir başka kapta ise un ve ¼ çay kaşığı tuzu karıştırın.
Şimdi... İki kaşık yumurta beyazından, 2 kaşık da tuz ilave ettiğiniz undan alın ve
yumurta sarısı ve şeker karışımının içine koyun. Kaşık yardımıyla malzemeyi karıştırın. Yalnız köpüklenmiş malzemenin bozulmamasına dikkat edin. Malzemenin hepsi bitene kadar bu işleme kaşık kaşık devam edin. Elde ettiğiniz karışımı yağlanmış bir kalıba koyun ve önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında 25-30 dk pişirin. Soğumaya bırakın.
ASIL KISIM...
100 gr kavrulmuş kırık badem (kavrulmuş bulamadıysanız fırında ya da teflon tavada kendiniz kavurabilirsiniz.)
2 yumurta (beyazı ve sarısı ayrılmış)
110 gr pudra şekeri
250 gr light labne peyniri
6 yemek kaşığı süt
6 yemek kaşığı Bakardi
Yumurta sarılarını ve pudra şekerini mikser ile iyice çırpın. Labne peyniri yavaş yavaş ilave ederek çırpmaya devam edin. Yumurta beyazlarını başka bir kapta köpürene kadar çırptıktan sonra karışıma ekleyin.
Süt ve bakardiyi bir kapta karıştırın.
Soğumuş olan kekinizi iki kat halinde özenle kesin. Alt katı servis tabağına koyun. Üzerine süt ve bakardi karışımın yarısını sürün. Kekin her yerinin bu karışımla iyice ıslanmasını sağlayın. Hazırladığınız kremanın yarısını kekin üstüne yayın. Üzerine bademlerin yarısını serpin. Kekin diğer yarınını kapatın ve onu da süt ve bakardi ile ıslatın. Kalan kremayı üste yayın ve bademleri serperek süsleyin. Kekinizin dekorasyonu bozulmayacak şekilde üzerini kapatın ve en az iki saat buzdolabında bekletin.
Yanına mevsim meyveleri koyarak servis yapabilirsiniz...
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Usul, Musul, Gusul
Malum ekonomik kriz var. Temel yorgun, argın ve de bezgin eve gelir.
"La, Fadime. Şu sobanın üstüne bir çaydanlık su koyuver...
Olmazsa çay demleriz
denizce.com
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.pconline.com.cn/pcedu/carton/xp/10212/other/iconstory.swf
"Icon's story". Masaüstünüzdeki ikonlar birdenbire isyan edip kazan kaldırırsa... Ya da aralarındaki ufak tefek problemleri büyütüp işi kavgaya dönüştürürlerse ne olur. İşte böyle olur.
http://www.maidmarian.com/carrara.dcr
Bir carrera olsaydı nasıl kullanmazdımın testini yapabilmeniz için iyi bir test programı. Çalıştırmak için önce start ve sonrada yön tuşlarını kullanıyorsunuz. Biraz zor gibi görünsede bir kaç denemede aracı devirmeyi başardım.
http://www.ozgurvebilge.com/cevre.htm
Fransız şair baudelaıre 1800’lü yıllarda Paris’teki çöp toplayıcılarını birer arşivci olarak görüyordu. Onlar, şehir hayatında yaşayan insanların dışarı attığı ve küçümsediği herşeyi topluyor, tasnif ediyor ve kendileri için “değerli” olan şeyleri arıyorlardı—onlardan geriye kalanlarsa yalnızca tavuklara yem olabilecek şeylerdi. Eğer Baudelaire 21. yüzyılda İstanbul’da yaşamış olsaydı, aynı şeyi muhtemelen Çingeneler için söyleyecekti.
http://www.sanalmuze.com/
...Bu sitenin amacı sanatseverleri sanatla buluşturmakla kalmayıp sanatçıları ve sanata emek harcayan kuruluşları da en iyi şekilde tanıtmaktır. Modern dünyada değişen şartlara uyum sağlanıp ülkemizin sanatçılarını ve icra ettikleri sanatı ülke sınırlarının dışına da, dünya sanat arenasında da varolabilmelerinin önünü açmaktır...
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Vallen Jpegger 4.08 [1.3M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=101902
Çok sayıdaki resimlerinizi izlemek için oldukça fonksiyonel bir program. Biribirinin eşi resimleri bulup ayıklamak, salide show hazırlamak, mp3 , wav.vs ses dosyalarını çalmak gibi ek uygulamaları var. Halen bu türde bir programınız yok ve hala resimleri paint programında görüyorsanız mutlaka indirip kullanın derim.
|
|
|