|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 190 |
22 Ocak 2003 - Sağlığınızın kıymetini bilin |
Merhabalar,
Ufak bir rahatsızlık nedeniyle bugün de beni mazur görmenizi rica ediyorum. Hepinize, sağlıklı bir gün dilerim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku |
ESKİ BİR HİPPİYE IRAK SAVAŞI ONCESİNDE OĞUTLER
Televizyonda orta yaşlı tombik bir adam (kırlaşmış saçlarını topladığı kuyruğa ve yuvarlak tel çerçeve gözlüklerinin arkasındaki çocuksu mavi gözlerine bakılırsa eski hippilerden olmalı), yeni yetme muhabirin uzattığı mikrofona "Bush da gidecek mi savaşa?" diye soruyor.
İlahi, benim beyninde Bob Dylan'ın ahenksiz sesi bunca yıldan sonra hala yankılanan arkadaşım. Bush savaşa tabi ki gitmeyecek. Neden gitsin ki? Ustelik merak etme, giden sıradan Amerikan askerine de büyük ihtimalle hiç bir şey olmayacak.
O senin hatırladığın, protesto etmek için yollara döküldüğün, o kesif ve nemli tropikal ormanların içinde yaşanan Vietnam Savaşi' na benzemiyor artik bu işler. Simdiki savaşlar Atari oynar gibi oynanıyor. Uzaktan, uçaklardan bombalar atılıyor, savaş monitor ekranlarında olup bitiyor. Bomba hedefe isabet ettiğinde ekranda ışıklar yanıp sönüyor, bombayı isabet ettirenin hanesine bir puan ekleniyor; ne çığlıkları duyuyor bombayı atanın kulakları, ne de yanık et kokusu genzini yakıyor. O yüzden böyle modası geçmiş sorularla meşgul etme bizi.
Bush savaşa gitmeyecek, giden Amerikan askerlerine de bir şeycikler olmayacak, meraklanma. Ama diyebilirsin ki "Peki ama herkes uçaklarda değil ki? Ya yerdekiler? Ya sıradan halk? Onların canı yanmayacak mı?"
Kendini zeki sanıyorsun belli ki, ama onun da kolayı var. Bir kere, eğer Başkan'i dinlediysen duymuş olman lazım, Amerika zaten oraya Irak halkını kurtarmaya gidiyor. Gidip Saddam'ın onlara yaptığı zulmü durduracak. Bush geçen akşamki konuşmasında açık açık söyledi ya:
"Saddam çok kötü bir adam. Ne bize hayrı var ne de kendi halkına. Kendi hükümetine, kendi arkadaşlarına, kendi ailesine bile faydası yok. Bu fena adamdan dunyayı hemen kurtarmamız gerek," dedi. Yüzünde nasıl olup da kendisini bu işlerin başinda bulduğuna hala şaşıran ifadesi. Elini kolunu nereye koyacağını hala tam bilemeyerek.
Hem zaten savaş bu. Haliyle ölenler, yaralananlar olacaktır. Onlar için de "ölü, yaralı" falan denmiyor artik, kayıtlara "yan hasar" olarak geçiyorlar. Collateral Damage yani. Anlayacağın, artik savaşta olen, acı çeken filan yok, sadece collateral damage var.
Görüyorsun, zamanın epeyi dışında kaldın. O yüzden geliyor aklına bu ruhunu kıymık kıymık yapan sorular.
Bak şimdi sana ne yapman gerektiğini söyleyeyim:
Oncelikle git o ensendeki kırlaşmış kuyruğu kestir. Havalı bir berbere filan git, seni düzeltip çağa uydursunlar.
O çirkin sandaletleri de çıkar ayaklarından. Pek demode. Altmışlı yıllardan kalmiş tozlu bir antikaya benziyorsun onlarla.
Bitti o günler, Woodstock konserinin sesi ortalıktan çoktan silindi. Jimi Hendrix'in Amerikan milli marşini yüreklere ince bir bıçak gibi sokup burarak çevirdiği o gitar solosunun kayıtlari, Internet'teki antika pazarlarında haraç mezat satılır oldu. Yenildiğinizi olgunlukla kabul et artık.
İlk yayınlandığından beri abone olduğun Mother Earth benzeri abuk sabuk dergilerden vazgeç. Yerine ya Forbes ya da Money dergilerini öneririm. Hisse senedi piyasası ile ilgili çok faydalı tiyolar bulacaksın ikisinde de. Marketin yerlerde süründüğüne bakma şu sıralar, hele bir girelim Irak'a hisseler ne biçim fırlayacak göreceksin. Şimdiden kelepir hisseler alarak o yükselişe hazırlanmalısın. Bir de eğer Irak'ta yeni rejimi kurarken petrolün kaynağını ele geçirir, onunla da kalmaz, Filistinli vatansızları Irak topraklarina yerleştirirsek ekonominin keyfine deme gitsin.
Ha, bir de seyahat tiyosu vereyim sana: Oğütlerimi dinler, dediklerimi yaparsan bir yığın paran olacak. Yurt dışında tatillere gitmek isteyeceksin. Orta Doğu'yu, hele de Türkiye'yi önermem sana o zaman. Başları sıkıntıda bir yığın mutsuz insanla dolu olacak oralar, ruhun kararır billahi. Sonra, Türkiye'nin şimdi pek güzel olan kıyıları Irak'a çok yakın, ne olur ne biter belli mi olur? Nasılsa para sende, istediğin yere gidersin, ama yine de Bahamalar'dan şaşma derim, ya da Dubai'ye, Afrika'ya falan git.
Malum, "küresel bir köy" artık dünyamız, "Köyün Ağası" da biziz haliyle.
Ne işin var köyün bataklarında?
Tamam değil mi canım arkadaşım?
Anlatabildim mi?
|
Fincandan Taşanlar : Aslı Sarıoğlu |
GÜNEY
Güneşin sarı rengi tüm çiçekleri ve yemyeşil portakal ağaçlarını aydınlatmış, sabah rüzgarı portakal çiçeklerinin kokusunu bahçeye doldurmuş, kuş sesleri yeni gelen güne bir elden günaydın diyorlar.
"Merhaba yeni gün" diyorum, bilerek güneşin renklerinin soluklaştığı şehirleri. Kuyudan çektiğim suyu toprağın kokusunu duyacağımı bilerek boşaltıyorum avluya. Su sesi, toprak kokusu, kuş cıvıltısı... Sonra yine, su sesi, toprak kokusu, kuş cıvıltısı.
Su sesi, toprak kokusu, kuş cıvıltısı. Şıpıdık tekliklerimi çıkarıp ve yalınayak dolaşıyorum çiçeklerimi arılarla birlikte. Kuş cıvıltısı, toprak kokusu, arı vızıltısı. Arsızlar, yeni filizler çıkarmışlar, yeni goncalar açmışlar.
Uzaktan merak ediyorum tabii şehri. Her sabah bisikletime atlayıp aldığım gazeteden belli. Ama huzur içinde. O gazeteyi okumaya yetecek bütün bir günüm ve uzanıp, uyuklayacak bir sürü ağaç altım var.
Bıraktığımız birkaç portakal ağacından uzanıp, ellerimle soyup, o şehirde bulunmaz portakal kokusu her yanıma sinerek şapur şupur yediğim portakallar.
Bir işim var tabii. Az kazanıyorum ve çok para hiç önemli değil burada. Çünkü bütün bu anlattığım hediye. Buradaki insanlar yaşam diye gördüğü, benimse "evet bu bir cennettir ancak" dediğim, bir birinden güzel ve huzurlu anlar.
Günüm daha yeni başladı arkadaşlar.
Daha çok iş var. En erken uyandığım için, sabahın bu huzuru bana ait. Daha sonra kahvaltı hazırlamaya başlayacağım ve çayın demlenmesine yakın diğerlerini uyandıracağım. Büyük ve güzel bir kahvaltıdan önce her sabah kendim için yaptığım keçi peynirli ekmeği bir güzel lüp, lüp indireceğim mideye.
Dedim ya, daha çok iş var. Ve gün çok uzun inanın. Burada bütün işler kendi hızında yetişir ve panik İstanbul'da kaldı.
Sizi öpüp bitirmek zorundayım mektubumu. Sıcacık güneşimden birazcık size de yollayarak.
Aslı Sarıoğlu
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen ATM Dedikleri - 1 |
|
İlk iş yaşamım ÜRETİM sektöründe başlamıştı. Yıllar sonra sıkıldım ve FİNANS sektörüne geçmeye karar verdim. Ne de olsa PARA, finans sektöründe idi. PC'ler yeni yeni yaşamımıza girmeye başlamışlardı. Bankacılık Otomasyon Projesi'nde sıra ATM dediğimiz cihazlara gelmişti, bir Almanya seyahatimizde araya bu makinaları da görebilme programı sıkıştırılmıştı ve bu konuya Almanya anılarımda ( Hannover ve Cebit-2 ) yer vermiştim. Makinaların devreye alınması her projede olduğu gibi bizleri epey heyecanlandırmıştı. Elbette ne yapıp edip, konuyu ATM cihazlarına getiriyordum o heyecanla evde bile.
" Baba'cığım, ATM ne demek ? "
- Otomatik para çekme makinası oğlum ! Paramız bitince bu kart ile para çekiyoruz.
" Hady çekelim o zaman, onunla da bana Ninja Kaplumbağa alırız "
- Olmaz çocuğum, hem zaten dördünü de almadık mı ? Beşincisi de mi var bunun ?
" Ama pizza arabaları yok, sen de paramız olunca alırız demiştin ! "
- Tamam oğlum, paramız yine yok işte, a-la-mı-yo-ruz...
" Ama kartımız var, ATM cihazlarını da takmışsınız işte, sen söyledin, para çekelim "
- Hey allam, nasıl anlatacağız şimdi ! Oğlum'cum, içerde para yoksa, bu kart bile olsa ATM cihazlarından para çekemeyiz !
" Eee ! Onlardan bi sürü yok mu ? Onda para yoksa diğerine gidelim, hem ben onun nasıl çalıştığını öğrendim baba'cığım "
- Hady yaa ! Nasılmış peki ?
" Onun içinde bir adam oturuyor ! "
- Eeeee ! "
" Kaç para istiyorsak o da cebinden paraları çıkartıp kenardaki delikten bize uzatıyor, çok basit işte ! Hady para çekelim baba'cığım ! "
- Bu teoriye çekelim oğlum, o amca da para bittiyse, öbür amcaya gideriz walla ! "
Düşünüce hiç de fena bir proje olmadığını anlıyorum yıllar sonra. Bugünün büyük bankalarında 1000'in üzerinde ATM cihazları olduğunu düşünürsek, 3 vardiyalı çalışma düzeni ile örneğin bir büyük bankamızda 3000 kişiye daha istihdam sağlamamız işten bile değildi. Bu kriz ortamında en azından 10.000 kişi işsiz olmayacaktı. Arıza derdi de yok üstüne üstlük. İstanbul'un göbeğinde bir ATM var mesela, 1.5 ay oldu hala gelip tamir edecekler. Para sıkışma derdi yok, hatlar kesildi derdi yok, klavye kullanamama derdi yok, makbuz bitti derdi yok, para bitti derdi hiç yok... Elektrikden de tasarruf edeceğiz, ülke ekonomiğsine gatkı olcekkk ! Eminim özel bankalar bu işi daha az adamla yürütmenin formüllerini arayıp bulurlarken kamu bankaları mutlaka fazla sayıda personel çalıştıracaklar, yaşasın istihdam... Oğlumun yıllar önceki düşüncesinde yola çıkarak birkaç ATM'si öyküsü :
- Şşşşt ! Hocam, şu benim karta bi şeyttirivirirmisin ? 50 milyon'cuk reca etsem !
" Sen kimsin usta ? Gerçi kartın üstünde Rıza DALAŞ yazıyor ama nerden bilces, uzat bakiim kafa kaaaadını ! "
- Evde unutmuşum ağbii ya ! Bi kıyak yapıver ! Geçen hafta da gelmiştim, hatırlasana ! "
" Hatırladım laynn şimdi sülaleni, geçen hafta bizim arkadaşa DALAŞ'mıştın demi ! De get lem sen soyadını DALAŞMA yap ! Nah sana para ! Yürrrrü anca gidersin ! Kimliksiz...
* * * * * * *
- Benim de kartım yok ama allahtan resimli, bi delikten bakıversen kardeş, buyur kartım.
" Eee ! Bu resim sana heç benzemiyooo hemşerim "
- Yafff ! 2 sene oldu o resmi çektireli ! Bıyıksızdım o zaman "
" Olmaz kardeşim ööööle şey, ya yeni kart getircen bıyıklı ya da bıyığı kescen ! Sen de yürrü anca .... "
* * * * * * *
- 48 milyon çekmek istiyorum !
" Uğraşamam şimdi bozuk parayla ! Olmaz Hanımefendi. Sağ cebimde 20, sol cebimde 10 milyonluk var, sadece 10'un katlarını söyleyebilirsiniz ! "
- Ama 8 milyon sizde kalıyor, soyguncusunuz lem siz ATM'ci ..!
" Ben anlamam, birazdan saat 16:00 olcek, vardiya değişcek, belki diğer arkadaşın cebinde 5 ve 10 milyon paraları vardır, uğra bi 5 milyon daha al ! "
- Tamam lem, ben de 2 milyon para yatıracağım önce inadına.. Heh ! Heee !
" Heh ! Heee ama bu ATM para yatırılan ATM değil, 2 sokak ötedekine gideceksiniz, lütfen yürrrüyünüz hamfendüüü ! "
* * * * * * *
- Emekli maaşımı çekmek istiyorum evladım !
" Parolayı bir kağıda yazıp uzatır mısın Dede "
- Ne parolası ? Haaa ! Tamam, kağıt kalem yok, kulağını uzatır mısın delikten ?
" Kanun-evvel mi Teşrin-evvel mi Dede ? 1298 dedin ya ! Gel şunu 1234 yapalım, kolay olur, unutmazsın ! "
- Yok yaaa ! Kek miyim, herkes bulur sonra, 1234'müş.. Hıh ! Sen ver benim kartımı, anlaşıldı, ben en iyisi şu internet cafe'nin yolunu tutayım, bakkala, kasaba ve de manava havalelerini yapayım, zaten geldiği gibi gidiyor emekli maaşı dediğin ne ki ..?
asesen@turk.net
|
Kaşif Kahveci : Betül Ayhan |
ŞEHİR HİKAYELERİ / BİR ŞEHRİ TERKETMEK
"Hadi" dedi biri ötekine, "gidelim artık". "Daha erken değil mi" dedi öteki. "Ben burayı çok sevmiştim". Uyku saati gelmiş bir çocuğun oyuncaklarına, sonra annesine, sonra babasına bakarken ki hayal kırıklığı vardı sesinde. Bir an bakışları uzakta aslında var olmayan bir noktaya takıldı. Kalkıp bir sigara yaktı., pencerenin önüne gidip denizi seyretmeye koyuldu. Önce gemileri saydı. Sonra tekneleri, takaları, balinaları, köpek balıklarını, hamsileri planktonları saydı. Sıra uçaklara ve arabalara gelmişti ki biri seslendi: "Hadi geç kalacağız yoksa". Biri'nin acelesi vardı. Daha eşyalar, insanlar, duygular, düşünceler toparlanacak, ilerde lazım olacaklar istiflenecek, 2. derecede öncelikliler buraya bir daha yolumuz düşerse alırız diye depolanacak, bir daha lazım olmayacaklar ya ihtiyacı olanlara verilecek ya da ihtiyacı olan birileri alır diye kapı önüne bırakılacak. Sonra istiflenenler paketlenecek ve bırakılacaklarla vedalaşılacak. Denize, dağlara, yaylalara "bizi unutma" denecek. Daha çok iş vardı ve acele etmeleri gerekiyordu.
Öteki bunları zaten biliyordu. Zaten vedalaşmaya çalışıyordu tüm bildikleriyle ama hiç kolay olmuyordu. "Ben gelmesem?" dedi biri'ne. Kırılgan sesi bu kez yürürken elindeki kristal vazoyu düşürmekten korkan adımlarla çıktı. Biri cevap bile vermedi. Annemin biz küçükken kullandığı "saçmaladın yine evladım" bakışlarıyla baktı öteki'ne. Öteki ısrarlıydı. İkna edebilmek için bir kaç cümle daha kurdu ama biri bu sefer dönüp bakmadı bile, çoktan eşyaları toplamaya koyulmuştu zaten. Kolay oldu eşyaları toplamak, onların seçme şansı yoktu. Gelmesi istenenler yerleştirildi, "kal" denilenler sessizce oturdu yerinde. Sıra insanları ayrıştırmaya geldiğinde biraz karıştı işler. Azami dikkat gerektiren bir işti bu. Gelecekler ve kalacaklara karar verme yetkisi onlarda değildi artık. Gelmek isteyecekler büyük bir dikkatle seçilip, diğerlerinden hata payı müstesna olmak kaydıyla ayrıldı ve uygun görülen yerlere yerleştirildi. En kolayı kitaplar oldu. Hepsi gelmek istiyordu, hepsi de gelecekti zaten. Duygu ve düşünceler ise götürülüp orada ayıklanacaktı. Yükte hafif, pahada ağırdı çünkü onlar.
Toparlanma işlemi epey uzun sürdü. Biri de, öteki de bu kadar uzun süreceğini bildiğinden aylar önceden başlamışlardı hazırlanmaya, gitmek zamanı aceleyle birşeyler unutmamak için. Ya da yanlışlıkla daha az gerekli birşeyleri götürüp, öncelikli olanlardan bırakmamak için. Bu tedbir zamanından önce hazır olmalarını sağladı. Gerçi hala öteki'nin yapması gereken şeyler vardı. Cesaretini toplayıp vedalaşamamıştı kimileriyle. Biri haklıydı, acele etmeliydi, yoksa dar zamanlara denk düşecekti vedalaşmalar.
Gitmek günü geldiğinde tüm işler tamamlanmış, herkesle, herşeyle vedalaşılmıştı. Hepsine son bir kez bakmış, sarılmış, koklamışlardı. Birtek şehrin adı kalmıştı vedalaşılacak, ona da yolculuk sırasında bir seremoni düzenlenecekti zaten sahil yolu boyunca.
Dijital takvimler saatleri sayıyordu artık. "Hadi" dedi biri beden'e, "seslen ötekine de çıkalım artık". İstasyona yanaşacak son trendi bu. Bunu kaçırırlarsa, bir daha ne zaman gelir kimse bilmiyordu. Beden öteki'ne gidip "hazırmısın" diye sordu. Onaylayan bir ses dizisi çıkardı yalnızca öteki. O kadar isteksizdi ki, hazır olduğuna dair sesler kendini bile rahatsız etti. Beden de inanmamıştı ama itiraz etmedi.
Bavullar ve kutular kapı önüne çıkarılıp "bir şey unuttuk mu acaba" turu atılırken, büyük salonda karşılaştı üçü. Biri duvarlara sinmiş bakışları toplarken "güzel günlerdi" dedi kendi kendine. İçinden söylediğini sanıyordu ama herkes duymuştu. Bir an gözgöze geldiler. Biri gitmenin heyecanını saklayamıyor, gözbebekleri seviniyordu, kaçırdı gözlerini. Öteki ve beden dünya zamanıyla birkaç saniye, hayal aleminde binlerce yıl bakıştılar. Biri sevinçle koşarak inmişti merdivenleri ama kapıdan çıkaren öteki'nin bir yanı kanıyor, beden ise sadece ağlıyordu.
BeT bet_ayh@mynet.com
|
Misafir Kahveci : İsmail Baba |
BİR BAŞLAYABİLSEM YAZMAYA
Kahve Molası'na 2-3 ay öncesi tesadüfen abone oldum.Bir oldum pir oldum.Pazartesi günleri bile işe yarım saat erken gidip kafein ihtiyacımı gideriyorum.(Pazartesi sendromu diye bir şey kalmadı.) Yazarların yazılarını okudukça (editöründe gazına gelerek) bende yazmaya niyetleniyorum ama ne çare bir türlü olmuyor.Birde bunun üzerine Enişteden yemek çağrısı gelince kararttım gözümü uydum çağrıya.
Eniştemiz çağrımıza olumlu cevabı verince takke düştü kel göründü misali aldı mı beni bir düşünce.Ben ne yapacaktım bu yazar takımının arasında bir garip okur olarak, neyse uzatmayalım cumartesi günü gittik yemeğe.Yolda kendi kendimi teskin ediyordum, oğlum İsmail sıkılırsan bir bahane bulur özür diler kalkarsın ölüm yok ya ucunda.
Aman dostlar iyi ki gitmişim. Bir kere şunu keşfettim, Kahve Molası yazarları da birbirlerini tanımıyorlarmış.İlk tanıştığım yazar Nedret Türer oldu.Dünya şirini bir insan (Diğerlerinin hakkını yemeyeyim hepsi öyle ) ikinci tanıştığım ise hemşerim olan Selcan Lafcı.Ondan sonra arkası geldi,ben dünya boks şampiyonundan kroşe yemiş gibi bulutların üzerinde geziniyorum.İşte tam bu sıralarda Ahmet Altan'ın gizli planlarının kurbanı olup Hüsamettin abimlemi (Gezer) karşılaştım yoksa benim yerime o mu geldi tam anlayabilmiş değilim.(editörümden bu konuda beni aydınlatmasını bekliyorum). Bu dağınıklığın arasında aklımda kalanlar, ters köşe Mehtap bence kendisi düz, ama dünyayı 70'lik rakı şişesi gibi ters çevirip dibine vurmuş, Filiz Kaya ise cıvıl cıvıl karşılıklı otur saatlerce felsefe konuş (Hüsamettin abi gibi bunun pek beni saracağını sanmıyorum ya neyse).
Bir gecede yirmiye yakın yazar ile tanışmak öyle sık yaşadığım bir şey olmadığından (ömrümde bir kerecik oldu) ismini zikretmediğim arkadaşlar sakın alınganlık gösterip darılmasınlar (Enişteciğim yetiş) hepsinin çok değerli arkadaşlar olduğunu benden iyi biliyorsunuz.Bundan sonraki Çok daha kalabalık toplantılarda buluşmak dileği ile
Sevgi ile kalın.
İsmail Baba
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Falımızda Libya çıktı!
Irak ve Suudi Arabistan'daki Türk firmalarının aksine, toparlanıp dönmenin değil oralara yerleşip yeni işler almanın hazırlığı içinde bulunan müteahhitlik firmaları bulmak için bir ay kadar sonra bizi bu kez Libya'ya gönderdiler. Zira Eylül ayında Albay Kaddafi'nin gerçekleştirdiği devrimin 20.yıldönümü her zamankinden daha büyük törenlerle kutlanacak ve Türkiye'den bir Bakanın başkanlığında kalabalık bir heyet Libya'ya gidecekti. Bize düşen görev ise, Yönetim Kuruluna sunulacak ve prensip onayı alınması halinde, bu ziyaret esnasındaki toplantılar ve resmi görüşmelerde nihai şekli verilebilecek bir kaç proje önerisi hazırlamaktı. Ne de olsa Irak ve Suudi Arabistan raporlarımız bizim bu işi bildiğimizi göstermişti.
.....
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_54.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.033 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
BAŞKALDIRAN
Ansızın duruldu dalgası denizin
Kayalıktan kumsala doğru yürüyoruz
düş kurar gibi.
Ağaçlar çiçeklenmeye hazır
toprağa serptiğim tohumlar
usulca girer yaşamımıza
sınırsız kahkahaları ile çocuklar
kuşlar çoğalır.
hiç yaşanmamıştır kış
üşüten kış sabahı
kan ve portakal kokulu
ne mevsimler ne de yağmur
habersiz gelişi fırtınanın
tepeye tırmanan bir su.
Bilgin ADALI
<#><#><#><#><#><#><#>
ARDIŞIK
Yabancı bir gezgin kör sularında
sanki yeni bir gözle bakılmakta dağlara
günün ve gecenin ayrımına varılırken
kuzgun karasına boyanmakta gözleri
gözleri yeşile kaçar biraz
denizde yosunu anımsatır.
Gengin kendini bilse de gezginliğinden kalmaz
aynanın kırığında bile yansırken günyüzü
parçalanmak bilmez düşler ama ne zaman
sonunda iki yöne dönüktür yüzü bugünden
her adımda bir kurban gerekir
eskimeyen bir eylemi anıştırır çocuklar
gerçeğe karışır sevda yalınlığında.
Kendini bulamayan bir sevdalıdır gezgin
sakalını uzatır son öpüşün anısına
ıssız bir hüzündür kime karşı neden saklar
inceltilmiş lavanta çiçeği kokulu bir mendilde
doysa da boş kalır bir yerleri
sevdaya adanmalı mı sevilen serçe parmak
gezgin dönüşsüz bir yolun ilk dönemecinde
parmaksız mı kalmıştır.
Ne çare gezgin yolda kalmıştır
yabancı bir kentin sokaklarında kendini arayan
bir tek sevdanın kendisi kalmıştır sevdadan
yeni bir güne hazırlansa da
gecenin ardından gelendir
gün öncelini ayırmaz
kendi karanlığını taşırken boy boy.
Yeni yolun başında bekler gezgin
yolun açılmasını bekler
yeni bir gözle bakar dağlara
yosunda denizi arar.
Bilgin ADALI
|
|
TECAVÜZDEN DE YARGILAYIN
İsviçre hukukun üstünlüğü ile ünlü bir ülke.
Ülke kurallarına göre evlerde denetimden uzak alkol ve alkollü içki üretmek yasak. Kantonun birinde kuşkulanılan bir adam var. Rivayet o ya, adam evinde inanılmaz miktarlarda içki üretmekteymiş. Savcılıktan alınan tümüyle yasal arama emri ile adamın evine girilir ve her taraflar didik didik aranır.
Sonuçta evde gerçekten içki üretimi için bir dolu alet, edevat bulunur ama, bir gram dahi içkiye rastlanmaz.
Neticeyi kelam, bizim garip İsviçreliyi mahkemeye çıkartırlar ve de hakim adamcağızı yasak içki üretiminden iki yıl hapse mahkum eder.
Adam itiraz eder:
- Benim evimde bir gram içki yok ki beni mahkum ediyorsunuz ? der.
Hakim, biraz fazla kendinden emin:
- Ama, gerekli her tür donanımı bulduk.
Adamcağız:
- O halde bi iki yıl da tecavüzden verin bari!
Hakim kızgın ve şaşkın:
- Bir de tecavüz suçun mu var?
Adam sakin ve gururlu:
- Hayır ama yeterli her tür donanımım mevcut !
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.xdinfonet.com/flash/xiaoxiao9.swf
Çöp adamların animasyonlarını flash ortamında birçoğunuz görmüşsünüzdür. Bu verdiğim kısayolda seyretmek yerine doğrudan oyuna dahil oluyorsunuz. Dikkat edin fazla dayak yemeyin, ne olur ne olmaz. İyi eğlenceler.
http://www.jamminjohns.com/studio.htm
Oturduğunuz yerin nasıl olacağına karar verme aşamasındaysanız, tercihinizi yapmadan önce bu sayfayı incelemenizi tavsiye ediyorum. $149'dan başlıyan fiyatlarla hizmetinizde. :-)))
http://www.workmanweb.com/fliersclub/simulator2.html
Bu kısayolda sizlere bir uçak simülatörü sunuyorum; ama bildiklerinizden biraz farklı olarak bir kağıttan uçak simülatörü. Size vereceğim şu ayarları yapıp "launch" tuşunu tıklarsanız, örnek bir simülasyona şahit olacaksınız. Ayarlar: angle = 47 , thrust = 40 , elevator = 6...
http://www.decep.com/index.php
Zihin okuma yöntemini keşfetmiş birileri. Aklınızdan bir sayı tutuyorsunuz. Verilen yöntemlere göre hesaplama yapıyorsunuz ve bir sonuç elde ediyorsunuz. Bulduğunuz rakama denk gelen ascıı karakterini zihninize kazıyıp sihirli çembere konsantre oluyorsunuz. Veeee sihirli çemberi tıklıyorsunuz. İşte sizin zihninize kazıdığınız sembol bu... Tabiki bu işin de basit bir hilesi var. Düşünün bakalım bulabilecekmisiniz.
|
|
|