KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 191

 23 Ocak 2003 - "Delirtmeyin"


Merhabalar,

Hakikaten delirmemek işten değil. Dünkü Vatan'ın başlığı konuyu en iyi anlatandı bana kalırsa "Delirtmeyin". Koskoca Anayasa Mahkemesinin tek işi Tayyip Bey'miş gibi, adam üzerinde türlü kararlar almayı hala bırakmadılar. Adam tam Davos'a giderken, sen genel başkan değilsin ne demek olaki? Hayır bir anlam ifade etse içim yanmayacak. 11 saat sonra adamı yeniden genel başkan seçtiler oldu bitti işte. Ne gerek var şimdi kafaları bulandırmaya. 3 Kasım seçimleride iptal edilebilirmiş, itiraz olursa değerlendirilirmiş. Bırakın canım delirtmeyin adamı. Kuzudan aslan yarattığınız yetmedi, şimdide fil yaratmaya çalışıyorsunuz ama yemezler.

Benim aklım fikrim olası Irak operasyonunda olunca, konsantrasyonumun böyle incir çekirdeğini doldurmayacak haberlerle kesilmesine dayanamıyorum. BM'nin bilmem kaçıncı kararına uyup uymadığı, bilmem kaçıncı kararla denetleniyor, yüzlerce bilim adamı Irak'ın içlerinde dolaşıyor ama henüz birtek işe yarar delil bulamıyorlar. Buna rağmen ABD ve onun sayın kovboyu, kurban bayramından sonra Irak'a saldırmayı planlıyor. Artık "Irak petrollerini denetim altına alacağız" diyebilecek kadar da fütursuzlar. Peki ne demeye bekliyorlar acaba? Bunlar o kitle silahı dedikleri her ne ise buldular, son dakikada onuda gerekçe gösterip savaşı başlatacaklar gibi geliyor bana. Bu operasyonun olmaması diye bir olay kalmadı artık. Bunca insan, silah oralara yığılmışken, bunları kullanmadan geri çekmek olmaz. Bu kadar babalanıp geri çekilmelerinin tek yolu, Saddam'ın yönetimi bırakması olur ki, bunun varolma olasığı da bana sayısal da büyük ikramiye çıkması ile aynıdır herhalde.

..........

Dün yazdığım küçücük bir nottan yola çıkarak beni arayan, halimi hatırımı soran tüm kahvecilere binlerce teşekkürler. Bendeki ufak bir mikrop vakası. Bir mikrop mikropluk yapmış, bende ona yataklık etmişim galiba. İşleri biraz savsaklayıp, dünü evde geçirip birazda hap yutunca kendime geldim. Aman ha dikkatli olun. Düşüp çıkan ateşiniz olduğunda mutlaka bir mikroptan şüphelenip, doktora danışın ve antibiyotiğe başlayın. Yoksa başka türlü geçmiyormuş bu meret. Hatta geç kalınca tek çare 3-5 tane iğne oluyormuş ona göre. Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Yallah şöfer, apar beni

Merhaba dostlar,

Geçenlerde sizlere bizim yazlığa gitmek için yaptığımız uçak yolculuğundan bahsetmiş ve araba yolculuklarını bilahere anlatırım demiştim, işte şimdi onlardan en sonuncusunu anlatıcam.

Her sene Zafer'in okulu kapanınca, hanım kıpırdanmaya başlar "Hüsam yazlığa gitsek" diye, bu "Hüsam sen bizi bir yazlığa götürsen" demektir. Önceleri "he olur, gideriz tabi" diye geçiştiririm ama baskılar artmaya başlayınca çaresiz gideriz. Aslında yazlık evi ve oraları ben de seviyorum ama işler yüzünden gidemiyorum, evde yalnız kalmak da hoşuma gitmiyor, o yüzden ne kadar geç gidilse kardır benim için diye sallayabildiğim kadar sallıyorum. Zaten sonunda paşa enişte, teyze falan da aramaya başlıyor, o zaman mecburen kalkıp gidiyoruz. İşin durumuna göre ya ben onları götürüp hemen dönüyorum ve müsait olduğum bir zamanda tekrar gidiyorum, ya da onlarla kalıp bir ay sonra dönüyorum.

Geçen sene, yine Haziran sonu "herkesler gitti, biz yazlığa gitmedik" diye nağmeler başladı, bir hafta sonra "yaz bitti gidemedik, bundan sonra gitsek ne olacak" diye abartıya döküldü, sonunda "biz şuradan bir otobüse binip gidelim bari" diye sızlanmalara döndü. Nihayet bu kadar laf yiyeceğime götüreyim bari diye "hazırlanın gidelim" dedim, hanımdan hemen "dur bakalım hazırlanmak o kadar kolay mı, bir hafta sürer" diye cevabımı aldım. Yahu bu kadınların aklı nasıl çalışır, bilen vara bana bir anlatsın gözünü seveyim. Hanım yaklaşık bir ay söylendi "gidelim" diye, "haydi gidelim" diyorum bana "dur bakalım o kadar kolay mı" demeye getiriyor, sanki aya füze göndericez de geri sayım lazım, anlamak mümkün değil.

Aynen dediği gibi bir hafta hazırlandı, önce evdeki herşeyi yıkadı, sebebi de eğer götürmeye kalkarsa temiz olsunmuş, "götüreceklerini ayır onları yıka" diyorum, bana cahil, cahil konuşma gibisinden bakıyor, "ne götüreceğini nerden bilsinmiş, daha sonra karar verecekmiş", yani yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan gibisinden bir muamma hangi işin önce olacağı. Çaresiz bekledik, sonunda bir küçük kamyon dolduracak kadar eşya "lazım olur belki" mantığıyla seçildi, kavga dövüş bunların bagaja sığabilenleri yerleştirildi. Bütün bunları bir akşam üstü komşuların da yardımıyla yaptık, tabi her şey bagajda olduğu için de gece üstümüze giyecek bir şey bulamayıp don, paça yattık.

Evde deli bir tane değil ki; benim de yola sabahın köründe çıkmak gibi bir saplantım var. Gazete kamyonları gibi erkenden çıkarım, sonra da sallana, sallana giderim, bir de yolda yemek yeme merakım vardır, arabada yerim, mola yerlerinde yerim, yerim oğlu yerim yani. Sizin anlayacağınız araba yolculuğu için arabaya benzin bana da yemek lazım, nedense yollarda tıkınmaya bayılıyorum.

Sabahleyin ben saat 6:00 da zıpladım, Ayşe uyumakta, kucakladık aldık, Zafer yol heyecanıyla fırladı kalktı, dışarı çıktık ki, komşular da ayakta, yahu deli misiniz, ne işiniz var bu saatte. Başladılar hanımla salya, sümük vedalaşmaya sanki cenge gidiyoruz gibi birbirlerine haklarını helal ediyorlar, neyse zar, zor bindik, arkamızdan da bir kova su döküldü yola çıktık.

Pederin yanında çalışırken yaklaşık bir sene Anadolu'ya malzeme götürüp getirdim, o zamandan beri araba kullanmayı severim ve hani ayıptır söylemesi iyi de kullanırım. Yine yola çıkınca keyiflendim, tuttum sol şeridi gidiyorum, hanım yanımda uyukluyor, çocuklar arkada uyukluyor, bir yandan teybi dinliyorum, bir yandan ilave ayna tertibatlı dikiz aynasıyla bir vukuat çıkarmasınlar diye çocukları kesiyorum. Değmeyin keyfime yani. Huyumu bilen hanım sordu "acıktın mı Hüsam?", o da sorumu be, ben zaten hep açım. Hemen hazırlanan sandviçler çıktı, kahveler kondu, ben hem yiyorum hem de tek elle araba sürüyorum.

Enişteye İzmit'ten hediyelik pişmaniye almak zorunda olduğumuz için İzmit'e girdik, gişelerin çıkışında da polis beni çevirdi, camı açana kadar ben halimin farkında değildim. Bir elimde kahve, öbür elimde sandviç, direksiyon hengi elimde belli değil, avurtlarım dolu, ağzım oynayıp duruyor, sanki kıtlıktan çıkmışım, öyle acayip bir durumdayım. Polis de şaşırdı, "iyi günler" diyeceğine, "afiyet olsun beyefendi" dedi. Ben cevap vermeye çalışıyorum ama cevap bulamadığımdan değil, son anda öyle bir lokma ısırmışım ki bir türlü yutup konuşamıyorum, neden sonra ağzımdan "sabah aç çıktım da memur bey" diye bir laf çıktı, polis gülerek "belli, belli" dedi ve tabi cezayı yapıştırdı, sesimi çıkarmadan ödedim.

İzmit'ten pişmaniyeyi aldık, yola devam; ben artık korkudan bir şey yiyemiyorum ama canım nasıl pişmaniye istiyor, nasıl kokusu burnuma geliyor anlatamam. Nihayet dayanamadım hanımdan azıcık istedim, söylene söylene verdi ama o kadarı kesmedi, çektim kutuyu dizime başladım atıştırmaya. Halimi görseniz tam soytarılık, pişmaniye ellerimin arasından tel, tel dökülüyor, üst baş bembeyaz oldu ama ben vazgeçmiyorum. Bu arada Ayşe uyanıp aradan kafasını uzatmış bana bakıyormuş, kız o halimi görünce "aa babam kaydan adam olmuş" demez mi, herkes kahkahayı koyverdi, ben hem kahkahayı hem de ağzımdaki pişmaniyeleri koyverdim ve önümdeki göstergeler, direksiyon, ön cam her şey bembeyaz oldu, ulan bu ne rezillik, gören arabada un torbası patladı sanacak. Aceleyle camı temizledim, benim gibi adamlara bir de içerden silecek yapmak lazım, bir sakatlık çıkarmak işten değil valla. Artık dayanamadım kenarda durduk, önce arabayı sonra benim üstü başı temizledik, pişmaniye kutusunu da aldılar elimden, arkasından baka kaldım.

Sonunda artık arabada değil de mola yerlerinde yiyip, içerek İzmir'e vardık. Enişte bizi karşılayıp, yol durumu, ne kadar benzin harcadık, niye feribota binmedik gibi konularda tekmilini aldı, hediye pişmaniyeyi de aldı, "Hüsam gel biraz pişmaniye yiyelim" dedi. Ben bizimkilerin gülüşmelerine aldırmayarak "yiyelim enişte " diye koşarak peşinden gittim.

Sağlıcakla kalın dostlar.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Ankara'lı Kahveci : Serpil Yıldız


MİSAFİR

…Saat 21:58. Bir tuhaf hissediyorum kendimi. Sanki parçalarına ayrılıyor bedenim. Bir isyan varmışçasına bağırıyor yüreğim. Yüreğimden geliyor, hatta akıyor sözcükler. Yüreğim beynimin misafiri bugün. O anlatıyor, öteki dinliyor. Neden sonra farkediyor ki beyin, "önemli" söyledikleri yüreğin. "Koş" diyor bedene, "bir kalem bul kendine"; "yaz yazabildiğince, gün gelir, dönmek isteriz bugüne". Beden koşuyor, elle kalem buluşuyor.

Yürek susmadan söylüyor; beyin sessiz, dinliyor; el, yetişmeye çalışarak söylenene, yazıyor.

"…uçuyorum, uçuyorum ve ansızın düşüyorum. Düştüğüm yerde kalıyorum. Bir türlü kalkamıyorum. Sonra bir şey oluyor. "Bir şey!" Yerimden doğruluyorum. Yürümeyi unutmuşum. Yeniden uçuyorum, uçuyorum, yeniden ansızın düşüyorum. Uçarken düştüğümü, düştüğümdeyse uçtuğumu unutuyorum.

Unutkanlık başa bela oldu. Bu beden beni tümüyle yordu. Herşeyin sorumlusu beni kıldı. Düşlerin, hayallerin aşkların, umutların. Yoruldum yol almaktan. Yol alıp da hep aynı yerde kalmaktan. Düşler, hayaller, aşklar, umutlar uçuş; düşsüzlük, hayalsizlik, aşksızlık, umutsuzluk düşüş…

…Ah bir yürüyebilsem; bunları aynı zamanda taşıyabilsem! Ah! Bir, bir "şey" olsam, neydi onun adı* Ah bir anımsayabilsem!"

Beyin anlamakta zorlanıyor misafirini ya da hiç anlamıyor. Yine de dinliyor, sabırla, sorusuz.. El yakaladığınca yazıyor sözcükleri. Kalem gittikçe tükeniyor; kağıt yorgun.

"Önce umut üretiyor, sonra hayaller kuruyor, düşler görüyor. Bir gün karşıma geçip "aşık oldum, uçmalıyız" diyor. Tak, tak, tak, tak, tak! Uçuş başlıyor. Aşık olunan öteki yürek, bir görünüp bir kayboluyor. Sanki hep aynı yürek, hep aynı oyunu bana oynuyor. Hep söyleyecek bir sözüm oluyor. Tam söyleyecekken, öteki aynı yürek kayboluyor. Söyleyemediklerim, söylenemedikleri için, birikiyor; birikiyor; birikiyor. Atmaya çalışsamda sırtımdan, kocaman bir yük oluyor; ağır geliyor. Atmaya ya da taşımaya çalışmak boşuna, fayda etmiyor. Taaakh! Düşmenin sesi bu!…"

Beyin, anlamamış, şaşkın: "Bizim bedenin yüreği mi bu sahiden?" diye yüksek sesle soruyor. El duruyor; yazmayı sürdürmeyi "anlamsız" buluyor. Yüreğin sesi gittikçe daha az duyuluyor. Yüreğim susuyor, beynim susuyor. Misafirlik usulca sona eriyor. İç gezmelerinden kurtulan parçalarım, toplamda yine "ben" oluyor. Saat hâlâ 21:58…

Serpil Yıldız

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


"Diğer adam" olmak...

Siz hiç "diğer adam" oldunuz mu? Bir kadının yaşamındaki iki erkekten biri? Hani bir yerden sonra gözyaşlarına boğulan itiraf konuşmalarında "O" diye adlandırılan o adam oldunuz mu?

Zordur diğer adam olmak. Kanunların, toplumun ve hatta sizin bile "başkasının kadını" dediğiniz bir kadını sevmek zordur. Kendinizi tuzağa düşmüş gibi hissedersiniz, çaresiz ve uzak. Aşkın neden hep "imkansız" kapısından hayatınıza girdiğinizi sorarsınız. Kimse cevap veremez. Ne o ne de siz... ama yapacağınız bir şey de yoktur işte, aşık olmuşsunuzdur.

Her yönüyle bir imkansızı yaşarsınız. Daracık zamanlarda kalan dakikaları hesap ederek yaşarsınız o kadını. Sonra vakit biter ve bir mahpusun yılgınlığı içinde kendi yalnızlığınıza dönersiniz. Kapı kapanır, o gider ve siz ardından bakarsınız. Görüşme bitmiştir.

Yine de çiçekler, gülücükler ve çayın yanına kuru pasta mutluluğu verir size. Minnettar kalırsınız ona. Gelmiş ve yalnızlığınızı şöyle bir el hareketiyle yok etmiştir.

Hiçbir zaman sahip olamayacağı bir bisiklete bakan çocuğun özlemiyle bakarsınız ona. Herhangi bir günlük ayrıntıdan bahsederken bile sözleri size bilgece gelir. Beyaz çamaşırlar kaç derecede yıkanır, soğanı nasıl soymalı ve hayatın anlamı nedir; bütün bunları söyler size.

Öteki adamı hiç kıskanmadım. İmrendim ama kıskanmadım ve kötülemedim. Hatta garip bir şekilde hep sevdim öteki adamı.

Ondan bahsederken sesinde, yüzünde ve kırlangıç yağmuru ellerinde, satır arası bir gizli gerçek ararsınız. Onu hala sevdiğini ama onunla da artık olamayacağını anlarsınız.

Gerçekte kimi seviyordu?

"Denizin ortasında iki kişilik bir sandalda olsaydın ve sadece ikimizden birini kurtarma şansın olsaydı, hangimizi kurtarırdın?"

Hiç cevap vermezdi. Belki karar veremiyordu, belki de onu kurtarırdı ya da kim bilir beni de üzmek istemiyordu gerçeklerle.

O kadar çok gerçek vardı ki aramızda. Gerçekler bizi bunaltıyordu. Biri eksik olsa ne olur ki... Zaten aramızdaki gerçekler öyle çoğaldı ki gerçeklerin arasından elimi uzatıp saçlarına dokunamadım.

Gerçekler çalı dikeni gibidir.

Hep merak ederdim diğer adamı. Hatta nedensiz bazen onunla erkek erkeğe bir rakı sofrasında sohbet etmeyi hayal ederdim. Belki saatler boyunca ikimizi de terk edip giden "o"ndan bahsederdik. Haberler verirdi belki. Sağlığı sıhhati nasıldır? Neler yaptı gurbet ellerde? İyi mi?

İki kişilik bir masada otururduk. Mezeleri birlikte seçerdik, ezme, beyaz peynir ve tarator. Ben ona çok sevdiğim ufak purolardan ikram ederdim, o da çakmağı ile yakardı, önce benim sigaramı sonra kendininkini.

Gece bitip garson hesabı getirdiğinde, rakıyla yeşermiş taze bir kardeşlik duygusu içinde, masada aramızda oturan "onun" anısı adına belki hesabı ödemek için tatlı bir didişmeye girerdik. Gecenin bittiğini bildiren Türk kahvelerini sessizce yudumlarken, her ikimizde kendi iç dünyamızda ona dair bir şeyler bulup çıkartırdık. Bir ufak tefek anı ya da bir ayrıntı.

"o mavi Corsa'yı sattı mı?"
"evet giderken sattı"
"çok severdi o arabayı"
"evet çok severdi"
"şimdi nerede?"
"Manchester'da"

Gözünüzün önüne bir İngiltere haritası getirip Manchester'ı bulmaya çalışırsınız. Sonra onun kendi ülkenizdeki yerini düşünürsünüz.
Ve belki de "diğer adam" uzun zamandır sormayı düşündüğü soruyu aniden soruverir.

"onunla hiç seviştiniz mi?"
"hayır, hiç sevişmedik, hiç"
"anlıyorum" der öteki adam.

Ama ne o ne de bir başkası anlayamaz bunu. Delicesine sevdiğiniz bir kadınla güvercin gagasında sevişememenin acısını kimse anlayamaz. Hatta bazen kendiniz bile tarif edemezsiniz bu eksikliği.

Barlar sokağının renkli tedirginliğinde aynı kadını çok sevmiş iki erkek olarak tokalaşırsınız.

" keşke birimizin olsaydı" der öteki adam.

"keşke kendinin olsaydı" dersiniz. Sonra içinizden keşke "gitmeseydi" diye eklersiniz.

Son kez bana geldiğinde dizlerimin üstüne çöküp yalvardığımda "hayır" demişti.

Havaalanının septik temizlik kokusu size nedense yalnızlığınızı hatırlatırken uzaktan "anlaşarak" ve "dost" olarak ayrılan çifte bakarsınız. Bavul karmaşası içinde suskun oturmaktadırlar. Kadın birazdan gidecektir. Siz ona son bir kez sarılamadan gidecektir.

Ona sarılamazsınız. Bir anons yapılır. "...yolcuları, bu size son çağrıdır". Neye ve niçin son çağrıdır? Neyin son seçimidir? Çağrı kimedir? Bana mı yoksa uzaktan bazen kaçamak bakan kadına mı?

Bu tek cümle sizi inanılmaz yaralar. Kutsal kitaplardaki kıyamet tarifleri kadar ürkütücüdür. "bu size son çağrıdır".

Havalanan bir uçağın peşi sıra iki adam öylece bakarsınız. Göz yaşlarınızı tutmasanız da olur. Bir vakit tekrar erkek olursunuz ama bu gün kendiniz olabilirsiniz.

Diğer adam bir süre bakar ve sonra kararlı adımlarla uzaklaşır. O anda anlarsınız kadın zaten çoktan gitmiştir onun içinden. Ayrılırken bir baba sevecenliği ile öpmüştü onu yanaklarından.

"onu ve beni nasıl affedebildiniz?" dedim.
"benden daha az sevseydiniz affetmezdim. Şiirleri okudum"
"anlıyorum..."

Bir okyanusun tam ortasında bir sandal uzaklaşıyordu. İçinde sadece tek bir kadın vardı.

"Sizi evinize bırakabilirim arabayla"

"teşekkür ederim. Bir taksiye atlarım"

"peki hoşça kalın"

"hoşça kalın"

Zordur öteki adam olmak, hiçbir şey olmaktan daha zordur...

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

 Tembel Kahveci : Aycan Sağlam


Abla Mallar Geldi

Ben anlatanın yalancısıyım. Olay iş hayatıma yeni başladığım yıllarda ve iş yerimde muhasebe de çalışan bir ablamın ( gençtim o zamanlar ahhhhh ahhhhh ) başından geçiyor.

Bunlar aynı apartmanda oturan 3 komşu. Bir gün bir tanesi heyecan içinde geliyor. Hadi ona Emel hanım diyelim. Benim işyeri arkadaşıma ve diğer komşuya haber veriyor.

" Kızlar Devlet Malzeme Ofisinde çok ucuz yabancı mallar var. Bir gidip bakalım " diye.

O yıllarda, ithalat serbest değil. Yurtdışına gidip dönenler tek tük bir şeyler getiriyor. Getirdiği eşyayı alırken ödediği paranın bir kaç katını da gümrük vergisi olarak ödüyor. Ödemeyen mi. Hah işte o zaman malı gümrüğe bırakıyor. Gümrükde bırakılan mallar toplanıp DMO' nun deposuna geliyor ve belli günlerde de çok çok ucuz fiyatlarla devlet adına satılıyor. Neyse o zamanlar - ki o zamanları bende hatırlıyorum offfff offffff. - DMO' nun deposu Beşiktaş' da. Şu anki Güzel Sanatların binasında depo. Üç hatun toplanıp depoya gidiyorlar. Depo olduğu için her gün açık değil. Yukarıda da anlattığım gibi belli günlerde satış yapılıyor.

Hatunlar bekçi ile dialog kuruyor. Satış hangi günlerde yapılıyor vs. konularda bilgi almaya çalışıyorlar. Bekçi de üç tane hatun' un kendisi ile muhabbete girmesinden son derece memnun ve görev aşkı ile " abla siz bana telefon numaranızı verin. Mal geldiği zaman satışa çıkmadan ben sizi arar haber veririm " diyor. Emel hanım telefonunu ve isimini veriyor. Aradan 1 - 2 hafta geçiyor. Bu arada küçük bir detay, Emel hanım' ın eşi savcı. Bir gece saat 11.00 sıralarında telefon çalıyor. Emel hanım' ın eşi açıyor telefonu. Telefonun karşısında bir adam " abllaaa mallar geldi ". Savcı bey şokda. " Efendim, anlamadım, kimi aradınız? ". " Abla' ya söyle mallar geldi. O anlar. " Savcı bey çıldırmış. O akşam bir kavga bir kıyamet. " Kadın bu ne demek? Sen benden habersiz kaçakçılık mı yapıyorsun, eroin işi mi yoksa. Nedir bu mallar? Bu adam kim? " Emel hanım ne diller döktüyse, apartman sakinleri ne kadar araya girdiyse nafile. 4 ay küs kalmışlar. Sonra Savcı bey' in bir Anadolu kasabasına tayini çıkmış. Ancak İstanbul' dan ayrılırken barış sağlanmış. DMO' nun bekçisi mi? İthalatın serbest bırakılması ile hayata küsmüş diyorlar :))

Aycan Sağlam

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Fizzan Nerededir Bilirmiydiniz?

Ertesi sabah rehberimiz güneş doğmadan gelip bizi aldı ve doğruca havaalanına gittik. Libya Hava Yollarına dış hat uçuşları da ambargo kapsamında yasaklanmış olduğundan tüm uçakları iç hat seferlerinde kullanıyorlardı. Bu yüzden pervaneli bir uçak yerine küçük bir jet uçağıyla gidecektik laf sırası geldiğinde "Taaa Fizzan'a kadar gelirim peşinden!" diyerek adını andığımız, ancak yeryüzünün hangi kıtasında bulunduğunu dahi bilmediğimiz o yere...

.....

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_55.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.039 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


23 SENTLİK ASKER

Mister Dallas,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
Ankara'da 23 sente,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan
erkek,
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı,
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz,
(her kaba uymak meselesi)
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dallas,
(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden
İstanbul'da bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut,
bir çift ıskarpin parasına.
Yalnız bir mesele var Mister dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler.
Size yirmi üç sente sattıkları asker,
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidicik,
mevcuttu
hem de çoktan mı çoktan
daha sizin devletin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela Mister Dallas,
yeller eserken yerinde sizin New York'un,
kurşun kubbeler kurdu o,
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek için,
yürüdü peşince Bedrettin'in...
O, tornacı Hasan, köylü Memet, öğretmen Ali'dir,
Kaya gibi yumruğunun son ustalığı,
922 yılı 9 Eylülü'dür.
Dedim ya, Mister Dallas,
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
Ucuzdur vardır illeri.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.

NAZIM HİKMET RAN
16.07.1953
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


  ELMALI KEK (Torta di Mele) (İtalya)

İŞTE MALZEME...
Yarım kg elma (kabukları soyulmuş ve küçük küçük küp şeklinde doğranmış)
100 gr kuru üzüm
150 ml sıvıyağ
200 gr toz şeker
2 yumurta
350 gr un
1 tatlı kaşığı tarçın
1,5 paket kabartma tozu
1 limon kabuğu rendesi
½ çay kaşığı tuz

Üzümleri ılık suda 20 dk bekletin.
Şeker eriyene kadar yağ ile birlikte çırpın. Yumurtaları ekleyerek mayonez kıvamı alıncaya değin çırpmaya devam edin. Un, tarçın, kabartma tozu ve tuzu ekleyin. Kek hamuru halini alınca, sudan çıkarıp bir mutfak havlusu ile kuruladığınız üzümlerinizi, elmalarınızı ve limon kabuğu rendesini ilave ederek kaşıkla karıştırın.
Hazırladığınız karışımı yağlanmış derin bir kek kalıbına boşaltın. 180 derece fırında yaklaşık 1 saat 20 dk pişirin.

Çok fazla soğumasını beklemeyin. Ilımışken servise hazırdır...
Afiyet olsun.

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


KREDİ BAŞVURUSU

Müşteri kredi almak için banka müdürüne gelir. Müdür de kredi alabilmesi için koşulları söyler ve ilave eder:
- Birde gözünüzün ve dötünüzün resmi gerekiyor.
Müşteri şaşırarak sebebini sorar, Müdür:
- Banka kuralları boyle, mutlaka resimler gerekiyor.
Bunun üzerine, Müşteri bütün koşulları yerine getirir, istenen resimleri de verir ve beklemeye başlar.
Aradan bir süre geçer, müşteri banka müdürüne gider. Müdür, müşteriye kredi başvurusunun olumsuz olduğunu söyler. Müşteri sebebini sorunca Müdür :
- Beyefendi, kredi komitesi değerlendirmesi sonucu, sizde krediyi alacak göz olmasına rağmen ödeyecek döt olmadığı belirlenmiş !..

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.xdinfonet.com/flash/xiaoxiao9.swf
Çöp adamların animasyonlarını flash ortamında birçoğunuz görmüşsünüzdür. Bu verdiğim kısayolda seyretmek yerine doğrudan oyuna dahil oluyorsunuz. Dikkat edin fazla dayak yemeyin, ne olur ne olmaz. İyi eğlenceler.

http://www.jamminjohns.com/studio.htm
Oturduğunuz yerin nasıl olacağına karar verme aşamasındaysanız, tercihinizi yapmadan önce bu sayfayı incelemenizi tavsiye ediyorum. $149'dan başlıyan fiyatlarla hizmetinizde. :-)))

http://www.workmanweb.com/fliersclub/simulator2.html
Bu kısayolda sizlere bir uçak simülatörü sunuyorum; ama bildiklerinizden biraz farklı olarak bir kağıttan uçak simülatörü. Size vereceğim şu ayarları yapıp "launch" tuşunu tıklarsanız, örnek bir simülasyona şahit olacaksınız. Ayarlar: angle = 47 , thrust = 40 , elevator = 6...

http://www.decep.com/index.php
Zihin okuma yöntemini keşfetmiş birileri. Aklınızdan bir sayı tutuyorsunuz. Verilen yöntemlere göre hesaplama yapıyorsunuz ve bir sonuç elde ediyorsunuz. Bulduğunuz rakama denk gelen ascıı karakterini zihninize kazıyıp sihirli çembere konsantre oluyorsunuz. Veeee sihirli çemberi tıklıyorsunuz. İşte sizin zihninize kazıdığınız sembol bu... Tabiki bu işin de basit bir hilesi var. Düşünün bakalım bulabilecekmisiniz.

 Damak tadınıza uygun kahveler


BitDefender for mIRC v1.2 [2.6M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=104769
Eğer sohbet odalarında dolaşırken mIRC kullanıyorsanız, bu programıda kullanmanızı öneririm. Sohbet sırasında bilgisayarınıza yapılabilecek herhangibir saldırı veya virüsü engelliyor.Kötü amaçlı kullanıcılar da olduğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkartmayın.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030124.asp
ISSN: 1303-8923
24 Ocak 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com