|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 192 |
27 Ocak 2003 - Güven bunalımındayım |
İyi haftalar sevgili kahveciler,
"Türk, Öğün, Çalış, Güven" demiş Büyük Atatürk. Bunu destur edinen bizlerde maaşallah "öğünmek" konusunda birbirimizle yarışır olmuşuz. "Çalışmak" genelde zul görüldüğünden azıyla yetinmeyi öğrenmiş, çoğundan nefret edip, azar azar çalışmışız. Sıra gelince "Güvenmek"e, orda durup hep düşünmüşüz. Düşünüp düşünüp işin içinden çıkamamış, öyleyse babana bile güvenme demişiz. Kusura bakma Atam, dediğin gibi çok öğündük, eh çalıştık ama hiç güvenemedik. Önce kendime güvenmeliydim biliyorum ama beceremedim ki. Eee kendime güvenmeyince karşımdakine hiç güvenmedim. Bari devlete güveneyim dedim. İyi halt yedim. Bekledim devlet bana güvensin, sana güvenmem için noter tasdikli, 2 kefilli taahhütname getirmen lazım dedi.
Ben bu güven işine taktım arkadaşlar. Anlaşıldı, zaman kötü, ortalıkta birsürü anamın affettiği, babamın kahrettiği, teyzemin delirttiği dolaşıyor. İyi de aramızda hiç mi doğru düzgün adam kalmadı? Hiç mi arlı, namuslu, sözüne güvenilir insan kalmadı? Yada var da bize mi rastlamıyor? Yoksa bunlar konservelenip savaş stoğu olarak mı saklanıyor?
Pazartesi, Pazartesi bu adam ne diye güven bunalımına girdi demeyin, veya deyin, anlatayım dinleyin. Efendim, işimiz internet olunca ister istemez elimizin erdiği, olanakların elverdiği her işi ekrandan yapmaya alışmışız bir kere. Bunların başında da bankacılık hizmetleri geliyor. Hani parayıda yazıcıdan çıkartabilsem banka şubeleri ancak rüyalarımı süsleyecek. Epeydir çalıştığım bir bankaya alternatif olsun da bana daha iyi hizmet versinler diye (bah bahh) yurtdışı menşeeli bir diğer bankada hesap açtırmış idim. Cuma günü, arada yüzünü kısa sürelerle görebildiğim para denilen ticaret aracından bir miktar tahsilat yapmış, olduğu gibi bankaya yatırmış, bilgisayarın başına koşmuş, gerekli ödemeleri yapmak için sanal şubeye yollanmıştım. Kapıda beni "kullanıcı kodu" ve "şifre" diyede anılan 2 kutucuk karşıladı. Kendimden gayet emin, yazdım yürüdüm. Hoppp dedi şifre cambazım. Yanlış girdin bir daha dene. Tamam dedim gene yazdım yürüdüm. Hoppp dedi gene şifre cambazım. Amma inatçısın gene yanlış yazdın, tekrar dene. La havle dedim gene aynısını yazdım, çünkü çok eminim. Tamam dedi girişteki kutucuklar. Sen artık bardağı taşırdın, 2. bir emre kadar tüm girişlerin iptal oldu. Yeni kimliğini al öyle gel. Kimlik için 444 555 666 nolu telefonu ara, sana kibar bir bayan gerekli yardımda bulunacaktır.
İnandım ve güvendim sanal şubemin, sanal kapısındaki sanal güvenlik görevlisinin o insanı bağrından vuran güzel harflerine. Çevirdim numarayı, 3-5 tuştan sonra o kibar bayanla başbaşa kaldım. Böyle, böyle dedim. O dinledi hımmm dedi, hadi bakalım sizi tanımama yardımcı olun, bende bankamızın size olan güvenini tazeleyip ihtiyacınız olan şifreyi verivereyim. Ohh dedim, kopya çekmemede gerek yok, herzamanki sorulara nasılsa şerbetliyim. Ana adı, baba adı, kızlık soyadı, adres,vs. Dann, ilk soru "Hesabınızdaki son hareket" Paracıklar, sağdan sola dönüp amuda kalkmışlardır belki ama sanırım bana sorduğu o değil. "Şu kadar para yatırmıştım." dedim. "Yok" dedi kibar bayan, "Ondan sonra bir hareket daha var." Haa dedim, "çıkarken ATM'den biraz harçlık çekmiştim. "Güzel" dedi. Peki ondan önceki hareket. "Onu söyledikya dedim. Para yatırmıştım şu kadar. "Haklısınız, pardon" dedi kibar bayan. "Ondan önceki hareketi de söylerseniz, diğer sorulara geçeceğim" "Haydaa, ben nerden hatırlıyayım 1 ay kadar önce ATM'den çektiğim 3-5 kuruşun miktar ve tarihini." dedim. "Üzgünüm" dedi kibar bayan, "Bunu yanıtlayamazsanız şifre veremem ama dilerseniz o sizin klasik dediğiniz sorulara geçip sizi tanımaya çalışırım. Sonuç olumlu olursa, dilediğiniz işlemi ben buradan sizin yerinize yaparım." Buyrun buradan yakın!.. 3. hesap hareketimi bilemediğimden şifre alıp kendi işimi kendim göremiyorum ama kibar bayan benim yerime tüm paramı bir başka hesaba nakledebiliyor.
Konuşmalar sürerken, sinirsel sigorta atımım yüksek olduğundan, bağırıp çağırıyorum ama kibar bayan hep aynı tonda yüzbaşısından emir almış emireri misali "Haklısınız, ama kurallar böyle, isterseniz şikayet edin." diyor da peygamber demiyor. Pekçok kişinin hatta kendisininde bu işe gıcık olduğunu anlıyorum konuşmalarından. Banka yönetimi en az hatırlanan şeyin bu olduğuna kanaat getirdiğinden bu sorular eklenmiş. Yani amaç şifre vermek değil, isteyeni geriatrik kontrolden geçirip, istediğine pişman etmek. Bu soruların sorulacağına dair bir uyarı var mı? O da yok.
Yurtdışı menşeeli banka yöneticilerinin bizlere olan güvensizliğini anlamaya çalışıyorum ama anlam veremiyorum. Bir taraftan abuk sorularla müşteri yorup, diğer taraftan gönül almaya çalışıyor. Kardeşim ya bu 19 Mayıs hareketlerini bilemeyene hayat hakkı tanıma, yani hiç bir işini yapma, ya da kaldır at soruları, dön eski usule, ver ne vereceksen isteyene. Ben sana güvenip paramı emanet ediyorum, ama sen beni sinir hastası ediyorsun. Yok öyle yağma...
Bu konuda bankacı arkadaşlar ne diyorlar merak ediyorum. Ben mi fazla hassasım yoksa banka mı işgüzar? Gerekli yerlere şikayette bulundum kibar bayanın önerisine uyarak. Eğer bir cevap alırsam sizlerle mutlaka paylaşacağım. Kafanız şişti değil mi? Haydi hüüppp....
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Misafir Kahveci : Hasan Yüksel |
Irak'tan bildiriyorum 3
Tekrar merhaba,
Yaklaşık bir hafta önceki yazımda bir savaşın yakın ve kolay olmadığını söylemiştim. Hepimizin takip etiği son gelişmeler bir gün bir yana diğer gün öbür yana doğru olmakta. ABD önce geri adım atar gibi yaptı, sonra daha da tehdit edici olmaya başladı. Şimdilik en umut verici gelişme Fransa ve Almanya'nın tutumu olarak gözüküyor. Buralarda yaşam anormal bir şekilde "normal" sürmekte, sanki tehdit altında olanlar Irak halkı değil. Halkta yıllardır kanıksadıkları savaş ortamı nedeniyle edindikleri kayıtsızlık yanında bir de "bu benim savaşım değil" duygusu var. Onlara göre bu savaş Saddam ve ABD arasında ve yıllardır da böyle sürüp gidiyor. Basra ve Bağdat sürekli bombalanmasına rağmen halkın bundan fazla etkilenmemesinin nedeni ABD'nin yüksek bir isabet gücüyle şehir içinde bile olsa askeri hedefleri vuruyor olması, arada sivillerin de öldüğü oluyor ama burada konuşulmayan fakat hissedilen kanı ABD aleyhine bir faaliyet yapmıyorsan korkmana gerek yok şeklinde. ABD'nin de bilinçli olarak bu kanıyı sağlıklı tutmaya özen gösterdiğini düşünüyorum ama bu tutum olası bir harekatta ne hale döner kimse bilemez. (Şu anda yine sirenler çalmaya başladı, artık biz de kanıksadık ama gerçekten sinir bozucu)
Irak televizyonu ise her akşam ülkenin değişik yerlerinde yapılan ABD karşıtı gösterileri veriyor, gösteriler hep birbirinin aynısı. Yüksek rütbeli bir kaç subayın önünden silahlı toplulukların geçişi şeklinde. Genelde grubun önünde daha derli toplu görüntüde olan askeri birlikler var, arkalara doğru grubun yapısı değişiyor, sonlara doğru da yerinde zıplayarak yürüyen başıbozuk kalabalığı olmaya başlıyor. Herkes silahlı, görünüşe göre herkesin silahı var. Kaldığımız otelde bazan elleri tüfekli müşteriler görüyoruz, kimdir, nedir, niye tüfekle gezer belli değil. Sokaklarda elinde Kalaşnikof'la sallana, sallana geçen adamlar görmek de normal bir olay.
Bu gösterilerde benim en çok içimi burkan görüntü ise bu grupların içindeki kadınlar. Hemen her yaştan kadın, çarşaflar içinde ellerinde tüfekler acemi ve tedirgin asker adımlarıyla yürüyorlar. Bazılarına tüfeğin ağır geldiği, doğru dürüst tutamadığı bile belli ama kendi istekleriyle mi yürüyorlar o belli değil. Bazı grupların içinde çocuklar da var ve söylemeye bile gerek yok, onların da görüntüsü çok üzücü. Verilmek istenen görüntü "bir ülke topyekün savaşa hazırlanıyor" şeklinde ama nedense buna inanamıyorsunuz.
BM müfettişlerinin incelemeleri burada da yakından takip ediliyor. Televizyonlarda her akşam nereye gittikleri, neler yaptıkları ayrıntılı olarak veriliyor. Saddam tarafından casus olarak suçlanmalarına karşın resmi kuruluşlarda "her türlü deteği veriyoruz, saklayacak bir şeyimiz yok" havası hakim. Çalıştığımız santral da olası bir inceleme durumunda hazır olmak üzere önlemlerini aldı, kenarda köşede kalmış kilitli kapıların anahtarları bulundu, bize ve Rus firmasına dikkat çekici, tuhaf cihazlar varsa beyan edilmesi söylendi, ofislerimizi açık tutmamız istendi. Burada bütün amaç olası bir incelemede istenilen her yeri duraksamadan hemen açabilmek. Özellikle buna çok önem veriliyor.
BM müfettişlerinin rapor günü olan 27 Ocak tarihi yaklaştıkça ipler de gerilmeye başladı. ABD deli dumrul tavrıyla kanıt bulmadan vurabileceğini söylüyor, İngiltere'de "abim ne derse odur" diye onaylıyor. Sanırım bunlar karşılıklı sinir harbinin bir parçası, yapılmak istenen Saddam'a "biz çok ciddiyiz, günlerin sayılı" fikrini hissettirebilmek. Burada kimse Saddam'ın Irak'ı bırakıp başka bir yere gidebileceğine inanmıyor olsa da ülke için tek çıkış yolu bu gözüküyor ama başından beri dediğim gibi bu ülke fikirlerin her an tam tersine dönüşebildiği bir ülke, birdenbire hiç kimsenin beklemediği gelişmeler olabilir.
Hep birlikte bekleyip göreceğiz, tabi bu bekleme sırasında kendi olanaklarımızla katılabileceğimiz savaş karşıtı eylemleri de unutmadan.
Herkese sevgilerimle, hoşçakalın.
Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr
|
Has Kahveci : Tunca Tünay |
ÇEŞME’ de anılar bile kaybolmaz...
İnsan belleği çok ilginç. Bir resim, bir dize, ya da ilgisiz bir sözcük birdenbire bizi alıp götürüverir geçmişe. Yıllar öncesi, en yeni günden daha yakınımıza geliverir. Öyle bir gün bu gün de...Bir yazışma beni 70 li yıllara götürüverdi durduğum yerde.
70 li yıllar... Eşim İzmir’de yedek subaylığını yapıyor. Oğlumuz 2-3 yaşlarında. İzmir’de bir ev tuttuk, birlikte askerlik yapıyoruz. Parasal anlamda çok rahat değiliz. Günlük yaşamı ancak yürütebildiğimiz yıllar o yıllar.
Hafta sonlarında Kemeraltı’nda dolaşmayı seviyoruz üçümüz de... Bir gün, orada gezinirken ; vitrinde kırmızı mokasen bir ayakkabı gördüm. Olağanüstü güzel, sanki beni beklemekte...Neyse uzun sözün kısası o ayakkabı benim oldu. Ertesi gün de Çeşme-Ilıca’ya
ailemizi o yaz için kiraladığı bir eve gittik. Doğal ki benim kırmızı makosenim ilk gidecekler arasında yerini aldı.
Ilıca olağanüstü sevimli geldi bize ve ortalarda gezinmekle geçti ilk günümüz. Ertesi gün çantaları boşalttığımda kırmızı makosenimin bir tekini bulamadım. Hemen araba terminaline gittim. Makosenim yok! Öylesine üzgünüm ki! Bir kez bile giyememişim onu ve asla yenisini alamayız ! Günlerce üzüldüm ama yapacak bir şey yoktu.
Onbeş- yirmi gün sonra ilk kez Çeşme’ye gezmeye gittik. Çeşme Kalesi’nin gölgesinde, deniz kıyısında dolanıyoruz. . Denizin üstünde, uzakta bir yerlerde, kırmızı bir şey salınmakta. Ona takılıyor gözlerim. Eşimin elini tuttup çeke çeke, o yana doğru koşmaya başlıyorum. O, şaşkın gözlerle bana bakıyor. Ben o sallanan kırmızı şeyi gösteriyor ve bir yandan da “ O benim makosenim” diye bağırıyorum. ‘ O benim makosenim”
Peşimize küçük çocuklar da takılıyor , hep birlikte koşuyoruz... Çocuklardan bir kaçı atlıyor suya ve oraya doğru yüzüyorlar yarışırcasına. Ve birisi eline aldığı şeyi sallayarak bağırıyor avaz avaz; “ Abla! Buldum!
İnanamıyorum! Ayakkabım hiç bozulmamış, sanki ıslanmamış bile... Onu sevdiğimi anlamışcasına kendini bana saklamış.
(Eve döndüğümde güzelce yıkadım ayakkabımı ve kendine gelmesini bekledim. Kendine geldiğinde ilk günkü gibi pırıl pırıl oldu ve ben onu senelerce giydim.)
Çeşme işte böyle bir yer. Orada anılar bile kaybolmaz:)
Tunca Tünay 25 Ocak 2003
ttunay@superonline.com
|
|
Telveli Paylaşımlar : Nedret Türer Evlilik Yasaklanmalıdır ;) |
|
Tabii ki boşuna değil.
İnsanlığın hayrına...
Şimdi böyle dedim diye, ne kadar takarlar beni, ne kadar dinlerler bilemem.
Varsın dinlemesinler.
Ben takmışım bir kere, gerisi hikaye…
Evliliğin yasaklanması geçmiş nesiller için tabii ki bir "hikaye" idi.
Şimdi 'yasak, masak' yoksa da rüzgarları esiyor efil efil, sanki olmuşlar, olacaklara birer kefil!…
Benden söylemesi.
Sizden de … evlenmesi mi?
Evlenmemesi mi artık bilemeyeceğim.
Çünkü edeceğim onca laftan sonra, zannedersem başınızı arşa erdirecek bir iç huzuruyla,
şeref(im)e patlatacağınız (hayali) şampanyalarla, (zaten) alacağınız evlenMEme kararını kutlamayacak mısınız gizli gizli yazımın en son cümlesinden sonra…Hı?
En iyisi sizler şu yazıyı biran önce okuyun da neden 'evlilik yasaklanmalıdır' bilin!
Ondan sonrasını da dilerseniz resmi bir başvuru ile resmiyete dökeriz!
Gerekirse meydanlarda " Neydik, ne olduk, söndük…İşte sonunda gerçeği gördük!" sloganıyla tabii ki…
Anlaştık mı?
Artık sözün öz'üne geçersek;
Efendim, ne demişler, el elden, ev evden, bekar da evli'den üstündür!
İşte bu kadar!…
Üstelik…
Bu yazı her ne kadar mizah kategorisinde yazılmış olsa da, içine ağlatma tohumları katılmış,
üzerine bir tutam 'kara' çalınmış, bir de üstünüze afiyet, tamamı kasten yapılmıştır, bilesiniz…
Ve, umarım bir gün beni, evlilik yasaklandığında "şükran" la (birlikte) anarsınız…
Çünkü Şükran, 'Teşekkür etmeyi" külliyen bilen ve uygulayan insanlara verilmiş genel bir addır.
İçinizde 'Monalisa'yı bilmeyeniniz yoktur değil mi?
O halde hazırlanın. Böyle bir yazının sonunda Monalisa' ya dönüşme ihtimaliniz oldukça yüksek çünkü.
Tam gülerken ağlayacak gibi, tam ağlayacak iken de güler gibi olacaksınız.
Sonrada acaba ben şimdi ne yapacaktım deyip, ellerinizi masum bir güzellikte kavuşturacaksınız…
Artık birer doğal Monalisa'sınız.
Peki ya sonrası?
İşte ondan sonrasından ben sorumlu değilim arkadaşlar.
Öyle ya! Her koyun kendi bacağının çaresine bakabilmelidir artık, bizim ülkemizde!
Hazır mısınız? Başlıyoruz.
Bismillah…
Bazen etrafımızda duyduğumuz bir söze sıklıkla tanıklık ederiz;
"Fani Dünya"
Sonra da peşinden "ne yapsak boş" cümlesi gelir.
Doğrudur...
Çünkü fani dünyada yapılan boş şeylerden biri de "evlilik" tir.
Evlilik sözcüğünü sadece "ev'lenmek = ev sahibi olmak" şeklinde algılarsak mesele yok.
Keşke hepimiz ev'lensek... Öyle ya bu zamanda ev sahibi olmak kolay mı?
Peki ev sahibi olacağız diye ev kelimesinden sonra arada " ' " işareti olmadan telaffuz edilen
öbür benzer sözcüğü hayata döndürmeye mecbur muyuz?
Evlenmeden ev'lenmek olamıyor mu?
Bir erkek arkadaşım var. Dobra mı dobra.
Bu dobralığa evlenmeden önce mi sahip oldu, yoksa evlendikten sonra mı, sormak gerek...
Yalnız şu sıralarda oldukça meşgul. Evlendi evleneli "ne haber?" dediğimde " dıııt, dıııt, dıııt" sesleri çıkartıyor!
Çünkü evliliğinin her aşamasını bir şeyleri bekleyerek geçirdi zavallım.
Şimdi de bekliyor.
Ama beklediği bir ay sonra gelecek, çünkü bu sefer beklenen bir bebek…
O yüzden bu arkadaşımı ne zaman arasam duyduğum "Şu anda aradığınız yönde bütün hatlar dolu olduğundan
lütfen sonra tekrar arayınız" cümlesini işitmeyi yadırgamıyorum.
Haklı... Evli olupta "boş hat" edinebilmek kolay mı?
Birgün bu arkadaşımız, evlere şenlik dobralığını sergileyiverdi ansızın.
Siz, nikah işlemi bittikten sonra elinize aldığınız "vize" belgesi için (!) "Nikah cüzdanı" dersiniz öyle değil mi?
I - ıh. Ama o öyle demiyor.
Ne diyor?
" Belediyeden Onaylı Resmi Fuhuş Belgesi "
Haydaaaa...
Dediginizi duyar gibiyim. Hayda'sı, mayda'sı yok işte...
Düşününce doğruya doğru.
Kızımız bilmem kim'le oğlumuz bilmem kim'i bir kucak dolusu para harcayarak, yatak muhabbeti (!) edebilsinler diye ailelerin,
akrabaların, hısım, dost ve düşmanların gözü önünde (!) birbirlerinin kollarına helalinden atmış bulunuyoruz...
Haydi bakalım onlara kolay gelsin, (!) bize de her şeye maydonoz olmak düşsün...
Adet yerini bulsun!
Kabul etmeliyiz ki, biz insanları anlamak zordur.
Peşin peşin imzayı atmadıktan sonra ne derseniz deyin aşk için, sevgi için yapılan her "dokunuş",
dokunuşu gerçekleştirenlerin dışında kalanlar için ya ayıptır ya da günah...
Ama imzayı attınız mı külliyen helal!
Bütün mesele imzayı atabilmekte. Atabiliyor musun, atamıyor musun?
Hani ingilizce'de alaya alınan " Can you... " sorusu vardır ya, siz sorarsınız, onlar sırıtarak cevap verirler.
Muktedir misin, değil misin? Yessss I can... Muktedirdir hem de ne biçim!
Neyse...
İmza atmak şeklen çok kolaymış gibi görünsede, attıktan sonra başa gelebilecekleri düşünmek,
beyni sulandırmaya ya da bulandırmaya yetiyor!
Çünkü evlenmeden önce aşk'tan gözü dönmüş (ya da kör olmuş) millet, adı "gerçek" olan herşeye ağzını,
burnunu, kulaklarını tıkayarak " nadide çiçek ve böcek iken " evlendikten sonra birden bire evin demirbaş eşyalarından biri olup çıkıverirler...
Küçükken "Hop hop hop Degiş Tonton!" diye bir çizgi film seyrederdim. Hatırlayanınız var mı?
Tombiş, sevimli bir yaratık, başı sıkıştı mı istediği her şekile anında bürünüverirdi.
İşte evliliklerde yaşanan değişimler de aynen böyle olmakta.
Evlilik kendi çapında bir evrimdir.
Evrim ise bir süreç.
Ama evliliklerde mucizeler bu evrimi hızlandırır. Anında görüntü ile bir de bakarsınız ki kadın ve erkek bir anda değişivermişlerdir!
Canım, cicim, aşkım.... sözcükleri her atışta 100 kere kullanıldığından (başlangıçlarda) kısa sürede deformasyona uğrar,
insanın herşeyden çabuk sıkılan doğası da onun yerine daha heyecanlı sözcükleri bulmakta gecikmez.
"Cadı Karı, Budala Herif, Geveze, Ukala, Manyak, Serseri... " for example!...
Evrim'e gönül vermiş insanlar, gelin beni dinleyin...evlilikleri izleyin ve meseleyi çözün!
Aşk'a gelince... O asla bir karı ve bir koca ile aynı çatı altında barınamaz.
Onun görevi, sadece iki kişiyi aynı çatı altına sokabilmektir.
Sonra çeker gider...
Ey aşk sahi, bu kadar çabuk çekip gitmeye mecbur musun?
Ya da neden senin, gözlerimizi kör etmek gibi abuk sabuk bir fantazin var?
Senin acıman, insafın, merhametin yok mu?
Bak şu millete. Bu sıcaklarda evleneceğim diye helak oluyor.
Gün geçmiyor ki bir nikah davetiyesi almayayım.
Sanki sebil bunlar sebil!
Oysa evlenmek "insanlığın hayrına" yasaklanmalıdır sevgili dostlarım!
Çünkü erkek evlilik denen anlaşmayı eşi olacak kadınla değilde, sanki bundan sonraki hayatında var olacak
sevgilileri ile yapmaktadır. Başka bir deyişle erkeğe eşini aldatmanın resmi ve tatlı onayı verilmiş olur bir imzayı atmakla...
Erkekler için sevgiliyi aldatmaktan daha çok eşi aldatmak caziptir.
Eşini aldatmayan erkeklere günümüzde pek rastlanamadığı gibi, rastlanırsa da iyi gözle bakılmaz… ( Açıkçası böyle de tuhafızdır! )
Kadınların cephesinden bakıldığında ise düştükleri durum; evlenir evlenmez "artık sahibim (!) var"
diyerek kendilerini salıvermelerinden ötürü vahim boyutlara ulaşmıştır.
Çünkü hangi erkeğe sorduysam "neden boşandınız" diye, verdikleri cevap "karım hic saçını taramıyordu"
şeklinde olmuştur ki bu da sanırım Boşanan Adam Federasyonunda "ortaklaşa" belirlenen en popüler mazeretleriydi!
Sonra? sonrası malum... Başlar hayat koşuşturması...
Ev işleri, çamasır, bulaşık, ütü...
Diğer yanda aylık mutfak ve temizlik masrafları, sabit giderler, sürpriz giderler, ansızın giderler...
Ama ne hikmetse bir türlü gelemez o dört gözle beklenen gelirler!
Para evliliğin baş düşmanıdır...
Her evde yaşayan kedi köpek gibi masum yaratıkların kod adıdır "para".
Gel pisi pisi...
Gel kuçu kuçu...
Gelsene len !!!
Şiişşştttt… hayatım, lütfen sakin ol...
Kızdırma hayvanı.. Kaçacak!
Evet...para evcil zannettiğiniz ama aslında başına buyruk vahşi bir hayvan'dan başka birşey degildir.
Ömrünüz hep onu ehlileştirmekle ya da ehlileştirdiğinizi zannetmekle geçer...
İşin (na)hoş (!) tarafı, asıl ehlileşen (yontulan) zamanla siz olursunuz!
Off… Bu konuyu gecelim!
Evliliğin boks maçına dönüştüğü zamanlarda, ne erkek ne de kadın mutlu degildir artık.
Tek şey vardır akılda, birinin digerini "nakavt" etmesi!
O sıralarda vizyonda seyredilen en popüler film de tabii ki "Rocky" dir.
Sırasıyla seyredilir.
Rocky bir, Rocky iki, Rocky üç......Rocky yüz!...
Kadın ev işi, çalışma hayatı çoluk, çocuk derken döner bir ucubeye.
Erkekte evde ucube, dısarda hayatın ağır yükü, atıverir kendini en kısa yoldan bir sevgilinin kollarına.
İşte o sırada imdada ne yetişir dersiniz. Tabii ki internet!
Yumuk gözler açılmaya başlar!
Aldatılan aldatmaya heveslenir...ve yapar!
Sanal aşklar, evlilik harabelerinin yıkıntıları arasından kendine yeni soluklar bulmakta ustalaşır.
Binbir masraf ve şenlikle yapılan düğün merasiminden sonra evlerde artık bir yas havası hakimdir.
(Genelde yiğitliğe şey sürülemediğinden her iki tarafta bunu fırtına öncesi sessizlik olarak niteler.)
Kadınlar başlarına gelen bu felaketimtrak olay için "ahh neden evlendim bu herifle, oysa beni kimler istemişti de varmamıştım"
derlerken erkekler de "kendim ettim kendim buldum" hayıflanmaları eşliğinde " başa gelen çekilir "
şarkısını yeniden hem bestelemeye hem de güftelemeye koyulur!
Evliliğin en zor dönemlerinde dahi, şu Allahın işine bakın ki, yine de erkeklerin keyfi tıkırındadır.
Çünkü her evli erkeğe metrekare başına günümüzde en az 5 (yazı ile beş ) sevgili düşmektedir. ( Hemde ayda! )
Neden mi? Bizim aptal kadınlarımız evli erkeklere daha meraklıdır da ondan...
Erkekler evliliklerinde mutsuzdurlar ama kapıyı çarpıp çıktıklarında yüzlerine serin bir rüzgar gibi çarpan özgür hayatı,
sevgililerinin kollarında yaşamaktan asla çekinmezler. Çünkü bu onlara Allahın ve erkek olmanın verdiği en büyük hak (!) ve de lütuftur.
Olan bu durumda yine, sanal alemin getirdiği suni aşklardan aradığını bulamayan evli kadınlara olmuştur.
Çünkü sanal alemde kapınızı tıklatan erkekler, asla hayalini kurduğunuz beyaz atlı prensler değildir.
Zaten beyaz atlı prens bekleyen kadınlar için söylenmiş şöyle bir söz vardır. (Bu söz ne yazık ki benim tarafımdan söylen(e)memiştir)
"Beyaz atlı prensi bekleme, seyisle idare et... Aksi halde at'a kalırsın!"
İşte zavallı kadının içine düştüğü durum tamamiyle bundan ibarettir.
Beyaz atlı prens diye biri zaten olmadığından çok geçmeden kavrayacaktır ki o yine evdeki at'a kalmıştır!
Sadakat denilen zincire sıkı sıkı bağlanmış kadınların bile birgün kendisini aldatan erkeklerini aldatma ihtimali oldukça yüksektir.
Bunu yapamadılarsa erkeklerini çok sevdiklerinden değil, o cesareti bir türlü bulamadıklarındandır.
Ama son günlerde duyuyorum ki cesur kadınların sayısı bir hayli artmış! Hadi bakalım... hayırlısı!
Zaten aldatmak dediğin nedir ki, erkeğin elinin kiri!
Elleri kirlenen erkek (!) elini yıkadı mı geçer gider!
Hatta elini kurulaması için bembeyaz havluyu yine ona biricik karısı uzatır!
"Al kocacığım kurulan" diye!
Evliliğin boğucu atmosferinden bıkan sıradışı kadınlar, bir müddet sonra erkeksiz zevkler edinebilmenin peşine düşerler!
Hemen yanlış anlamayın canım. Ben kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlardan söz ediyorum! Türlü uğraşılar edinirler!
Bir yandan " kocalar nasıl öldürülür?" ü tartışırken öte yandan da konken gibi okey gibi her türlü şans oynuna abone olurlar.
Çünkü, "Aşkta kaybeden kumarda kazanacaktır" ya onlarda bu international geyiğe fazlası ile inanarak, geyiğin hakkını geyiğe verirler!
Evlilikte "yandım anam" süreci en fazla 3, bilemedin 5, hadi onuda tutturamadın 7 sene sürer.
Sonra ortalıklarda bir sürü koşuşturan çiftler görürsünüz.
Adliyelere, mahkemelere doğru zıplayan! Sonra da çift girip tek çıkan!
Oysa koştura koştura evlenmişlerdir, şimdi de koştura koştura boşanırlar.
İşte evliliğinde özeti kısaca bu değil midir zaten! " Bir garip koşturmaca!"
Sonuç olarak; ne kadar söylersek söyleyelim, ne kadar birbirimize "bekarlık sultanlıktır, evlilik zararlıdır"
diye e-mailler atarsak atalım, adım kadar eminim ki yine şu dakikalarda bir yerlerde hala kadınlar ve erkekler evlenme hazırlığı içersindedirler.
Çünkü bu bir oyundur.
Bedeli ne olursa olsun oynanması zevkli bir oyun.
Azar azar kahreden, ama amacı mutluluk olan garip bir oyun...
Psikologların en iyi müşterilerinin ( pardon hastalarının ) evli çiftler ( ya da tekler ) olduklarını biliyor muydunuz?
Evet mi?
O halde neden evlendiniz peki?
…ve neden hala evlisiniz?
Neyse üzülmeyin...Hiç bir şey için çok geç değildir...
Evliyseniz, boşanın ve kurtulun!
Boşandıysanız da tabii ki bir daha evlenmeyin.
Tamam, tamam biliyorum.
Oradan bakılınca şimdi ben "evlilik düşmanı" olarak gözüküyorum değil mi size?
Oysa değilim...
Tam tersi evlilik bana, bize, hepimize düşman!
Ama farkında değiliz.
Düşmanlara ne yapılır sizce?
Savaş açılır.
Ben de açtım...
Nasıl mı?
İnanın ben de bilmiyorum!... ;)
Ben'ce: Herşeye rağmen evlenmenizde hiç bir sakınca yoktur. :)
Nedret Türer http://www.ucnokta.com/forum
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Fizzan Nerededir Bilirmiydiniz?
.....
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_55.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.053 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
YAZMAM DAHA
AŞK ŞİİRİ
Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçarı
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydınlık karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu
Dünyanın en güzel kadını oydu
Saçlarını tarasa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmaz ki
Kan kadını rüzgardı atların
Hep andım ne yaşanır olduğunu
En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşafların
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı
Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan
Cemal SÜREYA
<#><#><#><#><#><#><#>
1994 ELİYLE
SAMANYOLU'NA
Yaşadım, Tanrım
Yarım ve uluorta
Bir dahaki hayatta
Varsa öyle bir hayat
Şiir yazar mıydım
Bilmiyorum.
Ama kadınlar, Tanrım
Öyle sevdim ki onları
Gelecek sefer
Dünyaya
Kadın olarak gelirsem
Eşcinsel olurum.
Cemal SÜREYA
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun GÜL YAPRAĞI TARTELET |
|
TABİİ Kİ ÖNCE HAMUR...
90 g margarin (kesinlikle oda sıcaklığında, küçük parçalara ayrılmış)
50 g (¼ su bardağı) toz şeker
1 yumurta (çırpılmış)
220 gr (1,5 su bardağı) un
Unun ortasını açarak bütün malzemeleri koyun. Parmak uçlarınızla iyice karıştırın. Elde ettiğiniz hamuru altı eşit parçaya bölün. Merdane ile, her birini, tartelet kalıbını kaplayacak büyüklükte açın. Açtığınız hamuru, hafifçe yağladığınız kalıplara güzelce yerleştirin. Kenarlardaki fazlalıkları kesin. Hamurun zeminine çatalla birkaç delik açın. Üzerini streç filmle kapatarak yarım saat buzdolabında bekletin.
Buzdolabından çıkarınca fırın tepsisinin üzerine dizdiğiniz tarteletlerinizi 180 derece 10-15 dk üzerleri hafif kızarana dek pişirin. Fırından çıkarınca soğumaya bırakın.
İÇİ...
1 yumurta
1 yemek kaşığı toz şeker
80 ml (1/3 su bardağı) süt
80 ml (1/3 su bardağı) krema
3 tatlı kaşığı gülsuyu
Şeker eriyene dek yumurta ile çırpın. Süt, krema ve gülsuyunu ekleyerek iyice karıştırın. Soğumuş olan tarteletlerinizin içini bu karışım ile doldurun ve 150 derece fırında 15-20 dk pişirin. Fırından çıkarınca soğumaya bırakın.
EN GÜZEL KISMI...
Şimdi şekerli gül yapraklarını yapacağız. Dilediğiniz kadar gül yaprağını (taç yaprakları da olur, normal yeşil yaprakları da) nazikçe yıkayın. Kurumaları için bir kenarda bırakın. 1 yumurtanın beyazını iyice çırpın. Bir fırça yardımıyla kuruyan yapraklarınızın her yerine dikkatlice bundan sürün. Üzerlerine toz şeker serpin. Fırın telinizin üzerine dizerek 1 saat kadar yumurta akının kurumasını bekleyin. (Fırının içinde değil!!!)
Dilerseniz hazırladığınız tarteletlerin üzerine pudra şekeri serpebilir, gül yaprakları ile süsledikten sonra servis yapabilirsiniz.
Afiyet olsun.
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
KAN TAHLİLİ
Temel, hastane laboratuvarının önünde içini çeke çeke ağlayan adama:
- Hayrola hemşerum, ne ettular sana ?
Adam:
- Deme aslanum kan vermeye geldum, kestiler parmağumi...
Bu sefer Temel feryad figan.
Parmağı kesilen:
- Sen niye ağlaysun pirdenpire ?
Temel:
- Allah kahretsun, pen de idrar tahliline gelmiştum !???
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.efsaneler.com/dispefsane.asp?fr=z50&sr=1&kt=7&ei=194
...Hani bi zamanlar Kanal 6’da canlı yayınlanan, çocuklar için Hugo diye bi yarışma programı vardı. Programa telefonla katılan çocuklar bi bilgisayar oyununu oynuyo, oyunun kahramanı Hugo’yu telefonun tuşlarıyla yönetiyolardı... Nostaljik şehir efsaneleri.
http://www.itiraf.com/maruzat/resimler/buyuklu.jpg
Hepimizin bir takım dertlari var. Kimi küçük, kimi büyük. Önemli olan bunu bir dert olmaktan çıkarabilmek ve onunla yaşamasını öğrenmek. Kendinizle barışık olun lütfen.
http://www.diskus.net/ufogifs.htm
Ufolar hakkında döküman hazırlayan veya bilgi toplayanlara özel ufo gif'leri. Meraklısına duyurulur...
http://www.guerrestellari.it/slas.html
Star wars meraklıları sizlere bir güzellik daha yapıyoruz. Film çekimlerinde kullanılan yüksek teknoloji ürünlerini bir araya getirdik. İşte ışın kılıçları... Hadi bakalım kapın kendinize bir tane kılıç savaş hazırlıklarına başlayın. Klonlar saldırıya geçmeden hazırlıklarınızı bitirin.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Popup Manager v1.0.0.5 [176k] Win9x/2k/XP FREE
http://www.endpopups.com/
Rahatsız edici pop-up pencereleri için birkaç tane program önermiştim. Bu da onlardan biri ama diğerlerinden biraz farklı. Bazı pop-up'ları da görmek isteyebileceğiniz savıyla çalışıyor. Tarayıcının sol alt köşesine kurulan minik çubuk kırmızı olduğunda engellenen bir pencere olduğunu anlıyorsunuz. Üzerine gittiğinizde dilerseniz pencereyi açma şansınız var. Dilerseniz o adresten gelecek popupları kapatmama seçeneğiniz de var.
|
|
|