KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 193

 28 Ocak 2003 - Bilmemezlikten gelmenin yararı yok!


İyi günler,

Bizim bahçıvanın yazısını okuyup etkilenmemek elde değil. Bilmediğimiz, farkında olmadığımız şeyler olmasa da, bilmemezlikten gelmeye çalıştığımız dramlar anlattıkları. Yoksulluğun sınırlarını çizmenin güçleştiği günümüz Türkiye'sinde, hiçbir geliri olmaksızın yada olan geliriyle yarı aç yarı tok yaşamaya çalışan insanların uzakta değil tam yanıbaşımızda olduğunu bilmek zorundayız. Kendi halimize ağlamaktan, kurulu düzenlerimizin bozulmasından korkarak yaşamaktan, diğerlerini yoksaymak bencilliğine düşmekten kurtulmalıyız artık. Şanslıyız, çünkü bizler yardımsever, komşu hakkını gözeten, lokmasını paylaşır bir ananeden geliyoruz. Hepimizin ailesinde savaş dönemlerini yaşamış, yokluğu taa dibine kadar hissetmiş, az ile yetinmeyi, olanı paylaşmayı erdem saymış büyüklerimiz var. Yaşamadığımız ama bolca dinlediğimiz yokluk hikayelerimiz var. Ama Ahmet'in anlattıkları ve daha niceleri hikaye değil, yanımızda, elimizi uzatsak değecek kadar yakınımızda. Şükretmeyi bilmek kadar paylaşmayıda öğrenmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz. Savaş çığlıklarının yankılandığı bir zamanda vicdanlarımızı rahatlatmanın yollarını arayıp bulmalıyız.

Haydi gelin birşeyler yapalım. Ahmet'in önerisine kulak verelim. Vakit geçirmeden, bağırıp çağırmadan, tellallık yapmadan, sessizce, kurban bayramı öncesinde sevindirelim birilerini. Kampanya mampanya beklememize gerek yok. Gidecek adresde var, verecek eşyada, paylaşacak 3 kuruş parada. Bir hafta sinemaya gitmeyiz olur biter, büyütmeyin gözünüzde herşeyi. Bunları boşuna söylediğimi, hepimizin bu konulara ne denli duyarlı olduğumuzu biliyorum aslında. Ama bizim dürtülmeye ihtiyacımız var. Bu sefer farklı davranalım, birilerinin organizasyon yapmasını beklemeyelim. Alalım adresi, binelim arabamıza gidelim. Bir çift gülen göz görmeye değmez mi yapacağımız ufacık bir fedakarlık. Düşünün bakalım.

..........

Kurban bayramı haftasını Kahve Molası dinlenip yenilenmekle geçirecek. Neler olacak bilmiyorum ama sizlerden ayrı kalacağı 9 günü en iyi şekilde değerlendirmesini sağlayacağımdan emin olabilirsiniz. Sizlerden öneri bakliyorum. Var olup aksayan yerleri, olmasında yarar gördüğünüz değişiklikleri bana söylemenizi istiyorum. Sizlerden aldıklarıma kendimde birşeyler katıp iyi şeyler yapmaya çalışacağım.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Sıcak yatak...

Bundan bir yıl kadar önce, evde oturmuş aptal kutusuna bakıyordum.. Orda televole, burda magazin, ötekinde geyik muhabbeti diyerekten, küfürler savurup gezinirken, Kanal 7'de 'Deniz Feneri' diye bir programa rastladım.. ve çivilenip kaldım programa. Gerçekten yardıma muhtaç bazı insanların evlerine gıda, giysi ve benzeri yardımları götürüp teslim ediyorlardı.. Gittikleri evler ise, şahsen benim varlığına bile inanmıyacağım kadar zavallı ve perişan yerlerdi. Öyle sahneler izledim ki, yaşlar gözlerimden sessiz sessiz, sanki limon sıkılmışcasına aktı, yuvarlandı.. Daha sonraki haftalarda birkaç kez daha izledim programı. Sonra da internette sitelerini bulup irtibata geçtim kendileri ile.

Unutmuştum varlıklarını, ama son kitap fuarında standlarını görünce, tekrar hatırlayıp girdim standa ve bir iki kişiyle konuştum. Aradan bir süre geçtikten sonra aradılar beni ve bir toplantıya davet ettiler bir cumartesi günü. Kalkıp gittim, Zeytinburnu'ndaki dernek merkezine. 30 kişi civarında insan gelmişti. Yöneticiler ihtiyaçları anlatıp gönüllülerden neler talep ettiklerini anlattılar, sistem hakkında bilgi verdiler ve depoları gezdirdiler bizlere. Ve bu hafta içinde de arayıp, dağıtım işinde çalışıp çalışamayacağımı sordular.

Pazar günü, oğlumla birlikte gittik. Arabamızın alabileceği kadar gıda kolisini alıp, Beykoz bölgesine doğru yola koyulduk. Oğluma 'Biraz sinirlerimiz yıpranabilir, hazırlıklı olmalıyız..' dedim.. Dramatize edip, sizlerin de sinirlerinizi bozmak istemem.. Ama, biz ne biliyoruz ki be arkadaş? Biz fakirliğin, çaresizliğin, en dibin ne olduğu konusunda ne biliyoruz ki? Gerçek yoksulluk nedir... Hayal bile edemezmişim meğer..

Sırtımızda ağır gıda kolileri ile, çok merdivenler tırmanıp indik.. Yorgun, bitap şekilde döndük eve.. Hele sonlara doğru, çok acıkmış ve iyice de yorulmuştuk.. ama bizim bir saat dayanamadığımız açlığa, mahkum olmuş insanlar vardı ve işi yarım bırakmak olamazdı.. Dayandık.. Adres bulmak meğer ne zormuş! Bilmediğin bir semtte, bilmediğin bir sokak ve ev... Ama çok yardım etti insanlar. Taksiciler, esnaf, şu, bu.. Anadolu Hisarı tepelerinde bir eve gittik, dinleyin bunu.. Dinleyin de, bizim toplumsal duyarsızlığımız neymiş, anlayın..

İnşaat işçisiymiş.. 40'lı yaşların sonlarında.. Geçen sene, bir inşaatta çalışırken, ayağına çivi batmış.. Mikrop mu kapmış, nedir.. Ameliyat olması gerekiyormuş.. Ve geçen senenin parasıyla, 400 milyon... bulamamış... kesmişler ayağı.. dizinden.... Bir karısı var, ben anlamam ama sanırım romatizma olsa gerek, iki el de dışa doğru çarpılmış bilekten.. pek kullanılır gibi görünmüyor. İçeri buyur ettiler bizi.. İçerisi.. aman aman... anlatılır gibi değil dostlar... anlatılır gibi değil... Böyle insanlığın da, gelişmişliğin de içine tükürmek geliyor içimden... fazlaca söylüyorum, deyin ki 6 metrekare bir yer. Koltuk değneklerini dışarıda bıraktı.. sürünerek geldi yanıma.. Dış kapıdan direkt olarak o tek odacığa giriliyor. Sandalye, masa, koltuk, kanepe, yatak.. hiçbirşey yok.. hiçbirşey.. Sadece bir köşeciğe rastgele yığılmış üç beş yastık, bir de yorgan. Belli ki, akşamları onları yere yayıp uyuyorlar.. Televizyon, radyo mu? Güldürmeyin beni allah aşkına... Hiç halim yok.. Bir tek tüplü bir ocak var. Ne kaynıyorsa tencerede? Odanın bir ucunda perde ile ayrılmış bir bölüm var, tuvaletmiş, karısı açtı, gösterdi. 60-70 santimetrekare bir şey.. Su yokmuş evde.. Konu komşudan rica ederek, nerdeyse kendileri de yardıma muhtaç komşulardan su alıp taşıyorlarmış.. Bunun bir ayağı yok zaten, kadının da eller çarpılmış.. Nasıl taşırlar.... Ayakkabı istedi benden...

'Dernek yollar mı?' dedi.. Güldüm,
'Senin ayağın yok, ne edicen ayakkabıyı...' diyerek işi şakaya vurmaya çalıştım..
'Yok yok, sadece bi tane..' dedi... Yere baktım..
'Şaka ediyorum.. Ne yapıcaksın... bu gerçekle yaşamak zorundayız.. Yanlış anlama, sen de gülümse istedim.. ' diye birşeyler geveledim..
'Yok, yanlış anlamıyorum.. ' dedi, o da gülümsedi..
'Bir tekerlekli sandalye olsa... Bir de televizyon mesela...'
'Ben ilgilenicem... merak etme..'
Çıktık...
Derin bir soluk aldım..
'Hadi oğlum, gidelim... daha gidilecek yerler var..'
İkimiz de dağılmıştık.. Başka evler de görmüştük.. ama bu kadar değildi..

Son bir çift kolimiz kalmıştı. Kavacıkta bir adres.. Gece oldu, hava karardı. Son ardesimiz bir seneden bu yana haftada üç kez diyalize bağlanmak zorunda olan bir eski demirci ustası.. Konuşamayacak kadar halsiz. Derme çatma evin bahçesinde ayazda dikilip konuştuk. İçeriyi görecek hal kalmamıştı bende..Karısı da çıktı kapıya. Bir ara, bacaklarım şişti, hastaneye kontrole gitmem gerekti.. gidemedim.. dedi. Pijamasının paçasını sıvayarak baldırını gösterdi.. Uzun bir kırmızı iz.. pijamanın sıyrılmış paçasından içeri, yukarılara doğru gidiyor... Açık kalp ameliyatı olmuş iki ay evvel. Damar da değiştirmişler, onun izi. 'Otobüse binemiyorum, burası da Koşuyolu Hastanesine çok uzak, taksi 20 milyon tutuyor.. ' Onlara demedim artık, ama ben hafta içi gidip evden alıp kendim götüreceğim.. Bunu bile bile arkamı dönüp, sıcak yatağımda rahat uyuyamam, biliyorum..
'Kömürümüz azaldı' dediler.
'Derneğe söylerim, ilgilenirler..'
Geç oldu.. Tüm kolileri teslim ettik.. Eve döndük.. İnternete bağlandım, İSKİ'nin sitesine girdim.. Ücretsiz su verip veremeyeceklerini sordum.. Cevap bekleyeceğim.. Bir de sizlere yazdım bu yazıyı.. Bilin istedim.. İlgilenirseniz, zaman ayırabilirseniz, sizler de gidin Deniz Feneri'ne, ara sıra yükleyip arabanıza biraz koli, yardım edin bu işe.. Sevaptır..

Tüküreyim böyle memleketin içine...

aaltan@superonline.com

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   ATM Dedikleri - 2

Mikropluk yapacağım ya, neden ATM ile karışık yapmayayım dedim, Kahve Molası yazarlarını, içine adam yerleştirdiğimiz ATM'lerin yanına gönderdim, neler oldu ?

" Aaa ! Sen şu meşhur Ahmet ALTAN mısın ? "
- Yok kardeşim, değilim.. Tamam, ben de meşhurum ama sadece Kahve Molası'nda... Sen nereden bileceksin ki ?
" Hady hady, numara yapma bana, gerçi hesabında o denli meşhur bi adamın olması gereken para hareketleri yok ama yine de kıllandım senden ! "
- Sırf hareket olsun diye zırt pırt üç milyon yatırıp, beş milyon çekmemiz mi gerek yani ? Sinir etme beni de ver şu paramı ! Canın sohbet etmek istiyorsa Kahve Molası'na gel diyeceğim ama...
" İşte bak, dün size bir havale gelmiş ! "
- İyiyim kardeşim çok şükür havale mavale geçirmedim.
" Hmmm havaleyi gönderen Editör Cem, aaa ben bu adamı biliyorum, geçen hafta da havale göndermişti birilerine ama ama bu kadar komik değildi canım telif ücreti diye yolladıkları, ooo beyim size çok az yollamış ! Bu kadar yazı yaz, üçotuz para ! Hıh ! "
- Ne diyon lem sen ? ! Ciddi misin ? Kimlere kaç para yollamış bu Editör ? Ben bi sürü yazı yazdım, olmaz öööle şey, en fazla bana göndermiş olmalı eğer gönderdiyse ..!
" Yok beyim, biliyorum senin havale çok az, üüüüüfff diğerlerine gönderilenler ! Dur bakiiim Hüsam diye biri vardı, Enişte diye biri vardı, sana gelen havale çok komik onların yanında yaa ! Hay allam açıklama bilgisine de bahçıvanlık ve marangozluk ücreti de dahildir yazmış..."
- ???? Hiii ! Bana kelek haaa !
" Hatırladım sadece sana değil, Ters Köşe'ye de böyle komik bi havale ücreti vardı ! "
- Duydun mu kıs Mehtap, Editör bize LoLo yapmış !
Duydum, ölümlerden ölüm beğensin Editör Efendi ! Ne gerekçeyle bize öyle davranmış sorarım ben ona...
" Gerekçesini ben de biliyorum galiba ! Sizler geçen toplantıda bi mikrop'luk mu ne yapmışsınız ? Sanırım Baba'yı, Hüsam diye ortalığa sarmışsınız ! Özellikle Enişte'yi fena halde kafaya almışsınız ! "
Bu ATM felan değil, KMDM galiba Altan'cığım...
- O ne demek kıs öööle KMDM ?
Kahve Molası Dedikodu Makinası...

Açılın kenara millet ! Yine kendini bilmezin biri girivermiş ATM'nin içine, 5 dakka büyük su dökelim dedik, çık dışarı be adam...

- Hiii ! Enişteeee ! Seni mikrop yuvası seni ! Gel Mehtap girişelim şuna !

Sonuçta ben eski ATM'leri istiyorum, yani ATM'siz günleri... Banka şubesinden içeri girmek, güleryüzle karşılanmak, çay-kahve ikram edilmek.. Bu soğuk nevalelerden hiç mi hiç hoşlanmıyorum, o tuşa bas, bu tuşa bas, para miktarını gir, olmadı bu ATM'den bu kadar para veremiyoruz, kağıt veremiyoruz, vs.vs.. Gerçi bunların bir kısmını emekli maaşı alma veya vergi iade zarfı verme günlerinde ATM'siz olarak yaşamaktayım ama güleryüzlü bayanların yerinde zart zort eden nemrut suratlı adamlar var, pek çekilmiyor yani anlayacağınız.. Galiba hepimize en iyisi güleryüzlü bir teknoloji dilemek..ATM kartını takıyorsun, hoş bir ses :

Hoşgeldiniz Ahmet Bey, epeydir sizi göremiyoruz, nerelerdesiniz kuzum ? İşleriniz nasıl ? Umarım herşey iyidir de biz de sizlere milyarlarca para vermekten onur duyarız, kısaca bir rakam girerseniz biz onu milyonla çarparız ve derhal öderiz, siz de savaşsız, barış ve sağlık dolu güzel günlerde harcarsınız, daha sık uğramanız için az para mı verelim yoksa ? Bu kadar özletmeyin canım kendinizi, hady uzatın lütfen yanağınızı da bi makas alayım..!

dese fena mı olur yani ? ATM dediğin böyle olmalı, insanın yüreği sevgiyle dolmalı...

asesen@turk.net

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


BÖRTÜ BÖCEK

Küçücük başını toprağı iterek ürkekçe dışarı çıkaran bir böcek gibi, şapkasını kaldırdı. Etrafı şöyle bir kolaçan etti. Kokusunu duyduğu bahar çiçeklerini görebilecek miydi? Toprak kokusunu ne çok severdi. Hele yağmur yağdığında... Havalar soğukken... Koşar adımlarla, ıslanarak yürüdüğü sokakta sıcacık bir evin hayalini kurardı hep. Sobanın üzerindeki kestanelerin kokusu burnuna tüterdi. Soba keyfi onun için özeldi. Soğuk bir havada üşüdükten sonra varılacak en güzel, en mutlu sığınaktı sobalı ev. Sıcacık bir oda...Ve cam bölmeden izlenen alevler... Sobanın başında geçirdiği zaman onu hiç sıkmaz, saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdı. Alevlerin uzayıp kısalan, parlayıp silikleşen, kızılın tonları arasında gidip gelirken titreşen her halini bir nesneye benzetirdi. Bir hayvan, bir insan veya başkaca bir çok şey vücutlandırır, çoklu ortamlar yaratırdı. Bazen bir çifti seviştirir, bazen hayvanları dövüştürürdü. Bazen mitolojik kahramanlara benzetirdi şekillerini. Alevlerin dünyası gizemli, dinlendirici ve eğlendiriciydi. Hızı ve tonları değişen alevler anılarının, hayallerinin ve ruhunun gölgesini gezdirirdi gözlerinin önünde. Kuyruğunu kıvırıp bir kenarda uyuyarak kedileşirdi nerdeyse. Alevler hükümlerini sürdükten sonra dinginleşir, meydanı közlere bırakırdı.

Kaloriferli bir eve taşınmaları gerektiğinde herkes sevinmişti. Her yer sıcak olacak, kömürle uğraşılmayacak, kül derdi olmayacak diye. Oysa o kendisiyle yaşıt sobasıyla çok mutluydu. Bir çok şeyi paylaştığı bu yaşlı dostunun gitme vakti gelmişti. Onu kovuyorlar, yılların emeğini akıllarına getirmiyorlardı. Sevdiklerine bağlanırdı. Vefasızlık ve nankörlük edemezdi, kopamazdı kolayca... Günlerce surat asmış, diller dökmüştü göndermemek için onu. Nafile... Onların deyimiyle her tarafı dökülen bir hurdaya külüstüre ayrılabilecek kadar boş yer yoktu evde. Eve bir eskici çağrıldı ve sobacık o evden ebediyyen uzaklaştırıldı. Ve o an...Ayrılık anı... İçinden bir şeyler koptu.. Çok gürültülü, yakan, acı veren bir kopuştu. Daha doğrusu koparılış... Bırakmak istemiyordu yaşlı dostunu, o da gitmek istemiyordu. Boğazı düğümlendi... Hıçkırarak ağlamaya başladı. Arkadaşları bu halini görseler gülerlerdi. Gözyaşlarını saklamazdı kendisi istemedikçe. Vedaları sevemeyeceğini o gün bir kez daha anladı.

Ev halkı mutluydu. Nostalji merakından mıdır nedir dostunu giderek unutacağına özlüyordu. Sobasıyla birlikte kendisine ait bir parça gitmiş gibiydi. O parça sürekli onu çağırıyor, istiyordu. Dayanamadı. Gidip eskiciyi buldu. Sobanın kime verildiğini öğrenmek istiyordu. Eskici meraklandı, sıkıldı... Durumu anlatmayı zorluklarına karşın becerdi. Birlikte yeni sahibin evinin yolu tutuldu. Kapı çalındı. Çok heyecan verici bir andı. Bilinmezlikler daha da körüklüyordu heyecanını. Bir tarafta kavuşma hayaliyle son bulacak özlemler, diğer tarafta evine gelen bir deliyi haklı olarak kabul etmeme olasılığı olan yeni sahip. Kapı açılırken adrenalin oranı yukarıları buldu. Soluğu kesilmek üzereydi neredeyse. Ne nasıl anlatılacaktı diye kurgularken konuşmaya başladı. Allah'tan dili sökülmüştü. Durum anlaşıldı. Ve içeri alındılar. Soba yanıyordu. Bir süre yanında oturdu. Götürdüğü kestaneleri ev sahibine hediye etti. Kavuşmak çok güzeldi. Ona kendini hep yanında hissedeceği bir şey bırakmak istiyordu. Bu minderinden başkası olamazdı ve zaten yanındaydı. Onu izlerken oturduğu ve uyuduğu minderdi bu. Giderken dostununun kulağına fısıldadı. Seni bundan sonra da görmeye çalışacağım. Ancak hayat bu. Gelemeyebilirim de. Seni unutmayacağımı bende kalacağını bilmeni isterim. Sana da beni hep yanında hissedeceğin bu minderi bırakıyorum. Ona iyi bak dedi. Sevgilerini sunarak ayrıldı yanından. Yıllar geçerken benzerlerini değişik yoğunluklarla yaşadı. Ama hayat herkese olduğu gibi ona da çok şey öğretti. Bir insanı, bir nesneyi gereğinden çok çok fazla sevmemek ve bağlanmamak gerektiğine inandı. Doğrusu buydu sıkmamak, zarar vermemek ve görmemek adına. Buna rağmen gerçekler onu kendinden edemedi. Sadece hamurun kıvamına gelmesini sağladı. Güzeldi bu duygular ve yaşanasıydı. İnsan var oldukça ona ait olanlar da var olmalıydı. Bütün mesele kararını bulmak, dengeyi sağlamaktan ibaretti. Tekrar başını kaldırdığında yolun tükendiğini ve evinin kapısına vardığını gördü.
Sadece gülümseyebildi. Çünkü o hala nasırlı ve nostaljik bir deliydi.

Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Yazmayı nasıl öğrendim

Merhaba kardeşler,

Kahvemolası okuyan bir kardeşimiz "Hüsam abi okumayı nasıl öğrendiğini biliyoruz, yazmayı nasıl öğrendiğini de hafif çıtlatmıştın, anlatsana" demiş. Emrin olur sevgili kardeşim, derhal anlatayım.

Okumayı ve bilahere yazmayı ben de herkes gibi ilkokulda öğrendim ama herkes gibi birinci sınfta öğrenmedim. Ben, okulu çocuklar yaramazlığı sokakta tozun, toprağın içinde değil de böyle hep birlikte toplu olarak düzgün bir yerde yapsınlar diye gidilen bir yer sanıyordum. O yüzden benim için ders ile teneffüs arasında bir ayırım yoktu, sadece derste koşamıyordum o kadar. Sınıfa girince herkesin defter kitap açtığını görünce ben de açıyordum önüme bir şeyler, ben de onlar harfleri tekrar ederken ağzımı açıp kapatıyordum ama ne olup bittiğini bir türlü anlamıyordum. Dersler benim için teneffüslerde azmaktan yorulan bedenimi dinlendirme saatleriydi. Zil çalınca da benim gibi sopalık arkadaşlarımla mermi gibi fırlardık ve nedense yerli, yersiz alt alta üst, üste boğuşurduk,. Teneffüs bitince yaka, paça bir yanda, kan, ter içinde sınıfa geri gelirdik. Niye öyle her gün Yeniçeri talimi gibi dövüşür dururduk bilmem ama hiç yerimizde duramazdık.

Böyle bir öğrencilikle ben birinci sınıfı teneffüslerde herkesin dikkatini çekerek, derste ise hiç kimsenin dikkatini çekmeyerek bitirdim, resmen arada kaynadım gittim. Geldik ikinci sınıfa, bu sefer iş daha ciddi, matematik dersi falan da var. Ben yazın Teksas, Tommiks sayesinde okumayı sökmüşüm ama hiç yazabilirliğim yok, öyle kargacık, burgacık yanımdakilere bakarak çiziktiriyorum bir şeyler o kadar. Bir keresinde çivi yazısı gibi şeyleri ödevdir diye yutturmaya kalkınca öğretmenden fena dayak yedim ama uğraşmama rağmen bir türlü hatasız bir kelime bile yazamadım.

Ben böyle haybeden okula gidip gelirken bizim sokağa birileri taşındı, tam hatırlamıyorum ama babaları havacı subay veya astsubay olan bir aile, böyle çakı gibi bir adam ama esas bir kızları var ki o kadar olur. Sarı saçlı, mavi gözlü Barbie bebek gibi bir kız. Mahalledeki akranım hayta takımı arasında bir adet vardı, mahalledeki kızları aramızda "o benim, şu senin" diye paylaşırdık, tabi kızların bundan haberi bile yok, biz kendi kendimize, bacak kadar boyumuzla zamparalık yapıyoruz. Ara sıra birbirimize "seninkini okulda bir oğlanla gördüm" gibisinden gaz da verirdik, bu gazlar bazan gidip kıza dayılanan arkadaşların kızın abisinden ya da babasından sopa yemesine neden olurdu ama olsun o bile derin aşkımızın bir parçasıydı. Ben yeni komşu kızını görür görmez "bu kız benim" diye el koydum ama her ihtimale karşı bir iki kişinin de gözünü patlatarak durumu tescil ettirdim..

Kızı gözüme kestirdikten sonra başladım evlerinin etafında dolanmaya. Kız benden büyük, beşinci sınıfa gidiyor ama o sabahçı ben öğlenci olduğum için okulda da göremiyorum ve bir türlü tanışamıyorum bile, sadece öyle kederli, kederli dolanıyorum evlerinin etfrafında. Kızı etkilemek için birşeyler yapmam lazım ama ne yapacağımı bilemiyorum, tek bildiğim marifet birilerini pataklamak onun da böyle bir kızı etkilemeyeceğini anladım, düşünüp duruyorum ne yapsam diye. Sonunda okul dönüşleri, elimde defter, kalem evlerinin karşısındaki duvarın dibine oturup kafam havada, sanki çok derin şeyler düşünüyor gibi oturmaya başladım. Üç kuruşluk aklımla kız beni böyle derin, derin düşünürken görünce bayılacak sanıyordum. Halimi bir görseniz tam komedi, her akşam okul dönüşü çantayı kucağıma koyup evlerinin karşısına oturuyor, böyle gözlerimi kısa, kısa atom alimi pozlarında kafa sallayıp duruyordum, sanki az evvel NASA'dan yörünge hesabı yapma işi aldım, o kadar çetrefil şeylerle uğraşıyorum yani. Bir de sanki boş, boş düşündüğüm anlaşılacakmış gibi kafadan matematik hesabı yapıyorum, o zamanki kafa ne olacak, muhtemelen "iki kere beş on, bir daha onbir, hımmm" gibisinden zırvalayıp duruyorum.

Benim tarafımda durum böyle ama kız ne düşünüyordu derseniz inanın bilmiyorum, yalnızca ben duvarın dibine oturduktan sonra pencereye çıkar gülümseyerek bakardı. Artık insanca bir hoşgörüyle halime acıdığı için biraz gülümser miydi, yoksa her akşam gelen üst baş itişmekten yırtık, pırtık bir oğlanın öyle pozlara girmesine gülmeden edemez miydi, bimiyorum. Böyle gide, gele bir iş çıkmayınca mektup yazmaya karar verdim ve gördüm ki ben yazı yazmayı bilmiyorum, nasıl utandım, kahroldum anlatamam. Yaklaşık iki hafta yemedim, içmedim pür dikkat ders dinledim, babam duyarsa döveceği için anneme yardım etsin diye yalvardım ve sonunda hatasız bir şeyler yazabilir hale geldim.

Yazmayı sökütünce bu sefer atom alimi pozları yerine Karacaoğlan pozları başladı, aslında görüntüde değişen bir şey yok, yine aynı oğlan her akşam evin karşısında oturuyor ama bu sefer aklımca, mektup, şiir falan yazıyorum ve salak, salak kızın bütün bunları anladığını sanıyorum. Sonunda ıkına, sıkına bir mektup yazdım, ne yazdığımı tam hatırlamıyorum ama sonunun "gör bak bana ne ettin, seni seven Hüsamettin" diye kafiyeli bittiğini çok iyi hatırlıyorum. Bir kaç hafta da mektubu vermek için dolandım bir türlü veremedim. Bir akşam üstü evlerinin önündeki mesaime geldim ki ev bomboş, neye uğradığımı şaşırdım, meğerse lojman çıkmış oraya taşınmışlar. Ben böyle bok gibi ortada kalınca bir kaç arkadaşı bana niye taşındıklarını haber vermediler diye sopaladım, bir kaç hafta dertlendim ama sonra unuttum gitti.

Şimdi bile bu sevimli kızı bilmeden de olsa bana yazmayı öğrettiği için minnetle anarım, kulakları çınlasın. Haa unutmadan, adı Aysun'du.

Kalın sağlıcakla dostlar.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Medyatik : Selcan Lafçı


"BETÜL KASNAKLI" İÇİN ARKADAŞLARI ARASINDA KULLANILMASI, DİĞER BETÜL'LERDEN AYRILABİLMESİ VE KENDİNİ İYİ HİSSETMESİ AMACIYLA HAZIRLANAN KISALTILMIŞ İSİM ÇALIŞMASI

Öncelikle Betül Kasnaklı'nın neşeli, dışa dönük/sosyal, olgun kişiliği gözönüne alındı. Kısaltılarak bulunacak ismin bu kişiliği yansıtması en önemli nokta olarak saptandı.
Daha sonra mevcut kısaltılmış isimler gözden geçirilerek benzeşmemesi gerektiği sonucuna varıldı. Örneğin Apo, Memo, Bülo gibi halk arasında yaygın olarak kullanılan kısaltılmış isimlerin kısaltma tekniklerinden yararlanılmaması, sözcüklerin anlamlarından yola çıkılması kararı alındı.

Daha sonra oniki kişinin katılımıyla yapılan "brainstorming" toplantıları sonucunda ortaya atılan öneriler değerlendirilmek üzere bir "focus group" a sokuldu. Focus group, önlerindeki isimleri değerlendirebilecek vizyona sahip, 18 yaş üstü, %51 kadın, %49 erkek, en az üniversite mezunu, ABC1 SES grubundan oluşturuldu. Focus Group önerilen 600 ismi 100'e düşürdü.

Bu 100 isim ajansta Pazar günü yapılan ikinci bir toplantıda tekrar gündeme alındı ve dokuz saat süren ateşli, gergin, derin tartışmalar sonucunda 10 ismin sunulmasına karar verildi.

Bu on isim aşağıdadır. Sayın Betül Kasnaklı istediği birini seçip, hiçbir telif, tasarım, yazım ücreti ödemesine gerek kalmadan tüm hakları kendine ait olmak üzere istediği gibi kullanabilir. Hayırlı olsun...

ÖNERİLEN İSİMLER:
BETİ:
Resim ve heykel sanatlarında varlıkların biçimini anlatan bu sözcük güzel sanatlara karşı hassasiyeti çağrıştırırken, yurtdışında da kullanılma kolaylığı taşımaktadır.
BEDİ: Aslında sonuna bir i daha eklendiğinde sözcük; güzellik ölçülerine uyan, beğenilen, gözü okşayan, estetik gibi anlamlarıyla bize de çok anlamlı geldi.
BELİ: Telaffuzu güzel olduğu için seçildi. Son hece uzatılarak söylenmeli. Bu durumda sözcük bittiğinde dudakların aldığı şekil yabancıların "cheese" derken ki haliyle aynı.
BENT: Kanun maddesi, kitapların içinde bölüm, set, gazete yazısı, şiirin bölümleri gibi çok çeşitli anlamlara sahip bu sözcük, kullananın kişiliğine bu anlamda katkıda bulanacağından seçildi.
BETA: Yunan alfabesinin ikinci harfi olan BETA'nın, ayrıca bir işareti de olduğundan (klavyede bulamadım!) gerektiğinde paraf yerine kullanılması kolaylığı gözönünde bulundurularak oybirliğiyle seçildi.
BEKA: Tamamen isim ve soyadının ilk hecelerini kullanmayı akıl eden bir yazarımızın önerisi. Onu kırmamak için seçtik.
BEST: Tek heceli bu öneri anlamının çağrışımı nedeniyle kazandı.
BEK: Mola'dan bir arkadaşımızın da önerdiği bu isim, savunucu anlamıyla, futbolun son yıllarda kazandığı imajdan da yararlanarak, sinerji yaratmak amacıyla üretildi ve hiç düşünmeden önerildi.
BEN: Tekil birinci kişiyi gösteren zamir. Bireyi öbür varlıklardan ayıran bilinç. Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öge, ego. Daha ne olsun?
BÜT: Anlamı olmayıp, bütünlüğü ve Betül'ü çağrıştırdığı konusunda ortak görüşe varılan bu öneri de oybirliği ile seçildi.

Editör'den Not: Yukarıdaki yazı, Sevgili Betül Kasnaklı için özel olarak yazıldığı halde, tarafımdan yayınlanmasına karar verilmiştir. Hayl...

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Libya'yı Yakından Tanıma Çabaları...

Ertesi gün Trablus'daki Ticaret Müşavirliğine ve kent merkezindeki Türk Hava Yolları Bürosuna gidip güncel sorunlar, dış ticaret rakamları, başlıca ithalat malları, yılda taşınan yolcu sayısı gibi istatistiksel bilgiler aldık.

Akşam yemeğinden sonra da Ekip Başkanımızın odasında toplandık ve elbirliğiyle raporumuzu yazmaya koyulduk. Özetle Libya'daki ticari ve ekonomik potansiyeli ve petrol alımları ile finanse edilebilecek bir mal ve hizmet dışsatımı projesinde Bankamızın oynayabileceği aracılık rolünü vurgulayan raporumuzu gece geç saatlere kadar çalışıp 3-4 günde tamamladık.

.....

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_56.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.053 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


GÖZLERİN

Gözlerinde
Başlamıştı yolculuk .

Bana,
Senden bir şey bırakmayan.
Beni ,
Sensiz kılan.

Gözlerin,
Beni yıkan.

Bulunmayan...

Gözlerin ,
Alıp buralardan,
Uzaklara taşıyan.

Mustafa Berker Şişman

<#><#><#><#><#><#><#>

BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Alıp başımı gitmek isterim
Bir akşam bir kente girerim
Kayısı ağaçları arasından
Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Uzaktan bir bulut geçer
Karanlık bir çocukluk bulutu
Gerçeküstücü bir ressam
Dünyayı değiştirmeye başlar
Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların
Rengi birbirine karışır

Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde bir gökyüzü
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar

Ataol BEHRAMOĞLU

 Biraz Gülümseyin



Umarım konuşma sekse dair değildir!?..

Her Sabah

Yeni evli bir çift evde ilk günlerini geçireceklermiş. Gelin uyanmış. Bakmış damat yatakta yok. Kapı deliğinden kocasının ne yaptığına bakmış. Yeni damat sobayı yakmış, kahvaltıyı hazırlamış, gömleklerini ütülemiş. Kadın iyi bir adama düştüm diye çok sevinmiş ve yatağına yarım kalan uykusunu tamamlamaya gitmiş. Birkaç dakika sonra damat gelini uyandırmış. Gelin uyanmış ve damatdan sabah duyduğu ilk söz gelinin bütün sevincini alt üst etmiş ;
- Her sabah böyle isterim...

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://62.210.133.45/bahianese.htm
Özellikle Güney Amerika müziğinden hoşlananlara özel bir çalışma. Bilgisayar'ınızın sesini abartmadan açıyorsunuz, hele işyerinizdeyseniz sadece kendiniz duyacak kadar açıyorsunuz. Ekrandaki müzisyenlerden istediğinizi üzerine tıklayıp aktif hale getiriyorsunuz. İyi eğlenceler.

http://j.karcher.free.fr/musique.htm
İşte sizlere müzik konusunda farklı bir çalışma daha. Diğerlerinden en büyük farkı müzik ses ile değil resim ile sizlere sunulmuş. Gerçekten hoş bir sanatsal çalışma. Sayfa dili fransızca; fakat bu sorun yaratmıyor. Görsel ziyafet kesinlikle mükemmel

http://www.ntvmsnbc.com/news/88009.asp?cp1=1#BODY
Pirinçle yapılmış özel yemek tarifleri sunuyorum sizlere. Ağırlıklı olarak salata tarifleri olması sanırım iştahınızı kabartacaktır. Afiyet olsun efenim.

http://www.minikjaponya.com/Tarifarsiv.asp
Pirinç ile başladıysak yemek tariflerine japon yemekleriyle devam edelim iştahınızı kabartmaya. Bu yemekleri yapmak için gerekli malzemeleri bulamayanlar için özel tavsiye, site içerisinde japon restaurantlarının adres ve telefonları veriliyor.

 Damak tadınıza uygun kahveler


3DNA Desktop v1.0 [31.4M] W2k/XP FREE
http://www.3dna.net/
Evet oldukça yüklü bir program. Ama yaptıklarına bakınca değdiğini göreceksiniz. Bilgisayar ekranınızı gerçek bir 3 boyutlu ofise yada denize nazır villaya dönüştürmeye ne dersiniz? Tüm dosyalarınız çekmecelerde, müzik parçalarınız müzik setinde, oyunlarınız bir basketbol topuna girmiş. Ofis kullanımı için olmasa da ev bilgisayarları için oldukça hoş bir kullanım kolaylığı sağlıyor. Özellikle çocuklar için hoş bir makyaj olabilir. Yalnız dikkat edin sadece Windows XP ve Windows 2000 için. 98'lere uygun değil maalesef.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030128.asp
ISSN: 1303-8923
28 Ocak 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com