|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 196 |
31 Ocak 2003 - Muz Cumhuriyeti |
Merhabalar,
Göz açıp kapayana kadar geçti gitti 1 ay. Geldik ayın somuna. Bugün Türkiye'nin hayati günlerinden biri olacağa benzer. Devletin zirvesi, Ankara'nın zirvesinde biraraya gelip ABD'nin isteklerini görüşüp karara bağlamaya çalışacaklar. Başbakan, yardımcıları ve bakanlar MGK'ya katıldıkları halde, sözde muz cumhuriyetinin sanal başbakanı Tayyip Bey zirveyi el, göz ve kulak yordamıyla izlemeye çalışacak. Ancak muz cumhuriyetlerinde rastlanabilecek bir pişkinlikle, sıfatsız, suratsız ahkam kesmeye devam eden beyefendinin de sözü edilecektir herhalde zirvede. Irak'tan Kıbrıs'a her hayati konuda bağlayıcı ve dahi rencide edici konuşmalar yapıp dolaşan bu adama birileri dur diyecektir umarım. Kasımpaşa'nın bağrından kopup Anadolu'nun bağrına bir ok gibi saplanan bu yağız delikanlı sanki başbakanı, ya adam gibi hükümetin başına getirin yada söyleyin zamanı gelene kadar sussun diyecektir herhalde birileri. Bir Cumhurbaşkanı'na susup otursun diyebilecek kadar cüretli bu adem kimdir allahaşkına? Hangi sıfatla beni yedi düvele rezil etmektedir? Tam sıfatı olup rezil edenlere alışmaya çalışırken, bir de başımıza bu adem çıktı. Kendisi yetmezmiş gibi, lüferden hallice saçı saklı zevcesi de medyanın yeni assolisti oldu. Derinden derinden şırınga edilmeye çalışılan, zararsız türban, hoşgörülesi türban söylemlerine yardım ve yataklık eden medya ve sevgili kalemşörlerine de helal olsun. Yedikleri, içtikleri helali hoş, tuttukları altın, beyinleri bomboş olsun, emi? Bugün yerim dar, fazla konuşamayacağım. Hele şu hafta sonu bir geçsin söylemeye çalışırız bugün söyleyemediklerimizi.
..........
Bu haftadan başlayarak her Cuma, "Kahve Kremaları" isimli yeni bölümümüzü Sevgili Zeynep'in katkılarıyla hazırlayacağız. Umarım beğenirsiniz. Huzurlarınızdan hüpp diyerek ayrılırken sizleri birbirinden güzel yazılarla başbaşa bırakıyorum. Hafta sonunuz huzurlu, mutlu ve neşeli geçsin. Kendinize iyilik yapmayı ertelemeyin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Herkese merhaba,
Her hafta bu bölümde size keyif alacağınızı umduğum, haftanın sanat olayları ile ilgili bir mini-rehber hazırlayacağım. Bu rehber tamamen kendi görüp, gezdiğim sanat olaylarını siz dostlarla paylaşma duygusu içinde hazırlanmıştır. Mesleğim film yapımcılığı olduğu için, sanatsal faaliyetleri izlemekte işimin vazgeçilemez bir parçası oluyor. Dolayısıyla, 'kahve kremaları' gündelik yaşam içinde sizleri daha fazla haberdar edebilmek için, sevgili editörümüzün ve benim birlikte geliştirdiğimiz bir projedir. İstanbul içi ve özellikle dışından bana göndereceğiniz bilgiler ve yorumlar çok önemli bir kaynak oluşturacaktır. Elbetteki sadece İstanbul ile sınırlı olmak istemiyoruz.
Geçtiğimiz hafta, galeri nev'de çok güzel ve ilginç bir sergi gezdim. Nazif Topçuoğlu'nun, 'Okuma Kitabı' başlıklı fotoğraf sergisi, gerçekten çok güzeldi. Fotoğraf olmanın ötesinde bir konsepti çok güzel yansıtmış, bilgi, erdem ve b toplumdaki genç kızlar üzerine yapılmış göndermeler var...
İki gün önce sevgili dostlarım Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer, Oyun Atölyesi'nin 31.Ocak.2003'den itibaren, 3 yıl önce sahneledikleri 'Dolu Düşün, Boş Konuş' isimli oyunlarını yeniden oynamaya başlayacaklarını müjdelediler. Ben bir kez daha izlemeye gideceğim, düşünmek ve gülmek ve daha ötesi bir tiyatro şöleni izlemek isteyen herkese öneriyorum. Program ve detayları Oyun Atölyesi'nin sitesinden sağlayabilirsiniz.
http://www.oyunatolyesi.com
Geçen haftasonu İnci Aral'ın, Mor isimli romanını okudum. Sade, yalın, kadın gözünden bir erkek hikayesi... Yakalamış olduğu objektif bakış açısını sevdiğimi söyleyebilirim.
Bu haftaki sinema önerilerim, Bond hayranları için şu anda 2. haftasına giren
'Başka gün öl', çoçuklu aileler için 'Asteriks ve Oburiks-Görevimiz Kleopatra', iyi oyunculuklar ve aşk filmi izlemek isteyenler için , 'Ay Işığında' olacak...
Eleştiri ve yorumlarınızı bekliyoruz.
Zeynep Özbatur
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Yaşamak zor zenaat
Merhaba,
Hepimiz bir hır, gür içinde ömrümüzün geçtiğinin farkında olmadan yaşayıp gidiyoruz. Bu hay, huy arasında ne kendimizin, ne de başkalarının hayatlarının aslında ne kadar zor olduğunu sanırım fark etmiyoruz. Ben bunu hep İstanbul traifiğine benzetirim, ne dediğimi anlatabilmek için şöyle bir örnek vereyim. Bir gün çıkın Zincirlikuyu'daki üst geçidin üstüne, aşağıdaki trafiğe bakın, dehşete kapılmazsanız ben de bir şey bilmiyorum. Arabalar öyle süratli ve birbirine yakın geçiyorlar ki, her an birbirlerine çarpacakmış gibi görünüyorlar. Dışardan bakınca bizi bu kadar dehşet içinde bırakan trafiğe belki bir kaç dakika sonra biz de katılıyoruz ve farkında olmadan böyle yaşayıp gidiyoruz.
Başkalarının hayatları hakkında ise hemen hiç düşünmüyoruz bile. Bize göre en zor, en zahmetli, en sıkıcı yaşam bizimkisi. Bir türlü yetinmeyiz, bir türlü mutlu olmayız ve aslında çok daha zor yaşamların olduğunu benim gördüğüm gibi yakından görünceye kadar böyle düşünür gideriz.
Geçen gün, öğlen tatilinde dükkanın önünde soğuk havaya rağmen biraz oturayım dedim. Gelmeyen paralardan, karşılıksız çeklerden, adamın canını almaya yeminli bankalardan bunaldım baharda güneşe çıkarılan ihtiyarlar gibi attım bir sandalye sıkılıp duruyorum. Bir ara kulağıma sert bir kadın sesi çalındı, hafif kırgın ama tok bir sesle "dilenmiyorum ben yavrum" diye birini azarlıyor. Döndüm baktım bizim dükkanın girişinde yaşlıca bir kadın bizim çıraklardan birisiyle tartışıyor, olur a bizimki bir densizlik etmiştir diye müdahele ettim. Hakikaten de etmiş, yaşlıca bir kadın elinde bir çanta kendi ördüğü dantelleri satmak için içeri girmek istemiş, bizimki de "Allah versin teyze, patron yok" diye savmaya kalkmış. Hemen bizim deyusun kulağına asıldım "çabuk teyzeden özür dile, sonra defol içeri" diye azarladım, yarım ağız özür dileyip savuştu. Ben de özür dilemek için dönünce karşımda eski ama temiz giyimli, inanılmaz derecede gururlu bakan hani "asil insan" derler ya, o tarzda birini gördüm. "Buyrun annecim ne istemiştiniz?" diye sordum, belli ki hala siniri geçmemiş, kırık dökük "kendi ördüğüm dantelleri satıyorum oğlum, belki alan olur diye bakmıştım" dedi. Bu yaşlı kadın bana öyle bir his verdi ki, kesinlikle öyle karşılıksız bir yardım yapamayacağımı anladım. İçeri buyur ettim, "bizim sekreter kızlar var, onlar bakar, hem bir çayımızı için" diye.
Teyzeyi aldım odama kadar çıkardım, hemen komşu şirkettekiler de dahil tüm kızlara haber verdim, onlara zaten eğlence lazım koşup geldiler. Teyzeye bir şeyler ikram etmek istiyorum ama tepkisinden korkuyorum, sonunda "teyzecim bu kızların işi uzun sürer, ben de yemek yiyecektim, gelin beraber yiyelim" dedim. Biraz, mırın, kırın etti, "ben de yemiştim" falan dedi ama razı oldu, yemek yerken herhalde bana güvenebileceğini hissettiğinden midir, nedir kısaca hikayesini anlattı. O anlattı ben gözlerim dolu dinledim, teyzem emekli ilkokul öğretmeniymiş, kocası öleli çok olmuş, tek oğluyla yakınlarda oturuyormuş, iki üç ay önce oğlu ölümlü kaza yapmış ve hapse düşmüş, tabi çalıştığı işten de çıkarmışlar, "emekli maaşı zaten yetmiyor oğlum, ben de dantel yapıp satmaya başladım" diye anlattı.
Bir an düşündüm, herkes için şu karşımda oturan kadıncağızın durumuna düşmek işten bile değil, ben de onun oğlu gibi istemeden böyle bir kaza yapabilirim, hapse girersem ne dükkan kalır, ne iş, ne başka bir şey, bir süre onu bunu satıp idare ederiz ama ya sonra, gerisini düşünmek bile istemedim. O zaman söylene, söylene sırtımızda bir yük gibi taşıdığımız hayatlarımızın değerini bilmemiz gerektiğini düşündüm. Ben muhtemelen bu akşam paramı ödemeyenlere ve bu hayata söve, saya evime gideceğim, belki evdekilerin de canını sıkacağım, ama sıcak bir evde, yemeğimi yiyip, içkimi içip, sevdiklerimle beraber olacağım ama muhtemelen akşamı kendime ve evdekilere piç edip bu hayatın anasına söverek yatacağım. Ya bu teyze ne yapacak, hiç parası var mı, dantel satabilecek mi, evde ısınabiliyor mu, yemeği var mı, hiç biri belli değil. Biz yaşamımız için gerekli şeyleri zaten temin etmiş olmanın bize verdiği arsızlık, densizlik arası bir duyguyla hayatımızdaki en ufak bir sallantıyı deprem sanıp isyan ediyoruz. Kahvemolası'nda bile buna işaret edip yaşamı ciddiye almayı, iyi taraflarını görmeyi, küçük şeylerden mutlu olmayı öğütleyen yüce gönüllü insanları da "eline sağlık, ne güzel yazmışsın" diye övüyor sonra yine doludizgin itişe kakışa, mutlu olmamaya and içmiş olarak yaşamaya devam ediyoruz. Bunlar aslında düşünülebilen ve hissedilebilen şeyler ama adamın kafasına dank diye vurulması için sanırım insanın karşısına böyle adam gibi, yakınmadan mücadele etmesini bilebilen birisi çıkması gerekiyor.
Teyzeyle konuşurken aklıma Necla'nın böyle şeylere merakı geldi, şaka değil, hanıma "Bin Ladin'in donunda şahane dantel varmış" de, herifi hangi delikteyse bulur getirir, öyle meraklıdır yani. Bir ara komşularla birlikte iyice oynatıp evdeki her şeyin altına dantel ördüydü, sanki kocaman bir örümcek evin her tarafına ağ kurmuş gibi bir görüntü olunca da benim tepem attı, yarısını kaldırdı. Teyzeye "benim hanım da meraklı, isterseniz bir kaç parça götüreyim ama parasını o beğenirse yarın verebilirim" dedim. Aslında içimden bütün paramı teyzeye vermek gerekiyor ama onu kırmamak için böyle söylüyorum. Yemekten sonra kızlar benim kaş göz işaretlerimle de birkaç parça aldılar, "paramız yok sonra veririz" diyenlere de çaktırmadan borç para verdim, teyzeyi uğurladık, gitti.
Akşam karıma çiçek, çocuklara hediye aldım, dantelleri de eve götürdüm. Hanım önce tuhaf, tuhaf baktı ama olanları anlatınca o da duygulandı, dantelleri uzman gözüyle inceledi ve gerçekten beğendi, fiyatlarını duyunca da şaşırdı. Ben bir şey söylemeden ertesi gün gelip teyzeyle konuşmaya karar verdi, öyle de yaptı. Kadın kadına bir anlaştılar sormayın, kalktılar birlikte bizim eve gittiler, tüm komşuları toplamışlar, dantelleri iyi fiyata bir güzel satmışlar, hanım memnun, teyze memnun geri geldiler. Sonra bir anlaşma yaptılar, teyze yaptıkları dantelleri getirip bana bırakacak, hanım da satacak, ben de kurye görevi yapacağım.
Teyzemiz gülümseyerek kalktı, ikimiz de elini öptük, "Allah sizden razı olsun çocuklar" dedi ve dimdik yürüdü giti. Şimdi siz söyleyin bakalım, "Allah razı olsun" lafını kim haketti.
Sağlıcakla kalın dostlar.
Hüsamettin Gezer husam@polygon.com.tr
|
|
Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay Ben Düsseldorf'dayken |
|
Ben güneyde bir marinada çalışıyorum senelerdir.. Biz marinacılar da her sene Avrupa ve dünyadaki "boat-show" ları paylaşır, sen oraya-ben buraya şeklinde hem yeni teknolojiyi görmek, hem eski-yeni müşteri ilişkileri açısından birkaç gün yurtdışına gideriz.. Bana bu sene tekrar Düsseldorf düştü.. Ben Almanca bilmem, Almanya yı da pek tanımam.. Bizim koca patron da benim Düsseldorf a gitmem gerektiğini kulağıma nazikçe(!) çıtlatınca, hiç ses çıkarmadan vize-mize, bilet-bulut işleri için sekreter kızımıza talimat, sonra da olanlara bakın!!!
En önce şu vize meselesi, ne kadar ağırıma gider, ne kadar içim istemez bilemezsiniz.. Sanki ben bu yaşta ve bu kafadayken Almanya denen tuhaf memleketlerine gidip iltica edeceğim, Allah korusun !! Vize için istenen kağıtlar neredeyse bir tomar, koca bir dosya olmuş, imzalarken kramp girdi sağ elime... Neyse arabanın ruhsatı, evin tapusu, teknenin denize elverişlilik kağıdı, işe giriş bildirgesi, genel müdürlükten yazı, çiçek aşısı kağıdı, "gripal enfeksiyonu yoktur" raporu, uçağa binebilir, pişpirik oynar, ayakları kokmaz gibi çeşitli konularda pek çeşitli standartlar yerine getirildikten sonra vize geldi bu sene !! Geçen sene başka bir kentteki konsolosluktan, Türkiye de fazla kalmış bir Alman "Efendim vize verecegiz ama, Osman Bey şahsen gelip alacak pasaportunu !!" kıllığını yapınca, ben de " Yaw kafayı mı yediniz, ben ülkenize ticari ve görevli olarak gidiyorum, sırf benim sakallı ve nur(!) yüzüm için mi bana 500 km yol yaptıracaksınız ?", " Şahsen müracaat isteyecektiniz de neden "Senede kullanılan tuvalet kağıdı metrajı?" şeklinde uzun-tuhaf-bitmez-tükenmez sorular sordunuz?. Ya vizeyi yollarsınız, ya da tüm Alaman müşterilere ben de "sarıkafa" muamelesi yaparım" dedim dedim ama adamlar "Noah deyip, Prophet" demediler.. Ben de o sene "Gelmiyorum o halde, sizin memleketinize kalmadık!!" deyip, vizesiz Uzakdoğu marinalarını ve tropikal meyvaları keşfe çıkmıştım, pek ala pek güzel de olmuştu...
Neyse uzatmıyoruz, bu sene vize falan da tamam ya, bir de bir sürü giriş-çıkışlı, 3 aylık da damgayı "dam!!" diye basmışlar ya laci kaplıya, pek gerine gerine, sağa-sola "Almanya ya gidiyorum, Tayyip Bey görüşmüş ya oradakilerle, ben de bi gidiim bakiim" diye hava atıyor, "Bir şey lazım mı, sosis-bira-lahana ?" falan gibi bitmek tükenmek bilmez "osmanca" espriler yapıyorum.. Neyse yolculuk saati geldi, Dalaman Havaalanı da bilinmez ve gizli bir nedenden kapalı ya (yaw şimdi aklıma geldi, Bush Dalaman ı da "modernize" etmesin sakın??), İzmir-İstanbul-Düsseldorf kuş gibi uçtuk geldik.. Ben biraz tırsarım uçaktan, neyse ki yolda hatırladığım tek şey uçaktaki kabin amiresinin herhalde beni birine benzetip "Beyefendi bir içki daha alır mıydınız ?" sorusunu iki kere sormasıydı..
Bir de girişte suratsız Alman polisi, Almanca(!) olarak "Neden geldiniz, ne iş yapıyorsunuz??" sorusunu sorunca ben koptum, whiskyleri de yutmuşum ya, adama fasih almancamla "Bilader, ya vize sırasında ahret sorusu, ya da girişte, ne iş, kapiş ??" dedim, Alman anladı herhalde kabahatini, "hört" diye damgayı bastı bizim "yengen" vizesine, vasıl olduk , "Diyar-ı Germani" ye...
Düsseldorf ta en kıyak şey taksilerdir.. Şöförlerin alayı Türk, hiç sıkılmadan taksiye binip "meraba" yı çektiniz mi hiç sıkıntı duymadan, istediğiniz yere gidersiniz.. Otele vasıl olup, komşu odadan arkadaşlarım paralarını "house keeping" e çaldırdıktan sonra "Messe" dedikleri fuar alanına gittik.. Ben diyeyim büyük, siz deyin koocaman, aslında fazla büyük bir salonlar zinciri, kanodan, 25 metre motoryata, dalgıç malzemesinden 60 ayak yelkenlilere kadar bir sürü (belki yüzlerce) tekne, high-tech yatçılık malzemesi, balıkçılık gereçleri, lokantalar, tanıdık tanımadık bir sürü insan, gez gez bitmez.. Neyse biz çay ihtiyacımız için Türk standına gidip şöförle başladığımız muhabbete devam ederken, bir yandan da Türk gazetelerin "ora" baskılarını kıraat ediyoruz... Etrafta "Savaş var mı, savaş??" bir de "Akşam n'aapıcaz??" soruları dolaşıyor.. Ben birinci soruya, "Ben bilmem Bush a sor!!", ikincisine de "Şööle insan evladı gibi bir bira içelim, hazır Almanya ya gelmişken !!" diyorum.. Neyse akşam oldu, fuar alanından çıktık otele geldik ve akşam için hazırlanıyoruz.. Bu Düsseldorf ta çok accaip bi şey var, herşeyin "alt" ı var.. Hayatımızın fuar dışındaki bölümü bu "alt" muhabbetinle geçiyor.. Halbuki "altı da üstü de bir" derler ya, Almanya da öyle değil !! Hele bir "alt" bira dedikleri bir nane var ki, Allah diyorum, bardaklar bizim çay bardağının biraz hallicesi, durmadan da tepside dolaştırıyorlar.. Biz de Türküz ya; "Bu neymiş, tadı fena değil ama, hafif, du bakiim bi tane daha yutayım !!" deyip deyip, bi de "Prost" çekiyoruz,"Hüüüüp !!" herkesler mutlu, herkesler keyifli.. Yemek de yine bu meşhur "alt" ın "stadt" ı var, orada.. Arjantin lokantasına karar verip, Arjantin steğini, İspanyol sosu, Belçika lahanası eşliğinde Portekiz servisinden yeyince karnımız da doydu.. Hemen Türkçe "Şimdi nereye??" muhabbeti başladı.. Pek "inn" olduğu bilinen bir bara girmek teşebüssümüz kapıdan birkaç adım içeride son buldu, biz de sağa sola omuz-dirsek darbeleriyle, kıyak bir yere monte olup, tepsiyle dağılan biralardan löpür löpür götürmeğe devam ettik.. Kafayı iyice bulmuşuz ama müzik güzel, etrafta bir sürü oralı-buralı hoş kızlar, çeşitli memleketlerden efendi çocuklar, hep beraber birbirimize bira ısmarlayıp, "çaak" yapıp içiyoruz, geçinip gidiyoruz.. Bir anda baktım ki; bizim "FM 99,5" radyo gibi çalan DJ, birden bizim barlardaki gibi birden "Alman pop" çalmağa başladı..Herhalde hem sözleri hem de hitap sınıfı aynı ki; herkes aynen bizdeki gibi "hoop eller havaya!!" muhabbetiyle hoplamaya başlayınca, ben "Benden paso, yakında bir de Alman kasap havası başlarsa bu arada kesin eziliriz." deyip, dışarı attım kendimi, bir taksi çevirdim.. Şöföre "Bilader, Adolf Ştrasse ye gidelim" dedim.. O da, "Tamamdır abi, saat açmıyorum, zaten yakınız, 5 lira(!) verirsen atarım" dedi.. Hiç sesimi çıkarmadım, kulaklarımda birayla karışık Alaman popu gürültüsü, yatmaktan başka bir şey yoktu aklımda.....
Osman Günay
osmangunay@superonline.com
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Bayanları Bayanlar... |
|
Sürekli okurlarım hatırlayacaklardır, geçtiğimiz aylarda 'Bayları Bayanlar' diye bir yazı yazmıştım. Yazının sonunda 'Bayanları Bayanları' da yazarım demiştim. Açıkçası bu konuyla ilgili bir yazı yazdım. Fakat sonradan o haliyle yayına vermekten vazdeçtim. Biz kadınlar el birliği ile erkekleri yeterince tepe sersemi etmişiz gibime geldi. Hele Dilek Bishku'nun oğlunun ergenliğini konu ettiği yazısında sık sık tekrarladığı 'Günün birinde bir erkek çocuğum olacağını nereden bilebilirdim' sözleri zıpkın gibi yüreğime saplandı, bir oğlan anası olarak.
Ben bu yazıyı yazmaktayken oğlum yanı başımda oynuyor... Saatlerdir yerlerde sürünüp, elindeki asker oyuncakları ipek kravata bağlayıp oraya buraya el bombası gibi fırlatan oğlumu gördükçe, zıpkın içime pek bir derine girer oluyor. Bir gün benim bu minik oğluşumu da mı yazıları, sözleri, oyunları ve kalçaları ile deli edecek kadınlar yani. Kıyamam ben ona.
Arada bir askerlerini ortalığa fırlatmaya ara verip davulunu çalan, hemen arkasından koşup bana bir öpücük konduran minik oğluma yapamazlar bunu. Evde sürekli maç yayını olmasına rağmen, gönül almayı da biliyor kerata, Joy FM açtım annecim senin için diyor, bir öpücük kondurup yine oyuna dalıyor... Sevdiğim şarkılar çalınca sesini açıyor radyonun, aklı oyunda elbet, yinede yüreğinde hep ben varım besbelli... 'Beni seviyor musun?' diye sormak aklıma bile gelmiyor.. O kadar belli ki.
Günün birinde bir kız çıkıp gelecek karşıma. Eminim o kızı da öpecek sık sık, ona da istediği müzikleri dinletecek, sevdiği şarkıları bilecek. Ama o kız ne diyecek? 'Bunları zaten yapmalı', 'Madem sevgilim beni öpmeli, benim zevklerimi bilmeli'. Bütün bunların rüşvet olmadığını, içinden gelenin bu olduğunu, bu çocuğun hamurunun bu olduğunu anlayacak mı acaba gelin hanım? Bu içten öpücüklerin kıymetini bilecek mi?. Durmadan soracak mı 'beni seviyor musun?' diye deli deli..
İşte bu yüzden ben de oğlumun amcalarını rahat bırakıyorum, zehir zemberek yazımı atıyorum çöpe. Evet erkekler bir acayipleşti kabul... Nerede o eski adam gibi adamlar? Bu da tamam. Peki, biz kadınların hiç mi suçu yok bu acayip işte acaba?...
Saldırgan kadınlar yüzünden erkekler kimliklerini kaybetmiş olamaz mı?. Adamları didik didik ettik neredeyse.. Didikledikçe altından çıkanı da hiç beğenmez olduk... İlla ki duygusallıklarını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. (Kolay kolay çıkmıyor tabi, zamanında öyle derinlere gömmüşlerki erkek adam olma uğruna).
Sonuç; Duygusuz şey ne olcak...
Feminist devrim anlayışında kopardık sanki.. Neredeyse erkekleri kadın gibi yapmaya çalışıyoruz.. Yapacağız da elimize ne geçecek? Duygusallıktan yere yapışırlarsa çok mu memnun olacağız sanki?.
Sonuç;Duygusal şey ne olcak...
Erkek adam ağlamaz, erkek adam gülmez, erkek adam iş yapmaz... Bu modeller böyle yetişti arkadaşlar. Erkekleri kurcalamayı bırakalım kızlar. Biz küçük bir kızken bebeklerimize ninni söylerken, erkek kardeşimiz koltuk tepelerinde komencilik oynamıyor muydu? O zaman niye dert etmedik bu durumu? Erişkin olunca birden bire uyurken saçlarımı okşa, bana sabahları şarkılar söyle demek de neyin nesi? Çok abarttık bence meseleyi. Sersem ettik erkekleri...
Siz de şunu unutmayın erkekler, evinde dolma saran, ayağında bebeğini uyutan kadını işe yollamakla en büyük yanlışı yaptınız. Sizin sunduğunuz ile mutlu olacak kadın yerine, kendi kazancıyla bile yaşayabilecek kadını muteber yaptınız ve bu muteber kadının size pek ihtiyaç kalmadı laf aramızda.
Kadın-Erkek. Zıt işte. Zıt!!
Bu zıtlıkların kişide içiçe girdiği, zıtlıkların uyumunda kişilerin zenginleştiği, bu zengin kişiliklerin keşfiyle tüm ilişkilerin derinleştiği insana yakışır şeyler yaşamaya ne dersiniz? İllaki bu zıtlıklar ulu orta meydanda mı durmalı yani... Keşiflerin zevkini yaşamaktan mahrum kalmak da neyin nesi...
Ben kendi etrafımdaki erkekleri kendi hallerine bırakıyorum, oldukları gibi seviyorum. Bunu da minik oğluma örnek gösterilecek üç beş sağlam adam kalsın etrafımda diye yapıyorum...
Ne de olsa bütün çocuklar anneleri kimi severse onu severler.
mehtap_akdeniz@yahoo.com
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Karşı karşıya bulunduğum şeyi tek kelime ile "otorite" olarak tanımlayabilirdim. Arkadaşlarım onun "itaat" dışında herhangi bir duruşa asla tahammülü olmadığını, daha fazla zarar görmemem için benden istenenleri aynen kabul edip uysallıkla boyun eğmem gerektiğini söyleseler de bu denli haksızlığı sineye çekip "peki öyle olsun" diyemezdim. Onunla mücadele etmem gerekiyordu. Onun bilimsel tanımını araştırmanın onu tanımak için uygun bir başlangıç olabileceğini düşünerek işe koyuldum.
.....
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_59.asp
Devamı var
|
Ben Turgut Ankara
İsim olarak Ankaralı Turgut’la karıştırılsamda pek fazla
benzediğimiz söylenemez. Madem böyle bir isim benzerliğimiz var hiç
olmazsa kullanayım dedim. Bir gün beyaz çorap giydim ve
ayakkabılarımın arkasına basarak gezdim. Bunun sonucu benim açımdan
hiç de içaçıcı olmadı. Dört ay peşinden koştuğum kız arkadaşımı ‘Turgut
sana inanmıyorum.’ lafından sonra ancak bir kere görebildim. Bana
aldığı birkaç parça hediye vardı onları istemeye gelmiş. Birde üstüne
üstlük bir koca gün boyunca tabanım ayakkabının kenar kısmına denk
geldiği için bir hafta sanki plajda kumların üzerinde geziyormuş gibi
dolaştım. Bu dondurma reklamını yapan adamda bundan esinlenmiş
herhalde çok iyi anladım kızgın kumlardan serin sulara atlamanın ne
demek olduğunu.
Benim birde soyadımla başım dertte bir devlet dairesine işim düşüyor
memur soruyor.
-Ad Soyad
Cevaplıyorum
-Turgut Ankara
Hemen tersleniyorum.
-Ad soyad dedim kardeşim memleket değil. Ben zaten memleketimi
söylemedimki on dakkada adama adımın Turgut soyadımın Ankara olduğunu
anlatıyorum.
Geçiyoruz ikinci fasla
-Doğum yeri
-Aydın
Hemen laf geliyor.
-Niye
Ne demek niye diye bakıyorum adama
-Niye kardeşim doğum yerin Aydın da soyadın Ankara
Allah Allah ne bileyim ben bu soyadı ben almadım ki benim babamın
babasına soyadı kanunu zamanında verilmiş. O da almış. Belkiide memur kıl olmuştur. Ulan şuna bir soyadı vereyimde yedi sülalesi görsün gününü demiştir.
Adamda haklı çıktı valla ikinci sülalesi gününü görüyor ama yedinci
sülaleye kadar gider mi pek bilemem zira ailenin tek çocuğu
benim. Benim bu soyadını ileriye götürme çalışmalarım var ama sırf bu
ad soyad yüzünden önüm çok tıkanıyor.
Birde düğüne davetli isem işte o zaman gerçekten yandım.İsmimi
bilenler hemen başlıyor.
-Abi bir şarkı söylesene
Niye lan benim adım Müşfik Kenter olsa çıkıp tiyatromu
oynıycam. Millet zaten gaza gelmiş düğünün havasına girmiş.Ben
oynamayı hiç bilmem diyen hatunlar dansözü sende göbek mi atıyorsun
diye yollamışlar. Ergenlik sivilceleri yeni geçmeye başlamış erkekler
bu kızda iyice büyüdü yirmi yaşına geldi maazallah evde kalacak diye
allanmış pullanmış kızların etrafında ufo misali dönüp
duruyorlar. Limonataların içindeki votka miktarının seviyesi bir
hayli yükselmişken bende çıkıp şarkı söyleyeceğim. Bununda tek nedeni
ismimin Turgut Ankara olmasından.
Zorla beni sahneye çıkartmayı başarıyorlar.Ama oraya çıkınca her şey
değişiyor. Sanki Kasımpaşa’da bir düğün salonunda değilde Maksimde
şarkı söylüyormuş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Az önceki Turgut
gitmişde sanki yerine yıllarını sanata vermiş Zeki Müren gibi
oluyorsunuz bir anda. Orkestra parçaya giriyor. Ben sahnenin ucuna
yakın elimde mikrofon. Kablosundan küçük bir çember yapmış sol elimde
tutuyorve fazlasını yere sallandırmış duruyorum. Belden hafif öne eğik
sıra sözlere geliyor. Başlıyorum okumaya. Salonda birden bütün sesler
kesiliyor. Sadece çocukların bir kaçının elindeki çekirdekten çıkan
çıtırtı sesleri ve benim şarkı sözlerim yükseliyor salondan.
Bir kadının feryadı bozuyor bu büyülü ortamı.
-Ay indirin bu adamı dayanamıyacağım...
Bir anda herkes ona katılıyor. Ben ne olduğumu bile anlayamadan bir
anda kendimi sahnenin aşağısında buluyorum. Etrafımdaki herkes
konuşuyor.
-Abi neydi o be!
-Dayanamıyacaktım valla.
-Hava saldırısı olacakmışda sirenleri çaldılar.
-Bizim horozuda getirseydik oda okusaydı bir şeyler vb.
Yani anlayacağınız daha hiçbir şarkıda ikinci satıra geçemedim ah
bir geçebilsem belkide ne cevherler var bende?
Turgut Ankara
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.061 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
YARINA KAÇ VAR?
Bütün camların kırıldığı yerden geliyorum
Geçtiğim yollarda bıraktım gövdemi
Damarlarımı sardım, koca bir yumak oldu
Hemen yeni bir beden örmeliyim kendime
Anlatamıyorum derdimi, yeni kipler bulmalıyım
Tırnaklarımla kazımalıyım bu nükleer göğü
Hem silah hem barış düşü satıyorlar, ağlamamalıyım
Ağlamamalıyım kiralık umutlara, gezgin anlamlara, başıbulanık
Derdimi, diyorum; olmuyor
-yeni diller bulmalıyım-
Çağım çoğul ölümler çağı
-tekil ne kaldı?-
Çağım beyaz bayraklı diller çağı
-ozan mezarı-
Bir şiire bir ömür yetmiyor ve ozana şiir
- ne zaman yetmişti ki?-
Bulunmamış sözcükler gömülü her dakikasında
-yarına kaç var?-
Çağım yedi başlı ırmaklarıyla kan çağlayanı
-yarına kaç deniz?-
Seval ESASLI
<#><#><#><#><#><#><#>
AŞK AKIŞI
Aşklar vardır, adak ağacına çatılmış beşik
Aşklar vardır, iki ıslak çakıl taşı deniz süzdürür
Aşklar vardır, uzak sanılan bir ülkede çiçekler korkudan ölür
İncinerek geçer beyaz bir perdenen rüzgâr
Aşklar vardır, soru burçları bayraksız, gözakları dalgın duvarlar
Aşklar vardır, mavi gözlü bir şiir mezarı başındaki çınarı düşünür
Aşklar vardır, uyku tutmamış bir masal bir çocuğu kaçarken vurur
İki mumya oturur orta sıralarda sinemaların
Aşklar vardır, sütsüz memeler gibi ağu akıtır kendi içine
Aşklar vardır, ot bürümüş bahçelerde sokulgan öpüşler çürür
Aşklar vardır, güneş batar ve yüzler usul usul çözülür
İner dağlardan bir su, bir su çıkar dağlara
Sonra bir dalgıç bulur en bulunmazı
Sonra bir avcı vurur en vurulmazı
Bir inci utanır yalnızlığından
Bir ceylan öder aldanışını
Olup durur bütün bunlar çünkü aşk
Akıp durur
Akıp durur çünkü bir gül benzemez hiçbir güle
Seval ESASLI
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun LİMONLU TART |
|
HAMUR...
1 su bardağı (150 g) un
¼ su bardağı (55 g) toz şeker
60 g margarin (buzdolabından çıkmış, parçalanmış)
2 yumurta sarısı
yaklaşık 1 yemek kaşığı soğuk su
Unun ortasını açın ve su hariç bütün malzemeleri koyarak parmak uçlarınızla karıştırın. İyice karıştıktan sonra su ekleyerek hamurunuzun top haline gelmesini sağlayın.
Hamuru, hafif unlu bir yüzeyde merdane ile tart kalıbınız büyüklüğünde açın. Kalıba güzelce yayın, kenardan sarkan fazlalıkları alın, çatalla birkaç delik açarak üzerini folyoyla kapatın ve yaklaşık yarım saat buzdolabında bekletin. Buzdolabından çıkarınca 180 derece fırında 15-20 dk pişirin.
LİMONLU İÇ...
½ su bardağı (75 g) mısır unu
1 su bardağı (200 g) toz şeker
½ su bardağı (125 ml) taze sıkılmış limon suyu
1 ¼ su bardağı (310 ml) su
2 tatlı kaşığı limon kabuğu rendesi
3 yumurta sarısı
60 g margarin
Bir tencereye mısır unu ve şekeri alın. Limon suyu ile suyu karıştırarak yavaş yavaş tencereye ilave edin. Yüksek ateşte kıvamını alıncaya kadar kaynatın. (Bu arada karıştırmaya devam edin) Ocaktan alın. Limon kabuğu rendesi, yumurta sarısı ve margarini ekleyin. Margarin eriyene kadar karıştırın. Üzerini kapatarak soğumaya bırakın.
Soğuduktan sonra tartınızın içini bu malzeme ile doldurun.
4 yumurtanın beyazını elektrikli mikser ile çırpın. Şekeri yavaş yavaş ilave ederek çırpmaya devam edin. Şeker eriyinceye kadar iyice çırpın.
Bu malzemeyi hazırladığınız tartın üzerine dökün. Kaşık izleri bırakın ki pişince güzel gürünsün. 180 derece önceden ısıtılmış fırında yaklaşık 10 dakika ya da yumurtalı şeker karışımı kızarana kadar pişirin.
Tadına bakmak için sabırsızlanıyorsanız en azından ılımasını beklemeniz gerek.
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
BUSHUMUZ
George Bush bir ilkokulu ziyaret eder. Çocuklara :
- Sorusu olan var mı ? der. ve küçük Bob söz alır.
- Benim 3 sorum olucak :
1- Seçimlerde daha az oy almanıza ragmen nasıl oldu da Başkan oldunuz ?
2- Hiroshima'ya atılan atom bombası sizce dünyanın en büyük terör
faaliyeti değil midir ?
3- Hiçbir neden yokken neden Irak'a saldırmak istiyorsunuz ?
Aniden zil çalar ve çocuklar teneffüse çıkarlar.Çocuklar geri döndüğünde
bu sefer sözü küçük Tom alır.
- Benim 5 sorum olacak :
1- Seçimlerde daha az oy almanıza ragmen nasıl oldu da Başkan oldunuz ?
2- Hiroshima'ya atılan atom bombası sizce dünyanın en büyük terör
faaliyeti değil midir ?
3- Hiçbir neden yokken neden Irak'a saldırmak istiyorsunuz ?
4- Bugün zil neden 30 dakika erken çaldı ?
5- Bob nerede ?
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.netology.com/jordan.htm
...This page will be updated within the next few weeks. We are adding background information for every pair of shoes as well as quicker loading images... Air Jordan türü ayakkabı fanatikleri için özel.
http://www.i-dac.com/game/deep/deep1.html
Gerçekten ilginç bir oyun. Aslından bana kalırsa mouse'unuzu ne kadar hassas ve iyi kullanabildiğinizi test edebilmek için güzel bir çalışma. Hadi bakalım deneyin kapasitenizi.
http://www.petardas.com/flash.php
http://www.petardas.com/flash.php Buyrun sizlere eğlenceli bir oyun daha. Size verilen kara parçalarını birleştirerek maymunun karşı kıyıya geçmesine yardım ediyorsunuz. Yalnız dikkatli olun ve maymun'u kızdırmamaya çalışın.
http://www.i-mockery.com/minimocks/commercial/
İlhan Mansız verilen rakamları beğenmeyip Japonların reklam kampanyasına katılmasa bile dünya üzerinde bir çok ünlü birbirinden ilginç reklamlarla boy göstermeye devam ediyor. En ilginç örneklerden bir tanesi "ARNOLD SCHWARZENEGGER" in de dahil olduğu reklam.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
NetTimer v1.1 [685k] W9x/2k/XP FREE
http://www.geocities.com/nitin_speed/nettimer.htm
Dial-up aboneler için gerekli programlardan biri. Bağlantı sürenizi ve masrafınızı hesaplıyabileceğiniz bir minik program. Program ineternete bağlanır bağlanmaz harekete geçecek şekilde otomatik olarak çalışıyor.
|
|
|