KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
kmarsiv.com
Arşivimiz
Yazarlarımız

Manilerimiz

FORUM ALANI

İLETİŞİM PLATFORMU

Sohbet Odası
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri

Kim Bu Editor?


Kahveci Soruyor?


Mynet Arkadaşım


Treo Communicator
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 197

 3 Şubat 2003 - Tebrikler


İyi haftalar hepinize,

Hafta sonunda epeydir yapmayı planladığım ama bir türlü vakit ayıramadığım bir işe soyundum. Web sunucularımdan birini yeni ve güçlü bir makinayla değiştirdim. Bu bilgisayar işinde maalesef hiçbirşey planlandığı gibi düzgün bir şekilde gelişmiyor ve zamanında bitmiyor. Hiç hesapta olmayan türlü aksaklıklar yüzünden hala bir tarafları sancıyor. Kahve Molası da değiştirdiğim sunucunun üzerinde hayatını sürdürdüğünden, o da aksaklıklardan nasibini aldı. Sanırım hafta içinde ince ayarlar tamamlanır ve herşey yerli yerine oturur. Çalışmamakta ısrar eden en önemli parçamız "Kısa Mesaj" servisimiz. Hata mesajlarıyla karşılaştığınızda beni hararetle anacağınızı biliyorum. Ama napalım bir müddet idare edeceğiz. Çalışmalar yüzünden çevreye verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim. Baskıyı bitirdikten sonra sunucunun altına yatıp tamire devam edeceğimden izninizle bugün kısa kesip sizi aşağıdaki güzel yazılarla başbaşa bırakıyorum. Ancak gitmeden önce, hem Fenerbahçe'yi hem de Beşiktaş'ı kutlamak istiyorum. Futbolcuların başında birer hasır şapka olsaydı Çin'deki pirinç tarlalarından ayırt edemiyeceğiniz bir zeminde, yoğun yağış altında böylesi bir mücadeleyi gösteren 2 takım oyuncuları da tebriği fazlasıyla haketti. Keşke diyorum, şu maç düzgün bir havada, kuru bir zeminde oynansaydı. Seyir zevkimiz ayyuka çıkardı eminim. Haklı galibiyetleri için Beşiktaş'ı ayrıca kutlamayı da unutmayayım bu arada tabiki. Hepinize mutlu ve sağlıklı bir hafta dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku


TELL ME MİCKY MOUSE, BİZ NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İyi ki muayene odasında hasta yoktu. Tek başınaydım. Birazdan poliklinik başlayacak ama üzerimdeki sabah mahmurluğu henüz dağılmamış. Şöyle ekstra kafeinli tarafindan bir kahve ile ayılmaya calışıyorum. O yüzden olacak, önce ayakkabımın kenarına, sonra da bileğime değen yumuşak kürklü sıcaklığın farkına hemen varamadım. Fazla dikkat etmeden ayaklarımı kenara çekip kahve fincanin içine boş nazarlarla bakmayı sürdürdüm. Ne zaman ki masanın altından ufak bir fare odanın ortasına doğru fırladı, sonra da parlak neon lambaların altında afallayıp önümde bir an hareketsiz kaldı, işte o zaman bende şafak attı. Çığlık atıp panik yaratmamaya çabalayarak dışarı fırladım, fare de kendisini koridora atıp çelik dosya dolabının arkasında kayboldu.

Koridorda karşıma ilk çıkan klinik şefi oldu. Harika! Durumu ilgili mercilere bildirmek icin çok uzağa gitmeme hiç gerek kalmadı, ilgili merci yanıbaşımda.

"Klinikte fare var!" dedim fısıltıyla.

Gözlerini kocaman kocaman açıp alayla karışık gülerek "sahi mi?" dedi ve babacan bir tavırla, ama belli belirsiz acıtarak, elini omzuma koydu. İlk tanıştığımızda da elimi avuçlarının arasına alıp sanki bilek güreşi yapıyormuşuz gibi tokalaşmış, benim elimi iyice alta, kendisininkini de üste getirip, vermek istediği "ben senden kuvvetliyim, bunu sakın unutma" mesajının alındığına emin olmadan da bırakmamıştı. Astlarını ve kadınları otomatikman küçümseyen bir tip. Eh, ben de kadın asistan konumunda, haliyle okkanın altına gidiyorum.

"Evet, çok sahi," dedim. "Şu dolabın arkasına kaçtı."
Hiç orali olmadı bile. "Bodrum penceresinde kırık vardı, ordan girmiştir," dedi sakin sakin.
"E, n'olucak simdi?"
"Aldırma, o da korkmuştur. Bir daha gelmez odana."

Lafa bak şimdi! Sanki benim derdim fareden korkuyor olmammış gibi! Sanki bir hastanenin polikliniğinde farelerin cirit atması rezaletin daniskası değilmiş gibi. Kendimi taburenin üzerine çıkıp eteklerini toplayarak çığlık atan bir kadın karikatürü gibi gülünç hissettim birden, fazla uzatmayıp kös kös geri döndüm. Dönerken de intikam dolu hayaller kurdum. Şimdi bir gazeteci olsaydı burda mesela diye geçirdim içimden ve gözümün önünde olası gazete manşetleri canlandı: "Üniversite hastanelerinde fareler cirit atiyor! Biz adam olmayız!"

Ama tabi gazeteciler orada olsalar ve fare haberi ertesi günün gazetelerinde baş köşede çıksa bile manşetin böyle atılmasına imkan yoktu. Zira olay Amerika'da, hem de Amerika'nin en ünlü çocuk hastanesinde geçmekteydi ve gazeteler "Harvard Üniversitesi'nin hastane polikliniklerde fare görüldü," demeyi becerseler bile, gerisini Türk meslektaşları gibi getiremezlerdi. Tuhaf değil mi, "biz adam olmayız" ın Amerikan dilinde karşiliği yok.

Niye yok peki? Çoktan adam olmuşlar da, ondan mı?

Yooo. Böyle bir soru akıllarına gelmiyor sadece. Neden gelmiyor derseniz, onların büyük gazetelerde her Allah'ın günü "Ne zaman adam oluruz?" diye bir soru sorup sonra da veciz cevaplar veren gazeteci yazarları, mesela bir Fatih Altaylı'ları yok da ondan. Yoksa Amerika akıllara durgunluk veren envai çeşit saçmalıklar bakımından Türkiye'den hiç de geri kalmıyor.

Hortumlama mı dediniz? Enron ve WorldCom skandalları kulağınıza gelmistir. Hani şu üst düzey yoneticilerin sahte raporlarla hisse seneti fiyatlarını şişirip, çalışanları emeklilik için biriktirdikleri paralarından ettikleri rezalet.

Ya İllinois valisinin yolsuzluklarına ne demeli? Üç tekerlekli bisiklet bile süremeyen magandalara TIR ehliyeti satmak suretiyle topladığı paraları seçim kampanyasında kullandığını, bu şoförler yüzünden altı çocuklu bir ailenin top yekün telef olduğunu duymuş muydunuz?

İllinois ilimizin şirin ilçesi Cicero'da kaymakamlık yapan hanımın devletin 12 milyon dolarını kumarhanelerde yediği için hapse girmek üzere olduğu ise en yeni yerel haber.

Peki, Amerika'da her sene 1,500 hastanın içinde cerrahi malzeme unutulduğunu biliyor muydunuz? Ornekleri çoğaltmak da mümkün ama, kısacası, Türkiye'de asap bozan ne varsa hepsi, hatta daha fazlası, burada da oluyor. Ama bir farkla: bu olayların ardından kimse kimseye "biz ne zaman adam oluruz?" diye sormuyor.

Onun yerine, bu arkadaşlar hemen kolları sıvayıp "kalite geliştiriyorlar".

Mesela, ameliyatta hastanın içinde çim biçme makası kadar kocaman bir alet unutulur, ardından hemen bir "kalite geliştirme kurulu" toplanır. Çözüm bulunur ya da bulunmaz, ama konu üzerinde öyle uzun uzun konuşulur, öyle yönetmelikler üretilir ki herkes "kaliteyi geliştiriyoz" diye neredeyse olaydan gurur payı çıkaracak hale gelir.

Hastaya acil müdahale gerekir, acil anonsu neredeyse fısıltı ile verildiğinden kimse duymaz, hademe arkadaş görevli doktoru çağrı cihazı ile çağırmayı akıl edemeyip kapı kapı dolaşarak arar ve tabi ki bulamaz. Felaketten kıl payı dönülür. Ertesi gün hop, yeni bir "kalite geliştirme kurulu" toplantısı size.

Seçim yapılır, aylarca oyları doğru dürüst saymak mümkün olmaz. Seçim pusulasını tasarlayanların dehasına mı yanarsınız, oy vermeyi beceremeyenlerin parlak zekasına mı, yoksa dünyanın en büyük demokrasisinde oy sayımı gerçekleştirmenin bu kadar zor ve hatta imkansız oluşuna mı? Dikkat ettiniz mi, başka bir ülkenin halkını utançtan yerin dibine geçirecek bir seçim fiyaskosunun arkasından hiç mahçubiyet duydular mı? Kendilerini gülünç hissettiler mi? Biz ne zaman adam olucaz diye bir soru akıllarından geçti mi? Yooo. Yeni bir kalite geliştirme projesi olarak baktılar olaya.

Demek ki neymiş?

Hadi önemli bir Türk gazetecisiymişim gibi yapayım ben de:
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Fatih Altaylı bu aşağılık duygusu dolu soruyu sormaktan, okurları da bu soruya tahammül etmekten vazgeçtikleri zaman.

Kaynakça:
www.hurriyet.com, yazarlar arşivi, Fatih Altaylı'nın günlük yazıları.

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Şeytan ayrıntıda gizlidir..

Günlük akış içinde pas geçtiğimiz, görmediğimiz, farketmediğimiz ne kadar çok detay var.. Ve bunları görmeyerek aslında yaşamın tam da kendisini kaçırıyoruz.. Neden daha fazla açamıyoruz gözlerimizi, neden daha az şaşırıyor ve duyarlılığımızı kaybediyoruz? Yaşlanmak bu olmasın? Yersiz soru.. tabii de bu, tam da bu işte yaşlanmak.. kanıksamak, şaşırmamak...

Çocukları düşünün.. onların şaşırtıcı konsantrasyon güçlerini.. Eline aldığı oyuncağıyla kurduğu dünyayı, ve dış dünyadan kopuk, saatlerce yaşayabilme, kendini oyalayabilme becerisini.. Ve kendinize bakın.. Farkı bulmaya çalışın.. Doğallıkla geldiğimizde nasıl olduğumuzu, ve öğrendiklerimizin bizi ne hale getirdiğini değerendirin.

Dün bir yolculuktaydım, şehirlerarası bir araba yolculuğu.. Giderken, yanımdaki arkadaşım bir sohbet sırasında benim hala birşeylere şaşırabilmemi eleştirdi.. Ben de bundan çok memnun olduğumu, şaşırabilmenin, hayret edebiliyor olmanın nasıl da hoş bir duygu olduğunu anlatmaya çalıştım ona. Bilmem artık, anlayabildi mi..

Kendinizi bir elektron mikroskobu gibi düşünün.. Olayların ve 'şey'lerin en derinine kadar inebildiğinizi, buna zaman ayırdığınızı, ve bildiğinizi sandığınız herşeyi yeniden görmeye, anlamaya, öğrenmeye çalıştığınızı bir düşünün.. Mesela, çocukken hepimiz yapardık, bir masanın altına girip, örtüyü çekiştirip durduğumuz yerde saatlerce oturup kendimizi eğlendirebilirdik.. Bu değişik ve küçücük dünyacıkta, değiştirmiş olduğumuz farklı ve izole çevrede memnun mesut oynar.. sonunda belki de uyuyup kalırdık oracıkta.. Ben hiç 'sıkıldım buradan!' deyip çıktığımı hatırlamıyorum masanın altından. O zamanlar, belki her detaya konsantre olabilme ve bundan zevk alabilme gibi doğal bir yeteneğim vardı.. Ama zamanla kaybolup gitti bu. Şimdi, bu doğal yeteneğim, sadece uzak bir anı, imkansız bir düş bahçesi gibi puslar ardında..

Acaba gelecek diye bir şey olmadığı doğru mu? Eğer bu doğruysa bizler ne zaman anlıyabileceğiz bunu? Yoksa hiç anlıyamayacağız da, yaşamlarımızı yersiz endişelerle heder edip mutsuz ve kavruk mu ayrılacağız bu dünyadan.... Bilmiyorum.. Bekara karı boşamak hesabı.... Bazı kimseler için bunun çok zor olabileceğini biliyorum..

Bizim toplumda yazık ki birey olmaya izin verilmiyor.. Gençlere bakıyorum, bence içlerinde birey denebilecek kişilikler neredeyse yok.. (aslında kişilik de yok ya..) Hepsi 'buffalo' botlar, bilmem ne marka montlar, Tommy Hilfiger marka kazaklar vs vs vs... Hakikaten tahammül edilmez bir yozluk içinde bir boş kafalı prototipler ordusu... Sadece tüketim sisteminin zavallı edilgen bireycikleri... Jöleli kafalar.. (Sanırsın ki jöle süre süre, kafa derisinden içeri girmiş ve sonunda beyne nüfuz etmiş, beyni jöleleştirmiş..) Ümitsiz, perişan bir kuşak.. Değer yok, yaratıcılık yok.. kişilik yok... Zaten öyle bir sistem var ki, bunu da anlamak olanaksız, eğer sürüye uymazsan, sen de yok sayılıyorsun.. Modasızlığın bile modası var biliyor muydunuz bunu? Modayı takip etmemek modası... Nasıl ama? Bu garipler adam olacak da biz de göreceğiz.. Taktım şu televole kuşağına vallahi.. Özgünlüğü bir şekilde desteklemeli, değişik görüş ve düşüncelerin ifade edilebilmesine olanak sağlanması için savaşmalıyız.. Yoksa, bu toplumdan hayır gelmeyecek..

Bu lafların sonu gelmez.... Bana müsaade şimdilik.. Moralinizi bozmayayım akşam akşam..

aaltan@superonline.com

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


Bir Ada Hikayesi 2. Bölüm

İkinci Gün

Bir türlü yüzünü göstermek istemeyen güneş ile kalkılmıştı. Bay Bıdık traş olmak için Cafe Mitos'un tuvalet'ine gittiğinde Ayna yeri yerinde ayna olmadığını farketti. Hmmm ilginç bir durum diye düşündü, herhalde Bay MüsteriSavar'in yeni bir marifeti dedi. Grup kahvaltı için toplandığında, Beyaz Çiçek, hemen sigara altlığı için bir parça kek ve çayını çoktaan götürmüştü bile.

Veeee ufukta o müthiş Ege Kahvaltısı gözüktü. Masaya ortak getirilen Yumurta, Zeytin, Peynir ve Domateslerin hemen parsellenmesi ile aç bedenler ve gözler doymaya başlamıştı. Ama bir gariplik vardı, bir türlü durulamıyordu. Yedikçe yiyesi geliyordu insanların. Bir Karadelik'e giren gezegenler gibi masadaki herşey yok oluyordu. Çiçekler ve Bayan Bıdıkın hazırladığı Zeytinyağı, Zeytin, Domates karışımına talep çok fazlaydı.

Bay MüsteriSavar'in 2. çayları vermemek için yaptığı bütün gayretler başarısız kaldı, inatla gidilip mutfaktan Self-servis yapılıyordu. Demlik yetişmiyordu.

Grup sanki hayatında kahvaltı etmemiş gibi silip süpürmekle meşguldü. Bay Bıdık bu kısır döngüyü kırmak için, Reçel tabaklarına yatırdığı ekmek lokmalarını, çılgın gibi yiyen Kırmızı Çiçek'e verdi. Bunları yiyen çiçek sakinleşti ve öğlen de yemek yiyebileceği kendisine hatırlatıldı.

Ayazma

Hemen Ayazma plajına hareket edildi. Cici Kızlar 'Pedal Çevirerek Suda Giden Araç', diğer grup üyeleri de Voleybol ile hemen sportif aktivitelere girişti. Isınmak için grubun kendi içinde oynadığı oyunda belli oldu ki, Beyaz Çiçek topa vurmak için Hülya Avşar zarifliğinde el kol hareketleri yaparken, Bayan Bıdık, Zeyna sertliğinde smaçlar inerek karşı tarafı hedefliyordu. Hmmmm çok eğlenicez diye düşündü Bay bıdık ve hemen bu ikiliyi karşı takımlara yerleştirdi.

Bay Bıdık gruptaki bu potansiyeli görünce hemen, voleybol sahasındaki diğer takımlar ile maç organizasyonuna girdi. Sessiz 4'lünün bay'ları da katılınca Ayazma'nın kralı oldu kurulan bu takım.

6 set maç yapıp herkesi yendikten sonra, yeniden acıkan karınları doyurmak için oylama yapıldı ve ezici bir çoğunluk ile, Bay MüsteriSavar'a gitmek yerine Ayazma'da yemege karar verildi.

Yenen lezzetli yemekler ve çaylardan sonra, gerilen mideler, Ayazma'nın kumlarına serildi ve uykuya geçildi.
Bay Bıdık, rüyasında

- Çalkala, Çalkala, diye şarkı söyleyen bir adam görüyordu.

Ter içinde uyanan Bay Bıdık hala uyanamadğını farketti, çünkü hala bu abuk ses geliyordu. Demek ki bu bir rüya değildi.
Genç görünen veya görünmeye çalışan bir adam, nişanlısı, sevgilisi, karısı veya herneyse o olan bir kadının önünde böyle abuk sesler çıkararak dans benzeri birşeyler yapıyordu. Bu adam herhalde insanlığın ilk versiyonu olan Maymunların, zamanımızdaki temsilcisi idi. Onu kendi haline bırakıp uykuya döndü Bay Bıdık.

Akşam Üstü, Gece ve Sonrası...

Ayazma dönüşü, bir önceki akşamdan damaklarda kalan Ateş keyfi için, lokantanın odun deposundan bir kaç parça 'Kütük' ödünç alma istekleri kabul görmeyince, yolda gerekli ihtiyaç karşılanarak çadırlara dönüldü.

Akşam yemeği için Cafe'ye gelindiğinde Bay MüsteriSavar, herzamanki sevimsizliği ile grubu en karanlık köşeye atmış ve 'Sabah o kadar çay içermisiniz, alın size karanlık akşam yemeği' der gibiydi. Bay Bıdık, hemen bir militan edası ve Bay Aksiyon'dan aldığı gaz ile, 'Işık yoksa İçecek siparişi de yok' diyerek tavrını koydu. Gelen Aygaz lambasının eşliğinde, romantizm bozulsa da, en azından yediğimiz balıkların kılçıklarını görerek yenen akşam yemeğinden sonra alınan grup kararı ile Bozcaada Gece'lerine atılmak üzere aşağı inildi.

Bay Bıdık, gördüklerine inanamıyordu, Bozcaada'da Club müzik çalan, Insanların tıkış tıkış, dans etmek yerine, ellerinde bardakla salladıkları, bol Istanbul havası olan bir mekana gelinmişti. Bunlardan Istanbul'da zaten yüzlerce vardı o zaman burada ne işimiz var idi.

Hemen yapılan mini bir zirve ile, Çiçekler ile beraber bir alt komite kuruldu ve Ada'ya inilerek Türk Kahvesi ihtiyacı giderildi, fallar bakıldı, sohbet derinleşti. Ada, Ada gibi yaşanmalıydı.

Dönüş saati yaklaşmıştı. Araçta bekleyenlere katılan, kahve ekibi Habbele'ye vardı. Bu sefer tedarikli gelindiğinden 40 gun 40 gece yetecek odun, kütük, çalı çırpı herşey vardı. Bay Rehber 5lt'lik yakıtı unutmamıştı. Şarkılar, türkülerden ve uykusu gelip çadırına çekilenlerden sonra kalan Çiçekler, Bıdıklar, Bay Rehber ve Bay Sessiz 4'lü arasında kıyasıya başlayan 'Kelime Üretme' oyunu, Türkiyenin üretimsizlikten dolayı kıramadığı makus talihine nispet yapar gibiydi. Havada, Terliksi Hayvan, Eritrosit, Ombudsman gibi günlük hayatta pek kullananılmayan kelimeler uçuşmaya başladı. Ateş sönecek gibi değil, Kelimeler'de bitecek gibi değildi. Bayan Bıdık Hırs yapmış, sadece kendine değil beraberindeki 3 kişiye kelime türetiyor, Bay Bıdık en uzun ve en zor kelimeyi bulmak için beyin hücrelerini zorluyor, Bay Rehber ve Beyaz Çiçek, kelimeler yolu ile bir ayrı boyutta anlaşma ve koklaşma yoluna giriyordu. Bay Sessiz 4'lü ise Bay Bıdık'in eritrosit, trombosit, gibi kelimelerine, Elma, Armut diyerek oyuna ayrı bir boyut getiriyordu.

Ilk kafası düşen, Beyaz çiçek oldu arkasından Kırmızı çiçek ve Bayan Bıdık. Hemen uyku tulumları çadırdan kumsala geldi, ateşin ve tulumun sıcaklığı ile sabahın ilk ışıklarına kavuşuldu. Güneş göründüğünde ateş sönmüş, şarap bitmişti ama yepyeni dostlukların temeli iyicene yerine oturmuştu.

Suikast

Bir önceki sabahın çay terörizminden sonra, Bay MusteriSavar'in bu sabah için reva gördüğü sallama çayına rağmen kahvaltı neşeli geçmişti. Bay Rehber, güzel bir jest yaparak herkese sabah kahvesi ısmarladı.
Neşe ile alınan ilk yudum bir anda ortalığı gerdi. O da ne !!!!!!!!!!!!!!

Bay Aksiyonun kahvesine seker yerine tuz konmustu. Bay Bıdık, Bay Aksiyonu artık tanımıştı, yolculuğun başında ki adam değildi o artık. Güzel türküler söyleyen, hoş sohbet bir arakadaşımızdı. Ona neden böyle birşey yapılsındı.
Yaşasındı... Bay Aksiyon, büyük bir olgunlukla Bay MüşteriSavar'dan yeni kahveyi istedi ve olay çıkmadı. Ama Bay Bıdık biliyordu ki, Bay Aksiyonun gireceği bir Aksiyon'da ona tam destek verecek, gerekirse koalisyon yapacaktı.

Lay Lay Lom

Çadırlar toplanırken duyulan hüznü yatıştırmak için hemen açan güneş eşliğinde suya girildi. Çiçekler, Bıdıklar ve Bay Rehber suda oynanan voleybol, yakan top, istop, korebe, bezirgan basi gibi oyunlardan sonra Mitos Café'nin duşu son defa kullanıldı, Habbele den ayrılındı.

Aracı vapur kuyruğuna terk ettikten sonra, 'Aaaa bak domates receli, Aaa bak zeytinyagi' nidaları eşliginde Ada ekonomisine katkıda bulunuldu.

Sarap Fabrikası gezisi sonrasında, Aksiyon Aile'sinin yıllık şarap ihtiyacını karşılamak üzere aldığı koliler göz yaşları ve mutluluk ile izlendi. Bayan Bıdık ve Çiçekler, şarap tatma niyeti ile kaş göz arasında bir şişe şarap içmekten geri kalmadılar.

Şarapları, reçelleri ve zeytinyağlarını aracımıza yüklediğimizde, artık koridorlarda bile şarap kolileri vardı. Sevgili Bay Rehber, dönüşte tabure yerine şarap kolisi üzerinde oturuyordu.

Artık gelirkenki o soğuk hava gitmiş, açılan şarapların etkisi ile araçta sıcacık bir hava solunuyordu. Bu 'Sıcak' havanın şöförümüz Bay Güleç'te 'Sıcak' etkiler uyandırmaması için Bay Bıdık dikkatle yolu izliyordu.

Bay Aksiyon, Babalik yapmış ve yıllık şarap stokundan birkaç şişe açarak, yolculuğumuzu şenlendirmişti. Yolda söylenmeyen şarkı kalmadı. Junior Aksiyon'a uyusun diye verilen çeyrek kadeh şarap ters tepmiş, onunda eşlik etmesi ile grup coşmuştu.

Bay Bıdık artık bu finali sonlandırmak için Halay çekmek gerektiğine inanıyordu. Bu guruba da bu yakışırdı. Ama bu fikri hemen kafasından attı.

İlk inenler Sessiz 4'lü oldu. Geldikleri gibi sessizce aramızdan ayrıldılar.

Taksim'de Aksiyon Ailesi indi. Hiçte bindikleri gibi bir iniş olmadı. Araçta kalan herkes inip, Bay Aksiyona sevgi ve saygılarını iletti. Dünya tatlısı bu aileyi herkes çok sevmişti. Özellikle Bay Rehber ile bir birlerine gönderdikleri sevgi okları Eros'u bile kıskandıracak nitelikte idi.

En son durak Kadıköy'de ayrılık saati geldiğinde yaşanan duygusal anlar derindi. Bu kadar kısa sürede bu kadar sıcak kurulan iletişim insana parmaklarını yedirtecek nitelikte idi.

Olsun, Ayrılıkların en güzel yanı, yeniden kavuşacak olunmasıdır.

Yeniden Kavuşmak ve Görüşmek dileği ile Bay Bıdık karanlıkta evinin yolunu tuttu.

Cüneyt Göksu
cuneytgoksu@usa.net

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Karşı karşıya bulunduğum şeyi tek kelime ile "otorite" olarak tanımlayabilirdim. Arkadaşlarım onun "itaat" dışında herhangi bir duruşa asla tahammülü olmadığını, daha fazla zarar görmemem için benden istenenleri aynen kabul edip uysallıkla boyun eğmem gerektiğini söyleseler de bu denli haksızlığı sineye çekip "peki öyle olsun" diyemezdim. Onunla mücadele etmem gerekiyordu. Onun bilimsel tanımını araştırmanın onu tanımak için uygun bir başlangıç olabileceğini düşünerek işe koyuldum.

.....

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_59.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.061 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


DUYGUSAL MESAİLER

Ben her sabah aşık olurum desem
yalan olur
ben her bahar aşık olurum desem
o da yalan
ben hiç aşkı yaşamadım desem
yine yalan, yine de yalan
hep seni düşündüm desem
nedense yine yalan
hep yalan dolan ömrümüz
aslında sevmek yerine
hep en sevilen olmak istedik
hep tek olmak istedik
belki oldu
bizi de sevenler
ama
hep şartlı
aferin işini doğru yapmışsın...
şu tek taş yüzük var ya çok güzel...
ne güzel çiçekler bunlar...
...
şartlı sevenler varken hep bizi
biz niye verelim beleşe sevgimizi
...
diyenler inat
her sabah, her bahar yerine
ben hep
bütün kadınları
tüm çocukları
tüm insanları tek tek
sevdim
karşılık beklemeden
hem de beleşe

Akın CEYLAN

<#><#><#><#><#><#><#>

BİN BİRİNCİ GECE (hancı)

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş
Aman karanlığı görmesin gözüm
Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş

Sıla burcu burcu... ille ocağım
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş

Güç bela bir bilet aldım gişeden
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan
Hancı n'olur, elindeki şişeden
Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş

Ben o gece, hem ağladım, hem içtim
İki gün, diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan, Niğde'yi geçtim
Uzaktan göründü, Bor yavaş yavaş

Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim; çekinme, doldur be hancı
İlk önce kımıldar hafif bir sancı
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş

Bende bir resmi var, yarısı yırtık
On yıldır evimin kapısı örtük
Garip bir de sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş

İşte hancı ben, her zaman böyleyim
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim
Şu bizim hesabı, gör yavaş yavaş

Bekir Sıtkı ERDOĞAN
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 ANANASLI KEK

Mikrodalga fırınlar dondurulmuş yiyecekleri çözmekten başka ne işe yarar ki, diye düşünenlere bir yanıtımız var... İşte, mikrodalgada yapabileceğiniz kolay ama bir o kadar da lezzetli bir kek. Ayrıca kekin adına aldanıp içinde ananas olduğunu sanmayın. Sadece ananas suyu kullanacağız. Bunu da marketlerde meyve suyu reyonlarında kolaylıkla bulabilirsiniz. Ancak unutmamamız gereken bir nokta var ki, kekimizi mikrodalgada pişireceğimiz için kullanacağımız kalıbın buna uygun olması gerek. Teflon gibi metal kapları mikrodalga fırında kullanamadığımız için cam bir kalıba ihtiyacımız olacak.

MALZEMEMİZ...
125 g margarin
2 tatlı kaşığı limon kabuğu rendesi
¾ su bardağı toz şeker
2 yumurta
1+1/3 su bardağı un
1/3 su bardağı ananas suyu
¼ su bardağı süt

Bir de üzerine dökmek için şurup yapmalıyız... Bunun için de;
2/3 su bardağı ananas suyu
1 tatlı kaşığı limon suyu
½ su bardağı toz şeker

ŞİMDİ...
Malzememiz hazırsa başlayabiliriz. Margarini, limon kabuğu rendesini ve şekeri bir kaba alıp sünger görünümü alana dek mikser ile iyice çırpıyoruz. Yumurtaları ekliyoruz ve iyice karışmalarını sağlıyoruz. Unun yarısını ve ananas suyunu başka bir kapta karıştırıp malzememize ekliyoruz ve çırpmaya devam ediyoruz. Kalan unu ve sütü de çırpma işlemine ara devam ederek ilave ediyoruz. Hazırladığımız hamuru yağladığımız cam kalıba boşaltıyoruz ve mikrodalganın MEDIUM HIGH derecesinde yaklaşık 11 dakika (kalıbın derin ya da geniş olmasına göre değişir) pişiriyoruz. Kekin ortasına batıracağınız bir kürdan eğer temiz çıkıyorsa kekiniz pişmiş demektir. (Bazı mikrodalgalarda ısı göstergeleri farklı olabilir. Kullanma kılavuzundan uygun ısıyı bulabilirsiniz)

Kek piştikten hemen sonra şurubumuzu hazırlıyoruz.
Bunun için bütün malzemeyi mikrodalgaya dayanıklı bir kaba alıp karıştırıyoruz. HIGH konumunda yaklaşık 3 dakikada şurubunuz hazır. Yalnızca şekerin erimiş olduğundan emin olmak yeterli...

Hazırladığımız sıcak şurubu, henüz halen sıcak olan kekimizin üzerine döküyoruz. Kekin her yerinin eşit ıslanmasına dikkat ediyoruz. Yaklaşık 1 dakika kalıpta bekletiyoruz ki kek şurubun tamamını emebilsin. Ters çevirerek servis tabağına aldığımız keki ılık ya da soğuk olarak servise sunabilirsiniz. Süslemek de sizin hayal gücünüze kalmış...

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


İlerlemiş Tıp

İngiliz, Alman ve Amerikalı doktorlar biraraya gelip konuşmaya başlarlar.

İngiliz:
"Tıp bizde çok ilerledi. Bir adamın beynini alıp birbaşkasına koyuyoruz. Adam 6 hafta içinde iş aramaya başlıyor."

Alman:
" O da birşey mi? Bir birinin beynini alıp diğerine koyuyoruz sonrada adamı 4 haftada savaşa hazır hale getiriyoruz."

Amerikalı içini çekip konuşmaya başlar;
" Arkadaşlar siz çok geri kalmışsınız. Biz beyinsiz birini Teksas'ın dışına çıkarıp Beyaz Saray'a koyduk. Şimdi ülkenin yarısı iş arıyor, diğer yarısı da savaşa hazırlanıyor. "

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.pinocchia.com/galleries/showgallery.asp?galleryID=45
Ömrü boyunca hiç yalan söylememiş birine rastlamak sanırım kesinlikle imkansızdır. Bir de yalan denildiğinde aklımıza ilk gelen isim genellikle pinokyo olmuştur nedense. Eğer her yalan söyleyenin burnu pinokyonunki gibi tepki verirse ne olur..?

http://homepage2.nifty.com/4986-MPH/nameneko.html
Neko ismini ilk duyduğumda aklıma fazla bir çağrışım getirmemişti. Neden sonra bir japon çizgi filminde de aynı isme rastlayınca ne için daha doğrusu kimler için kullanılığını daha iyi anladım. Ve işte karşınızda "neko"...

http://www.swf-fla.com/shot.swf
"Tüfek icad oldu mertlik bozuldu" sözüne inat tüfekle atış yapmayı sevenlere güzel bir flash oyun. Bilgisayarınıza indirebilmeniz için swf uzantılı dosyanın bulunduğu adresi veriyorum.

http://download.com.com/3000-2071-10127147.html?tag=lst-0-1
Sayın editörümün izniyle download işlemleriniz için sizlere bir program tavsiye ediyorum. Bir üst satırda verdiğim örnekteki gibi programları indirebilmek için kullanabilirsiniz. Add url kısmına programın kısayolunu yazıp download işlemini başlatıyorsunuz. Detaylarını incelemenizi tavsiye ediyorum.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Synapse Media Player v1.01 [749k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105830
Akıllı bir medya çalıcısı. Sadece mp3, wma, ogg gibi dosyaları çalmakla kalmıyor sizin zevklerinizi de bir kenara not ediyor. "Brain" fonksiyonunu açtığınızda, sizin zevkinize uygun müzikleri dağarcığınızdan bulup çalıyor (muş). Ben denemedim, siz deneyip sonucu bildirirseniz sevinirim.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030203.asp
ISSN: 1303-8923
3 Şubat 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com