|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 201 |
7 Şubat 2003 - İyi Tatiller |
Merhaba kahveciler,
Önümüz bayram. Tüm dünya müslümanlarının kutsal saydığı bu günleri, bölgemizde kaygı ve korkuyla geçirecek insanların olduğunu düşünmek, bayramın anlamını törpülüyor. Hemen bayram ertesi tepelerine düşecek olası bombaların kabusuyla yaşamlarını sürdürmeye çalışan sıradan Irak'lının duygularını anlamamıza imkan yok. Sadece ne kadar zor olduğunu yüreğimizle tahmin edebiliriz. Nedenlerini tartışmanın artık hiçbir gereği kalmadı. Karar çoktan verilmiş, ateşin üzerine dökülecek benzin bidonları hazırlanmış. İnsan olarak, bir diktatörün inadı yüzünden kahrolacak çocukları düşünüp üzülmemek elde değil. Ama gene aynı insani duygularımızın uzantısı bencilliğimizle de kendi evimizin bu işten en az zararla kurtulmasını dilemekten geri kalmıyoruz. İşte yaşamın ta kendisi. Komşu evin yanışını izlerken, bize sıçramamasından gizli gizli sevinç duyacağız. Acı ama gerçek. Şu mübarek günlerde tüm dangalakların vakit geç olmadan akıllanmasını dilemekten başka birşey gelmiyor elden. Çok kaygılıyım, çok...
..........
Sessiz sedasız 200 sayımızı da geride bıraktık. Geriye baktığımda beni ilerisi için yüreklendiren hoş bir süreç görüyorum. Amatör ruhla başlatılan bu Mola serüveninin, ayakları yere basan bir günlük gazete haline gelmesinde bana verdiğiniz desteğe yeri gelmişken tekrar teşekkür etmek istiyorum. Eksiklerimizin, yanlışlarımızın olduğunu biliyorum. Önümüzdeki 9 günlük tatili bu gedikleri doldurmak için kullanmayı planlıyorum. Ne kadar başarılı olacağımı zaman gösterecek. Tatil dönüşü en azından teknik sorunları bertaraf etmiş olmayı umut ediyorum. Bu 9 günlük tatilin içine bir koca bayram bir de "Sevgililer Günü" sığdırıyoruz. Özellikle bu özel gün için özel bir sayı hazırlamayı arzu ederdim ama kısmet değilmiş. Ama sizler duygu ve düşüncelerinizi tatilde yazıp bana iletirseniz, tatil ertesi mutlaka değerlendiririz. Bana nefes alma fırsatı sağlayacak bu aranın, sizlere de yeni birikimler sağlamasını diliyorum. Beni yazılarınızdan mahrum bırakmayın sakın. Kahve Molası posta kutularınıza düşmeyecek ama ben bilgisayarımın başında olacağım. Aklınıza gelen her konuda bana yazmanızı istiyorum. Ve sizlere hepsini tek tek değerlendirme sözü veriyorum. Tüm okur yazar kahvecilerin, bayramını kutluyor, dört ayaklı dostlarımızı kesip biçmeden alternatif uygulamalarla dini vecibelerimizin yerine getirilmesini arzuluyor, sevdiklerinizle, mutlu, huzurlu, barış dolu günler diliyorum. 17 Şubat Pazartesi buluşmak üzere, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Merhaba sevgili dostlar,
Kocaman bayram tatilini keyifli geçirmenizi diliyor, hızla önerilere geçiyorum. Koskoca 9 gün için yapılacak çok şey var... Bu arada İstanbul dışındaki dostlardan bilgi beklemeye devam ediyorum
Bayram tatili için seçtiğim kremalar bu hafta şöyle;
Size iki çok güzel film önereceğim; biri 'Sıkıysa Yakala', diğeri ise 'Tersyüz' her ikisi de çok hoş ve keyifle izleyeceğiniz filmler... Sıkıysa yakala izlenmesi çok keyifli ama keyiften öte çağın en 'özel' yönetmen ve yapımcısı Spielberg' in filmi. Dolaysıyla zeka, kalite ve büyü bir arada... Tersyüz ise,yine çok önemli bir yönetmen Spike Jonze ve senarist Charlie Kaufman'ın (kendilerini 'John Malkowich Olmak' filminden hatırlayabilirsiniz) elinden çıkan bir film...Yılın en iddialı yapımlarından biri, kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Athena 8 Şubat'ta Babylon'da bir konser veriyor...Ayrıca 14 Şubat 'ta yine Babylon'da Kid Loco var. Kid Loco, uzun bir Fransız pop geleneğinin izlerini taşıyan ama bugünün triphop, electronica, easy listening gibi modern tarzıtla da barışık bir karaktere sahip. 2001 yılında çıkardığı ikinci stüdyo albümü 'kill your darlings' ile bu arkasında taşıdığı müzikleri bir sentez anlayışıyla sergiledi.
Meraklıları için duyurulur...
Babylon Tel: 0212 292 7368
Anjelika Akbar'ın, Bach L'Orientale'ni dinledim, oldukça ilginç bir çalışma olmuş. Doğu ritmi ile batı müziğinin birleşimi olan çalışma gerçek bir performans niteliği taşıyor.
Bu haftaki sergi önerilerim ise şöyle;
Aksanat Sanat Merkezi'nde, Yusuf Taktak'ın 'zamanlararası' isimli sergisi gerçekten görülmeye değer bir sergi.
Aksanat Tel: 0212 2523500
Bilgi Atölye'de ise Ulla Lemberg 'Woman of the World-Dünya Kadınları' ile yer alıyor. İsveçli kadın fotoğrafçı Ulla Lemberg objektifiyle dünya kadınları fotoğraflarını sanatseverlerle buluşturuyor. Belgesel tadında bir sergi...
Bilgi Atölye Tel: 0212 2162222
Tatil için 2 kitap önerim var, bir tanesi Paul Auster'in 'Yanılsamalar Kitabı', diğeri ise doğu felsefesi ile ilgilenenler için 'Tibet'in Doğum ve Ölüm Kitabı', birinci önerim gerçekten çok başarılı bir roman bu hafta okudum ve çok sevdim. Diğeri ise bir yaşamın anlamı üzerine bir başucu kitabı, ben çok seviyorum, herkeste bir tane olması gerektiğine inanıyorum.
Son olarak güzel paylaşımlarla dolu günler diliyorum.
İyi Bayramlar,
Zeynep Özbatur
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Kurbanlık Koç |
|
Herkese iyi bayramlar...
Şu bayramlar tam otuz senede bir aynı tarihlere geliyor farkında mısınız? Bundan yine tam otuz küsur sene önce kurban bayramı sömestre tatiline denk gelmişti, tıpkı bu yıl gibi. Her tatil olduğu gibi o tatilimizi de anneannemin yanında geçirmek için Fethiye'ye gitmiştik. Anneannemin Karagözler'deki evine vardığımızda bahçede bizi bir sürpriz bekliyordu. Bir koç. Deliler gibi sevindik. Daha önce kedimiz, köpeğimiz, tavuğumuz, cibimiz olmuştu ama ilk kez koç besleyecektik. İlk işimiz ona bir isim bulmak oldu. Kuzunun olmadığı yerde keçinin Abdurrahman Çelebi muamelesi gördüğü memlekette koç olmak öyle hafife alınır bir şey değildi. Şöyle padişah soyundan, ağırlığı olan bir isim olmalıydı. Bizim oraların en okkalı ağa ismini koyduk ona. 'Osman'.
Yan bahçelerden 'beeee', diye keçi zortlatmaları duyulurken, bizim bahçeden 'Be!!!' diye kısa ve kararlı bir ses çıkardı. Koç bu koç, hemi de Osman Koç boru değil!!. Mahallenin ağası gibiydi, adına yakışır şekilde, tos tos önüne geleni püskürten harbi delikanlıydı Osman.
Tam birbirimize alışmış, tepesine binmemize bile ses çıkarmaz hale gelmişti ki, bayram arifesi denen gün geldi, mahallede bir haraket başladı. Keçilerin birer birer sesleri sedaları kesilir oldu. Anneannem evdeki en büyük tencereleri, tepsileri hazır etmişti. 'Ne oluyor anneanne?' dedik.. 'Kurban kesilecek' dedi. Abimin kaçtığını hatırlıyorum, gece olana kadar eve dönmemecesine. Ben ise donup kalmıştım. Yalvardım anneanneme ne olur kesmeyin diye. Sonra uzun uzun anlattı bana neden, niçin böyle olduğunu. Ne anladım bilmiyorum anlattıklarından. Tek anladığım şey Osman'nın nefesinin kesildiği an çıkan sesti, ölmüştü. Bundan iki üç sene önce teyzem bir resim getirdi sandığından. Meğer sandıkta saklamış yıllardır bu resmi. Belli ki onun da içi cız etmiş, bunca yıl kimselere göstermeye içi elvermemiş. 'Bakın bunu hatırlayacak mısınız?' dedi. İki kardeş resme öylece bakakaldık yine çocuk olduk, okullu olduk, zeytin dalı topladık, gebere yaprağı ayıkladık, su koyduk yoğurt kabına...
Yazımın bundan sonrasında yaşadığım hayal kırıklığından bahsetmiştim aslında.. Abime 'Kurban bayramı ile ilgili bir yazı yazdım, sence ne yazdım? Diye sordum az önce. Hiç tereddütsüz 'Osman'ı' dedi. Yerinden kalktı daha dün koymuşcasına kendinden emin kütüphane raflarından birine yöneldi bir kitap içinden çıkardığı küçük resmi bana uzattı. 'Bunu da yanına ekle'. Dedi. Çekildiği anı dün gibi hatırlıyorum. Fethiye dağlarının eteklerinde bol bol adaçayı, kekik yedirmeye götürmüştük Osman'ı...
Yine bakakaldım resme ve yazımın sonunu değiştirdim... Bu resme bakınca çocukluk yıllarıma dair tüm özlemlerimi özetleyen tek bir şey yazmak geldi içimden...
De gidi Osman de!...
mehtap_akdeniz@yahoo.com
|
|
Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay Mübarek Valentin Bey |
|
Kış ya mevsim; soğuk, yağmur-çamur daralttı biraz beni, ya sizi..?? Güneyde yaşamama karşın, bu sene biraz üşüdüm, biraz güneş ve mavi gökten yoksun kaldım gibi.. Belki havaların azizliğinden, belki de benim ruh biraz ayarsız bu aralar, havalar mı ruhu etkiliyor, yoksa tersi mi bilinmez artık !!!
Neyse konumuz o değil, kurcalamak istediğim, her sene tam kış ortasında, benim gibi sıcakseverler daral-daral ortalarda dolaşır, homur-homur homurdanırken bir de başımıza "Mübarek Valentin Bey Günü" muhabbeti çıkar..Hem hava soğuk, hem etrafta anlayamadığınız, monte olup hissedemediğiniz bir koşuşturma, bir telaş, bir hareket... Hem şaşırır, hem de gelen günlerde "Valentin Bey Günü" deliliğinin yakınlaştığını anlarsınız.. Hadi biz müzmin "eşsiz", bizde pek değişiklik yok, yırttım ben.. Ama bilirim çoğunluğunuz müzmin "eşli".. Hadi bakalım dert başlar, zaten etraf kızarmış, vitrinlerde kırmızı kalpler, kırmızı donlar, kırmızı çikolata kutuları (tabii kalp şeklinde ) çiçekçiler de, kırmızı gül, kırmızı ıvır çiçeği, kırmızı zıvır demeti diye koşuşturup durmadalar.. Özellikle kadınlar için pek önemlidir bu Valentin Bey Günü, günler öncesinden başlamıştır, "Yaa, kimle geçiricem şimdi ben "Sefkililer Günü"nü, Ahmet yemeğe davet etti, Mehmet te Marmaris e, yoksa Nazmi ile Abant a mı gitsem??", ya da " Ayyy şekerum, bizimki sağolsun her sene unutur, ben neler yapıyorum onun için, hatta geçen sene kırmızı kalp şeklinde pasta yaptım da, yine de "N'ooldu lan, kan pastası mı yaptın??" şeklinde homurdandı ayı !!!".. Ya da "Baba kafayı yiycem ben yaa, her sene aynı şey, Aysun a Sevgililer Gününü beraber geçireceğiz diye söz vermiştim, şimdi benim karı tutturmuş, "Çiçek-böcek al gel, sana evde Sevgililer Günü mantısı açacağım, kalp şeklinde, Nezahat tan öğrendim!!" diyo, n'aapıyım şimdi ben??".. Bu monologlar böyle sürer gider.. Değil mi ki sevgili işi karışıktır memlekette, Valentin Bey işleri de karışık olacaktır..
Zaten bu tür günleri icat edenler genellikle Amerikalılardır.. Tüketime gaz vermek, insanları birbirlerine hediye vermek istedikleri için değil, "o gün" hediye verilmesinin gerekli olduğuna inandırmak; hatta piyasa işleri kolaylaşsın diye "hangi gün hangi hediye" satın alınmasına bile karar verilmiştir önceden.. Bu özel günde ya kırmızı, ya kalp şeklinde, ya üzeri "aylavyu" yazılı, ya da hepsi birden; çikolata-gofret-fondan kırmızı, çiçek gül olacak o da kırmızı, iç çamaşırı illa ki kırmızı, üstü kalpli , aylavyulu olursa daha iyi... Sizler-bizler de kurbanlık koyun gibi, bir de "beğenir mi acaba, ucuz mu oldu- bozulmasın, pahalı mı kaçtı-kasılmasın, üstüne uyar mı, ikisine de aynı şeyi alsam olur mu" sorularının cevaplarını araya araya dolanıp durursunuz. Bir de kazıklanma içgüdüsü bu günlerde iyice azıtır.. Her zaman üç kuruşa aldığınız çiçeğe pırlanta muamelesi yapan çiçekçi korsanlara durumun "esbab-ı mucibesi" sorulmaz bile, cevap zaten hazırdır.."Sevgililer Günü ya beyim, hanımına çok mu gördün senede bir!!!".. Yaw sana ne, ayrıca senede kaç olduğunu nereden biliyorsun, üstelik çiçek işte bu, altı da üstü de !!! Evliler ayrı, sevgililer ayrı, start almak üzere olanlar, finişe doğru gidenler apayrı.. Bir de memleketim insanının bu işleri iyice karıştırıp içinden çıkılmaz hale getirme özelliği vardır ki, maazallah!!! Çünkü eski sevgilinin arkadaşı ile çıkan eski koca, yeni sevgilinin eski eşinin arkadaşıdır; ya da tam tersi... Dallas lara bile şapka çıkarttıracak bu varyasyonlar pek girift, pek karmaşıktır.. Bu arada evlilerle fingirdeyenler, çift ya da çok eşliler, "skorerler", eşinden memnun olmayıp ta gözü otomobil sileceği gibi bi sağ-bi sol yapanlar, ona yalan-buna dolan gibi herkesi idare edenler Valentin Bey gününde en çok sıkışanlardır.. Çünkü o günü sevgili ile, aşık olduğunla geçirmek kuralı konmuştur, ve kadınlar buna önem verir.. Var mı aksini söyleyebilecek delikanlı, bizim Hüsam bile yengeden tırsar, sözünden çıkmaz, biliyorum...
Bir de bizim gibiler var, sağı-solu idare etmeyi beceremeyeceğini bilip hiç etli-sütlü muhabbeti yapmaz, boynunu büker oturur, sıkışırsa da "Ama..ama bekarlık sultanlıktır.." gibilerinden mırıldanır.. Ama gözü de kulagı da ruhu da etrafta vızır vızır dolanmaktadır, taa ki tuzağa yakalanmış ayı durumuna düşene kadar.. Böğürüp homurdanır, iter kakar hoplar, sonunda hırızmayı burnuna takmağa razı, kocakarıların hamamda neler yaptığını göstermeğe de aday olur, süklüm püklüm yaşar gider.. Bizler böyleyiz de, kadınlar da başka türlü.. Onlar da ne hikmetse evlenip çoluk çocuklara karışmayı, "yuvalarını yapmayı" pek istiyor, pek bir marifet sayıyorlar.. Bir de "güven" lafını icad etmişler, neden bu kadar önemliyse kimbilir??.. Üstelik hiç güvenip te hayal kırıklığına uğramayan var mı?. Kadın-erkek farketmiyor bu konuda, herkesin sonunda ayağı yere basıyor, farkına varıyor ki esas olan kendine güvenmektir, kendine güvenmeyen başkasının güvenini elde edemez..
Hadi bakalım Mübarek Valentin Bey Günü diye başladık nerelere geldik... Mavrayı burada kesiyorum, hepinize mutlu, aşklı, istediğiniz gibi sevgililer diliyorum, hepinizin, hepimizin, herkesin Mübarek Valentin Bey Gününü kutluyorum..
Osman Günay
osmangunay@superonline.com
|
Keşfetmenin Dayanılmaz Ağırlığı
Baktım herkes keşif yazıları yazıyor, geri kalmayayım dedim. Benim de keşiflerim oldu tabi. İlk keşfimi hayal meyal hatırlıyorum. Pek çok küçükken gece uyanıp annemin yanına gitmek istemiş ve pek uygunsuz bir durumda yakalamışım galiba.. Çünkü aklımda kalan tek şey, nedenini bilmeyerek hissettiğim rahatsızlık. Böylece odalara dan diye girilmeyeceğini keşfettim ilk olarak.
Çok küçükken, uyumakta olan küçük kardeşimin nefesini dinlediğimi, acaba öldü mü diye düşündüğümü ve bunun beni üzdüğünü keşfettim. Kardeşlerime karşı, dışardaki çocuklardan farklı duygular beslediğimi, onları sevdiğimi ve korumaya çalıştığımı farkettim sonra.
Bir kaç yıl sonra, annemin ve babamın gazına gelen kardeşimin, benimkiler de dahil olmak üzere evdeki tüm emzikleri atması ve eve bir daha emzik alınmaması sonucunda, henüz beş yaşındayken emziği bırakmak zorunda kalarak, kardeşime bile güvenemeyeceğimi keşfettim.
İşte bu kardeşimle birlikte büyürken tahtadan küp oyuncakları kafasına isabet ettirebilirsem, kanatabildiğimi keşfettim sonra. Hemen ardından aynı şeyin bana da olabildiğini gördüm, gözyaşları içinde..
Biraz daha büyüdüğümde, sokakta oynamanın tadını keşfettim. Arkadaş denen varlığın ne kadar önemli olduğunu, ne kadar sevildiğini, seni ne kadar üzebildiğini keşfettim sonra. Arkadaşlarıma kendimi sevdirmenin gerekliliğini ve fakat bunun ne kadar zor olduğunu anladım. Bir gün burnumu karıştırırken beni gören arkadaşımın uzunca bir süre herkese söylerim tehditiyle bana tüm angaryalarını yaptırmasından sonra kimseye açık vermemek gerektiğini keşfettim. Verirsen yandın: Top oyunlarında kaçan tüm topları sana toplattıkları gibi, evcilik oynarken de sana sadece dördüncü derece roller düşüyor.
Evimizin rahat ve sıcak bir yer olduğunu, yatağımın dünyadaki en rahat yatak olduğunu, annemin en iyi yemek yapan anne olduğunu, babamın tüm babalardan daha çok şey bildiğini, benim anneannem gibi bir anneanne daha olmadığını, kitabı açıp okur gibi yaparak annemi ders çalıştığıma nasıl kolay inandırabildiğimi, hasta olduğumda tüm ilginin üzerimde olmasının hoşuma gittiğini, öğretmenle gözgöze gelip de sözlüye kaldırmasın diye, silgiyi yere düşürme numarasının çok akıllıca olduğunu, şimdi aklıma gelmeyen daha bir sürü şeyi, on yaşıma gelene kadar keşfetmiştim.
Daha ilerki yaşlardaki keşiflerimin kimi tatlı, kimi acı duygular bıraktılar. En acıları gençlik keşifleriydi. Hayatın çocuklukta gördüğümüz gibi olmadığını keşfetmek gerçekten hayal kırıcıydı. Yaş ilerledikçe keşiflerin sayısı azalmıyor, eski keşifler yenileriyle yer değiştiriyordu.
Yaşam keşiflerden oluşuyordu. Tatsız olanı, her yıl bir önceki keşfin yerine doğrusunu koymak zorunda kalmaktı. Bir önceki keşfin yanlış olduğunu anlamak şaşırtıyor ama insana yaşamın gerçeklerini öğretiyordu. Tecrübe dedikleri buydu demek ki...
Keşfin yaşı yoktu. Geçenlerde anneanneme uğradım. Yıllardır başı ağrıdığında bir tülbenti kızılderililer gibi başının etrafına sıkıca bağlayan anneannem, artık yeni bir yöntem keşfetmiş, bir eliyle diğer elinin avucunda bir noktaya masaj yapıyor ve bunun ağrıyı çok çabuk kestiğini söylüyordu.
İlkokul çağlarında bir kitabımız vardı: "Keşifler ve İcatlar". İçinde kuduz aşısından tutun da Güney kutbunun keşfine kadar pek çok olay yer alıyordu. O kadar severek okur ve keşif yapmak için heyecan duyardık ki, bulunduğumuz çevreyi kaşif gözüyle gezerdik daima. Bir keresinde evden epey uzakta bir yerlerde kilden küçük bir tepeye rastlamıştık. O bölge mi killiydi, o kil bir iş için mi oraya yığılmıştı bilmiyorum. Oradan devamlı kil alıp, heykelcikler yaparak bu keşfimizin tadını çıkardık uzun süre.
Yaş ilerledikçe yaşam keşiflerinin yerini keyif keşifleri almaya başladı. Tepenin ardındaki terkedilmiş köy, ünlü olmamış bir kıyı kasabasındaki pansiyon, Karadeniz yaylalarındaki bir avcı kulübesinde kalmanın tadı gibi...
Keşifler, ne olursa olsun hep heyecan vericidir. 'Yaşamımda heyecan yok' diyenlere tavsiyemdir: Kaşif ruhuna bürünüp etrafınıza; insanlara, mekanlara, şehirlere... o gözle bakın. Başkalarının görmediklerini görecek, mutlaka bir şeyler keşfedip, bundan mutluluk duyacaksınız. Hiç kuşkum yok...
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Ecnebi misafirimiz vardı
Merhaba dostlar,
Yaklaşık bir hafta önce dükkana Levent geldi, oğlanın işi başından aşkın olduğu için öyle bizim gibi dükkan dükkan dolaşıp geyik çevirme adeti yoktur, bir işi olduğu belli. Zaten hoş beşten sonra derdini anlattı. Almanya'da bir firmanın temsilciliğini almak istermiş, işi de bayağı ilerletmiş, firmanın müdürü şirketini, yaptığı işleri görmek için İstanbul'a gelecekmiş. Bu adamla bir kaç ay önce Almanya'da fuarda tanışmışlar, bir akşam adam bunu yemeğe götürmüş, izzet ikramda bulunmuş şimdi Levent'te onu ağırlamak istiyor, benden bunun için yardım istermiş. Levent "abi bu adam öyle çalgılı, kadınlı eğlenceye meraklı, beni bilirsin işten eve, evden işe öyle yerleri pek bilmem hani sen belki bilirsin diye geldim" dedi. Önce "ee sen aile babasısın da biz pavyon fedaisimiyiz oğlum, nerden bileyim" diye biraz takıldım. Sonra da "tamam hallederiz" diye gönlünü aldım, adam gelince bir akşam meşrebimize göre bir yerlere gitmeye karar verdik.
Hemen ertesi gün aradı, "abi adam geldi yarın akşam gidelim mi?" diye, "tamam" dedim, iş çıkışı onların dükkanında buluşup oradan bir yerlere gitmek üzere anlaştık. Ben evlendiğimden beri bu tür yerlere gitmedim, ne bileyim, ipin ucunu kaçırmasam bile hanımın hoş karşılamayacağını bildiğimden ve buna da hak verdiğimden bekarken kadrolu müşterisi olduğum bu tür mekanlara çok uzun süredir gitmiyorum. Bu sefer mevzuyu hanıma da anlattım, iznini aldım, artık ruhsatlıyım yani.
Ertesi gün çıkma zamanı gelince toplandım, tam kapıyı açtım bir de ne göreyim bizim dayı merdivenleri çıkıyor. Gözlerime inanamadım, nerden çıktı şimdi, işin yoksa bir de onunla uğraş. Neyse geldi, hoşgeldin muhabbetini kısa kestim "hayrola dayı" diye sordum. Cevap "hiiiç öyle göresim geldi, çıktım geldim" dedi. Artık "bu akşamı mı buldun" diye soramadım, ne bok yesem diye düşünüyorum. Diyeceksiniz ki "dayını da al git", dediğiniz kadar kolay olsa ben de öyle yaparım. Biliyorsunuz bizim dayı tekin adam değildir, gittiği yerde rahat duramaz, mutlaka bir vukuat çıkarır. Hadi bana ve belki de Levent'e koymaz ama yanımızda ecnebi adam var. Dayı sordu "nereye, eve mi?", Hüsam kırık, dökük cevap verdi "yok dayı arkadaşlarla yemeğe gidicez, iş yemeği yani" diye. Sanki "sen de gel" demişim gibi "iyi gidelim konuşalım bakalım" dedi. Adamdaki rahatlığa bakın ya, ne "kim geliyor" diye soruyor ne de "ne konuşacaksınız" diye. Elalemin iş muhabbetinden sana ne, bir de havaya giriyor "konuşalım bakalım" diye. Ne yaparsınız, bende yürek selanik, çaresiz kalktık gittik.
Artık yolda anlattım niye, nereye gittiğimizi. Vaktiyle Almanya'da bulunduğu için sanki hemşerisi gelmiş gibi sevindi "götürelim tabi gavuru, sevaptır" dedi. Lafa bakın ya, sanki adamı müslüman edip camiye götürücez, pavyona gitmek ne zamandan beri sevap oldu ki. Neyse vardık Levent'in dükkanına, Alman misafirle tanıştık, 50-55 yaşlarında, iri yarı, saçlar saman sarısı, nazar boncuğu gibi mavi gözlü bir adamcağız. Bizim dayı hemen "vaay hemşerim" tavırlarıyla adama paça kasnak dalıp bir el ense çekti. Bağıra çağıra yarısı Türkçe yarısı galiba Almanca adamla muhabbet etmeye başladı. Allahtan adam sanki böyle şeylere alışkın gibi bozuntuya vermedi, o da ona makineli tüfek gibi cevap veriyor. Bizimki anlıyor mu, anlamıyor mu, belli değil, sürekli kafasını sallayıp artık her ne demekse "ah zo, ah zo" deyip duruyor.
Bunlar Levent'le benim şaşkın bakışlarımız arasında koyu bir sohbete daldı, dayım birden tüm kumandayı ele alıp bize "şuraya gidelim, şöyle yapalım" demeye başladı. Adını söylediği yerleri bir duysanız resmen batakhane, ne işimiz var bizim oralarda, nereden biliyor anlamadım gitti. Dayı ve adının Werner olduğunu öğrendiğimiz Alman önde, biz arkada dışarı çıktık, arabaya binip yola koyulduk. Dayıyı "yer ayırttık" yalanıyla önce bir yerde yemek yemeğe sonra da "aile pavyonu" denebilecek eli yüzü düzgün bir yere gitmeye ikna ettik. Levent'in pek sesi çıkmıyor ama belli ki bizim dayı yüzünden çıkabilecek bir tersliğin kendi ilişkisini de etkileyeceğini düşünüp huzursuz oluyor.
Güzel bir yere gittik, yemek, içki söyledik, Werner bey belli ki sevdi, memnun, memnun sırıtıp duruyor, bir yandan da dayıyla sohbet sürüyor. Levent'e "ne konuşuyorlar bunlar böyle asker arkadaşı gibi" diye sordum. Levent gülerek "abi dayının Almancası felaket, adam anladığı kadarıyla cevap veriyor" dedi. Ne konuştuklarına gelince mesela dayı az evvel yemekte olduğumuz yaprak sarma nasıl yapılır onu anlatmaya çalışıyormuş zavallı adama. Yemeğin sonunda bunlar epey çakır keyif oldular, adamın sırıtarak gözlerinin parladığına ve dayımın yaptığı el hareketlerine bakılırsa birazdan gidilecek pavyonu konuşuyorlar. İşe bak ya, birisi sarhoş, diğeri hem deli hem sarhoş aklı uçkurunda iki adamla Allah sonumuzu hayır etsin.
Lokantadan çıktık, baktık bunlar sarhoşluktan arabayla geldiğimizi unutup bir taksi çevirmişler, biniyorlar. "Yahu delirdiniz mi, araba var" dedik, dayı "haa ben unuttum onu ya, ama taksiciye ayıp olur şimdi, siz arabayla gelin orada buluşalım" dedi, çekti kapıyı, gittiler. Biz "ya sabır" deyip arabayı bulduk, sözleştiğimiz pavyona gittik, bizimkiler yok, gelirler diye bekledik, yarım saat geçti yoklar. Bizi bir merak aldı, kesin yolda kaza yaptılar diye düşünüyoruz, apar topar çıktık, gittik en yakın karakola. Derdimizi anlattık, soruldu, soruşturuldu, kazalarda bizim tarifimize uyan birileri yok. Baktık polislerin yapabileceği bir şey yok, cep telefonu numaralarımızı bıraktık "aman bir haber çıkarsa arayın" diye tembih ederek çıktık koca İstanbul'da dayıyla, Werner beyi aramaya.
Sabaha kadar bakmadığımız yer kalmadı, adamın kaldığı otele gittik, yok, yemek yediğimiz lokantaya gittik, yok, gittiğimiz pavyona bir daha gittik, yok, oranın sağındaki solundaki pavyonlara baktık, yok, yok, yok. Deliricez yahu, adamlar kayboldu. Levent neredeyse ağlamaklı, işi, gücü unutmuş adamın sağlığından endişe ediyor. Gittiğimiz her yere de cep telefonu numaralarımızı bırakıyoruz, görürseniz haber verin diye. Evlere haber verdik, geç kalıcaz diye, onlar da meraklandı, herkes ayaklandı yani.
Artık sabaha karşı ne yapacağımızı bilmez dolanırken adamın kaldığı otelden aradılar, bizimkiler otele gelmiş. Vallahi uçarak gittik, bunlar lobide ayakta birbirlerine yaslanmışlar, ceket, kıravat bir yanda, gömlekler dışarda bağıra, çağıra konuşuyorlar. Uykusuzluktan, sarhoşluktan ikisinin de dili peltekleşmiş, dayım Türkçe adam Almanca konuşuyor, birbirlerini anladıkları yok ama sanki anlaşıyorlarmış gibi kafa sallıyorlar. Ben hemen "dayı nerdesiniz ya" diye sordum, seninki bizden baskın çıktı "bekledik, bekledik gelmediniz" diye sitem etti. "Yahu siz nereye gittiniz" diye soruyorum, bizim gittiğimiz pavyonun ismini söylüyor. Sonra güç bela anlaşıldı ki aynı isimde iki yer var. Bunlar taksiye binince semt adı değil pavyonun adını söylemişler, taksici de herhalde eski kulağı kesiklerden "tamam abi" deyip almış bunları şehrin başka bir tarafındaki aynı isimdeki bir pavyona götürmüş. Bunlar bize bir iki bakınmış, sonra da keyiflerine bakmışlar, artık ne boklar yediler bilmem, işret alemleri bitince de otele geri gelmişler, bizi de sanki görünce hatırlamışlar gibi bir halleri var.
Neyse bunları güç bela ayırdık, adam odasına yatmaya gitti, öğleden sonra uçağı var dönecek, dayım da "ben eve dönücem, yengen merak eder" diye tutturdu. Laf dinletemeyince bindirdim bir otobüse gönderdim, seninki otobüste sızıp Gerede'ye kadar gitmiş, orada uyanıp geri dönmüş, ben artık alıştım, dayımın yaptığı hiç bir şeye şaşırmıyorum. Werner beyi de Levent öğleden sonra uçağına götürmüş adam giderken biraz suskun gibiymiş ama dönünce hem teşekkür eden uzunca bir mektup yazmış hem de temsilcilik anlaşmasını göndermiş.
Sonuçta heyecanla geçirdiğimiz bir gece sonunda herkes memnun, bir de dayım ara sıra arayıp "Levent'ten adresini alsana, Werner'i görmeye gidicem, sevaptır" demese daha iyi olacak.
Sağlıcakla kalın dostlar.
Hüsamettin Gezer husam@polygon.com.tr
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
"Sorun kendinize" dedi genç adam. " Bu topraklarda kimler ne izler bıraktı?
.....
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_62.asp
Devamı var
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.082 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
MÜMKÜN MÜ
O Çocuk gözlerine bakmak
Yanıbaşında gülümsemek mümkün mü
Ya ellerini tutup
Rüzgarla dağılan saçlarını okşamak
Yağmurla ıslanan yüzünü silmek ellerimle,
Mümkün mü söyle?
Çaresizliğiyle başbaşa kalmıs bir gelincik
İçinde kopan fırtınalara aldıramadan
Yapraklarını tek tek rüzgara bırakmış.
Kapımı zamansız çaldın,
Ne git diyebildimdim ne de kal..
Böyle sıkışmış sevgiler yaşamak mümkün mü?
Ayşegül TUĞLU
<#><#><#><#><#><#><#>
SANA
Küçük çocuklar yapıp geceleri kendimden
Seni öpsünler diye getiriyorum sana.
Bana, kucaklarında seni getiriyorlar
Ben de sonra o seni getiriyorum sana.
Özdemir ASAF
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun BRENDİ SOSLU ELMALI KREP |
|
KREP HAMURU İÇİN...
1 su bardağı un
1 yumurta
300 ml süt
¼ çay kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı limon kabuğu rendesi
Bütün malzemeleri karıştırarak mikser ile çırpın. Hafif sıvı bir hamur elde edeceksiniz. Yağladığınız bir teflon tavada kreplerinizi pişirebilirsiniz. (Bu malzeme ile 8 adet krebiniz olacak)
250 gr elma
30 gr (iki yemek kaşığı kadar) kuru üzüm
çok az tarçın
Elmaların kabuklarını soyun, çekirdek kısmını alın ve ince dilimler halinde doğrayın. Kuru üzümlerle birlikte az miktarda suyun içinde yumuşayana kadar haşlayın. Suyunu süzün, tarçın ile tatlandırın.
Hazırladığınız içi de sekiz parçaya bölün. Her bir parçayı, krebin ¼’üne koyun. Krebi önce ikiye, sonra dörde katlayarak üçgen biçimi verin. Böylece hazırladığınız krepleri bir fırın tepsisine dizin ve 160 derecede yaklaşık 15 dk pişirerek üzerlerinin kıtır olmasını sağlayın.
SOS İÇİN...
90 g margarin
90 g (1/2 su bard) esmer şeker
1 yemek kaşığı brendi ya da rom
1 yemek kaşığı limon suyu
Kısık ateş üzerindeki bir kaba margarini alın. Erimeye başlayınca şekeri ilave edin. Şeker ve margarin birlikte erisinler. Limon suyunu ve brendi veya romu ekleyin. Karıştırarak bir süre pişirin ama kaynamasına izin vermeyin.
“Sosa gerek yok, ben sossuz da idare ederim” dediyseniz neler kaçırdığınızı bilmiyorsunuz demektir. Bir de sosla deneyin...
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Buyur Burdan Yak..
Adam,lüks erkek kuaföründe oturmuş bir yandan sakal tıraşı yapılırken bir
yandan da elleri manikürlenmektedir. Manikürü yapan sarışın fıstık adamin
ilgisini çekmekte gecikmez,
"Güzelim, bu gece benimle çıkmaya ne dersin? "Kız gülümser, "Özür dilerim
ama ben evliyim."
"Boşversene" der adam, "Seninkine telefon et bu gece işin çıktığını eve
gelemeyeceğini söyle!"
"İstersen sen söyle, şu anda seni tıraş ediyor..."
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.colorado.edu/physics/2000/applets/satellites.html
Gözünüzün önüne uzay boşluğunda dünya isimli gezegeni ve uydu gezegen ay'ı getirin. Gördüğünüz gibi görüntüde insan yapımı özel uydular mevcut değil. öyleyse mouse'nuzun sol click'i ve dünya yörüngesine uygun hamlelerle yörüngeleri yerleştirin bakalım.
http://autoweek.com/cat_content.mv?port_code=autoweek&cat_code=carnews&loc_code=&content_code=00923873
Skydiving meraklıları için özel ...They do this in the name of gaining experience in “skydriving.” Already these guys have plunged eight Honda Civics to 60-second final drives. “There’s no real science to it—it’s hit...
http://www.levenez.com/lang/history.html
Bilgisayar'ın atası bir abaküs'tür. Bu cümle bilgisayar tarihçesi her anlatıldığında mutlaka kullanılmıştır. Ya peki bilgisayar dilleri tarihçesi hakkında neler biliyorsunuz? Fortran, cobol, prolog isimleri size birşeyler ifade ediyormu?
http://www.weebl.pwp.blueyonder.co.uk/badger.html
"Atomic badger racing", isimli ilginç bir oyun. Aslında bir çeşit bahis oyunu. Seçiminizi yapıp bir miktar para yatırıp yarışı başlatıyorsunuz. Nitrogliserin hızlandırması için space bar'ı kullanmanız yeterli olacaktır. Detayları öğrenmek için incelemenizi tavsiye ediyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
MP3 Tunes v1.7.7 [927k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105875
Alternatif bir MP3 çalıcısı. Epeyce fonksiyonu güçlü bir ekolayzeri var. MP3 tutkunlarına duyurulur.
CIA World Factbook v2002 [129MB] W9x/2k/XP Free
http://www.cia.gov/cia/publications/factbook/
CIA in 1993 ten buyana geliştirdiği bir yıllık dünya el kitabı. Tüm ülkeler hakkındaki coğrafik ve siyasal bilgilere ulaşabileceğiniz bir kaynak. Biraz büyükçe ama dilerseniz sitede küçük parçalara bölünmüş hali de var. Hatta isterseniz online olarak siteden de takip edebiliyorsunuz. Amatör ajanlara duyurulur.
|
|
|