KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 205

 21 Şubat 2003 - Yürek meselesi


Merhabalar,

Elde olmayan nedenlerle 1 sayıyı sektirdim kusura bakmayın. Trafik, elektrik kesintisi ve buzlanma biraraya gelince matbaanın çarkları dönemedi. Ben de valiliğe başvurarak 1 günlük mektep tatili aldım. Arkasından da tam 87 tane merak eden, hatır ve dahi hesap soran eposta aldım sizlerden. Hepsine bizzat cevap vermek isterdim ama yapamadım. İlginize teşekkürler ama nolur arada birde olsa "Necefli Maşrapa" kullanma hakkımı elimden almayın olur mu? Mesajlardan biri ilginçti, "Ne o?" diyor bir kahveci "canlı kalkan olmaya Irak'a mı gittin? Bizim molayı yollayıp öyle gideydin." diyordu. Valla ne yalan söyleyeyim o yürek bende yok. Bu yürekliliği gösterenlere saygı duyuyorum ama çok da anlamlı bulduğumu söyleyemiyorum. Eğer bu olmayasacısa savaş çıkacaksa, bir tek canı bile orada heba etmeye o canın sahibinin bile hakkı olmadığına inanıyorum. Bir de unutulmaması gereken birşey var. Silah, akıl, vicdan, mantık yoksunu birinin elinde. Eğer orda canlı kalkan var diye bombalamaz sanırsanız aldanırsınız. Adam profesyonel savaşçı genler taşıyor. Doğru bildiği yolda herşeyi mübah görüyor. Baksanıza kitle imha silahlarını imha etmek için kitleyi de imha etmeye hazır. Canlı kalkanları cansız sardalya yapıp mezar taşlarına "Eğitim Zayiatı" yazmaktan da geri durmaz. Adamı milyonlarca küresel barışçı ile kendi memleketinin insanları engelleyemiyor, 50 tane canlı kalkan mı engelleyecek, hiç inanasım yok.

ABD halkıyla ilgili gözlemleri aşağıda sevgili Dilek'in yazısında ayrıntılarıyla okuyacaksınız ama ben kıyıda kalmış bir haberi hatırlatmak istiyorum size. İsimleri çıkartıp okusanız, haksız bir şekilde bu olsa olsa Türkiye'de olur diyebileceğiniz bir haberdi. Bir çocuğa yapılan organ naklinde kan grubuna dikkat edilmemiş ve yanlış organ nakledilmiş. Dün apar topar yeni organ bulunup çocuk yeniden ameliyat edilmiş. Böylece sıfıra kadar düşen yaşama şansını bir miktar artırmayı becermişler. Tabi canım üzüm üzüme baka baka kararır. Hani başkanlarına bak doktorunu al diyesim geliyor. Bu haberi okuyunca, karaciğer nakli konusunda dünyanın en önde gelen birkaç cerrahından birinin arkadaşı olmaktan nasıl gurur duydum anlatamam. Sevgili Yaman Tokat'a buradan kucak dolusu sevgiler.

Efendim bu kadar laflamak yeter, şimdi sizleri birbirinden hoş yazılarla başbaşa bırakıyorum. Ayrıca hepinize az karlı, buzfree bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Önce minik ve masum bir hatayı düzeltmek istiyorum. 7. Şubat 2003 tarihli 'Kahve Kremaları'nda size 'TersYüz' isimli filmi önermiştim. Çünkü filmi ben daha önce bir özel gösterim nedeniyle izleyebilme fırsatı bulmuş ve elimdeki tüm filmlerin dağıtım listesinde de gösterime giriş tarihi olarak 7 Şubat'ı görmüştüm. Ancak daha sonra bu değişmiş ve bayram ertesine alınmış, bunu atlamışım. Bu yüzden sizlerden özür diliyor, filmin bugün başladığını tekrar bildiriyor ve tavsiye ediyorum.

Bayram öncesi 53. Berlin Film Festivali'ndeydim. Oldukça yoğun bir program içerisinde, güzel filmler izleme fırsatı da yakaladım, ama en çok istediğim filmi izleyemeden döndüm. Nasıl mı?

Berlin'e ayak bastıktan ve festival kataloğunu alıp, inceledikten sonra bir tek film benim için 'mutlaka görülmeli' listesinde ilk sıradaydı. O da Michael Winterbottom'ın , 'In This World' isimli filmiydi. Gerek konusu, gerekse teknik yapısı, beni inanılmaz çekti, üstelik filmin bir bölümü de Türkiye'de çekilmiş... Hemen tarihlerine baktım, çünkü çok önceden alınmış iş toplantılarımın arasında filmi kaçırmak istemiyordum. Bulunduğum 5 gün içerisinde filmin tek gösterimi vardı ve her yer doluydu. Karaborsa bilet bile yoktu. Üstelik ben bilet aramaya başlamadan o saatle çakışan toplantımı ertelemiştim bile... Hiçbir çaba sonuç vermedi ve filmi izleyemedim... Sonra ne oldu biliyormusunuz? 'In this World' Altın Ayı yani büyük ödülü aldı. Türkiye'den dağıtımcılar sanıyorum filmi aldılar ve burada gösterime girecek. Bunun dışında Berlin yine çok güzeldi, Amerikan filmlerinin yoğunluğu çok fazla hissedilse de, Avrupa'nın tüm iddialı yapımları yine öndeydiler... Nicole Kidman, Richard Gere, George Clooney, Catherina-Zeta Jones Berlin'deydiler... Hepsi filmlerinin basın toplantılarına ve lobi çalışmalarına katıldılar. Hepsi filmlerindeki gibi çok güzeldiler... Berlin çok soğuktu ama her zamanki gibi festival dönemi büyüsü ile çok 'özel'di...

Bu haftaki sergi önerim,Galeri Nev'de, 21 Şubat 2003 Cuma akşamı başlayacak olan 'Esat Tekand'ın resim sergisi... Sevgili Esat aynı zamanda benim çok sevdiğim bir dostum. Sergileyeceği işleri henüz görmedim, cuma günü göreceğim. Açıkçası görmeden tavsiye edebileceğim belkide tek 'sanatçı' dır kendisi. Yaptığı işler her zaman beni çok heyecanlandırır ve etkiler...

Geçtiğimiz bayram tatilinde, Berlin dönüşü ağır bir gribe yakalanıp, evde dinlenirken Sait Faik Abasıyanık'ın 1939'da yayınlanan hikaye kitabı Sarnıç'ı uzun yıllar sonra tekrar okudum. Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından yeniden gözden geçirilerek yayımlanan eseri okudukça, yazarın ne kadar büyük ve özel bir yazar olduğunu farkettim.

İlhan Erşahin'in yeni albümü 'Love Trio'yu dinledim. Minimalizmi çok seven biri olarak, farklı, sakin ve sade tınılar beni mutlu etti. Ama daha eğlenceli ve neşeli şeyler isteyenler için Shakira'nın 'Grandes Exitos' isimli albümü piyasaya çıktı. Ben alışveriş ettiğim müzik markette dinledim, çok eğlenceliydi.

Bu haftalık 'kremalar' böyle... İstanbul dışından mail beklemeye devam ediyorum.
Keyifli, güneşli bir hafta diliyorum.

Zeynep Özbatur

 Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku


SİR, İSYANIN TANESİ KAÇA?

Geçenlerde Ayşe Nur bana "Hasan Yüksel Irak'tan bildiriyor, sen de bize USA'dan bildirsene, Amerika'da savaşa sadece babaanneler mi karşı? Bu ne iş?" diye sormuştu. Ben de bunun üzerine fırsat bu fırsat, hadi azıcık araştırmacı gazetecilik yapayım dedim. Neme lazım, belki kendi ufak penceremden görünenler gerçeğe pek uymuyordur, gidip gerçeği öğreneyim, uyduruk bir cevap vermiş olmayayım. İlkin niyetim savaşa karşı birini bulup derdini dinlemekti. Ama bir de ne göreyim, kime sorsam savaşa karşı, asıl zor olan savaşa karşı olan değil savaş yanlısı birini bulmak. Tuhaf ama savaştan yana birini henüz bulamadım.

Ayse Nur'un arkadaşının "Amerika'da savaşa sadece babaanneler karşı," saptamasından yola çıkarak ve şimdi söylediklerime bakıp 'Dilek babaannelerle dolu bir huzur evinde yaşıyor acaba?' diye sorabilirsiniz. Hayır, yaşadığım yer Chicago'nun göbeğindeki hareketli bir mahalle. Çok tipik bir Amerikan mahallesi oldugunu da iddia edemem elbette. Hyde Park, bu memleketteki en demokrat şehirlerden biri olan Chicago'nun -biliyorsunuz, demokrat Amerikan usulü solcu demek oluyor-- vaktiyle gangsterlerin mesken tuttuğu eski ve kozmopolitan bir mahallesi. Mahallenin tam ortasında da Chicago Üniversitesi var ve bir üniversitenin çevrenin genel atmosferine etkisini inkar etmek saflık olur. Ama şehrin diğer yerleşim birimlerinde de genel görüş aynı: herkes Bush'un bir moron olduğunu, savaş fikrinin de yüzyılın en salakça fikri olduğunu düşünüyor, hergün kampuste savaş aleyhtarı bir sürü toplantı oluyor, tutucu görüşlerin barınağı olan kiliselerde bile "Savaşa Karşı Bilinçlendirme Toplantıları" yapılıyor. Bir cok genç aile, kucaklarinda küçük cocukları ile bu toplantılara katılıyor. 10 Ocak'ta Chicago Şehir Meclisi 46 ya karsı 1 oyla Chicago'nun savaşa karşı olduğunu bildiren bir karar geçti. Hatta bu yazıyı yazmadan az once şehrin bana uzak bir mahallesinde oğle yemeğimi yediğim lokantada bile savaş karşıtı bildiriler dağıtmaktan dönen bir gruba rastladım. Aynı grup tarafından iki akşam sonra o yörede yapılacak sazlı sözlü bir savaşı protesto toplantısına da davet edildik.

Yani anlayacağınız, günlerdir bakınıyorum, savaştan yana kimselere rastlayamıyorum. Her tarafta, marketlerde, kahvehanelerde, dükkanlarda savaş aleyhtarı bildiriler, toplantı duyuruları asılı. İyi de bu durumda savaş nasıl olucak, kim savaşıcak?

Bu soruların cevabını ben de tam bilemiyorum. Ama şu anki gözlemlerime Amerikan ruh hali ile yıllar içinde ister istemez oluşan aşinalığımı ve bununla da yetinmeyip kendi görüşlerimi katarak asağıdaki maddeleri sıralayacağım.

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR MESELESİ: Biliyor musunuz bilmem, Amerika'da zorunlu askerlik yok. Yani bizim 'Mehmetçik'ler gibi askere çağırılan vatan evlatlarından oluşan bir ordu değil buradaki. Bu işi para karşılığı yapan, meslek olarak seçenlerin savaştığı bir ordu ve savaş da profesyonel bir aktivite. Amerikalılar Vietnam'dan bu yana sıradan vatandaşı askere çağırma kavramını telaffuz bile edemiyorlar. Hele öyle bir durum çıksın ortaya da görelim Amerika'da kim savaşa karşı, kim savaştan yana?

MEDYA: Size Amerikan halkının gerceği ancak medya yolu ile algılayabilecek kadar gerceğe yabancılastığını söyleyerek özetleyebilirim durumu. Amerikalılar yanıbaşlarında olan bir olayın gerçekliğini bile ancak televizyonda gördükten sonra idrak edebilen bir haldeler. Bu bambaşka bir yazının konusu ya da kompleks bir çalışmanın tezi olabilir ve analizi de beni fersah fersah aşar, ama şu kadarını söyleyebilirim: Amerika'da gerçeklik algısı dumura uğramamış birey, nesli tükenmeye yüz tutmuş nadide bir kuş gibi artık. Onun yerine sadece ve sadece medya var. Tek bir kuruluştan, tek bir kişiden ibaret olmadığı ve de üstelik demokrasinin ve fikir özgürlüğünün savunucusu misyonunu üstlenmiş olduğu için de savaşılması çok güç olan medya Big Brother rolünde. Ama Orwell'in romanındaki gibi monoton sesli ve siyah-beyaz değil, tam tersine cıvıl cıvıl ve rengarenk, o yüzden de çok kolay gizleniyor.

KORKU DAĞLARI BEKLİYOR OLGUSU: Medyanın en büyük silahı ise korku ve anksiyete. Amerikalılar günlük hayatlarında, sinirleri lime lime halde yaşıyorlar, daha doğrusu yaşatılıyorlar. Daha ortada Irak savaşı yokken bile, kolesterolden, kendi aralarındaki siyahlardan, uzaydan gelecek meteorlardan, Bin Ladin'den, yabancılardan, mikroplardan, sigaradan, şişmanlıktan, fakirlikten, herşeyden korkuyorlar. İşte bu kronik korkunun yarattığı ve milyonlarca insanı uyuşturucu almış gibi etkisiz hale getiren felç drumuna bir de 11 Eylül'un görüntülerini ekleyin. Anlatabiliyor muyum bilmem?

VE NİHAYET: GERÇEK DEMOKRASİ NE DEMEK OLA SORUSU
Amerikalıların halini (Dünyanın en gelişkin demokrasisi bu güya, öyle değil mi?), savasa karşıyız diye diye savaşa sürüklenen toplumlari (Türkiye'de dahil. Güya %99 savaşa karşıymış Türkiye, öyle değil mi?), sesi bile çokmayan yığınları bir tarafa bırakın, bas bas bağıran bağırmaktan sesi kısılanların bile ne denli etkisiz olduklarını gördükçe demokrasi konusu iyice kafamı karıştırmaya başladı. Avrupa'da savaşa karşı çıkan hükümetler halkları savaşa karşı diye mi yoksa Ortadoğu'da oynanan bir güç dengeleri satrancının, petrol kavgasının kaygısı ile mi savaşa karşılar onu da bilmiyorum. Türkiye'nin umursadığı halkın yüzde doksanıın fikri miydi yoksa sadece fiyatta mı uyuşamamışlardı?

Bana öyle geliyor ki şu günkü haliyle demokrasi demokrasi diye bayılıp uğruna savaslar çıkarıp ölümü göze aldığımız şey aslında globalleşmenin, direktörlüğünü çok uluslu dev şirketlerin yaptığı ve içinde bize rol aldırdığı bir tiyatrodan, bir göz boyamacılığından baska bir şey değil. Kamu oyunun fikri, halkın savaşa karşı olması ya da olmaması fasarya. Soru paranın nerede olduğu, suyun başını kimin tuttuğu. Milletlerin, ülkelerin, ideolojilerin ötesine gecen, sınır tanımaz bir aç gözlülüğün ve bunun somutlaşmış mekanızmasını oluşturan şirketlerin halkın psikolojisi ile oynadığı bir oyun hepsi, savaşa karşı duran söylemler, yüzbinlerin katıldığı gösteriler de öyle. Amerikan halkı da karşı savaşa, Türkiye halkı da, Avrupa halkı da (Irak halkı da karşı dememe gerek var mı?). Ama neticede savaşı üreten o global mekanizma içinde hepimiz üzerimize düşen rolü güzel güzel oynamıyor muyuz?

O yüzden belki Ayşe Nur'un arkadaşının söylediklerinde gerçek payı var. Yaşları icabı öyle bir rolleri olmadığı için savaşa hayır derken katıksız olan belki sadece babaanneler. Global sistem ne derse desin, savaş yanlısı ya da savaşa karşı, geri kalan herkesle, alayımızla dalga geçiyor, kendisine karşı söylemleri sinsice komik abuklamalara dönüştürüyor, karşı koyuşun ta kendisini metalastırarak ticaretinden para kazanıyor, onu da bir amip gibi sarmalayıp içine alarak çarklarının arasında öğütüyor. Neyin karşısinda durduğumuzu anlamadan 'hayır' dediğimizde de, (Amerikalılar da, Türkler de, herkes) bu oyunda bize verilen etkisiz rolleri oynamaktan ileri gidemeyeceğiz.

Söylediklerime inanmayanlar bu kapsamda satışa sunduğum üzerinde AMERICANS SAY NO TO WAR yazılı tişörtlerden almak için başvurabilirler.
Gel vatandaş gel!
Yüzde yüz koton, kırmızı beyaz ve mavi renkli, sadece on dolara!
Hediyesi bedava! Yaninda Che Guavera resimli tişört de veriyoz!

Nedret Türer

 Telveli Paylaşımlar : Nedret Türer


   Erik Ağacı...

Aslında hiç bir ağacı önem sırasına göre sıralayamam. Bir annenin evlatlarını ayıramaması gibi gelir bana. Özellikle bahar geldiğinde kendimi sokaklara atmam ondandır, kavuşma, konuşma ve dokunma özlemi. Çünkü bilmekteyim ki onlar ve ben aynı oksijenle soluklanmış varlıklarız.
Her mevsimin mutlaka kendine özgü bir güzelliği var. Ama ben ille de bahar tutkunuyum. Ondan güzelini kabullenemedim nicedir. Belki de hasret süresinin uzunluğu, kavuşma süresinin kısalığından kaynaklanıyor bu. Geç buldum, çabuk kaybettim... dercesine her yıl doyamadan muzip bir çocuk gibi sadece " ce " deyip kaçıyor bana ve benim gibi ona sevdalananlara. Belki de bahar kendine göre haklıdır. Çünkü onun görevi doğurmak ve başlatmaktır bir çok şeyi. Bir çok şeyi....ama neyi? Tabii ki sonbaharla ölen, kışla gömülen ne varsa onları... Yani bana göre her şeyi..
Duygularımız, coşkularımız, bedenimiz, ruhumuz, umutlarımız ve hayat gailesi altında çaktırmasakta biz, hepimiz...
Şimdi bu saydıklarımın çoğu bir erik ağacının üzerinde, kuluçkuda yatıyor.
Her sabah balkonumun penceresinden uzatıyorum başımı. Arka bahçemizde baharı bekleyen nöbetçi askerler gibi, cılız dallarına ve rüzgarla muhattap ola ola örselenmiş vücuduna rağmen dimdik ayakta baharı bekliyor umutla

Ne çok şey var ağaçlardan öğrenilecek...

Her yıl benim kadar sabırsız olduğunu görür muzip muzip gülümserdim ona. Çünkü Şubat ayı geldi mi pıtır pıtır filizlenirdi bıkmadan uslanmadan. Yanına gider bu coşkusunu seyrederdim. Birlikte banyo yapardık. Güneş banyosu.
Eskiden Şubat aylarında güneş olurdu. Tam tepemde, dimdik, bir erik ağacımı beslerdi bir beni. Şimdi savaş rüzgarları eserken, üşüdüğünü hissediyorum. Sahi güneş bile hoşlanmaz bu savaştan! ...ki çocuklar hoşlansın!...

Sonra, bir bakarım erik ağacım bembeyaz olur. Dalları sarkar çiçekten. Kanatlanır dallarına konarım. Artık doğurmuştur yavrularını.
Doğana kadar onun, doğduktan sonra benimdir hepsi, sahiplenirim. Kıskanmaz, kırılmaz, küsmez onlara benimdir dediğim için.

Çok şey var öğrenilecek bir ağaçtan...

Bu yıl erik ağacım yapayalnız. Dalları zaman zaman beyaz olsa da mutlu değil bu beyazlıktan. Çünkü bu beyazlar onun bebekleri değil. Farkında, yolunda gitmiyor bazı şeyler. her sene bu zamanlar yanında oynaşan çocuklar, gövdesine dokunan sevgiyle ısınmış eller, dallarında kuşlar ve gözlerinde umut olurdu bol bol. Ama yok. Sanırım uzaklardan gelen soğuk rüzgarlar onu da üşüttü bizleri üşüttüğü gibi...

Ağaç deyip geçmeyin. Bizden çok duyguları var...
Çok şey biliyorum öğrenilecek bir ağaçtan...

Baharı özledim.

Sanırım doğumunda bulunmaktan hoşlandığım tek doğuş bu.
Ne keyiftir "taze" hissedebilmek her şeyi...

Gelsin artık...
Bahçemdeki erik ağacım sabırsızlanıyor
Yakışmıyor kar taneleri o incecik dallarına.
Her yıl Şubatta başlardı pıtır pıtır doğmaya
"sabırsız" der güler geçerdim...

Şimdi,
onun gözleri gökyüzünde.
Benim gözlerim
onun
üzerinde...

Gelsin artık bahar...
Kış mevsimi
çok yerleşme!
Az kaldı gideceksin!
Sadece
Bir erik ağacının uyanışı kadar
zamanın var!...

17.02.2003

Nedret Türer
http://www.ucnokta.com / A N L A M Platformu
Düşündüren her cümlenin sonunda "Üç Nokta" vardır...

 Aydınlı Turgut : Turgut Ankara


Vay babam vay

Babamın hikayeleri anlatmakla bitmez, özellikle yol hikayeleri aile arasında çok ünlüdür. Almanya’da yaşadığımız zamanlarda şimdiki gibi uçakla gitmek pek moda değildi. İnsanlar genelde kendi arabalarıyla gidip gelirlerdi. Size birde küçük sır vereyim. Almanyadaki araba kiralama ücretleri çok düşük o yüzden orada çalışıpta arabası olmayanlar bile araba kiralayıp yurda onunla geliyorlardı. Köydede kendi arabalarıymış gibi hava atarlardı. Şimdilerde özellikle yazın gurbetçilerin altında gördüğünüz arabaların çoğu kiralık arabalar.

Türkiye’den Almanya’ya dönüş yoluna çıkmadan önce hazırlanma evremiz tam bir curcuna içinde geçerdi. Babam tüm köy halkıyla helalleşir. Annem ve kız kardeşlerim yolluk hazırlardı. Bu yol boyunca genelde arabanın içinde yemek yenir ve sanki arkamızdan haçlı ordusu geliyormuş gibi mümkün olduğunca hızlı ve mola vermeden yola devam edilirdi. Aslında Türkiye dışına çıkıldığında bunun sebepleride vardı mesela komşu ülkelerde özelikle o dönemde Bulgaristan’da çok sayıda hırsızlık olduğundan hiç mola vermeden gidilmeye dikkat edilirdi.

Yolculuk gününden önceki akşam köydeki tüm tanıdıkların iştirak ettikleri bir sofra kurulur, sanki yarın yola çıkılmayacakmış gibi geç saatlere kadar oturulur ve evin erkekleri içki masasından kalkmayı bir türlü beceremezdi.

Babamın, "Hadi bakayım herkes yatağa sabah beşte yola çıkacağız." lafından sonra büyük bir hızla sofralar toplanır, bulaşıklar yıkandıktan sonra herkes yatağına çekilirdi. Bavullar daha önceden toplanıp arabanın bagajına yerleştiği için çoğu zaman o geceyi üzerimizde iç çamaşırları ile geçirirdik.

Daha gün ağarmadan babamın sesiyle uyanırdık.
-Ben gidiyorum isteyen burada kalsın.
Size ilk başta gerçek gelmeyebilir ama yatağından kalkamayan olursa onu hiç gözünün yaşına bakmadan bırakır giderdi. Gerçi biz bunu hiçbir zaman tecrübe etmeye kalkmadık.

Gerçektende saat beşi gösterdiğinde yola çıkmış olurduk. O saatte yollarda sadece kamyonlar olurdu. Daha hava aydınlanmadığı içinde bana çok ürkütücü gelirdi. Öğlene kadar arabanın içinden hiç ses çıkmadan gidilir ama çocuklar uyanmaya başlayınca dertlerde başlardı. "Anne çişim geldi" "Anne ben acıktım" "Annnne"... Genelde bu istekler babamın uyarılarından sonra kesilir ve sadece arabanın içinde kedi taşıyormuş gibi viyaklamalara dönüşürdü.

Babam Kapıkule’ye kadar hiç durmadan gelirdi. Tabiki çiş molaları hariç. Yolda uyumamak için bol bol kahve içerdi. Sabahtan kaynattığı kahveyi bir şişenin içine koyar ara sıra bir yudum alırdı. O buz gibi kahveyi nasıl içiyordu hala anlayamadım.

Kahve sevdası yüzünden bir keresinde polisten ceza yemekten zor kurtulmuştu. Bizimkisi sabahtan kahveyi kaynatmış ama kahveyi içine koyacak bir kap bulamamış. Evde bulduğu bir bira şisesinin içine doldurmuş yolda hem içiyor hem gidiyor. Birden arkamızdan polis sirenini duyduk. Daha sonra polis arabası önümüze geçti ve bize işaret ederek yolun sağında durmamızı istedi. Babam arabayı durdurduktan sonra öndeki arabadan bir memur indi ve arabamızın yanına geldi.

-İyi yolculuklar
-Teşekkür ederim.
-Erken başlamışsınız bu gün
-Evet sabah beşte
-Yazık değilmi bu kadar insan arabada?
-Alışık onlar olmaz bir şey.
-Sizin örnek olmanız gerekmiyormu?
-Nasıl?
-Üfleyin bakalım şu alete kaç şişe devirmişsiniz sabahtan beri.
-Püfffffffffff
-Alet okumadı herhalde bir daha
-Püfffffffffffffffff
-Allah Allah sıfır alkol çıkıyor.
-Tabi sıfır çıkar bir şey içmedim. Dün akşam içtiydim ama o çıkmaz herhalde.
-Hakkınızsa şikayet var yolda giderken bira içiyormuşsunuz.
-Yok memur bey ben yolda hayatta içki içmem.
-Peki o bacaklarınızın arasındaki ne?
-Kahve
-Ne kahvesi?
-Neskafe
-Niye bira şisesinde?
-Başka koyacak şey bulamadım bende bira şisesine koydum.

Uzun bir uğraştan sonra babam polisi ikna etti ve yola tekrar koyulduk. Akşam saat dokuzu gösterirken kapıkulenin ışıkları gözüktü ve bir Türkiye tatilinin sonu geldi. İnşallah seneye tekrar geliriz insanın vatanı bir başka güzel oluyor canım.

Turgut Ankara
turgutankara@postaci.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_64.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Oryantal ve Oryantalist Üzerine bir yazı

Bir Toplum Düşünün Oryantalin sahneye çıkıp göbek atmak olduğunu sansın. Oryantalisti ise göbek atan dansçı olarak tanımlasın. Belki de bu tanımlama size de bana geldiği kadar tanıdık gelmiştir.

Oryantal Türkçe sözlükte doğu kültürü , oryantalist ise doğu kültürünü araştıran bilim adamı anlamına geliyor. Bu tanımın kesinlikle önce sözünü ettiğim tanımla ilgisi yok. İlk tanımdaki sözcüklere Doğu kültüründe dans ve Doğu kültürü dansçısı demek daha doğru olabilir.

Peki bu sözcük karmaşasının nedeni ne ? Belki de bunu bize batı kültürü araştırmacıları verebilirler. Bir ülke düşünün doğusu ile batısı bir birinden farklı , uzak ve iletişimsiz olsun. Bu kültürsüzleşmek, kültürden uzaklaşmaktan başka bir şey değildir. Kültür karmaşası nedeniyle çöplüğüne dönen ülkemizde. Sizce yeniden ayağa kalkıp köklerimize yeniden sarılmanın vakti gelmedi mi?

Daha bilinçli bir toplum ümidiyle,

Saygılarımla,

Engin Sınmaz
engin@sinmaz.net

<#><#><#><#><#><#><#>

Komşularım sabrımı taşırıyor. Hepsini temizleyeceğim!
The Observer yazarlarından Terry Jones, 26 Ocak tarihli yazısında Başkan Bush'un Irak'a saldırı gerekçelerini alaycı bir dille eleştiriyor.
Terry Jones - The Observer

30 Ocak- George Bush'un Irak'ı bombalamak için ortaya koyduğu son gerekçe, beni çok heyecanlandırdı: sabrı tükeniyormuş. Benimki de tükeniyor.

Bir süredir benden bir kaç kapı aşağıda oturan Bay Johnson beni çok sinirlendiriyor. Aslında hem ona, hem de sağlıklı gıdalar satan dükkanın sahibi Bay Patel'e asabım bozuluyor. İkisi de bana tuhaf tuhaf bakıyor... Üstelik Bay Johnson'un bana yönelik çok tehlikeli bir plan hazırladığından eminim; ancak şu ana kadar ne olduğunu keşfedemedim. Ne dolaplar çevirdiğini görmek için bir kaç defa evine gittim ama o kadar kurnaz ki, her şeyi çok iyi saklamış.

POLİSE GİDEMEM, KANIT İSTER!
Bay Patel'e gelince, nasıl bildiğimi sormayın ama çok iyi kaynaklardan aldığım bilgilere göre, eminim ki o aslında bir seri katil. Eğer biz önce davranmazsak, onun bizi teker teker 'haklayacağı' yazılı broşürleri bütün caddeye dağıttım.
Komşularımdan bazıları, elimde delil varsa, neden polise gitmediğimi soruyorlar. Ama bu çok saçma. Polis, komşularımı suçlayabilmek için, bir suçun işlendiğine dair kanıt isteyecek.
Bir sürü bürokratik ıvır zıvırla karşılaşacağım. Polisler önleyici saldırının doğruları ve yanlışları hakkında eveleyip gevelerken, Bay Johnson bana yapacağı korkunç şeylerin planını neredeyse tamamlayacak; Bay Patel ise gizli cinayetlerini işliyor olacak. Caddede en sağlam otomatik silah çeşidi bende olduğu için, barışı sağlamak da sanırım bana düşüyor. Son zamanlara kadar bu biraz zordu ama şimdi, George W. Bush sabrımın taşmasının istediğim her şeyi yapmak için yeterli neden oluşturacağını açıkça ortaya koydu.
Kabul edelim ki, Bay Bush'un dikkatle ve özenle hazırlanmış Irak politikası, uluslararası barış ve güvenliği sağlamanın tek yolu. Köktendinci intihar komandolarının ABD veya İngiltere'yi hedef almalarını önlemenin tek güvenilir yolu, bizi bugüne kadar hiç bir zaman tehdit etmeyen bir kaç Müslüman ülkeyi bombalamak.

ASLINDA BÜTÜN MÜSLÜMANLARI...
Bu sebepten dolayı ben de Bay Johnson'un garajını havaya uçurmak, karısını ve çocuklarını öldürmek istiyorum. İlk darbeyi sen indir! Bu ona iyi bir ders olur. Böylece bizi rahat bırakır ve lanet bakışlarını görmekten kurtuluruz.
Bay Bush, Irak'ı bombalamadan önce bilmeye ihtiyaç duyduğu tek şeyi; 'Saddam'ın, kitle imha silahlarına sahip çok kötü bir adam olduğu'nu açıkça ortaya koydu (hiç kimse bu silahları bulamasa da). Bay Bush, Irak'ı bombalamak konusunda ne kadar haklıysa, ben de Bay Johnson'un karısını ve çocuklarını öldürmek konusunda o kadar haklıyım.
Bay Bush'un uzun vadeli hedefi, 'haydut devletleri' ve 'terörizmi' ortadan kaldırarak dünyayı daha güvenli bir yer haline getirmek. Bu çok akıllıca ve uzun vadeli bir hedef, çünkü hedefe ulaştığını nasıl bilebilirki insan? Bay Bush bütün teröristleri ortadan kaldırdığından nasıl emin olabilir? Her bir terörist öldüğünde mi? Ama bir terörist sadece bir terör eylemi gerçekleştirdiğinde terörist olur. Ya ileride terörist olma ihtimali olan kişiler? Ortadan kaldırılması gerekenler aslında onlar, çünkü bilinen teröristlerin bir çoğu, intihar komandoları oldukları için, zaten kendi kendilerini ortadan kaldırdılar.
Belki de Bay Bush gelecekte terörist olma ihtimali olan herkesi ortadan kaldırmalı. Belki de amacına ulaştığından emin olması için, her kökten dincinin ölmesi gerekiyor. Ama belki ılımlı Müslümanlardan bazıları, ileride köktendinci olabilirler. Belki Bay Bush bütün Müslümanları ortadan kaldırırsa, o zaman dünya gerçekten daha güvenli bir yer haline gelir. Vaziyet, benim oturduğum caddede de aynı. Bay Johnson ve Bay Patel buzdağının sadece ucu. Aslına bakarsanız, caddede oturan onlarca kişiden hoşlanmıyorum; hepsi bana garip garip bakıyor. Ben hepsini ortadan kaldırıncaya kadar, hiç kimse güvende olmayacak.

ALT TARAFI BİR TEK CADDE!
Karım bana çok ileri gittiğimi söylüyor ama ben ona, ABD Başkanı'nın mantığının aynısını kullandığımı söylüyorum. Sonra susuyor ve bir daha ağzını açmıyor.
Bay Bush gibi, benim de artık sabrım tükendi ve eğer bu Başkan için yeterince iyi bir neden ise, benim için de öyle. Caddedekilere açığa çıkmalarını ve gizledikleri bütün uzaylıları ve gezegenler arası korsanları, galaktik kanun kaçaklarını ve yıldızlar arası terörist başlarını teslim etmeleri için 2 hafta -hayır, 10 gün süre tanıyacağım. Eğer nazikçe hepsini teslim edip de bana 'Teşekkür ederim' demezlerse, bütün caddeyi bombalıyacağım.
Bu plan, George Bush'un önerdiği plan kadar mantıklı ve onun planıyla mukayese edilirse, benim politikam sadece tek bir caddeyi yok edecek.

Çeviren: İrem Soydan

Sevgili Cevat Sedef'e teşekkürler.

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.111 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


KASAP

İşlerin yolunda gidiyor kasap
İşlerin yolunda
Satırın saldırman belinde
Elin hayvanı emrinde
Yere yatırıp biçersin
Çengele asıp yüzersin
Mal derdinde kasap
Can derdinde koyun
Ne çirkin oyun
Ne berbat kafiye!

ORHON M. ARIBURNU

<#><#><#><#><#><#><#>

AYNA

O, yalnız ayna satardı
Ve birgün aynalı çarşıda öldü
Talih bu ya
Tabutunu taşıyanlar
Aynasızlardı

ORHON M. ARIBURNU
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 KARAMELLİ KALPLER

2/3 su bardağı süt
1/3 su bardağı esmer şeker
1/3 su bardağı toz fındık
1/3 su bardağı toz ceviz
1 yemek kaşığı toz şeker
2 yemek kaşığı pudra şekeri (süslemek için)
6 parça milföy hamuru

Şekeri ve sütü bir tencereye koyun. Kısık ateşte şeker eriyip karamel rengi alana kadar karıştırın. Ocaktan alın. Fındık ve cevizi ekleyin. Elde ettiğiniz içi 6 eşit parçaya ayırın ve soğumasını bekleyin.
Oda sıcaklığında hafif yumuşattığınız milföy hamurlarınızın üzerine hazırladığınız içi yayın. Karşılıklı iki düz kenarı ortada birleşecek şekilde katlayın. Bir fırçayla azıcık su sürün ve hafifçe bir kat daha yapın. Bütün malzemeyi bitirince üzerlerini örterek buzdolabında yaklaşık yarım saat bekletin.
Buzdolabından çıkarınca üzerlerine toz şeker serpin ve her birini 1,5 cm kalınlığında kesin. Elde ettiğiniz kalp şeklinde parçacıkları yağlanmış fırın tepsisine dizin. Önceden 180 dereceye ayarlanmış fırında 10 dakika pişirin. Kalplerin diğer taraflarını çevirerek bir 10 dakika daha pişirin.
Soğuduktan sonra üzerine serpeceğiniz pudra şekeriyle servise sunabilirsiniz.

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


ÇEŞİTLEMELER

Az önce iş icabı Isparta'da bir müşterimizi aradım. Telefonu açan kibar bayana ilgili kişinin mail adresini sordum. Hanimefendi gayet kibarca "Bizim burada internet çekmiyor" dedi.

*****************************

Cuma akşamı gecenin bir yarısı Arnavutköy'de taksi arıyordum. Fakat etrafta bir tane bile yoktu. Arabasını park etmiş yemek yiyen bir taksici gördüm. Adama yaklaşıp, "Abi müsait misin?" dedim. O da, "Ehliyetin var mı?" diye sordu. Taksim'e kadar taksiyi ben kullandım, o paşa paşa yemeğini yedi.

*****************************

Bir arkadaş anlattı. Geçenlerde Taksim'de yürürken sıkışınca McDonalds'ın tuvaletine girmiş. Tuvaletten sonra elini kolunu sallaya sallaya restorandan çıkarken elemanlardan biri arkasından seslenmiş: "Bir gün yemege de bekleriz..."

*****************************

Ne zaman Kadıköy'e gitsem bir araba görüyorum: Bir Tipo'nun arka caminda hayvanî puntolarla şöyle yazıyor: YARGITAY KARARI TOFAŞ'IN ÜRETIM AYIBI

*****************************

İzmirliler bilir, toplu taşımada Kentkart uygulaması vardır. Karta para yüklersiniz, otobüslerde manyetik okuyucuya tutarsınız ve okuyucu okuduğuna dair sinyal sesi verir. Kentkart uygulamasının ilk yılıydı. Yaşlı ama çok tonton bir teyze elinde Kentkartla otobüse bindi. Nedense kartı şoförün suratına dogru tuttu. (Herhalde paso gibi gösterilecek zannetti.) Şoför iki-üç saniyelik şaşkınlık periyodunu atlattıktan sonra, "Biiiiip!" dedi. Teyze bi şey olmamış gibi geçip şoförün arkasına oturdu. Otobüsteki herkes kahkahalarda gülerken bense şoförün zekasına hayran olmuştum.

*****************************

Bir gün yolda giderken kaset satan bir dükkanın camında aynen şöyle bir yazı görmüştüm: "Arabalar için çistaklı müzik gelmiştir. " Hay Allahım yaa!

*****************************

Bilirsiniz, bir ara zibidi gençlerde cüzdana zincir takıp sarkıtma modası vardı. İstiklal'de yürürken, yanımdan bu model bi tip geçiyordu ki, adamın teki bombayı patlattı:
"Ne o lan? Köpeğin gıççına mı kaçtı???



Sevgililer gününde kart yollamayı unuttu herhalde:-))

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tangoencuentro.com/
Her yaştan tango severlere duyurulur. Yeni başlayanlar için Tango kursları açılmış. Eşli yada eşsiz katılabiliyormuşsunuz. Benden duyurması.

http://users.pandora.be/gad/re/turks.html
Önceki yaşamınızda kimdiniz? Nerede başarısız oldunuz ve bu yaşama tekrar niye gönderildiniz? Sadece doğum tarihinizi girerek konu hakkındaki tahminleri öğrenmek istermisiniz.

http://www.sezyum.com
İptallerin ve ertelemelerin sitesi. Kendisini böyle tanımlıyor. Zeka ürünü olduğu ortada. Ziyaret edilmesi elzem sitelerden.

http://www.hugemagazine.com/html/dream.html
Buyrun bakalım sizlere rüyalarınızı yorumlatabileceğiniz bir site. İngilizce olmasından başka hiç kusuru yokmuş gibi görünüyor. Deneyin bakalım belki hoşunuza gidebilir.

 Damak tadınıza uygun kahveler


MailChecker32 v2.4.0.1 [425k] W9x/2k/XP FREE
http://app.rosugol.ru/soft/freeware/mailchecker.jsp?lang=EN
Güzel bir mail kontrol programı. Değişik kriterlere göre ayar yapıp posta kutunuzu kontrol ettiriyorsunuz. Garip yerlerden gelen mailleri direkt sunucudan sildirebiliyorsunuz. Sadece email adresi değil, onun bir bölümü bile ayırmasına yeterli oluyor. Bir nevi Spam Savar olarak kullanabilirsiniz. Deneyin beğeneceksiniz.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030221.asp
ISSN: 1303-8923
21 Şubat 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com