|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 206 |
24 Şubat 2003 - Şu ABD dedikleri... |
İyi haftalar efendim,
Karla kaplı geçirdiğimiz haftasonundan yararlanarak, dünyaca yaşadıklarımızı şöyle bir gözden geçireyim istedim. Fırsat bulup okuyamadıklarımı okuyarak, daha önce dinlemediklerimi dinleyerek vakit öldürmeye çalıştım. Vakti öldürdüm ama bu arada beynimin dumura uğramış bazı hücrelerini de canlandırmaktan alıkoyamadım kendimi. Küreselleşme safsatasıyla izlediğimiz tiyatro oyununun geçtiği mekanı ve kahramanlarını canlandırdım gözümde. Bush ve şahinlerinin yönetime gelmesi ve 11 Eylül trajedisiyle hortlayan Klu Klux Klan zihniyetinin esaretinde canhıraş güvenlik naraları atan bir Amerika'ya lafı getirmek istiyorum. Nasıl olabildiği anlaşılamamış bir şekilde burnunun ortasına yediği yumrukla sarsılan ABD'nin, yıllarca besleyip büyüttüğü, olgunlaştırıp dünyanın avucuna koyduğu habis bölgelere karşı üstlendiği hamiliğin küreselleşmeye ne kadar yardımcı olabileceğini anlamaya çalışıyorum. İşte Afganistan, işte Ortadoğu, işte Panama, işte Irak. Sonrasında sıra kime gelecek acaba? Neyse bunu düşünmek için önümüzde yeterince zamanımız var. En azından birkaç yıllık bir Irak muamması bizi epeyce meşgul edeceğe benzer. Buraya kadar sözünü ettiklerim hepinizin malumu. Ancak bundan sonrakiler, benim için bir miktar yeni beyin cimnastiği.
Kendimizden başlayarak, etrafımızda oluşan herşeyi olduğundan farklı görmeye ve göstermeye çalışan beynimizi dürtüyorum. ABD, şu küreselleşme mucidi, soğuk savaş sonrası insanlık tekelini eline almış, çok dişli canavar. Dünya ekonomisindeki gücünü tartışmıyorum. Benim beynimin kıvrımlarından kopup gelenler, insanlık adına, barış adına üstlendiği beyhude sorumluluklar. Silah sektörünü canlı tutmak adına ektiği tohumları bombalarla sulayan homurdayan boğa. Apansız yediği yumrukla, korkunun en alasını midesinde hisseden, bu korkuyu halkına ziyadesiyle yaşatan bir yönetim. Bu güç tekeli, kafasına koyduğu anlamsız saldırıya kılıf ararken hiç ummadığı bir direnişle karşılaşıyor ve afallıyor. "Savaşa ne gerek var?" diye haykıran milyonlara, önünde herdaim elpençe divan duran Türk hükümetinin cılızda olsa direnişine hayretler içinde bakakalıyor ve tehditler savuruyor. Acaba diyorum, bu adamları fazla mı büyütüyoruz gözümüzde? Paranın gücü tekbaşına yeterli mi acaba en büyük olmaya? 250 milyon kişinin güvenliğini sağlamak bahanesiyle dünyanın öbür ucundaki, eli kolu koparılmış bir diktatör kalıntısını tamamen yok etmek için, ne var ne yok toplayıp bölgeye gelmesi acaba sorumlulukları icabı mı, yoksa bu tartışılmaya yüz tutmuş büyüklük imajına taze makyaj arzusu mu?
Kuyruğu dik tutmak uğruna, binlerce insanın kanına girme arzusunu, ekonomik güçlükler içinde kıvranan, temeli sağlam, potansiyeli gani bir Türkiye'yi yeni bilinmezlere sürüklemeye çalışmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu demokrasi beşiği, teknoloji harikası, para babası ülke, tüm olduğu varsayılan güvenlik önlemlerine rağmen kendi göbeğindeki kuleleri koruyamazken, terörden korkarken 1 hafta içinde dangalakça 2 diskoda onlarca insanı canından ederken, New York'un burnunun dibindeki bir adadaki rafinerinin alev alev yanmasını seyrederken, gelişmiş tıbbın merkezinde bir küçük kıza yanlış kalp ve karaciğer nakledip sonra vaziyeti kurtarmak için başarısız olacağını bile bile organları tekrar değiştirebilirken, gözü dönmüş caniler mantar gibi üreyip sıradan insanları katlederken, nasıl olacakda benim bölgeme bombalarla, askerlerle huzur getirecek?
Ey benim memleketimin yüreği vatan sevgisiyle atan sayın vekilleri, yarın önünüze gelecek tezkereye iyi bakın. Kaldırıp kaldırıp tekrar bakın. Bu arada takkeleri çıkarıp önünüze koymayı da unutmayın. Bir küresel zorbanın tehditlerine boyun eğmek yerine, bölgede huzurun, güvenliğin, barış bekçiliğinin tek neferi olmayı seçerseniz, ne kaybedip ne kazanırsınız iyi düşünün. Kararınız ne olursa olsun, Mr Bush yarın tarihin derinliklerine gömüldüğünde, ondan aldığınız 5-10 milyarla edeceğiniz yataklıktan geriye ne kalacak hesaplayın. Gerçekleri görün. Ne olduğumuzdan aciz, ne de olduğumuzdan büyük. Bir bütün olarak Türkiye'mizin envanter listesinden bir çizikle silinip atılamayacak kadar güçlü olduğunu da unutmayın. Bugün Irak, yarın İran, öbürgün... belli mi olur? Bu ABD'nin kursağından daha çok BUSH çıkaracaktır sakın ola unutmayın!
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Misafir Kahveci : Hasan Yüksel |
Irak'tan bildiriyorum 6
Merhaba,
Günlerdir beklediğim Dilek A. Bishku'nun yazısı geçen gün çıktı ve hepimiz gördük ki ABD vatandaşı da savaşa karşı. Peki bu savaşı kim istiyor, anlayan var mı? Hangi ülkede, kime sorsanız "Hayır" diyor ama yine de savaş adım, adım yaklaşıyor. Şu anda ABD yönetimi ve onların bilinen yardakçıları dışında bu savaşı isteyen yok. ABD yönetimi de bence çok önceden hazırlanmış bir senaryoyu sahneye koymak durumunda. Bütün amaç bitmekte olan ABD petrol kuyularının yerine ne yapacağı belli olmayan diktatörlerin, şeyhlerin, emirlerin kontrolunda olmayan yeni kuyular bulabilmek. Eğer ABD eninde, sonunda kanlı savaşlar pahasına da olsa bölgeye yerleşirse halkına bu amaç için, yani aslında ABD halkının gelecekte sıkıntı çekmemesi için bu savaşı başlattıklarını anlatacaktır. ABD yönetiminin kendi halkı dahil bütün uyarılara kulak tıkıyor olmasının başka bir sebebini ben göremiyorum.
İzlediğimiz kadarıyla Türkiye'nin hala onay vermemesi nedeniyle ABD savaş başlangıcını erteleyip duruyor. Kendi askerlerini daha Türkiye'nin izni olmadan yola çıkarmasını, kendinden emin pervasızlığını ve küstahlığını anlayabilmek için geçmiş Körfez Krizi'ne bakmak gerekiyor sanırım. Bugünkü hükümet ise tam bir çıkmazda, müslüman bir ülkeye açılacak savaşa destek olmanın kendi görüşlerine ters düşmesinin yanında ABD nin baskısı ve içler acısı ekonomi nedeniyle durum koyun pazarlığına dönüştü bile. Türkiye'nin tutumuyla ilgili çok yazılıp, çiziliyor, benim bu konuda söyleyeceğim tek şey var "fakirliğin gözü kör olsun". Eğer Türkiye mali açıdan bu kadar çıkmazda olmasa görüşü ne olursa olsun hiç bir hükümetin bu tür pazarlıklar yapacağını sanmıyorum.
Irak'ta günün konusu Bağdat'a gelen canlı kalkanlar. Geldiklerinden beri hemen her gün ,bazen günde bir kaç kez basın toplantısı yapıyorlar, kameralar, görevliler sürekli peşlerinde, film yıldızı gibi ağırlanıp ilgi görüyorlar. Bu konuda kimse kusura bakmasın ama ben biraz farklı düşünüyorum. Bana göre Irak halkıyla dayanışmak istersen ve cesaretin varsa kimseye söylemeden biner uçağa gelirsin, en yakın karakola gider derdini anlatırsın ve alırsın silahı eline gerekirse onların yanında savaşırsın. Buradaki 22 milyon sivil halk ABD'nin umurunda değil ama Avrupalı veya Türk vatandaşı gelince duracak, öyle mi? Bu eylem Irak'lılara "sizin bedeniniz önemli değil ama ben gelirsem durum başka olabilir" demek ve biraz aşağılamak olmuyor mu? Irak'lıların da onlara "desteğiniz için sağolun ama siz emniyetli bir yerde bizim misafirimiz olun" demek yerine kritik noktalara yerleştirmelerini doğru bulmuyorum.
Irak televizyonunda canlı kalkanların muhtemel hedefler arasında bulunan bir su tesisine yaptığı ziyareti gösterdiler. Önce tesisi şöyle bir gezdiler, sonra içlerinden bir kaçı fırlayıp tesisin damına çıktılar, eller belde, ufuklara bakmaya başladılar, sanırım roket bekliyorlar. Bu tavırlara her türlü acayipliklerine alıştığım Irak'lıların bile gülmesine gerçekten üzüldüm. İçlerinde inanarak bir şeyler yapmak isteyenlerin yöntemin bu olmadığını anlamaları gerek.
Gelen kişiler arasında Türkler olduğunu öğrenince bu arkadaşların mümkünse çalıştığımız santrala gönderilmeleri için Irak'lı yetkililerden rica ettim, bakalım ne olacak? Amacım vatandaşlarıma yardımcı olabilmek ve becerebilirsem onları mücadele etmek için başka yöntemler olabileceğine ve bunun için canlı olmaları gerektiğine inandırmaya çalışmak. Bakarsınız benim uğraşmama gerek kalmaz, hemen her gece Basra'yı temelinden sallayan roketlerden birinin sesini duyunca vaz geçerler. Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım bu kişilerin eylemini mantıklı, işe yarar bir eylem olarak göremiyorum. Bunun ABD'yi durduramayacağı bu kadar açıkken intiharla eş böyle bir eyleme kalkışmak ne derece akıllıca bilemiyorum.
Umarım tüm insanlığın çabası bu savaşı durdurmaya yeter, yetmezse de önümüzdeki yıllar çok karanlık demektir.
Herkese sevgiler.
Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Duygusallığın Böylesi de Var ! |
|
DUYGU'yu alıp bir SAL'a bindirmemişler elbette duygu yüklü olmayı kastedenler.. Düşüncelerinde ve davranışlarında akıl ve mantığı arka plana gönderip, kalbi ve ruhu öne alanları belirtmek için kullanmışlar duygusal sözcüğünü. Zaten kendisi yeterince duygu yüklü bu ve benzeri kelimelere ayrıca bir takım sıfatlar eklememize de gerek olmadığı kanısındayım. Ama dayanamayıp aşırı duygusal diyoruz mesela, kişi zaten duygusal ( yeterince duygu yüklü ) bir de aşırı dememize hiç gerek yok. Kelimeler kesmiyor bizi nedense; aşırı, hayli, epey, çok, pekçok gibi sıfatlarla biraz daha boğuyoruz gibime geliyor nedense. Zavallı diyoruz örneğin, zaten yeterince yüklü bir kelime ama ne manası var pek zavallı demenin ? Epey şişman, hayli zayıf, pek hevesli, çok karaktersiz, müthiş zeki, inanılmaz sevecen...
Gelelim duygularımıza, evet aklımızı aldık ikinci plana gönderdik, hislerimizi öne çıkardık ve kararımızı verdik : DUYGUSAL davrandık işte tamam. Şimdi savaşı ele alalım : Kimseler savaş istemiyor ! Yani AKIL ve MANTIK ön planda değil mi ? Burada duygulara yer yok, aklımız bize yol gösteriyor ve diyor ki : SAVAŞA HAYIR ! Bu durumda; Bush, Powell, Blair gibiler için DUYGUSAL dememiz farz oldu.. Savaşı isteyenler; silah tüccarları, petrol kaynaklarından yeni kazançlar bekleyenler, insan kanı satıcıları, bir avuç dolar peşinde koşanlar, hepsi hepsi DUYGUSAL, hatta aşırı duygusal ne garip değil mi ? Daha garibi; bu 3-5 aşırı duygusalı, tüm dünya akıl ve mantık yoluyla denetleyemiyor, durduramıyor işte ! MANTIKSAL olmamız, DUYGUSALLIK karşısında yenilmekten kurtulamıyor..
Akıl ve Mantık : 0 - Duygu : 1
Ya da tüm dünya DUYGUSAL, savaşa hayır diyenler aşırı duygusal ! Akıl ve mantık savaş diyor, savaşı isteyen bir küçük azınlık çok mantıklı karar veriyorlar da bizim haberimiz yok ! Duygusalız işte, mantıklı karar veremiyoruz, aklımızı arka plana göndermişiz, mantığa bir tekme sallamışız, kalbimizin sesini dinleyerek, ruhumuzun bizi gaza getirmesiyle SAVAŞA HAYIR diyoruz.. Dünya bu kadar aşırı duygusal insanla dolu iken, nasıl oluyor da BARIŞ içinde, duygularla dolu yaşayamıyoruz ? Biz çoğunluk değil miyiz ? Bu da tersten bakınca oluşan garip durum değil mi ? Bu kadar duygusal dünya nüfusu, savaş gibi hiç de duygusal yanı olmayan bir güce karşı duramıyorlar ne yazık ! Demek ki; DUYGUSAL olmanın hiç de MANTIKSAL bir etkisi yok, ne oldu skor ?
Duygu : 0 - Akıl ve Mantık : 1
Arkadaşım anlattı; oğlu 10 yaşına gelmiş, geçenlerde Cindy Crawford'un bir filmini izlemişler ailece, Cindy'e hayran hayran bakan yeni yetmeye sormuşlar : " Çok duygulandım " demiş ! Babası : " Biraz erken duygulandın oğlum, biz 14-15 yaşlarında duygulanırdık " gibi laflar etmiş. Devrisi gün aynı yaşlarda kız çocukları olan bir aileye konuk olmuşlar, arkadaşım hemen kız babasını bir kenara çekip :
" Aman dikkat et ! Bizim oğlan bu günlerde pek bir DUYGUSAL takılıyor, senin kız ne
alemde ? " demeyi ihmal etmemiş.. Duygusallığın böylesi de var işte ! İster DUYGUSAL ol ister MANTIKSAL skor hep aynı.. Pek beğenmesem de sıfatlarla birlikte tabelada şöyle yazıyor :
Barışsever Muhteşem ÇOĞUNLUK : 0 - Savaşsever Kahredici AZINLIK : 1
asesen@turk.net
|
Şair Kahveci : Filiz Kaya |
AH DELİ GÖNÜL
Ah deli gönül ahhhh!!! İlacın nedir, kimdendir? Belki de dost elindeki sohbet çanaklarından sunarlar seni bana. Bir coşmaktasın ki hem de ne coşmak... Olmazları olduracaksın sanki istersen. Arada naza çekilirsin elbet. Yakarsın, yanarsın. Acıtırsın, acırsın. Gel sen susuzluğunu gideremeyen bir çöl kaplanı, ben de gördüğü serabı gerçek sanan fatıma olayım. Yine sal kendini, aç denizlere. Yelken fırtınaya hasret kalmış baksana... Can evi güzel bir sarhoş gördün. O ne senin olmalı, ne de kendisinin... Bir şeyler fısıldadı kalbinin kulağına, canın canlandı. Ben böyleyim dedi, var mı cesaretin? Nereye kadar sürecek bu esaretin? Yaşamalı mı dersin onunla çölde yanmayı, sonra da onsuz ama yangınıyla kalmayı?
Sana bir reçete verdi. Kendin olacaksın dedi. Baktım kendime, kendim kimim? Ben tek parça değilim sarhoşçuğum! Bir çok benim var içimde, ekleme konak gibi. Bilirim sen de öylesin. Bildiklerin var bildiklerinden, gördüklerin var gördüklerinden. Tecellinin farkındadır anlayacağın kalp gözün. Anlayamadıklarından, bilmediklerinden de çoktur nasibin. Sen yeni yangınlara açıksın, kendince yüreklisin. Yandıkça yanmayı öğrenmişsin. Küçük bir anda belki bir salisede gönlüne vurdu aşkın şavkı. Sürsün istedin saliseler sürebildiği kadar. Elindeki çıraları çıkarıp şavka tuttun. Çıra ateş aldı gönül ormanına yayıldı. Suç aşkta mı, çırada mı?
Yoksa ikisini buluşturan şavk mıdır zanlı? Severim aşkı hem de pek... Kim istemez Sezar ya da Kleopatra olmayı? Babil'in asma bahçelerinde yeşillenip, karşı konulmazı yaşamayı...
Hangisinin elindeydi bu işin fermanı? An belliydi bilene karşılaştılar. Ondan sonrasını mı yazacaktı kendi elleri? İstiyorsan hikayeni, ol gayretli ve yürekli. Fatıma'nın fikrindeyken bu kör celseleri; çöl gündüz sıcak olur, gece soğuk ve gizemli... Estirirken şarkılar söyleterek rüzgarı. Dayanır mı derinlerden gelen bu sese toprağın canı? Bir silüet çizer üstünden kaldırıp kumları. Müşfikçe yankılanır bir ses beyninin cidarında. Fatıma!!! Fatıma!!!!!! Birbirlerine benzeyenler buluşturulurlar bunu unutma. Tatlıdır aşkın gülen gölgesi, ancak arkasındadır zahmetli gerçek yüzü. Görebilirsin aynı anda hem geceyi hem gündüzü. Bunu böylece haber edesin kaplanına da, sarhoşçuğuna da çöl kuşlarıyla. Yüreklerini tokuşturanlar, gönül kadehlerinden sunarlar can elmasını gam defterine. Duyar mı dersin işaretleri, perdeler arkasından kalbin.
Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Askerlik anıları
Merhaba dostlar,
Hepinizin bildiği gibi bizim memlekette askerlik erkekler için son derece ciddi bir mevzu. Askerlik yapmadan iş, kız vermedikleri için çoğu insan bir an önce gitmek, önündeki bu engeli aşmak ister. Okumakta olan, bir işi gücü olan da kaçabildiği kadar kaçar ama eninde sonunda ciddi bir sakatlığı yoksa her erkek askere gider. Erkek kısmı için bu kadar önemli olan bir şeyin, askerlik sonrası ikide bir anlatılması kadar da bence normal bir şey olamaz. Biz de ne zaman komşularla bir araya gelsek aynı şey olur, nitekim geçen akşam da böyle oldu.
Bizim apartmanda sık görüştüğümüz üç aile var, en az ayda bir birimizin evinde toplanır, yer, içer, sohbet ederiz. Geçen akşam toplanma sırası bizdeydi, sohbet sırasında televizyondaki malum savaş haberleri dikkatimizi çekti. Önce bu savaş isteyen delilere sövdük saydık, sonra ufaktan harekat planları yapmaya başladık. İşin sonunda öyle azıttık ki, birer general edasıyla yemek masasının başına geçtik, Zafer'den aldığımız atlas ve plastik askerlerle savaş senaryoları kurmaya bile başladık. Dışardan gören halimize kıçıyla güler valla, üç tane kel, göbekli askere, maskere benzemeyen adam ciddi ciddi tartışıyoruz. Zaten hepimizde fikir kıt olduğu için bir süre sonra söyleyecek laf da kalmadı, sıkıldık bıraktık.
Generalcilik oynamayı bıraktık ama bu sefer de askerlik anıları başladı. Hanımlar her zaman olduğu gibi "yetti sizin askerlik anılarınız, 18 ay askerlik yapıyorsunuz 18 sene anlatıyorsunuz" diye söylenmeye başladı ama dinleyen kim. Herkes sırayla, artık bire bin katarak Allah ne verdiyse anlatıyor, diğerleri de itiraz etmeden sabırla onu dinliyor ki az sonra o da palavra sıkarken kimse müdahele etmesin. Anlatılanları duysanız biz askere gitmeden önce Silahlı Kuvvetler'de hiç bir iş doğru yapılmıyordu sanırsınız, biz gidince eğitimden kantine her boku düzelttik, biz gittikten sonra ne yaptılar artık bilinmez. Bu arada hepimiz askerliği er olarak yaptık ama anlattıklarımıza ve yetkilerimize bakılırsa acemi eğitiminden sonra tümgeneral rütbesiyle askerliğe başladık, orgeneral olarak da terhis olduk.
Zaten iki erkek bir araya geldikten en geç yarım saat sonra anlatılan askerlik anılarını dinlerseniz her Türk erkeğinin askerliğini en rahat biçimde geçirmiş olduğunu anlarsınız. Hiç kimse askerde çektiği sıkıntıları, yediği sopaları anlatmaz, aksine askerliğinin nasıl rahat, ortak bir deyişle "kebap askerlik" türünden olduğunu anlatır. Bunu anlatırken de hemen herkesin kullandığı benzer bir dil vardır. Söze önce "bizim birlik çok sıkıydı, özel birlikti ama ben çok rahat askerlik yaptım, nöbet falan tutmadım" diye başlanır. Daha sonra bu askerliğin niye rahat geçtiğini açıklamak ihtiyacı hasıl olduğundan orada yapılan askerlik dışı bir görev bulunur. Bunların en çok rastlananı "ben yazıcıydım" demektir, yani "bütün gün büroda oturdum, elim de kalem tutar haaa" manasına gelir. Ayni minvalden olmak üzere "ben çaycıydım, ben kantinciydim" gibi beyanlarda bulunanlar da görülmüştür. Sadece yazıcı veya kantinci olmak "kebap askerlik" için yetmeyeceğinden bir de sizi kollayan üst rütbeli bir subay olması gerekir. Bu konu da "bizim bir binbaşı vardı, çok baba adamdı, beni de çok severdi" diye izah edilir. Bu subayların binbaşıdan aşağı olanı görülmemiştir, zaten ordu binbaşıları çok sevdikleri askerlere babalık yapsınlar diye eğitmektedir. Bir de bu baba binbaşıya direk bağlı olduğunuzu, başka kimseden emir almadığınızı vurgulamanız gerekir ki neden rahat askerlik yaptığınız tam olarak anlaşılabilsin.
Sanırım siz de bu konuda benimle aynı fikirdesiniz. Türlü sıkıntıyla askerlik yapan, ellerinde numaralı, resimli tuhaf kağıtlar "şafak bilmem kaç tertibim" diye teskere bekleyen adamlar askerlik sonrası bunların hepsini unutur, olmadık hikayeler anlatırlar. Askere gelip onca cefayı çeken, bir araba sopa yiyen adamlar kimdir bir türlü anlamam. Sanırım onlar Merih'ten gelirler askerliklerini yaparlar sonra yine oraya dönerler biz de o yüzden askerlikte sıkıntı çekmiş birine rastlayamıyoruz.
Bu anlatılanların hepsini doğru kabul etseniz ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır. Farz-ı mahal bir birliğe gidiyorsunuz, birlik mevcudunun 150 kişisi yazıcı, 60 kişisi kantinci, geri kalanı da çaycı olduğu için kapıda nöbetçi yoktur, rahatça içeri girersiniz. Birliğin içinde ağaçların altında, banklarda, muhtelif yerlerde yatan, birbirleriyle güreşen veya top oynayan veya kelimenin tam anlamıyla güneşe karşı kebap yapmakta olan asker kıyafetli adamlar göreceksiniz. Bu arkadaşlar daha sonra anılarını anlatacakları askerliklerini yapmaktadır. Karargah binasına girince muhtelif odalarda 50 kadar binbaşının görev yaptığını göreceksiniz, hepsi en az Hulusi Kentmen kadar baba olan bu subaylar "daha ne etsek de, şu çok sevdiğimiz eratın askerliğini rahat hale getirsek" diye kafa patlatmaktadır. Birlikte gerekmediği ve daha sonraki anılarda yeri olmadığı için başka rütbede subay yoktur. Yalnız Genelkurmayda görev yapan ve ara sıra teftişe gelip askerlerin herbirine ayrı, ayrı "aslan evladım" diye övgü düzecek paşaların olduğu söylenmektedir
Nasıl? Komik geldi değil mi dostlar ama ben sadece bana anlatılanları size aktardım.
Kalın sağlıcakla
Hüsamettin Gezer husam@polygon.com.tr
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_64.asp
Devamı var
|
Boğaziçi'nde
Mezunlar ruhları yükselten bu müziğin kendileri için çaldığını sandılar. Oysa bu müzik her sene vardı.
Rüzgar tepesine kurulmuş bu statta elektrik üretilse dedim kendime, boşa gitmese bu enerji. Ama ya bu sadece senede bir esen mezuniyet rüzgarıysa? Cüppelere baktım, içlerinde mezun olduğum senenin insanlarını gördüm. Rüzgar ve konuşmacı dolduruşuyla bir beş gün hayata sorunsuz devam edebilirlerdi. Birinciler açıklandı ve bir kez daha işletenlerin kız, ekonomiyi becerenlerin erkek olduğu ispatlandı.
Seneler sonra rektörün konuşma tonunun globalizasyon yandaşlığından karşıtlığına dönüştüğünü farkettim. Sevgili Murat Dikmen hocanın yüksek lisans matematik dersinde anlattığı non-lineer deklemler aklıma geldi. Bu denklemler hayatın gerçekleridir, lisanstaki lineer denklemler ise hayalimiz. Non-lineer'lerin çözümü başlangıç noktasına bağlıdır, yani hayata nereden başladığınız hayatınızı tamamen belirler. Lineer yapalım diyoruz bu dünyayı, globalizme karşı çıkarken. En iyisi iki ara bir dere.
Tören biterken gözlerim seyirciler arasında "İşyerim yakın, üç senedir gelir, mezunları seyreder giderim" diyecek birisini aradı.
Mehmet Kurtkaya
mehmet@denedim.com
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.120 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
Bazen
Bazı şeyleri anlatmak için,
Bazen resimler yeterlidir,
Aşk resimleri,
Aşkımızın resimleri,
Bazen sadece sözler,
Bazen gözler anlatır,
Sözlerin anlatamadığını.
Bir bakış yeter söylemeye herşeyi.
Kalbimdeki fırtynalar,
Bazen gözüme yansır,
Bazen dudaklarıma,
Bazen ikiside gerekir,
Aşkımı anlatmaya.
E?er aşkım büyükse,
Bir şey yeter,
Sevgimi anlatmaya,
O en değerli kişiye.
'SENİ SEVİYORUM'
Anla işte,
Bir şiir yetti bile,
Bu iki sözcüğü söylemeye...
Ece Özbatur
<#><#><#><#><#><#><#>
Gamzeye
Sanki bilirmiş gibi,
En sevdiğimin bir gülüş olduğunu,
Sevimli bir gülüş,
Bir de yetmezmiş gibi,
Bir çift gamze yanaklarında...
Siyahın içinde beyaz, bembeyaz oluyor gülüşün
Ama, herhalde bilmiyorsun
En sevdiğimin bir gülüş olduğunu,
Bir de yetmezmiş gibi
Bir çift gamze yanaklarında!...
Melis Mine
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun MEYVELİ KURABİYE |
|
125 g margarin
½ su bardağı toz şeker
1 su bardağı süt
2 yumurta (birinin sarısı ve beyazı ayrılacak)
2 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
1 paket vanilya
½ su bardağı kuru üzüm
½ su bardağı kuru kayısı (minik minik doğranmış)
½ su bardağı ceviz (kıyılmış)
1 çorba kaşığı portakal kabuğu rendesi
Margarini eritin. İçine şekeri, sütü ve bir yumurtayı ve diğerinin sarısını ekleyin. Mikser ile iyice çırpın. Un, vanilya ve kabartma tozunu ilave edip karıştırın. Elde ettiğiniz hamura üzüm, kayısı, ceviz ve portakal kabuğu rendesini de ekleyin. Dilediğiniz şekilde kurabiyeler hazırlayın ve yağlanmış fırın tepsisine dizin. Hamuru yaparken ayırdığınız yumurta beyazını fırça yardımıyla kurabiyelerinizin üzerine sürün. Üzerlerine şeker serperek önceden ısıtılmış 180 derece fırında 30-35 dakika pişirin.
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Yaş..
Öğretmen derste çocuklara dönerek sorar:
- Söyleyin bakayım,kuzeyimizde Karadeniz, güneyimizde Akdeniz, batımızda Ege denizi varsa BEN KAÇ YAŞIMDA OLURUM..?
Arka sıralardan bir parmak kalkar:
- Kırkdört öğretmenim..
Gerçekten de o yaşta olan öğretmen şaşırır:
- Doğru..Ama nasıl bildin.?..
- Gayet kolay öğretmenim.. Benim yarı manyak bir ağabeyim var; tam
yirmiiki yaşında.. Onun yaşını iki ile çarpınca sizin yaşınız çıkıyor....
Adam önce mektupla haber yollamış...
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://turk78.sitemynet.com/eglence/fikralar/ana.htm
Amerikalı, Rus ve Karadenizli aynı otelde kalırken gece yarısında yangın çıkar. Panik içinde yukarı katlara kosarlar. Çaresizlik içinde Amerikalı, odada duran bir semsiye bulur, "Baska sansım yok" diyerek semsiyeyi açıp atlar. Semsiye saglamdir, Amerikali parasütle iner gibi sag salim yere varır...
http://www.cevre.gov.tr/index_trk.htm Çevreye karşı biraz daha duyarlı olalım arkadaşlar. ...Ülkemizde yaşayan hayvan türü sayısının tüm Avrupa kıtasındaki hayvan türü sayısının 1,5 katı olduğunu biliyormuydunuz... Buna magandalar dahil değil :)
http://www.funpic.hu/fun-bin/funpice.cgi?kateg=auto&page=1
Eğlencelik resim ve film kaynağı isteyenler özel bir kaynak. Özellikle 40. sayfadaki at arabasına bayıldım. Tavsiye olunur.
http://www.orisinal.ws/games/windy.htm
Şu soğuk kış günlerinden bir süre olsun uzaklaşıp, biraz daha sıcak günlere sizleri gönderiyorum. Hafif rüzgarlı bir sonbahar gününde bisikletinizle rüzgara karşı hız yapıyorsunuz. Bir yandan da bisikletinizin arkasına bağladığınız uçurtmanızı dikkatlice uçuruyorsunuz. Rüzgara mouse ile yön verdiğinizi unutmayınız.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Rainbow Folders v1.01 [323k] 9x/2k FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105937
Sarı sarı klasörlerinizi önem sırasına göre değişik renklerde boyamak isterseniz, bu minik programı kullanabilirsiniz. Program her klasörde bulunan desktop.ini dosyasını değiştirerek işini gördüğünden, programı her seferinde çalıştırmak zorunda da değilsiniz. Bir ek özelliği de eğer birisi renkli klasörlerinizden birini silmeye kalkarsa bunu size haber vermesi. XP Pro da çalışmıyor.
|
|
|