KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Posta Kartı olarak yollamak için tıklayınız.
Lütfen bekleyin! Var gücümle ulaşmaya çalışıyorum...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Sayı: 210

 28 Şubat 2003 - Hoş bir tesadüf


Merhabalar,

Haftayı kar, buz ve soğuk eşliğinde, savaşla barış arasında gide gele tamamladık. Önümüzdeki haftada bizleri yoğun bir gündem bekliyor. Büyüklerimizin dediği gibi, hayırlara vesile olsun artık ne diyelim.

Dün Fransa'dan hoş bir mesaj aldım. Oralarda bizlerden habersiz başlattığı bir başka "Kahve Molası" yolculuğundan söz ediyordu Sevgili Suna. Duygu ve düşünce dünyasını yazılarına dökerek rahatlamaya çalıştığını ve hoş bir tesadüfle bunları dostlarıyla internet üzerinden "Kahve Molası" adıyla paylaştığını anlatıyordu. Dostlarının arasına biz kahvecileri de katmasını rica ettim hiç düşünmeden kabul etti. Kısaca yurtdışı muhabirlerimizin arasına bir yenisi daha eklendi. Artık Fransa'dan esintiler de olacak kahve keyfimizde. İlk yazısı yaz döneminde kaleme aldığı, yaşadığı yerleri kendi penceresinden anlatan bir gezi yazısı. Biraz uzun ama satır aralarında onu tanımamızı sağlayacak epeyce ipucu da var. Bu güzel yazıyı bölmemek için bugün izninizle ben kısa keseceğim. Bu arada Beşiktaş'ın çeyrek finale çıkışını canı gönülden kutladığımı da eklemek istiyorum. Görürsünüz bu Beşiktaş finali de oynayacak. Hepinize huzurlu, sağlıklı, sevdiklerinizle şenlenen bir hafta sonu diliyorum. Kendinizi ihmal etmeyin.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Geçen haftasonu yağan kar sayesinde, evde kitaplarla dolu bir haftasonu geçirdim. Şu aralar herkesin dilinde ve elinde olan Gülriz Sururi'nin 'Bir An Gelir'ini tam bir gün ve gecede bitirdim. Bir anı kitabından çok, hem dönemsel tadı var, hem de Türkiye'de tiyatrolar ile ilgili sıkıntılara bir ayna tutuyor, birde kadın dünyasına.... Dili akıcı, hatta bazı bölümlerde sesini duyar yani size anlatıyormuş gibi devam ediyor. Ben aslında 'anı yada özyaşam hikayeleri' okumayı çok sevmem, birilerinin özel durumlarının içinde olmak, kendileri anlatsalar bile beni rahatsız eder. Ama burada oldukça özel şeylerin anlatılmasına karşın, rahatsızlık duymadım. Galiba Gülriz Sururi'nin sırrı burada, yalın, sade ve akıcı ve mesafe ayarını çok ince yapmış...Bu da işin saygınlığını arttırıyor... Size ikinci kitap önerim ise Can Yayınları'ndan çıkan, Türkiye'de daha önce satış rekorları kıran'Simyacı' nın yazarı Paul Coelho'nu yeni kitabı 'Işığın Savaşçısının Elkitabı'. Tabii bu kitabı hala çok ama çok severek okuyarak sonuna yaklaşmaktayım. Herkese öneriyorum, bu konu ile ilgili yorumlarımı haftaya yazacağım. Bir de son olarak şiirseverlere Necmi Zeka'nın 'Yavru Aslan'dan Konu Komşuya' isimli Yapı Kredi Yayınlarından çıkan şiir kitabını öneriyorum.

Müziğin yaşam için değerini bilenler için, CD önerim, çok sevdiğim bir grup olan Laço Tayfa'nın 'Hicaz Dolap'ı olacak. Gerçekten çok güzel, etnik ama sağlam bir altyapı var müziklerinde... Bu tip çalışmaları, müziğimizle ilgili çok önemli ve olumlu gelişmeler olarak görüyorum. Dolayısıyla her yanımızı kuşatan popüler kültür, bazen 'iyi ' şeyleri görmemize engel olabiliyor. Bu da gerçekten 'iyi' yi fazlasıyla hakeden bir çalışma... Uzun zamandır bu gurup konserler, performanslar yapıyor...Ancak bugüne kadar yaptıkları kaliteli çalışmalar yerine, geçenlerde bir kültür etkinliği sebebiyle Japonya'ya giderken çıkan olumsuz hadiselerin içinde isimleri anıldığı için, yurdumuzun en okunan gazetesinde ilk sayfadan haber oluverdiler... Bu popüler haberlerden sonra bile bu grubu hala tanımamış olan varsa, müzikleriyle tanımalarını öneriyorum...

Bu hafta için size film önerileri konusunda temkinliyim, çünkü beğendiklerimi geçen haftalarda önerdim, yeni programı ise bilmiyorum. Gazetelerden takip ettiğim kadarı ile beni heyecanlandıracak bir film göremedim. Vizyona bugün girecek 'Halka' isimli filmi bende bu hafta göreceğim, geçen yıl Berlin Film Festivali'nde açılış filmi olan 'Cennet'i , eğer hala bu hafta oynuyorsa öneriyorum. (Oynamayadabilir, herşey gişeye bağlı olduğu için... Çünkü geçen hafta tarihi yanlış gelen bir film için size mahçup olmuştum) Ben filmi geçen yıl izlemiştim, açıkçası çok hoş bir film ancak çok sevdiğim bir yönetmen olan Tom Tykwer'ın 'Koş Lola Koş' filmine göre farklı bir çalışması...

Son olarak bu akşam Babylon'da gene çok özel biri var....11 yaşından beri müzik yapan, hatta Commodore 64'ü olanlar hatırlayabilirler çünkü oradaki oyunların müziklerini yapan ve 1998'den beri dünyanın her yerinde performanslar yapan Ludovic Llorca Babylon'da...
Detaylı bilgi için, 0 212 2922368'yi arayabilirsiniz.

Güneşli, mutlu ve paylaşımlı bir hafta diliyorum...

Zeynep Özbatur

 Cafe Azur : Suna Keleşoğlu


Nice'den gelen mektup
"Mavi sandalyelerde hep bekliyor olacağım."


Güneş mi denize aşık,
Deniz mi güneşe?
İkisi de tutkuyla kucaklaşıyor ta uzaklarda.
Çıplak ayaklarımı değdirdiğim kumlarda
Denizin pırıltısında güneşin sıcaklığı çarpıyor yüzüme.
Ben denize mi aşığım,
Yoksa denizi mavileştiren göğe mi?
Yüzümde güneş yanıkları,
Kumsalda yürüyorum.
Deniz ayak ucumda.

Kaldırımdaki mavi sandalyelere kadar ulaşan dalgalar var, insanların kokusu denizin kokusuna karışmış. Siz hiç yaşadığınız şehirde turist oldunuz mu?
Dört yıldır yaşadığım bu edalı Akdeniz şehrini anlatacak kelimeler bulamıyorum. İstanbul hasretime merhem olan mavi denizinde kaybolup gidiyorum. Üzerine giydiği tüm giysileri vücudunda zarafetle taşıyan bir Akdeniz kenti.
Deniz kokusu parfüm kokularına karışıyor. Yaşlı Fransız kadınları sahil boyu turuna çıkmışlar. Kimi sohbet ederek yürüyor, kimi yorulan bacaklarını mavi sandalyelerde dinlendiriyor. Posta kartlarına fotoğrafı yansıyan mavi sandalyeler...
Bir uçak kalkıyor.
Sahildeyim.
Kalkan her uçakta bir tanıdığım varmış gibi, el sallıyorum.
Şimdi gidiyorlar ama biliyorum en yakın zamanda dönecekler. Çünkü gözlerini unuttular deniz gören sokaklarda.

İtalya sınırına çok yakın bu güney Fransa şehrinin adını hepiniz duymuşsunuzdur. Cote D'Azur olarak adlandırılan bölgenin en büyük kentidir Nice. Yabancıların Fransız Riviera'sı diye akın ettikleri bölgenin turist taşıyan uçakları ilk buraya iner. Tipik Akdeniz iklimini yaşayan şehir sizi, havaalanından merkeze gelirken gölgeleri düşen palmiyelerle karşılar. Sahil boyunca uzanan ve şehrin en bilindik caddelerinden biri olan Promenade Des Anglais'de ilerlerken bir tarafınızda deniz, bir tarafınızda tarihe tanıklık etmiş binalarla göz göze gelirsiniz. İşiniz zordur. Hem denizin parlak mavisinden hem de pastel renkli bu binalar arasında gezinen şimdi yaşamayan insanların hayallerini aramaktan vazgeçemezsiniz.

Sahil yolundan ilerledikçe caddenin adı değişir. Quai Des Etats-Unis'den devam ediyorsunuzdur artık. Tuzlu deniz kokusu ile karışan eski bina kokuları vardır burnunuza gelen. Ve tüm heybetiyle Opera binasını görürsünüz. Şehrin her bir tarafına yayılan ucuz pahalı otellerden birine eşyalarınızı bırakın da çabuk gelin. Kaçırmayın bu akşamüstü manzarasını. İster sahil kenarındaki opera binasını arkanıza alın, ister biraz daha ilerleyip 8 Mayıs 1945 meydanını ya da Quai Rauba Capeu'da. Bulduğunuz bir banka oturun. Önünüzde plajlar, arkanızda şehir trafiği, kaldırımda bisikletliler ve patenli çocuklar... Bir uçak kalkar, gözünüzün önünde karışır bulutlara.
Denize koşan bir çocuğun ıslak eline uzanırsınız.
Arkada bir Piaf şarkısı çalıyordur.
İşte o zaman çıkar yolculuğunuzun yorgunluğu.
Ve düşünürsünüz
Şehrin göbeğindeyim, arkamda arabalar önümde plajlar.
İşte o zaman güneş vedaya hazırlanır, ufukta akşam görünür.
Hayatın deniz kokusu ile içinize dolduğu bu saatlerde bir göğe bir denize bakın.
İşte inandınız değil mi şimdi. Tatildesiniz.
Zaman zaman turist taklidi yaparım ben yaşadığım bu şehirde. Hatta elimde harita dolaşırım bazen sokaklarda. Her seferinde yeniden keşfederim ben bu şehri.
Şehrin eski Nice olarak adlandırılan kısmını görmeden mayonuza sarılmayın. Madem tatil için bu şehri seçtiniz biraz şehre karışın ve sokaklara ayak iziniz uğrasın.

Yorulmam derseniz yürüyerek Rue du Chateau yolundan, biraz yorgunum derseniz 8 Mayıs 1945 Meydanı'nın yakınındaki asansörden Eski şato kalıntılarının olduğu parkı mutlaka görün. Deniz Müzesi ve Bellanda Kulesi'nin arasından görünen merdivenleri görmüşsünüzdür sahilde bankta otururken. Küçük bir şelalenin bile var olduğu bu büyük yeşil alandan şehrin her yerini kuş bakışı görebilirsiniz. Limandaki gemilere, kilise çanları arasında uçuşan kuşlara ve denize giren insanlara bakarsınız. Eski şehrin planını da kuşbakışı görebileceğiniz bu tepede birbirine aykırı düşmeyen yeni ve eski yapıların uyumunu seyredip, uzaklarda bıraktığınız harap edilen şehirler için üzülmeye başlarsınız. Orada kuşbakışı gördüğünüz tüm güzel yapıları tek tek gezmek için kendinize söz verirsiniz. Burnunuza yemek kokuları gelmez. Ama siz acıkmışsınızdır ve bir pizza kokusu yayılıyordur hayallerinizde.

Gerek akşam gerekse öğlen karnınızı doyurmak için çok fazla seçeneğiniz var. İlk önce buralardaki en güzel yere mekan açmış Amerikan fast-foodcusu çeker tüm yabancıları. Rue de France'da yürümeye başlamamışsanız ya da eski Nice'i görmemişseniz bir hamburgere fit olursunuz. Şehri kuşbakışı seyreylemenin ardından bir "socca" yemek yakışır. Eski şehirde kendine özgü mekanlarda satılan "socca"yı bu bölgede ancak burada yiyebilirsiniz. Eski sokakların rutubetli havasına karışmış insan kalabalığından ilerleyip kaybolmadan yolunuzu bulabilirseniz, içlere doğru socca barlar çıkar karşınıza. Küçük pizzaların, kızartmaların ve soccaların bulunduğu vitrinlerin önlerinde kuyrukta bekleyen insanların arasına girip bir porsiyon socca isteyin. Elinizle yiyeceğiniz bu nohut unu,yağ ve tuzdan oluşan omlete benzer şekilli socca ellerinize bulaştıkça daha çok seveceksinizdir. Oturduğunuz tahta masalara gelen garsonlardan soğuk bir içecek istersiniz. Bu kendine özgü mekanlarda yemek yemek hoşunuza giderse bir daha gelip bir tür soğanlı pizza olarak adlandırabileceğimiz pissaladiera ve kızartmaları da denemeyi ihmal etmeyin.

Akdeniz'e özgü tüm mutfaklarda olduğu gibi zeytin yağı, deniz mahsulleri, patlıcan, domates, kabak, soğan ve sarmısak burada olmazsa olmazlardandır.
Lavanta kokularını takip ederken yürüdüğünüz ara sokaklarda burnunuza gelen yemek kokularına hemen alışıverirsiniz.
Kekik ve fesleğende bu zengin mutfakta baş köşede durur hep. İtalya ile tarihi bağlarından ve sınır komşuluğundan olsa gerek caddeler İtalyan lokantaları ile doludur. Marce aux Fleurs ya da Place du Palais'de sokağa yayılan kafelerin birinde soluklanmak isterseniz anason içerikli ve buraların en bilindik aperatif içkisi pastisi bir deneyin derim. Bizim rakı ile aynı aileden gelse de daha koyu rengi ve tadı ile farklı gelecektir. Bir de yanında yeşil zeytinlerden isteyin. Şarap ve peynir ülkesinin bu güney şehrinde zeytinin her çeşidi mevcut. Zeytin ve lavanta desenli hediyelik eşyalar satan dükkanların arasında zeytinyağı, sabun ve baharat satanları da bulabilirsiniz.

Yöresel kıyafetler giymiş el yapımı bebekler (santon) ve alçıdan yapılmış küçük evler satan hediye dükkanlarında alacaklarınızın listesini yapmaya başlarsınız. Her ne kadar küçük bir yer olsa da, iç içe geçmiş dükkanların arasında hep kaybolma ihtimaliniz olan bir yerdir eski Nice. Yok elinizde Promenade des Anglais'deki ya da SNCF tren garı yanındaki turizm ofislerinden alınma haritanız yoksa daracık sokaklarda kaybolduğunuz anlayınca hep bir meydana çıkmaya çalışın. Bir de deniz kokusunu takip edin. Yöresel yemeklerin yapıldığı lokantalar ve değişik dünya mutfakları denemek isterseniz Marche aux Fleurs (Çiçek Pazarı) ya da aralardaki sokaklarda gönlünüzü çelen bir lokantayı seçebilirsiniz. Burada yaşayan biri olarak fiyatlar konusunda kıyaslama yapamayacağım. Ama çoğunun mönü olarak sunduğu üç ya da dörtlü seçenekler her zaman en ekonomik olan oluyor. İlla ki bilindik bir şarap içmek isterseniz şarap mönüsündeki fiyatlara katlanacaksınız. Ama her lokantanın kendi seçimi olan ve genelde açık olarak sunulan şaraplarda fena olmuyor. Bugüne kadar ters bir durumla karşılaşmadım.

Şehrin ortasında yer alan 1. Albert Bahçesi ve Massena Meydanı adeta eski şehirle yeni şehir arasında bir geçiş özelliği taşıyor. Sıcak günlerde çimlerin üzerinde ya da mavi sandalyelerde dinlenen insanlara sizde katılabilirsiniz.Belediyenin özellikle turistler ve yaşlılar için koyduğu mavi renkli sandalyeler bu parklarda da karşınıza çıkacaktır. Tüm güzelliklerine ve yeşilliğine rağmen bu parklarda dolaşırken aman gözünüzü yerden almayın. Benden söylemesi, neredeyse hemen herkesin bir köpeği olduğu bu şehirde karşılaşacağınız en önemli sorunlardan biri de ansızın karşınıza çıkacak köpek pislikleridir. Belediyenin çalışmalarına ve medeni olduğu söylenen topluma rağmen hala sahipleri köpeklerin ulu orta yerlerde pislik bırakmalarına bir çözüm bulamamışlardır. Özel olarak yapılan tuvalet alanlarına ise rağbet yoktur. Bu da zaman zaman beni medeni bir toplumun temizlik anlayışı konusunda düşündürmektedir. Dışarılarda rastlamadım ama çoğu evde genelde misafirlerin kullanımına açılan ikinci tuvaletlerde lavabo yoktur mesela. Temizlik konusunda titizseniz şu zamana kadar keşfettiğim en iyi tuvaletler Jean Medecin Caddesi'ndeki Nice Etoile denilen alışveriş merkezinin en üst katındakiler.

Müzeleri ve tarihi yerleri gezmek isterseniz önerebileceğim bir iki yer var. Aslında şehrin sokaklarında gezinirken başınızı kaldırdığınız zaman tüm binaların güzelliği zaten sizi etkileyecektir. Özellikle demir işçiliğinin muhteşem örneklerini mor salkımlı çiçeklerle süslü balkonlarda bizzat görebilirsiniz. Liman kısmında İtalyan şehirlerini andıran binalar arasında şehrin başka bir yüzü ile tanışırsınız. Bu kısmında kalan Notre Dame kilisesi ve Terra Amata Müzesi görülmeye değen yerlerdendir. Modern yapısı ile çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan Acropolis ve Tiyatro binası da mimari olarak dikkatinizi çekecektir. Buradaki Modern Sanatlar Müzesini ayrıca Massena'daki Sanat ve Tarih Müzesini, Aveneu des Baumettes'deki Güzel Sanatlar Müzesini'de gezmenizi öneririm.

Yeterince zamanınız varsa Avenue Val Marie'deki Anatole Jakovsky, Avenue des Arenes'deki Matisse ve Arkeoloji Müzelerini de gezebilirsiniz. Bunun dışında şehre yayılmış kiliseleri ve güzel yapıları da görme fırsatı yaratın. 19. yüzyılda tatillerini geçirmek üzere Nice'i seçen ve devrimden sonra buraya yerleşen Rusların etkisini taşıyan bina ve kiliseleri de gezin derim. Rus Katedrali'nin tepeden kuşbakışı görünen resmini bir de yakından görün. Uzun bir zaman kalacaksanız yakın köy ve şehirlere de geziler yapmanızı öneririm. Ayrıca daha uzakta, havaalanı tarafına düşen Phoenix Parkı'nı, Botanik Bahçesi'ni de listenize ekleyebilirsiniz.

Eski Nice'den kaybolmadan ana yola çıktıktan sonra, bence gezinmeniz gereken yerlerden biri de Massena Meydanı'nın diğer tarafında kalan Rue de France. Sokaklara yayılan masaları ile lokanta ve kafelerle dolu bu trafiğe kapalı caddede yürürken şehrin kokusu üzerinize siner. Öğle saati lokanta masalarında rastladığınız pizza ve makarnaların arasında buraya özgü bir salata çıkar karşınıza. "Salade Niçoise" Benim en favori salatam. İçinde ne yok ki. Yeşil salata, domates, küçük kırmızı turplar, yeşil ya da kırmızı biber, seleri, bazen salatalık, soğan ve tabi ki olmazsa olmazları ton balığı, ançüez ve zeytin. Her bir lokantanın kendi üslubu ile süsleyip sunduğu bu salata ile bir öğününüz geçirebilirsiniz. Sokak satıcıları ve çeşitli aktiviteler yapan sokak göstericileri arasında dolaşırken bir krep ve sütlü kahve ile Rue de France'ın hiç tükenmeyen enerjisini hissedebilirsiniz.

Massena Meydanı'nda karşılıklı kur yapan koca kırmızı binalar ve boydan boya uzanan Jean Medecine Caddesi'ni defalarca turlamanız lazım. Buradaki Lafeyette Mağazası'nı, bu meydana çıkan caddelerdeki dükkanları gezmeden ve en önemlisi Nice Etoile' e uğramadan ve serin ağaç gölgeleri arasında Victor Hugo Caddesi'ni dolaşmadan gezinizi bitirmeyin. Müzisyenler Semtine, SNCF binasına (tren garı) ve daha ilerdeki ayağınızın gittiği sokaklara da uğramadan şehir tanıdım demeyin.

Ben çok az otobüse binerim. Uzak yerlere gidecekseniz otobüsü tavsiye ederim. Çok fazla zamanınız olmayacaksa hemen sahil kıyısından kalkan ve taa tepeye kadar çıkarak küçük bir şehir turu yapan gezinti trenine binebilirsiniz. Ayaklarıma kara su indi. Gez gez yoruldum diye yakınmalarınıza en iyi çözüm mü? Ya güneşin ve denizin aşkına tanık olmak için kendinizi plaja atın. Ya da 1. Albert Bahçesi'nde çimen kokuları arasında içeceğinizi yudumlayın. Deniz bana göre çok temiz değil, uyarmadı demeyin. Ayrıca köpekleri de anlattım.

Gerisi sizin tatilden ne ile döneceğinize kalmış. Hediyelik eşya satanlar genelde pazarlık yapmaz, aşağı yukarı fiyatlar aynıdır ama yine de şansınızı deneyebilirsiniz. Kesenize göre bir lokanta bulmak için kapılarındaki fiyat listelerine bakın. Ayrıca Şubat'ta kış Temmuz ve Ağustos'ta yaz indirimleri oluyor. Tatilinizi Ağustos'a denk getirmeyin derim. Birincisi çok sıcak oluyor. Bir de buraya çok yakın oldukları için genelde Ağustos'ta tatil yapan İtalyanlar dolu oluyor. Araba plakalarına baktıkça ve yüksek sesle konuşan İtalyanları duydukça yanlış ülkedeyim diye düşünmeyin diye. Genelde kendi dillerinin konuşulmasından hoşlanan Fransızlar için hafızanıza bir iki kelime eklemeyi de unutmayın. Ama çoğu satıcı az dolsa İngilizce biliyor. İtalyanca'da burada çok yaygın bir dil. Arapça'yı da unutmamak lazım. Çok fazla Arap kökenli insan yaşamakta. Ve az da olsa İspanyolca ve Almanca bilene de rastladım. Şarap,ekmek ve peynir ülkesinin bu Akdeniz kıyısında keyifli bir yolculuk dilerim.

Güneş alnıma değiyor.
Bir uçak kalkıyor.
Deniz kokusu kendi kokuma karışıyor.
O mavi sandalyelerde sizi bekliyor olacağım.
Elimde kendi dilimde bir roman,
Kulağımda bir Fransız şarkısı,
Gözlerim ufka dalmış.
Yaşadığım bu şehrin yabancısı olmanın keyif ve üzüntüsünü karıştırarak,
İki yakası gerdanlıklı kendi şehrimi özleyeceğim.
Kalkan uçaklara el sallarken,
Turist kameralarında belirsiz görüntülerimle,
Mavi sandalyelerde hep bekliyor olacağım.
Sevdalandığım şehri unutabildiğim yegane mekanda,
Ve birilerine burayı sevmemin öyküsünü anlatıyor olacağım.
Deniz ve güneşin cilveleri arasında,
Şehrin deniz kokan, parfüm kokan, nem kokan, kahve kokan
Tüm kokularını içime çekip,
Kumlara değen ayaklarımı denizle buluşturacağım.
Sokaklara, ağaç gölgelerine bir de mavi sandalyelere izimi bırakacağım,
Bu yazı sizi keyiflendirdiyse beni bulasınız diye...

SunA.K.
skelesoglu@eudoramail.com

 Şiir Gibi Kahveci: Ayşegül Tuğlu


SAHNE-1

Ürkek dakikalarla başlamıstı hayat seninle. Ta başından çözülmesi zor bir bulmaca gibiydi. Beklemek, beklemek, hep beklemek olmustu zaman. Kendimi sorgulayarak gelip geçti günler.

Sen giderdin, bense bilmem kaç sene nadasa bırakmıştım yüreğimi. Bir başıma kalakaldım. Günlerimi dolduran ise sadece sensizlikti. Hep bir yanım yarım, hep senden uzaktalık. Yalnız kaldığımda sığındığım yine sen, hayalin... İstanbul da hep aynı, O da sensiz... Ben ise koca şehirde, seni şehirlerce uzakta, yollarca uzun fakat kelimelerce, saniyelerce yakından sevdim. Kendi içimde kayboluşlarım, vazgeçişlerim oldu. Yarı yoldan döndüm. Çırpınışlara aldırmadım. Yıllardır taşımaktan yorulmadım hasretini. Çünkü biliyordum kazanacağımı, biliyordum kaybedişlerimin ömrümüze kazandıracaklarını..

Sana yazdığım mektuplarda herşeyi anlatırdım. Sen de bana yazardın. Okul iyi gidiyor, arkadaşlar, herşey iyi derdin. Akşamlar senin derdin. Ben de "sadece akşamlar mı?" derdim kendi kendime gülümseyerek. Gözlerin kapanırken yazarmışsın bana mektuplarını. Dinlediğin şarkıları yazardın. Birlikte dinliyormuş gibi olurdum her satırını okurken. Ben de sana şiirler yazardım, ne kadar masumdular. Karanlıklar arasında yazdım sana o sözleri. Bilmem ısıklarımı yakmaya çalışır mıydın?

Önceleri nereden geldiği belirsiz bir ışık gibi sızdın yüreğime. Kimliği bilinmeyen. Sonra içimde ağladı bir yanım ,yokluğunla avunmak yerine, gülüşünü işlediğim kalbimin sesini dinledim. Yorulmadım soluk soluğa kalsamda koşuşturmaktan, bir senin yüreğine bir de benim...

Ben, ben de kayboldum, kendime yenildim. Sonra sen benden üstün geldin. Beni unutturdun kendime. Sen yoksan, ben de yoktum sanki. Konusamıyorduk görmüyorduk. Ama hep birlikte olduk düşüncelerde.Yüzümde ise silemediğim bir hüzün saklıydı. Silmeye çalışsamda, gözlerim de o bitmeyen yalnız yürüyüşler...

Herşey yolunda gitmedi tabi. Ya karabulutların dolaştığı anlar. Ya beni benle bıraktığın geçmek bilmeyen saatler... Sensiz bir günüm geçmiyor diyen adam, bir serseri edasıyla beni ömrümce onsuz bırakma fikrine nasıl da bürünmüştü. Oysa ne kadar mutlu bitiyordu hayat oyunumuz. Sahnemiz böyle tozlu mu kalacaktı?

Derken, yeniden doğmuşcasına gözlerimi açarken yeni bir günde; viran bir şehirden arta kalanlar kaybolmuştu gülümseyişimi gözlerinde gördükten sonra.

Anlatsam anlayan olmazdı. Kimse sensiz kalmamıştı ki. Silmek ne kadar imkansızdı bilemezsin yaşanılanları. Bir tiyatro olsaydı seyirci isyan ederdi bu sona. Sahnenin tozları ayaklanırdı, dekorlar yıkılırdı, ben yıkılırdım. Sen nasıl yaşardın? Bu rol ağır gelmez miydi sana? Oynayabilir miydin?

Ayşegül Tuğlu
aysegul_tuglu@mynet.com

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   El Greco'ya Mektuplar 2

Umarım bana kızmazsınız.. Kolaycılıkla suçlamazsınız.. Nikos Kazancakis'e fena halde takmış durumdayım.. Bu kitabını öylesine sevdim, öylesine sevinç ve hazla okuyorum ki.. Paylaşmadan edemiyorum.. Kah karımı uykusundan uyandırıp ona iki sayfa okuyorum, kah oğlumu çevirip karşımda dikip ona da eziyet ediyorum.. Şimdi de sizlere bir pasajı aktarmak istedim.. Öyle garip ve öyle hoş ki.. Bu ve benzeri neredeyse binlerce anı ile örülmüş olan kitabımı elimden düşürmüyor, ama aynı zamanda bitecek diye de korka korka ilerliyorum..

İtalya'ya gitmiş Kazancakis, gençliğinde. Bir sürü anının içinde buradan da birşeyler aktarmış.. işte bir tanesi:
'... Adını hatırlamadığım büyük bir fatih şunları söylemişti. 'Hayatımda üç şey istedim, ama tadını alamadım; Su kenarında küçük bir ev, bir kanaryayla bir kafes ve bir saksı fesleğen' Ayrıca hepsinin üstünde, İtalya'dan çok, küçük iki anı ruhuma oturdu ve benim hiç suçum olmasa da bunlar, ölümüme kadar sırf yakınma halinde beni izleyeceklerdir.

Birinci şu:
Akşam yakındı, bütün gün yağmur yağmış, her tarafı sel basmıştı. Kemiğime kadar ıslanmış bir halde küçük bir Calabria köyüne varıyordum. Kurunacak ateş ve yatacak bir yatak bulmam lazımdı. Dar sokaklar ıssız, kapılar kapalıydı, yalnız köpekler yabancı kokusunu aldı ve avlulardan havlamaya başladılar. Küylüler burada vahşi, Girittekilerle aynı cinsten olup, yabancılardan huylanıyorlardı.; bense her kapının önünde duraklıyor, elimi uzatıyor, fakat kapıyı çalmaya cesaret edemiyordum...

Ah! Giritte'ki rahmetli dedem; her akşam feneri alır, bir yabancı varsa, içeri alsın da yemek versin ve yatırsın diye bakardı; sabahleyiğn de bir bardak şarap ve bir dilim ekmekle onu yolcu ederdi... Burada, Calabria köylerinde böyle dedeler yok...

Birden, yolun kenarında açık bir kapı görüp, eğilip baktım; yarı karanlık bir koridor, dip tarafta yemek pişiriyormuş gibi ateşin önünde eğilmiş ihtiyar bir kadın... Sessizlik vardı, yanarken kokan odunların sesinden başka bir şey duyulmuyordu; herhalde çam kerestesiydiler. Eşiği aştım, içeri girdim, ortada uzun bir masaya çarptım; önde küçük bir iskemle vardı, oturdum; ihtiyar kadın başka bir iskemleye ilişmiş, tahta bir kaşıkla tencereyi karıştırıyordu; fakat henüz konuşmamıştı. Ceketimi çıkardım, kururtuyordum; mutluluğun da sıcaklık gibi ayaklarımdan baldırlarıma, bacaklarıma, göğsüme yükseldiğini hissettim; karnım açtı ve pişen yemeğindumanlarını istekle içime çektim; herhalde kuru fasulyeydi; mis gibi kokuyordu; yeryüzünde mutluluğun, insan boyuna göre nasıl biçilmiş olduğunu bir daha hissettim; mutluluk bazen gökte, bazen kafamızın içinde kovalayacağımız az bulunur bir kuş değildi. Mutluluk avucumuza yerleşmiş bir kuştu.

İhtiyar kadın kalktı, yanındaki küçük raftan iki büyük tabak indirdi, onları doldurdu ve ortalık mis gibi fasulye koktu, bir kandil yakıp uzun masanın üzerine oturttu; tahta kaşık, bir parça kara ekmek getirdi, karşı karşıya oturduk. Istavroz çıkardı, seri bir bakışla bana baktı; anladım, ben de ıstavroz çıkardım. Yemeğe başladık, ikimizin de karnı açtı. Hiç ses etmedik; ben karar vermiştim, konuşmayacaktım, bakalım ne olacaktı! 'Acaba dilsiz mi?' diye düşünüyordum, 'yoksa deli mi? Şu azizliğe çok bezeyen delilikte, sessiz ve samimi deliliklerden!'

Yemekten sonra, masanın sağındaki bir sedirin üstüne yatak yaptı, yattım; o da karşımda öteki sedire uzandı. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu; bir süre damda suların şakırtısını dinledim, yatar yatmaz rahatlayan ihtiyar kadının sakin soluğunu dinliyordum; herhalde yorgundu, uyuya kaldı; yağmurla, ihtiyarın ahenkli soluğu ile yavaş yavaş ben de uyudum; uyandığımda gün ışığı kapının aralıklarından içeri giriyordu.

Kadın kalkmıştı bile, ibriği ateşe koymuş, sabah sütünü hazırlıyordu. Şimdi, günün az buçuk ışığında ona bakıyordum, pinponun biri, kurumuş kamburu çıkmış, ayakları şiş. Her adımda duraklayıp solumaktaydı. Yalnız simsiyah iri gözleri ihtiyarlamamış parlıyordu. Gençliğinde kim bilir ne kadar güzeldi, diye düşünüyor ve insanın çöküşüyle kaderine lanet ediyordum...Tekrar karşı karşıya oturduk, sütü içtik, kalktım. Yine heybeyi omuzuma astım, cüzdanımı çıkardım.. Fakat ihtiyar kadın kıpkırmızı kesildi, elini uzattı:
-Hayır hayır, diye mırıldandı; hayır!
En hayretle ona bakarken de bütün o buruşmuş yüzü parıldadı:
-Haydi, güle güle! Dedi; bana yaptığın iyiliğin bedelini Tanrı ödesin sana; kocam öldüğünden beri ilk kez tatlı bir uyku uyudum!'

Nikoz Kazancakis-El Greco'ya mektuplar

aaltan@superonline.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_68.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.132 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


En büyük sahne

Gizli yüzlerle aşikar oyunlara koyuldu
insanoğlu...
Sahnedeyiz giyimli
ruhlarımız çıplaklığı
özlemiş.
Tutuyoruz umutla
üzerimize giydiklerimizden
çekiştiriyoruz
belki de soymak için
bedenlerimizi...

Hepimiz açız
Görünene değil
görünmeyenlere.
Zil gibi
çın çın çınlıyor
eteklerimiz
birbirimize verdiğimizle değil
büyüttüğümüz
sahteliklerle...

Hangi efsaneye baksam
altında ıslak bir yüz
görüyorum
Oysa gülüyor efsane
katıla katıla
ölür gibi
gülüyor...
Bu ölüm
bildiğiniz gibi değil
binkere ölmekten
geçmeyi dilemek
oluyor
bir kere
ölmeye...

Yaşadığım şehir İstanbul
En büyük
sahne...
Başımı kaldırsam
ayaklarımı görüyorum
gökyüzünde.
İpler
ayaklarımdan bağlı
birbirine
Bağlar
kimin elinde?
Söyleyin o şehre
Yalvarırım bıraksın
beni
oyunsuz
öldüğüm yerde...

Alkışlamayın
Terk ediyorum bu şehri ben
Açmasın kucağını
başka şehir de istemem
Bıkmışım zaten
efsanelerden
gidiyorum
alın giysilerinizi
üzerimden...

Çıplaklığımla kalmak istiyorum
oyuncular iplere
bir düğüm daha
atarken...

Nedret Türer
http://www.ucnokta.com / A N L A M Platformu
Düşündüren her cümlenin sonunda "Üç Nokta" vardır...
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 CEVİZLİ PASTA

150 g margarin
150 g toz şeker (125 g hamur için, 25 g yumurta beyazları için)
5 yumurta (sarıları ve beyazları ayrılacak)
1 yemek kaşığı portakal kabuğu rendesi
150 g labne peynir
40 g un
1 paket kabartma tozu
150 g ceviz (kavrulmuş ve kıyılmış) (125 g hamur için, 25 g süslemek için)

Margarini ve 125 g şekeri mikser ile iyice çırpın. Yumurta sarılarını, portakal kabuğu rendesini, peyniri, unu, kabartma tozunu ve 125 g cevizi ekleyin. Düşük devirde bir süre daha karıştırın. Başka bir kapta yumurta beyazlarını köpürene kadar çırpın. Kalan 25 g şekeri yavaş yavaş ilave ederek çırpmaya devam edin.
Hamurunuzu ve yumurta akı karışımınızı yavaş yavaş birbirine karıştırın. Bunun için mikser kullanmayın. Kaşıkla karıştırabilirsiniz.
Elde ettiğiniz hamuru hafif yağlanmış bir kalıba dökün. 190 dereceye ısıtılmış fırında yaklaşık 30 dakika pişirin. Soğuyunca servis tabağına alın.

BİTİRİYORUZ...
6 yemek kaşığı kayısı marmelatı
2 tatlı kaşığı portakal suyu
25 g bitter çikolata (rendelenmiş)

Kayısı marmelatını kısık ateşte eritin. Portakal suyunu ekleyin, karıştırarak bir süre daha ateşte tutun. Elde ettiğiniz karışımın bir bölümünü fırça yardımıyla kekin üzerine ve etrafına sürün. Ceviz ve rendelenmiş çikolata ile süsleyerek servise hazır hale getirebilirsiniz.

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


Hasta

Temel'e, ambulans şöförü olarak işe başladığı ilk gün, bir hastayı evden alıp hastahaneye getirmesini söylerler... iki saat sonra dört hasta ile geri dönen Temel, görevlilere durumu açıklar:
- Ha bu ilk siradaki esas hastadur da.. Diğer üçüne ben çarptum.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.room32.com.au/maul2/mutant.html
Bir fare ile bir yılan birleşirse çocukları neye benzer acaba..? Ya bir kirpi ile bir ahtapot, bir tavuskuşu ve bir tuğlayı da işin içine katarsanız neler olur neler. Gen bilimcilere inat işi sadece eğlence amaçlı görsel komediye çeviren bir çalışma yapılmış sanki.

http://www.malevole.com/mv/misc/tribute/
Buyrun size eğlencelik başka bir çalışma daha. Hi-men diye bir çizgi film vardı bir zamanlar. Hani birde düşmanı vardı iskeletor. Biraz romalı savaşçılar, biraz iskelet savaşçılar... Buyrun sizlere görsel eğlence.

http://www.lego.com/eng/racers/dromeduel.asp?x=x
Lego... evet yanlış duymadınız lego. Legolardan yapılmış yarış arabalarının amansız yarışını seyretmeye ve hatta araçlardan bir tanesini kumanda etmeye ne dersiniz. Sadece yön tuşlarını kullanarak aracınızı kumanda ediyorsunuz.

http://www.probe3.com/portfolio/images/04_3D/sub/game.html
Çok kapsamlı olmamakla birlikte hoş bir denizaltı oyunu. Fazla vakit ayıramadığım için detaylarını öğrenme zevkini sizlere bırakıyorum. iyi eğlenceler.

 Damak tadınıza uygun kahveler


PrintFile v2.15 [141k] W9x/2k/XP FREE
http://www.lerup.com/printfile/printfile215-32.zip
Çok güzel ve kullanışlı bir program. Bastırmak istediğiniz dosyayı üzerine sürükleyip bırakmanız yeterli oluyor. Birden fazla dosyayı aynı sayfaya bastırabilmek gibi şansınız da var. Mutlaka denemelisiniz.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030228.asp
ISSN: 1303-8923
28 Şubat 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com