KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Posta Kartı olarak yollamak için tıklayınız.
Lütfen bekleyin! Var gücümle ulaşmaya çalışıyorum...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 211

 3 Mart 2003 - Ummadığın taş baş yardı baş!


İyi haftalar efendim,

Cumartesi günü ileride torunlarımıza hüşu içerisinde anlatacağımız, ama kahramanlarını hatırlamayacağımız dopdolu bir gün geçirdik milletçe. Kimsenin aklından geçirmediği bir sonucun mimarlarının bile alınan karara inanabildiklerini sanmıyorum. Olsa olsa, nasılsa geçecek hiç olmazsa ben seçmenlerime karşı kuyruğumu dik tutayım diyenlerin gazabına uğramışlardır. Zaten oylamadan birkaç saat evvel grup toplantısında yaptıkları gayrı resmi oylamada ortaya çıkan sonuçta bunun göstergesi. Sonuçlar açıklandığında ençok 19 tane o mevkiyi neden işgal ettikleri kendilerinden menkul kararsız kasım gelip geçici vekile takıldı aklım. Böylesi hayati bir konuda çekimser kalabilme cüretini gösteren bu vekil bozuntularına bir çift sözüm var. Be hey yüreksiz ademler, çekimser kalmakla evet demek istemediğiniz anlaşılıyor, peki ama hayır demekten sizi alıkoyan nedir? Çıkıp aslanlar gibi "Hayır" deseydiniz de, şu anda gereksiz bir beklenti yaratmak, salt, zart, zurt çoğunluk istedi, istemedi demek yerine, meclis "Hayır" dedi deseydik daha iyi olmaz mıydı? Sorumluluk almak yürek ister yürek. Anlaşılan o ki, sizdeki yürek ha sizde olmuş ha mandada farketmiyor. Ne diyeyim yazıklar olsun. Sizin dışınızda kalıp, "Evet" yada "Hayır" diyenlere de helal olsun. Birileri sizi oraya milletin iradesini yansıtasınız diye yolladı, kurna başında kıvırasınız diye değil.

Aslında gelinen noktada bunların hiç mi hiç önemi yok. Anayasal çerçevede Meclis iradesini öyle veya böyle ortaya koymuş ve ve Bush'a "Hopps" demiştir. Kararın ortaya çıkmasından itibaren alınan tepkilerde, hiçte sanıldığı gibi değil, tam tersine olumlu yönde gelişmiştir. Bir kere elimizi verip kolumuzu alamadığımız, öcü gibi korktuğumuz ABD, her ne koşulda olursa olsun Türkiye'den vazgeçemeyeceğini üstü kapalı da olsa itiraf etmiştir. İkinci itirafı ise B,C,D gibi bir planlarının olmadığıdır. Herşeyi kayıtsız şartsız boyun eğeceğine inandıkları Türkiye'nin üzerinden planlamışlardır. Günlerdir aşağılayıcı haber ve yorumlarla imajımızı cilalayan ABD ve Avrupa medyası ise ters kepçe olmuş, şimdi de takdir nidaları atmaktadırlar.

Her işte bir hayır vardır derler ya, buyrun size en alası. AK Parti iktidarımız, istemeden sebep oldukları fiili durum yüzünden, olması kuvvetle muhtemel bushca harekatı sekteye uğratıp, biraz daha ileriye ötelemeyi başardılar. Bu da savaşın olmama umutlarını güçlendirmeye yetti de arttı bile. Eğer Bush bir şekilde bu savaştan vazgeçerse bunun tek nedeni Türkiye olacaktır. Bu durumda meclisimiz de Nobel Barış Ödülünün tek adayı olur böyle biline. Günlerdir kafamı kurcalayan memleketimin ahvalide birkaç gün içinde kendini belli edecek. Bugün ve yarın piyasaları dengede tutmayı becerebilir, arkasından IMF'den de bir yeşil ışık alırsak, değmeyin keyfimize. Süreriz artık bu cikletten çıkma barış havariliğinin zevki sefasını. Yalnız unutulmaması gereken bir önemli konu var. Tezkereyi kabul etmemekle, adamların 62 bin askerine dur demiş olduk. Yoksa adamlar zaten 4 tane üssümüzde babalarının çiftliği gibi at oynatma iznini aldılar bile. Bizim Mehmetçiklere gelince, onları Irak'a yollamak için izne mizne gerek yok, onlar zaten oradalar. Şeklen ve kerhen de olsa "Hayır" diyerek hem zevahiri kurtarmış hem de boynumuz dik yürüme hakkını elde etmiş olduk. Umarım, yanlışın doğurduğu doğruyu bir başka yanlışla tepetaklak etmez, yeni bir tezkereyi meclise getirmezler. Aminnn.

...........

Aldığımız bir duyuma göre, sevgili yazarımız "Ters Köşe" 33 yıl önce bugün doğmuş. Kendisine nice yıllar diler, "Kahve Molası" kontenjanından bir adet köpüklü kahve yapıp içmesi için gerekli ödeneğin adresine postalandığını duyurmaktan zevk duyarız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Yoğurtlu Bakla

Bindokuzyüzdoksan yılının Mayıs ayıydı, reklamcıların Oskar'ı olarak kabul edilen Kristal Elma ödüllerinin dağıltıldığı gecede herkes olabildiğince şık ve özenliydi... Birden gözüm birine takıldı... Doğal haline bırakılmış siyah uzun saçları, hafif dalgalıydı, vücudunu saran tayt pantolonu, parlak deri ayakkabıları, smokin havasında siyah ceket içindeki beyaz gömleği ile yarattığı hava şıklıktan öte bir tanımı zorluyordu... Grek burnu ve kemikli yüzü, son derece düzgün fiziği ile balet zerafatinde idi... Hem çok erkeksi hem de son derece zarif çok özel bir adamdı.

Bir Ağustos sabahı patronum beni yanına çağırdı. 'Yarın işe yeni bir kreatif direktör başlayacak, İzmir'li imiş, sen pek seversin İzmirlileri bilirim. Sabah ben işe biraz geç geleceğim, yeni arkadaş sana emanet' dedi...

Sabah erkenden işe geldiğimde sekreter bana yeni arkadaşın geldiğini ve odasında oturduğunu söyledi. Kendi ellerimle hazırladığım iki fincan çayı alıp Belveder apartmanının kapatılmış olan arka balkonundaki odasına gittim... Odadan içeri ayağımı bastığım anda hayatımda yepyeni bir dönemin başlayacağını henüz bilmiyordum.. Sanki yeni iş arkadaşıma değil, hayata bambaşka yeni bakışıma sesleniyorum...

- Merhaba.

Dışarıyı, daha doğrusu yaşamı seyrediyordu odasındaki boydan boya cam penceresinden, başını hafifçe döndürüp bana baktığında ölüyorum sandım... O gece gördüğüm yünan heykeli canlanmış, ela gözleri ile bana bakıyordu... Ne bakması, delip geçiyordu...

- Tanrım!!!.. Ben evliyim, üstelik sevdiğim erkekten iki aylık hamileyim...

İlk günümüzü ne o unutabildi ne de ben... Mükemmel bir gündü. Bütün gün hiç bıkmadan, usanmadan yarışır gibi, Ege'den, İzmir'den, sektörden, zeytinyağlı domates bastısından, müşterilerden, yoğutlu bakladan konuştuk...

Yirmisekizşubatikibinüç... Beyoğlunda birlikte yiyeceğimiz akşam yemeği için bir yandan hızlı hızlı yürüyor bir yandan konuşuyoruz...

- Ohh çok şükür görüştük mehtabım, seni çok özledim...Yaşlı arkadaşlarımla buluşmaya bayılıyorum.
- Şanslısın o zaman, bugün daha yaşlıyım...
- Biliyorum... Kutlamamız geren asıl konu bu zaten...
- Sen şimdiden elli yaşımdayım demeye başlamışsınıdır...
- Evet başladım... Bilirsin ben otuzsekiz yaşımda kırk yaşımdayım demeye başlamıştım..
- Bilmem mi ben de senden örnek alıp öyle yaptım, pek rahat ettim...
- Geçen yaşgünümde etrafımdaki gençleri karşıma alıp konuştum... Ben artık yaşlı bir adamım benden sizin hızınıza yetişmemi, fikirlerinize anlam vermemi beklemeyin dedim...
- Anladılar mı? Hiç sanmam. Ben de hasretle yaşlanmayı bekliyorum. Demode fikirlerim olsun istiyorum artık.
- Geçen gün şirketten bir iki genç çalışan ile yemeğe gittik... Ben ve bir başka gençten çocuk bakla söyledik... O baklasına yoğurt koydu ben koymadım... Döndü bana 'Ama bakla yoğurtla yenir, yoğurtsuz yenmez' demesin mi...
- Yaa gördün mü bak, bakla nasıl yenir öğren artık...
- Bak oğlum dedim... Bu bakla beş yıl yoğurtlu yenir, beş yıl yoğutsuz yenir, sonra yine beş yıl yoğurtlu yenir, yine beş yıl yoğurtsuz yenir, sonra gün gelir nasıl yendiği hiç farketmez olur.
- Harika!!! Yaşlılık budur!
- Gençlere hep şunu söylüyorum... Önce herşeyi deneyin sonra seçiminize benden saygı bekleyin...
- Hislerime nasıl tercüman oldun bir bilsen...

Gece boyunca yeni yaşıma kadeh kaldırıp kısa saçlarımızın beyazından, gelecek planlarımızdan, tutkularımızdan, yoğurtlu bakladan konuştuk... Gecenin sonunda, yaşlılığa hazır olarak eve girdiğimde müziği televizyondaki müzik kanallarından izleyen yeni gençlik bana seslendi...

- Anne koşşşş!!! Bak bu yeni şarkıcıyı dinle.. Adamın çok iyi sesi var...

Herşeyi bize yeniden öğreten gençleri ciddiye almak lazımdı, hemen salona koştum... Ekranın karşısına geçitim ve parçayı dinlemeye başladım. Kimseye çaktırmadan piyanosunun başında şarkıya eşlik eden adama gülümseyip, bir göz kırptım... Sonra kızıma dönüp,

- Acayip pis güzel sesi var adamın..
- Adı, Elton John.
- Woowwww!!!

Hayat kırkından sonra başlar sözünün manasını nihayet anladım... Hayat kırkından sonra bazen yoğurtlu, bazen yoğurtsuz olabiliyormuş ve bu sayede acayip pis eğlenceli oluyormuş meğer yaaa...

mehtap_akdeniz@yahoo.com

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Kadınlar Hamamı

Merhaba dostlar,

Başlığı okuyan erkek taifesi şimdiden sırıtmaya başlamıştır, eminim. Yok, öyle sandığınız gibi herhangi bir hamamdaki kadınlar günüyle ilgili "güncel gözlemlerimi" anlatmayacağım. Benim anlatacağım kadınlar hamamı yıllar, yıllar öncesine ait.

Benim yaşıtım erkek çocukları sanırım en az bir kez anneleriyle kadınlar hamamına gitmiştir. Ben bir kaç kez gittim, daha doğrusu götürüldüm. Babannem ve annem nedense en az iki haftada bir hamama gitmeden rahat edemezlerdi. Hamama gitmek deyince öyle hafife almayın, günler öncesinden komşularla birlikte planlar yapılır, neredeyse bütün mahalle ordu halinde gidilirdi. Hamam için plan da ne olacak demeyin, planlanan ne gün gidileceği değil, o en kolay olanı, zor olan ne yemekler götürülecek bunları kimler pişirecek, aralarında husumet olan komşular nasıl ekilecek, bütün bunlar inceden inceye planlanırdı ki, bizimkilerin yanında CIA planları halt etmiş.

Günü gelince de sanki ev taşıyormuş gibi bohça, bohça üstüne toplanır, bunları yüklenmiş tüm mahalleli garip bir kervan halinde hamama varırdı. Beni ilk götürüşlerinde durumun vehametini tam anlayamadım, sokakta oynarken yakalayıp götürdüler. Bin saat soyunup dökünme, komşulara peştemal gösterişi yapma işlerinden sonra hamama bir girdik ki, anacığım o ne sıcak öyle. Neye uğradığımı şaşırdım, geri kaçıcam ama annem elimi bırakmıyor. Bir süre sonra alışıp sanki ölecekmişim duygusu geçince, ortalığın da ilginç olduğunu fark edince kaçmaktan vazgeçtim.

Hep birlikte gittik hamamın bir köşesine yerleştik, sanki pikniğe gelmişiz gibi getirilen yemekler açıldı, sofralar kuruldu, muhabbet koyulaştı ama yıkanan, eden yok. Kadınlar bir süre sonra şarkı, türküye başladılar, bense buraya niye geldik hala anlamış değilim. Kadınlar ortalık sıcak olduğu için soyunmuş onu anlıyorum ama niye yemek yemek ve şarkı söylemek için bu sıcak yere geldiler onu anlamıyorum. Bir süre sonra sıkılıp hamamın içinde gezmeye başladım, o zaman gördüm ki aynı zamanda yıkanılıyor. O zaman tekrar kaçmak istedim, çünkü ben o zamanlar yıkanmaktan nefret ediyorum. Şimdi, şimdi anlıyorum ki, bu benim değil anacığımın bir kabahati.

Annem ne zaman beni yıkamaya kalksa bunu habersiz ve aniden yapardı, banyoyu, her bişeyi hazır eder, son olarak da beni evin içinde bir yerde sıkıştırır tek eliyle sıkıca tutarken, tek eliyle soyar, yaka paça banyoya tıkardı. Ben yakalandığım andan, banyodan çıktığım ana kadar bağırarak ağlardım. Banyonun içi ise tam felaket. Annem bir teneke kendi deyimiyle "ılık" suyu hazır etmiş olurdu, suyun derime değmesiyle benim "sıcaaaak" diye bağırmam aynı zamana denk gelir, annem "değil oğlum, bağırma öyle" diye suyu göstermelik ılıştırırdı. Sonra da değme vurdulu, kırdılı filmlere taş çıkartacak yıkanma işi başlardı. Annem beni önüne oturtur, resmen iki dizinin arasına sıkıştırır, ara sıra hamam tasını veya taş gibi sabunu kafama vura, vura, çamaşır çitiler gibi yıkardı. Ben o halimle nereye gideceksem sürekli kaçmaya çalışırdım ama ne mümkün. Bazan suyu kafamdan aşağı bir boşaltırdı, nefessiz kalırdım, tabi ağlamam da bir süre kesilirdi. Tekrar nefes almaya başlayabilince de eskisinden daha çok bağırırdım. Yahu sanki yıkanmıyorum da nehirde timsahlarla boğuşuyorum, öyle hırpalanırdım vallahi. Sonunda tenekedeki su bitince ve halim de kalmayınca susardım, annem de beni bornozuma sarar, az evvel hırpalayan o değilmiş gibi "aman da ne temiz olmuş benim oğlum" diye sever, öperdi. Sonra beni giydirir dışarı yollar, benimle boğuşmaktan ıslanmış ve terlemiş olduğu için kendi de bin derecelik bir suda yıkanır, az evvel haşlanmış gibi bir suratla dışarı çıkardı.

Hamamda yıkanıldığını görünce hemen bu banyo korkum depreşti ve annemlerin olduğu gruptan uzak durmaya çalıştım ve tabi yine yakalandım, annem bu sefer beni fazla hırpalamadan yıkayıp saldı ve ben tekrar keşfe çıktım. Annem evde beni yıkarken neredeyse yarı çıplak olduğu için ben görüntülere fazla yabancı değilim ve çok tuhaf da gelmiyor. En belirgin hatırladığım ve şaşırdığım şey aşırı şişman kadınlardı, o kadar şişman kadınları yarı çıplak görünce çok şaşırdım ve nedense biraz korktum. O yüzden fazla dolaşmadım, annemlerin yanına döndüm, benim gibi şaşkın mahalle arkadaşlarımla oyuna daldım.

Bir süre sonra baktım ki, hamamda eğlence kontroldan çıkmış. Kıpkırmızı olmuş kadınlar, ter içinde ellerinde bir def, çalıp söylüyorlar, suratlarının haline bakılırsa tansiyonları 3-5 civarında ama kıvırıp duruyorlar. Sonunda yıkanma, cümbüş bitti, hamamdan çıktık, çıktığımız ara bölüm bana o kadar soğuk geldi ki anlatamam. Giyinirken annem bana bir gazoz aldı, bayıla, bayıla içtim. Eve döndükten bir saat sonra babannem hasta olup yataklara düştü, bir hafta "ay her yerim tutuldu, herhal hamamda üşüdüm, bir daha gitmem " diye sızlandı durdu ama iyi olduktan bir hafta sonra biz yine tüm mahalle hamamdaydık.

Bu hamam sefalarına bir kaç kez daha gittim, annem hep beni "sana gazoz alıcam bak" diye kandırdı. Hemen hepsinde de aynı olaylar oldu, babannem her hamam dönüşü hastalandı ve yine "gitmiycem" diye söylendi durdu ama yine gittik. Her şeyi anladım da, en son gidişimizde "ayol, bunun babasını da getirseydiniz" diyen kadınla annem niye kavga etti, ben babama misafirlerin yanında "baba teyzeler seni hamama çağırıyor" dedim diye niye dayak yedim, onları bir türlü anlamadım.

Sıhhatler olsun dostlar, kalın sağlıcakla.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Fincandan Taşanlar : Aslı Sarıoğlu


Merhaba

"Merhaba"nın içi ferahlatan ve serinleten sesi yerine, ben söyleyeyim de sen istersen dinle diyen, "meraba" ve arkasından kurulan bir diğer cümle "nası gidiyo araba"... Elle de desteklenen bir gereksiz yakın mesafe de olabilir ve daha bir şık görüntü elde edilir bu şekilde.

Böyle bir birlikteliğin "merhaba"da olma ihtimali yok. O daha çok, serin sulardan kızgın kumlara atlayan iri memeli kadınların ağzında bir ödül, kısa saçlı yenmiş tırnaklı olanların ise, başlangıç.

Merhaba, ne çok samimidir "meraba" gibi, ne de "günaydın" denli resmi ve sıradan. "Günaydın", artık içeriğinden kopmuş, çok hoş anlamlı ama talihsiz bir kelimedir. Selamı sabahı olmayan insanlara "bir merhabası yok" denmez, ondan bir "günaydın" beklenir. O, yoğun istek üzerine "günaydın" der ve yürür. Yani, günlük toplumsal görevini yerine getirir. Göz teması olmaz, bedensel teması ise kesinlikle kimse cesaret edemez.

Her firmanın, kendisindeki fırlama potansiyelinin yüksek olduğunu düşündüğü, katlanılması zorunlu elemanları vardır ki, bu "şirin" arkadaşlar, "meraba"yı televizyon kültürü ile harmanlayıp, "televole"lerler ya da ancak kendisinin güldüğü esprilerle daha bir şenlendirirler sonrasını...

Merhaba, benim adımdan sonra en sevdiğim kelimedir. Güneşli, gülümseyen İstanbul günlerinde daha bir söyleyesim gelir. Sanki, bu altı harfli, sihirli sesin ardından adalara şöyle bir uzanıverecekmişim gibi... ya da Beyoğlu'nda kırmızı bir akşamüzeri sakin, usul dolaşacakmışım. Polislere şöyle bir bakıp, sanki çekinmeyecekmişim gibi. Sanki savaş olmayacakmış, sanki zammım verilecekmiş gibi. Sanki, günlerin uzamasıyla, her yaz olduğu gibi iş saatlerinden çaldığımı düşünecekmişim gibi. Merhaba, benim gülerek söylediğim bir kelime. Ağzıma yakıştığını düşünüp, söylediğim kişiyi sanki öpüp kokladığım.

Sakarımdır. Beni tanıyan iyi bilir. Sakarlığımdan önce bir özrümdür merhaba. Ben buyum ve seviyorum sizi. Sizi sevmek için binlerce nedenim var, sevmemek için olanları saymazsam... Ve saymıyorum, yeniden başlayacağım baharla.

Merhaba...

Aslı Sarıoğlu

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Çıkamadı Kel Teskere !

Oh işte çıkamadın ya kel TESKERE,
Gitmeyecek kimse fazladan ASKERE,
İnşallah çocuklar haybeye ÖLMEYECEK,
Savaşı durdurmak için BM'e çok iş DÜŞECEK,
Sevgili dünya en fazla sizden UMUTLUYUZ,
Savaşsız ölümlerle inanın daha çok MUTLUYUZ,
Savaşa evet diyen 264 kişiden de bence hesap SORMALI,
Sizde akıl var mı diye konunun üzerinde epeyce DURMALI,
Hayır diyen ampulleri de kutlamalı insanlık ADINA,
Paralı asker olarak beyefendiyi göndermeli İNADINA,
İlle de savaş diyenleri kiralayalım ersinler MURADINA,
Üç-beş dolar verirler herhalde lejyonerlik AŞKINA,
Biz de bir hediye veririz elbette böyle ŞAŞKINA,
İster misiniz Siirt'de de bir güzel BENZETSİNLER,
Demokrasiyi yok etme planlarının içine ETSİNLER,
Sırada Kıbrıs var kimbilir daha neler GÖRECEĞİZ,
Bu kafalarla başımıza acaba ne çoraplar ÖRECEĞİZ,
Takkeler düşünce görünecek elbette KEL,
Milyon dolar uğruna iyi ki gelmeyecek ECEL,
Tarihin sayfalarına savaş delisini İŞLEYECEKLER,
Bunun babası da zaten böyleydi DİYECEKLER,
Bir de derler Karadeniz'den adam çıkmaz DİYE,
Buyrun size Texas'dan daha beter HEDİYE,
Fıkralarda laz beyniyle artık UĞRAŞILMASIN,
Beterin beteri varmış dünyaca ANLAŞILSIN,
Savaşların olmadığı bir dünya yok mu ACABA,
Çok zor değil biraz emek göstermeli biraz ÇABA,
Sevgi üzerine koca dünyayı yeni baştan KURMAK,
Barış yoluyla savaşların önünde DURMAK,
Silahların gölgesinde terketmek onursuz YAŞAMI,
Havalar ısınmaya başladı Mart 2003 AKŞAMI,
Umarım verilecek koftiden anana da bir DERS,
İşler başladı mı gitmeye bir kere TERS TERS,
Denk alacaksın dikkatle ayağına taş DEĞMEDEN,
Ayşe yine tatile çıkmasın sen başını EĞMEDEN,
Bence ampuller daha fazla YANMALI,
Tiridine tiridine daha az BANMALI,
Koskoca BM kararlarını zor mu BEKLEMEK,
Havuz problemi değildi günleri birbirine EKLEMEK,
Böyle komedi görülmedi alacağız diye birkaç AKÇA,
Hani düzen adildi paylaşacaktık HAKÇA,
Gördük ki hepsi geçmiyor ötesine PALAVRADAN,
Nasıl kurtulacak bu ülke 264 adet KADAVRADAN,
Teskereye Evet mi dediniz Hayır mı DUYAMADIM,
Salı günü tekrar edecek misiniz AYAMADIM ?

Ben sıkıldım savaşla ilgili yazı YAZMAKTAN,
Umarım sıkılır onlarda bu kadar AZMAKTAN...

asesen@turk.net

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_68.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.144 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


BANA GELİRSİN

Yıldızlar görse bendeki güzelliğini
birer birer düşerler içimdeki denize
aydınlanırım o kadar aydınlanırım ki
bana gelirsin.

Bahar anlarsa duyduğum üzüntüyü
bütün dallarını uzatır kalbime doğru
çiçeklenirim o kadar çiçeklenirim ki
bana gelirsin.

Din duyarsa ettiğim ibadetleri
bütün mihraplarıyla çevrilir bana
büyürüm o kadar büyürüm ki
bana gelirsin.

İçimde bir kere görsen güzelliğini
garkolursun nurdan bir aleme
bulmak için kendini bulmak için
bana gelirsin

Celal SILAY

<#><#><#><#><#><#><#>

GİTTİ İşitmek istediğini bir sağırın
Sezdi havamızdan geçen şarkı
Duyuramadı sesini, bu sağıra
Eridi, gitti

Yürümek hasretini bir kötürümün
Hissetti koltuk değnekleri
Kaldıramadı yatağından hastasını
Çürüdü, gitti

Körün görmek arzusunu duydu
Bahçenin kenarında bir çiçek
Gösteremedi yapraklarının rengini
Dağıldı gitti

Ve duydu bir açın yemek ihtiyacını
Buğday tarlasındaki başak
Utandı büyümesindeki şehvetten
Kurudu, gitti

Celal SILAY
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 VİŞNELİ TART

(Bu mevsimde vişneyi nereden bulacağız, demeyin. Bunun için marketlerde kolayca bulabileceğiniz konserve vişneleri kullanabilirsiniz. Konuklarınıza da sürpriz olacaktır.)

TABİİ Kİ ÖNCE HAMUR...
90 g margarin
¼ su bardağı (55 g) toz şeker
1 ½ su bardağı (220 g) un
1 yumurta (çırpılmış)
Margarini, toz şekeri ve unu ekmek kırıntısı haline gelene kadar parmak uçlarınızla karıştırın. Yumurtayı ekleyip hamur haline gelmesini sağlayın. Streç filme sararak yarım saat buzdolabında bekletin. Çıkarınca merdaneyle açarak Tart kalıbınıza yerleştirin. Kenardan sarkan fazlalıkları kesin. Çatalla birkaç deli açın ve 185 derece fırında yaklaşık 20 dakika, kızarana kadar pişirin. Soğumaya bırakın.

VİŞNELER...
1/3 su bardağı (80 ml) süt
1/3 su bardağı (80 ml) sıvı krema
1 paket vanilya
3 yumurta
½ su bardağı (110 g) toz şeker
500 g vişne

Süt, krema ve vanilyayı bir tencereye alın. Hafif ateşte kaynayıncaya kadar karıştırın. Başka bir kapta şeker ve yumurtayı mikser ile çırpın. Yavaş yavaş karıştırarak süte ekleyin.

Vişnelerinizi tartınızın içine sıralayın. Üzerlerine az önce hazırladığınız karışımı güzelce dökün. 180 derece fırında yaklaşık yarım saat pişirin. Hafif ılıyınca üzerine toz şeker ya da pudra şekeri serperek servise sunabilirsiniz.

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


FANATİK ERKEK

Leonardo da Vinci havaalanında kadın mı desem, yoksa erkek mi, bilemiyorum, hoşça bir yaratık, saçlar kısa ve düzgün yapılı, yüzde belli belirsiz bir makyaj, estetik seviyede bir pantolon, alımlı bir kürk, bir elde samsonite bir makyaj çantası, diğerinde boş bir anket formu, kırıta kırıta giriş kontuvarına doğru gelir.

Tipik İtalyan bir "Carabinieri" boş anket formunu alır ve doldurmak üzere cinsiyet bölümüne gelince:
- Masculino o feminino ? diye sorar.

Cevap:
- Masculino ma (fakat) no fanatico !

Carabinieri:
- ???

 Kıraathane Panosu



ÇİÇEK AŞISI

İyi niyetli olduğundan hiç kuşku duymadığım bu iletideki bazı yanlışları düzeltmek üzere yazıyorum. Görünen o ki, korku ve paniğe cehalet de eklenince, insanlar pek çok yanlışlara açık hale geliyor.

Çiçek hastalığının ve hastalığa yol açan vahşi çiçek virüsünün (smallpox) 1970'ler ortasında eradike (*) edilmesinden sonra, aşı virüsü, dünyada yalnızca son derece sıkı biyogüvenilirlik düzeylerine sahip iki laboratuvarda korumaya alındı. Bu iki laboratuvardan biri Dünya Sağlık Örgütü'ne, diğeri de ABD'de federal hükumetin sağlık bakanlığı işlevini gören CDC'ye bağlıdır. Yani günümüzde, bilindiği kadarıyla vahşi çiçek virusu yok;yalnızca iki merkezde çiçek aşı virusu vardır. (Bilinmeyen virüsler var ise, bunları bilme şansına ne yazık ki henüz sahip değiliz.)

Çiçek aşı uygulamasına gelince...

6 Aralık 2002'de ABD Başkanı Bush "2003 yılından başlayarak ABD vatandaşı askeri personelin ve acil sağlık çalışanlarının çiçek hastalığına karşı aşılanacağı; 2004 yılından başlayarak da sivil ABD vatandaşlarından isteyenlerin aşılanacağını..." bildiren "tarihi" bir açıklama yaptı. Yani şu an yapıldığı bildirilen aşılama askeri personel ve acil sağlık çalışanlarına; sivil vatandaşlara değil...

ABD Çiçek Aşısı konusunda yeniden çalışmaya (bilindiği kadarıyla) 11 Eyül saldırısından önce başladı. Nitekim CDC'nin haftalık yayını olan MMWR'da (24 Ocak 2003 ve 21 Şubat 2003 sayılarında) Çiçek aşısının yan etkilerine dair geniş kapsamlı bir çalışmanın raporu yer almakta. Bu raporda yer alan çalışmalara bakıldığında, bu çalışmaların 2000-2001-2002 yıllarında yürütüldüğü dikkat çekiyor.

Sonuç olarak: Çiçek Hastalığı ve Vahşi Çiçek Virüsü eradike edildiğinden bu yana (2002 yılı sonuna dek) dünyanın hiçbir ülkesinde Çiçek Aşısı uygulanmıyordu. Ve bu gün de (ABD'nin askeri personeli ve acil sağlık çalışanları dışında) dünyanın hiçbir ülkesinde bu aşı uygulanmıyor. Aşının piyasada satışı da söz konusu değil. Yani bu iletiyi gönderen Eczacı Hanım yurt dışından aşıyı getirtip çocuğuna yapma girişiminde bulunsa da, bu girişiminde başarıya ulaşması mümkün değil. Çünkü bu aşı hiç bir ülkede-piyasada-şurda-burda satılmıyor: YOK

Bu konuda CDC'nin ve Amerikan Halk Sağlığı Birliği (APHA)'nın web sitelerinden daha ayrıntılı bilgi edinilebilir.

Neden bu yazıyı yazdım???

Çünkü...

11 Eylül saldırısı sonrası biyolojik terör gündemi işgal etmeye başladığından bu yana, Istanbul ilindeki Bulaşıcı Hastalıkların kontrolü ile ilgili çalışmalarının yönetiminde yer alan (Halk Sağlığı alanında PhD derecesine sahip) bir hekim olarak, bu konuyla (görevimin gereği olarak) ilgileniyorum. Çünkü bu iletideki gibi, konuya dair eksik bilgiden kaynaklanan panikle telefona sarılan (sokaktaki vatandaştan profesör ünvanına sahip olanlara dek) pek çok insana bilgi aktarmak durumunda kalıyorum. Bu gün de hekimlerden oluşan bir e-grupta bu bilgileri paylaşmak istedim.

Bilginin korkuyu/paniği yenmesini umuyorum/diliyorum.

(*)"Eradikasyon": Bir hastalığın ve hastalık etkeninin yeryüzünden yok edilmesi demektir.

Saygılarımla...
Dr. Seval ALKOY
Istanbul Sağlık Müdürlüğü
Bulaşıcı Hastalıklar Şubesi
Tel:0212 526 45 21 / Faks:0212 520 80 47

Editör'den Not: 27 Şubat tarihinde panomuzda yayınlanan yazıya Dr.Seval Alkoy'un cevabıdır. Sevgili Cevat Sedef'e teşekkürler.

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.dekoratifboyama.com/ieindex.htm
Son dönemlerde özellikle bayanların ilgi duyduğu dekoratif boyama sanatsal çalışmalarıyla ilgili hazırlanmış güzel bir sayfa sunuyorum sizlere. Piyasada hazır boyanmış tepsilerin fiyatlarını incelerseniz bu tarz el emeği çalışmaların ne kadar değerli olduğunu takdir edersiniz sanırım.

http://looneytunes.warnerbros.com/web/games/home.jsp
Warner bros tarafından hazırlanmış sağlam bir site. Warner bros yapımı bir çok film'in yan unsurları olarak adlandırabileceğimiz bilgi kaynakları bu sayfalarda toplanmış. Film ve karakter tanıtımlarının yanısıra link'ini verdiğim game sayfasında orjinal oyunlara da yer verilmiş.

http://www.stopaids.ch/e/index.html
Çağın vebası olarak adlandırılan ve henüz çaresi bulunanmamış bir hastalık AIDS... Hangi yollarla bulaştığını ilkokuldaki çocukların bile bildiği günümüzde ilgisizlik ve dikkatsizlik nedeniyle hızla yayılan bir hastalık AIDS... Bu hastalığa ilgi çekmeye çalışan çalışmalardan birini ekte ilgilerinize ve bilgilerinize sunuyorum.

http://www.bushorchimp.com/pics.html
Son dönemlerin en popüler(!) isimlerinden Bush ile ilgili ilginç bir çalışma... Benzerlikler inanın beni de çok şaşıttı. Resimler arasındaki benzerlik ve farklılıklar konusunda ne dersiniz bilemem ama bir tanesini yaptıkları tüm dünyayı saramaya devam ediyor.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Quicknote v4.1 [1.6M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105954
Kullanışlı bir sanal not defteri. Kullanılmadığında program üst tarafta ince bir bar olarak duruyor üzerine geldiğinizde açılıp size daha önce yazdıklarınızı gösteriyor. Bazı mesajları hatırlatması için alarmlar oluşturabiliyor. Ayarladığınız zamanda bilgisayarı kapatma yada bir programı çalıştırma gibi işlemleri yerine getirebiliyorsunuz.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030303.asp
ISSN: 1303-8923
3 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com