|
|
|
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 213 |
5 Mart 2003 - Kana kana su içmek istiyorum! |
Merhabalar,
Kafamın allak bullak olduğu bir dönemde biti kanlanabilir Kuzey Irak sakinlerinden sözetmişim. Doğru laf etmişim. Yakılan bayrak görüntüleri her normal vatandaşı olduğu gibi beni de fazlasıyla rahatsız etti. Tezkere kabul edilmemiş, Türkiye, Kuzey Irak'a asker gönderilmesini de, ABD askerine kucak açmayı da bir sonraki bahara ertelemişken, savaş gündeme geldiğinde kaçacakları tek deliğin Türkiye olduğu da gün gibi aşikarken, bu dümbüklerin Türkiye'ye ezeli nefretlerini kusmalarını seyretmeyi içime sindiremedim doğrusu. Barzani beslemesinin ABD gazlı kışkırtmasıyla ortaya çıkan bu psikolojiden sonra buyrun bu ademlerin "Bağımsız Kürt Devleti" peşinde olmadığına inanın isterseniz. Artık buna kargalar bile gülmüyor. İşte bizim asıl sorunumuz bu. "Savaşa Hayır" diye diye sonunda tek başımıza bu ABD gazlı çapulcularla karşı karşıya kalmaktan korkarım. Korkumun nedeni çapulcular değil, sürükleneceğimiz yeni kaos ortamı. Dibimizdeki tıka tıka bitmeyen deliklere yenilerinin eklenmesinden korkarım. Yeniden tezkere verilir mi? Verilirse kabul edilir mi bilemem, ama bildiğim şu ki, olaylar bu ivmede devam ederse, bize güneşli günler henüz haram. Tutarlı politikalar üretmekte yaya kalan hükümetin, Siirt seçimlerinden sonra değişmesi muhtemel başı ile birlikte bu sorunun altından nasıl kalkacağını doğrusu herkes gibi ben de çok merak ediyorum. Artık Polyannacılık oynamaktan da bıktım. Bardağın dolu tarafını göreceğiz diye sürekli şamar yemekten yorgun düştüm. Boş tarafa bakıp, kara senaryolar üretenlere de kızmayı bıraktım artık. Her Türk vatandaşı gibi yarı dolu bardakla avunmak değil, ağzına kadar dolu bardakla kana kana su içmek istiyorum ben yahu.
...........
Dün gece koştura koştura eve gelip, epeydir hasret kaldığım dizimi seyrettim. Neden ara verdiklerini bir türlü öğrenmediğim "Biz size aşık olduk"'u özlemişim. İtiraf ediyorum, ben bu diziye bayılıyorum. Oyuncularını sevdiğimden midir yoksa hikayenin sıcaklığımıdır nedir, beni ilk bölümden itibaren esir almayı başardı. Herkesin kendinden bir parça bulabileceği bir dizi değil belki ama satır aralarında delikanlılık çağımızın o neşeli, tutkulu, az acılı, inişli çıkışlı hallerini bulmak mümkün. Yazanın da, oynayanın da ellerine sağlık.
Cimbomlu dostlara geçmiş olsun dileklerimi yollamayı unutmayayım. Artık tek kulvara kaldıklarına göre kendilerine hafta sonu başarılar diliyorum. Bu derbileri rakip seyirciden mahrum bırakan İstanbul Emniyetine de sitemlerimi sunarım. "Ben bu işi beceremem." demenin arapçasını yeğleyip, Fenerli seyirciye bu temaşayı yasaklayanların artık çözüm üretmeleri gerekiyor. Seyirciyi toplayıp statdan çıkarmakta, hiç sokmamakta çözüm değil. Bir stad ve çevresinde gerekli önlemleri alamayacak bir emniyete sahip olduğumuza inanmak istemiyorum doğrusu.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Gecikmiş bir yeni yıl karşılaması... |
|
Bugün ayın 30'u..
Aralık,
2002...
Sevmem ben böyle özel anlamlar yüklenmiş zoraki günleri.. Belki birçok şeyi de kaçırırım bu nedenle.. Aslında sevip düşkün olduğum ritüelleri de yaşayamam hatta.. Artık yaşlanıyorum.. ve daha da bir kopuyorum bu tür kutlamalardan. Huzur arıyorum, çalkantı değil, içtenlik, doğallık arıyorum, yapmacıklık değil.. Bu yıl başını da savuşturmak lazım.. İnsanlar soruyorlar.. 'Ne yapıyorsunuz bu yılbaşı?' diye.. Bende cevap hazır: 'Müdür bilir!' Böyle diye diye konuyu gargaraya getirip son haftaya kadar bir taahhütte bulunmayı erteledim.. Ve sonunda istediğim gibi bir program oluşmasını sağladım.. Bir arkadaşların evinde, sakin ve huzurlu, ana rahminde gibi dost sıcaklığı içinde geçeceği sağlam garanti altına alınmış basit bir gece.. Benim yegane ritüelim, ata yakalı beyaz gömleğimi giyip Nuray hanımbey gibi papyonumu takacağım bir gece..
Bana bir ödev verildi, müzikler benden.. yarın vakit ayırıp evdeki CD'lerden bir seçki yapıp kutuya dolduracağım, ve bu gerçekten çok sevdiğim ve eski ayakkabılar gibi bedenimin şeklini almış olan dostluğumun bir ifadesi olarak aşağıda okuyacağınız yazımı yanıma alıp saat 24'te günün anlam ve önemini ifade eden satırlarımı okuyacağım onlara.....
'Yaşlanıyoruz... birlikte gelmişiz, birlikte yürüyoruz, öyle anlaşılıyor ve umuluyor ki, birlikte de gideceğiz... Farklı kişilikler olmamıza rağmen, bir şeyi çok iyi başarıyoruz.. Birbirimizi anlamayı, hoşgörmeyi, sevmeyi, birlikte yürümeyi dilemeyi...
Gün gelecek, o günler gelecek.. Artık elimizde iktidarların kalmadığı, pek de kimseler için önemli olmadığımız, hatta var olup olmadığımızın bile pek de önemli olmadığı günler gelecek.. Bizler de bunu doğal karşılayarak, hiç değilse bir avuç insan için nefes alıp vermekte olmamızın hala önemli, ama çok önemli olduğunu biliyor olacağız.. ve akmış gitmiş olan yaşamın, sayılı yarınların bilincinde eskiden taşıdığımız anılar ve dostlukların sıcaklığına sığınacağız sadece..
Yaşlı insanlara dikkat ediyor musunuz? Genellikle yeni giysi almazlar.. Eski, gösterişsiz, iddiasız giysiler içinde, yavaş ve dikkatli adımlarla yürürler. Huzuru bulmuşlar, bulabilmişlerse eğer, barışmışlarsa yaşamları ve geçmişleriyle, mütevazı ve sakin bir yaşamı sürüklerler.. Torunlar ve çocuklara karşı sonsuz bir sabır ve sevgi, net, katışıksız berrak bir aşk ve sabırları vardır.. Aceleleri de yoktur hemen hemen.. İşte bu kayıp kuşak, kendi köşesinde vadenin doluşuna doğru ağır adımlarıyla ilerlerken, eski dostlardır onları anlayıp gönüllerini ısıtan.. Sizler, benim has dostlarım, eski köklü arkadaşlarım, kardeşlerim, sizleri bekliyorum o günlerimde.. Biliyorum, olacaksınız.. Yavaş adımlarla yürüyüşler yapacağız tarlaların kenarlarından ılık bahar günlerinde.. Muhasebe? Yok niyetim.. Yok niyetim günah çıkartmalara, keşkelere.. Ben yaşanmış, tüketilmiş hayatın keyfini sürmeyi, bunun en büyük hediyesi olan dostlukları hissetmeyi, bununla gönlümü eğlemeyi istiyorum. Gençlikten eser ve ona ilişkin bir umut da kalmamış olacak. Kırışmış yüzler, lekeli eller.. yılları, tüm bir yaşamı ifade eden eski eller.. Sırtın sıvazlandığında, o bilgelik, o içten dostluk, iyi olma ve iyi etme duygusunu duyumsayabilmek.. Hesapsız, güvenli birliktelik ve bunun doyumsuz konforu.. Bunları istiyorum..
Bazen diyorum ki, şu ya da bu kişi olmasaydı, tanımamış rastlamamış olsaydım.. Muhakkak doldurulurdu yeri o önemli insanın da.. Bu anlamda kişiler değil ilişkiler önemli olan.. Yürütülmüş, emek çekilmiş ilişkiler..
Ben, evin yaramaz çocuğu.. İpe sapa gelmez, dizginlenmez, sabırsız, uçarı, şımarık çocuk.. Ama sizler, bu da böyledir işte demediniz mi? Gerekince arkasında durmadınız mı? Emek çekmediniz mi? Zaman zaman katlanıp, zaman zaman hoşgörmediniz mi? Korkmayın, yaşlandığınızda sizlere bu günden daha az dert olacağım, kesin! Söz veriyorum hem.. Yaşar gideriz sakince, yaşar gideriz yeni yılbaşlarında gene, belki içimizde acaba gelecek yılbaşında bu sofrada her birimiz olabilecek miyiz endişesiyle, bu korkudan sözetmeksizin, hatta düşünmemeye bile çalışıp bu endişeyi kafalarımızdan kovalayarak..
Ben tüm korkuları atıp bir kenara, herhalde sadece bu endişe ve paranoyayla geçiriyor olurum günlerimi..
Ne olur, önce beni yollayın..
Dayanamam.... Dayanamam eksilmenize.. hiç birinizin... Ama eğer böyle olacak olursa da, ölüm bana kolay gelecektir... Çünki özlediğim dostlarıma, yakınlarıma kavuşma umudu olacaktır ölüm benim için.. İnansam da inanmasam da öbür tarafa.. Ya varsa deyip,hatta kendimi ikna ederek bu umudu besleyeceğim sanırım. İşte o zaman, ölüm bile arzulanan mutlu bir yolculuk olacaktır.. Yok yok, korkmuyorum işte o nedenle ölmekten de, ya da sizlerden sonraya kalmaktanda..
Boşverelim bunları, bugün yeni bir yılın başlangıcı.. Güzel ve iyi şeyler düşünüp umutlu olmak lazım..
Sizleri seviyorum.. İyi ki aynı zamanlarda olmuşuz ve iyi ki karşılaşmışız dünya denen bu büyük gezegenin üzerinde.. İyi ki, beni hoşgörecek geniş gönülleriniz, hatalarımı affedecek kadar bilge kişilikleriniz olmuş.. '
Ne şanslıyım ben...
aaltan@superonline.com
|
Has Kahveci : Tunca Tünay |
Kar Altında Bahar Dalları
Yürümeyi severim. Yaşamla ilişkimi güçlendirir yürümek.Yürürken, bir yandan da doğanın günlük değişmelerinden etkilenen canlıları gözlemlerim. Özellikle de bitkileri. Evden, işime her gün değişik bir yoldan yürürüm. Bahçe demirleri yeşil ve siyaha boyanmış, çok katlı apartmanın girişindeki sarı ve mor renkli kış çiçekleri, sokağımızda geçmişten kalan tek köşkün bahçesindeki , bodur ve kırmızı renkli bitki ve pembe boyalı evin bahçesindeki şeftali ağacı benimdir aslında. Bahçemdeki turunç ağacının hiç sararmayan yeşil yaprakları arasında yeni bir meyveyi gördüğümde, varlığımı yaşamın içinde bulmanın sevinciyle başlarım yeni güne.
Kış mevsiminde, turunç ağacının yaprakları arasına yayılmış meyveleri görmek doğal ve rahatlatıcıdır, doğanın kendisiyle barışık olduğunun da kanıtı. Doğa, koşullarının gereğini yaptığında, bitkiler de üzerine düşeni yapacaktır kuşkusuz. Kış koşulları turunç ağacının yaşamasını engellemediğince, turunç ağacı da meyvesini bilerek ve isteyerek üretmenin gizemli dinginliğini yaşayacaktır.
Ya bahar dalları? Ağaçların ilkin yaprakları yeşerir ve tomurcukları çiçek açar bahar mevsiminde. Gelişimini doğanın ısınmasına uyarak tamamladığında, doğal olan şeftalinin çiçeklerini baharda ,meyvesini de yaz mevsiminde sunmasıdır bize. Dün, olağan günlük yürüyüşümü yaparken çiçek tomurcukları gördüm, pembe evin bahçesinde .Kış mevsiminde şeftaliyi çiçeklenmiş görmek, turunç ağacında meyve görmek gibi sevindirici değil. Ağacımı sıkıca silkelemek ve ona “Doğanın seni şaşırtmasına izin verme, o bu aralar ne istediğini kendisi bile bilmiyor” demek istedim. “Güneşin bir kaç günlük sıcaklığına kanıp, çiçeklerini açmaya hazırlaman ilk değil, korkarım son da olmayacak.. Geçmiş kış mevsiminde açan çiçeklerinin, karlar altında kalıp meyveye dönemediğini ne çabuk unuttun ağacım. Turunç ağacına özenip, yaşamın içinde olduğunu sanman ne büyük bir yanılgı! Doğa seni ilk kez yanıltmıyor oysa.”
Tüm canlılar yaşamı çok uyanık olarak izlemek zorunda diye düşünüyorum, şeftali ağaçlarımın çiçeğe dönmüş tomurcuklarına bakarken. Yinelenen yanılgılarımızdan ders almaz, ayrıntıları görmezden gelir ve her şeyi oluruna bırakırsak , kar altında bahar dalı olmak bizim de yazgımız olacaktır kuşkusuz.
Yaşamın içinde olmak; yaşamımız üzerinde etkin olabilmektir, elimizden geldiğince. İstem dışı yaşamak zorunda kalacağımız anları en aza indirmeye çalışmaktır, bir başka deyişle. Yaşamımızda, doğa gereği yönlendiremediğimiz pek çok şey olduğunu yadsıyamayız doğal ki…Ayrıntıları önemseyip, önlem alabilmek bizi güçlendirecek ve yaşamımızı bir yerde kolaylaştıracaktır.
Kar altında bahar dalı olmamayı da öğrenmeye çalışmaktır, yaşamın içinde olmak…
Tunca Tünay
ttunay@superonline.com
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu |
Kültür Turu
Kurban Bayramında Kuzey Ege'yi yeniden ziyaret etmeye karar verdim. Alıp başımı gitmek istediğim yerlere bir daha gittim ve yine ayaklarım geri geri geldim. Yazın, Temmuz - Ağustos sıcaklarında, harala gürele gidilen gezilerin aksine, bu karda - kışta 'oralar' daha bir sakin olur umudu ile düşüldü yollara.
İlk durak Cunda Adası oldu. Sarımsaklı Köyü.
Ama ne köy... Sanki Cengiz Han'ın atlıları bizden 1 saat önce köyden geçmiş te, taş taş üstüne koymamış gibi; inler, cinler bile yok olmuş.
O da ne.... Hulya Avsar Bulvarı.... Offff ya burada da mı? Koşar adım kaçtım...
Karınlar aç, vücutlar üşümüş, bir bardak sıcak çay için neler verilmez ki...
Pastahane yazan yerde bi adam boya yapıyor, lokantalarin kapısında asma kilit.
Açık bir bakkal bulduk.
- Aman teyze ver ordan bize 250gr. Koyun peyniri, yar ekmeğin ortasını doldur içine.
Hemen karşısında bir kahvehane... İçeri girildi, Kahvecilere bir '- Selamun Aleykum' veee...
Gelsin çaylaaarrrrrrrr... Duble olsun!!
- Ohhh içimiz ısındı.
Bi parti de tavla attik, tamamdır.
Başladık gezmeye.
Cunda Adası denen yer oluşuyor bi sürü adadan. O ada bu ada derken çıktık 'Şeytan Sofrası'na, görmeye şeytan'ın ayak izini. Fazla abartmaya gerek yok, 60-65 numara büyüklügünde bir ayak izi işte, hepsi bu. Manzara şeytandan daha güzel, kesin gidin görün.
İndik tekrar aşağıya, Sarmısak taşından yapılmış evleri gezmeye. Süper bi taş. Acaip sağlam. Evler ne depremler görmüş de hepsi sapa sağlam duruyorlar.
Bir kilise, yıllar öncesinden kalan İsa ve havarilerinin resimlerinin gözleri kazınmış, didiklenmiş, 'Graffiti' bile olamayacak kadar rezillikler yapılmış. Lanet olsun size eyyy tarih düşmanları...
Ayvalık'ın içi bildiğiniz gibi. Yerli turistler doldurmuş. Siz ara sokaklara girin ama herkesin gittiği yerlere sakın ola gitmeyin. Küçük bir pasta fırınına rastladım, minicik, sıcacık, sevimli üzümlü kekleri vardı. Bi daha nerden bulurum kimbilir. Zeytinyağlı sabun almadan dönmeyin.
Bir sonraki hedef Truva. Tahta At, hala orada duruyor, merak etmeyin. Tabii ki oralara kadar gitmişken onu gidip göreceksiniz ama ben size, hemen girişteki hediyelik eşya satan yeri tavsiye edeceğim. Burada kesin durun ve dükkan sahibinin yaptığı resimleri inceleyin. Adam hiç bir eğitim almadan, ne resimler yapmış, dumur olun izleyin. Genetik olarak Ressam, tam bir alaylı.
Yine oralarda Truva'ya girişin sol tarafındaki, uçsuuuz bucaksız, yeşil denizinde yürüyün bol bol. Ciğerlerinize giren, bütün vucudunuzu dolaşan rüzgarı içinize çekin, saman balyalarına sırt üstü uzanın ve gökyüzünü seyredin. Taaa uzaklardaki, dumanı tüten köy evlerine el sallayın.
Bir sonraki durak Assos'du. Behramkale köyüne, 14 Şubat'da Sevgililer Günü, o sevimli, sevgi dolu köylülere, selam ederek girdik. Aşağıda,BMW ve GM'lerin kümeleştiği, şehir kedilerinin doluştuğu otellerin yanından, parmak ucunda geçip kendimizi mendireğe attık. Sakın o enfes 'Waffel'lardan yemeden geçmeyin. Buzzzz gibi havada bile o enfes dondurma hiç üşütmüyor. Başladık Kuzey yönünde yürümeye, çevremizde zeytin ağaçları ve koyunlar. Onlar da şaşırmış, bu hava da, 14 Şubat günü, millet otelinde şarap içip, şömine başında sevgilisi ile mucuk mucuk yaparken bu 'Doğa Sevdalıları'da kim diyorlar.
Olsun... Yarım saat sonra keşfettiğimiz koy bize bunları unuturdu. Karşımızda Ege'nin sert rüzgarları ile köpük köpük dalgalanan bir deniz, sırtımızda yemyeşil bir yar, 180 derece görüş açısı ile bizi kucaklayan bir koy. İşte bizim mabedimiz. Rüzgarın sesi, karşı kıyıdaki Sirtaki seslerini ve Uzo'nun kokusunu taşıyordu.
Behramkale'ye dönüp, köyün içinde sokak sokak gezerken, bir anda kendimizi 'Antik Kentin' içinde buluverdik. Kale'ye çıkmak için kentin çevresinde ki yüksek kayalıkların çevresinden dolaştık ve zirveye vardığımızda 'Burada ancak bana dayanabilenler kalabilir' dercesine meydan okuyan sert Ege rüzgarı ile karşılaştık.
Gelibolu'ya vardığımızda Saat 14:00 civarı idi. Yaklaşık 5 saatlik yol boyunca Çanakkale Savaşı ile ilgili bulduğum herşeyi okudum. Bu gezinin en heycanlı anlarını burada yaşayacağımı hissediyordum. Emperyalizm ile Anadolu insanı arasında geçen, O mert insanların kahramanlık hikayelerini, zavallı Gurka'ların İngiliz'lerin zoru ile buralara sürüklenmelerini, Yahya Çavuş, 57. Alay, BombaTepe...
Şehitler Abidesi'ne vardığımızda içimizi titreten ürperti Şubat soğukundan değildi. Hala oralarda dolaşan, şehitliklerde yatan, o mert insanların ruhları bizleri sarıp sarmaladığından dolayı idi o ürperti. Onlar hala oradalar bunu hissetmemek mümkün değil. Tam 500,000 (Beşyüz Bin) insan öldü orada, dile kolay.
Şimdiki gibi 'Joy Stick' ile yönetilen bir savaş değildi bu. Aklın ve Adale'nin bir bütün olduğu, sayıca ve teknoloji olarak eşit olmasalar da, her iki tarafın da 'kol' gücü ile savaştığı, 'Erkek'çe bir savaştı bu.
ConkBayırı'nda Atatürk vardı, buram buram. Neden herkese 'Ölmeyi' emrettiğini ancak oraya gidip, onun durduğu yerden bakarsanız eminim hissedeceksiniz. Gidin, orada durun, siperlerin içine girin, yatın ve dinleyin. Orayı savunmak için bir gecede ölüme koşan 5000 Anadolu Gencinin sesini duyacaksınız. Siperler de birbirleri ile helallesip, 5 dk. Sonra ölecek arkadaşını uğurlayan ve ondan sonra da kendisinin öleceğini bilerek sırasını bekleyen o 'Yiğit' insanların seslerini.
Alçıtepe köyünde, Salim Mutlu adlı yurttaşın, kendi çabaları ile 30 yıldır ayakta tuttuğu 'Özel Müze'yi gezin. Havada çarpışan mermi çekirdeklerini, paslanan türk mermilerine rağmen, sağlam kalmış çelik ingiliz mermilerini görün. Tarihi, savaşın yıkımını, kıyımını hissedin. Yahya Çavuşun, kaldırıp topa sürdüğü, 275 kg.'lık mermiye dokunun.
Ve sonra, Dünyada savaşı bir çözüm aracı olarak gören, insanlarını savaşa göndermeyi düşünen yönetimlerin neden hep karşısında olmamız gerektiğini daha iyi anlayacaksınız.
Savaşsız, birbirlerine saygı duyan, açgözlü değil paylaşımcı bir dünya dileği ile.
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@usa.net
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Oysa şimdi, ormandaki en azılı kurtların ve tilkilerin sofralarını süslemesi için kendisine kurulan tüm tuzaklardan şans eseri kurtlumayı başarmış deneyimli bir kuzu olarak, benden sonrakileri uyarma ve daha az risklibir yolculuğun ipuçlarını verme şansına sahip bulunuyorum. .........
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_70.asp
Devamı var
|
Başka bir gözle SAVAŞ-BARIŞ
Dünyanın her yerinde insanlar bağırıyor çağırıyor sokaklara dökülüyor ama gelin görün ki bizim memlekette yani Erzurum da tık yok. Yahu uyan be adam.Ne oldu sana.sanki üzerine ölü toprağı hatta betonu serpilmiş gibi gıkın çıkmıyor. Konuşuyoruz bazen insanlarla gelin işte ! bir şeyler de biz yapalım adama sanki çok büyük bir küfür etmişsin öyle düşmanca bakıyor ki sana ,sanki sen müebbet hapis cezasına çaptırılacak kadar kötü bir suç işlemişsin.
Çoğu zaman bu mantığı anlayamadım,biz kimiz ? neciyiz ? ne düşünür ne söyleriz ? ve yaşanan bu savaş-barış çapaları sürecinin neresindeyiz. Çok ilginçtir adam savaş olacak işlerim düşecek diye telaşlanıp duruyor bir başka vatandaşta genel anlamda sırf savaş karşıtı gösteriler arttı diye savaş istemiyor gibi görünüp ortama entel bir bakış atıyor bir başka yurttaşımızda insanların ölmesini istemediği için sıkıntılı. Aslında ne olmalı benim kanımca. Savaş olmamalı dediğimizde, niye diye soranlara ; 1-Bir kere amerikan rejiminin en büyük gelir kaynağı savaş silahları , ve savaş olacak ki hem kullandığı cihazları defilede göstersin hem de denesin. 2- Dünyaya çok büyük olduğunu daha başka nasıl gösterebilir ki? 3- Otorite boşluğu yaratmak istemiyor. 4-ambargo kabiliyetini yitirmek istemiyor. 5-Dünyayı uzaylılardan koruduğu gibi nükleer bombalardan da koruyor. 6-Kendisine yetecek kadar uranyum bulması için rakibini ortadan kaldırmayı düşünüyor. 7-büyük abisi olarak israil kardeşi korumaya çalışıyor vs vs vs. Aslına bakarsanız sayacak yüzlerce neden var. Ama hiçbir neden insan ölümünü gerektirmez.
Bir taraf İŞLERİN DÜŞECEĞİNDEN, bir taraf KENTLERİN DÜŞECEĞİNDEN korkuyor. Biz doğru olan tarafta mı olacağız yoksa Doğru dedikleri tarafta mı?
Kahvenizi soğutmayın,
Saygılar ,Sevgiler
Kamer DOĞAN
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.144 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
|
YELELERİNİ
UNUTAN ATLAR
bun'a benzer bir dize beni çelmeyebilir:
-mi milyarlar soğuran bir kara delikten
bun'la tükenmiş, doğmuş açıla açıla tek
bir bun, bir yazgı ki iç içe geçmiş
doğanın kemiği: taş, en yalçın tanık
bir bir atlamış çağların üzerinden!
gibi bir tuhaf ölüm olmuş insanoğlu
yuyup ekleyelim; ürkme taştan, taş
ta kendisidir ürpermenin, eninde sonunda
en belirgin, en uç utkusudur zamanın
şiiri: boşluğu dipdiri, suyu dupduru
yok olamamanın acısı öldükten sonra da!
anlaşılır şiir yazmayalım, belli
halka seslenmeyelim, daha da belli
sakızkabaklarına dönmeliyim besbelli
gide gide en sağlam kemik: sarp
doğanın kemiğidir ki eriyen anıların
öğlesinde dimdik bir yazım kılavuzu!
orda, bıraktığım yerde buldumdu
budala bun'un bütün çarpımlarını:
bir okuyuşta anlayıverdiğim şairler
nasıl da halledivermişler ama şiiri!
sanmayın istiklâl marşı'ndan ötürü ha!
mehmet akif hiç mi hiç ölmeyebilir!
Yunus KORAY
<#><#><#><#><#><#><#>
BİR ACI KALMIŞ
ERİK AĞACININ DALINDA
Acı gülümsüyor
Bir çocuğun uykusunda
Yastığının altındaki cilette
Köse bir ihtiyarın
Damların üzerinde
Göğü yaralı bir yolcu
gibi geçerken ay
Bir ölü ay ışığında parlıyor
Kaldırımın kenarında
Sokakta kimseler yok
sıska bir kediden başka
Gecenin bütün mumları sönmüş
Ömür aldanmış, can yitmiş, aşk bitmiş...
Bir acı kalmış erik ağacının dalında.
Yunus KORAY
|
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun ÇİKOLATALI İNCİRLİ BAR |
|
2 su bardağı (300 g) un
1 yumurta
1/3 su bardağı (165 g) toz şeker
125 g margarin (oda sıcaklığında, küçük parçalara ayrılmış)
250 g kuru incir (minik minik doğranmış)
¾ su bardağı ceviz (1 paket bitter çikolata (minik parçalar halinde kırılmış)
Unu, şekeri, vanilyayı ve margarini bir kapta parmak uçlarınızla karıştırın. 1 yumurta ekleyin ve yoğurun. Hamuru, önceden yağladığınız fırına dayanıklı bir tepsiye yayın. Çok kalın ya da çok ince olmamasına dikkat edin. 180 derece fırında 15 dakika kadar pişirin.
Çıkardıktan sonra üzerine incir, ceviz ve çikolata parçalarını serpin.
Ayrıca;
2 yumurta
½ su bardağı şeker
1 paket vanilya
Malzemeleri mikser ile iyice karıştırarak incir, ceviz ve çikolataların üzerine dökün.
200 derece fırında yaklaşık 25-30 dakika pişirin. Çıkarınca 3 cm genişliğinde kareler halinde dilimleyin. Mis kokulu çıtır barlarınız servise hazır.
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Coğrafya
Bölük komutanı << Ali okulu >> nu denetliyordu. Hasan'a sordu:
- Oğlum, dünya kaç parçadır?
- Beş parçadır komutanım.
- Say bakalım.
- Avrupa, Asya, Amasya, Tosya, Okyanusya.
- Sen nerelisin?
- Kayseriliyim, komutanım.
- Şu haritada Kayseri'yi göster bakalım.
Hasan Kastamonu'yu işaret edince:
- Oğlum, orası Kastamonu.
- Kayseri'nin bir mahallesi sayılır, komutanım.
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://angelfire.com/indie/yogamerkezi/sutra.html
Yoga binlerce yıl önce, Hindistan'da ortaya çıkmış bir sistemdir. Bu sistemi her isteyen uygulayabilir; özel giysilere, aletlere ihtiyacınız yoktur. Sadece yere serebileceğiniz seccade büyüklüğünde bir örtüye (yüzümüzü bazı pozlarda yere koyacağımızdan yere örtü koymak daha hijyeniktir.) ve özdisipline ihtiyaç vardır.
http://www.cecm.sfu.ca/pi/yapPing.html
pi sayısını hatırlıyormusunuz? 3,14... Hani şu dairesel matematik hesaplarındaki baş yardımcımız. Adına kitaplar yazılan ve hatta filmler çevrilen. Bilmeyenle dalga geçilen pi sayısı... İstediğiniz dilde ve sonuna kadar takip edebileceğiniz haliyle görmek için tıklayabilirsiniz.
http://www.webdesignlab.co.uk/niksthings/masking.html
Bush içkiyi bırakmış ve tamamen dine dönmüş diyorlar yakından tanıyanlar. Eskisi gibi değilmiş artık süper devletin süpermen'i; ama insan ne olursa olsun geçmişini unutmamalı diyoruz. Bush'un resimleri aynı zamanda geçmişini de ele veriyor. İşte ispatı... Resimleri mouse ile tutup işaretli yere sürükleyin ve gerçeği gözlerinizle görün.
http://www.ikiteker.org/
Apartman komşumun motorsikletinde görmüştüm ilk defa bu adresi ve merak ettim. Demekki motorsiklet tutkunlarının da ortak bir platformu varmış internet üzerinde ve gerçekten sağlam bir platformmuş... Hazırlıyan arkadaşları tebrik ediyorum.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
WorldTV v2.0 [230k] W9x/2k/XP FREE
http://www.netfor2.com/WorldTV.zip
Windows Media Player yardımı ile, internet üzerinden yayın yapan TV istasyonlarına ulaşıp, seyredebilmenizi sağlayan yardımcı bir programcık. En güzel özelliği de seyrettiğiniz programları bilgisayarınıza kopyalayıp daha sonra izleyebilmeniz. Bağlantınız yeterli gelirse, hoş şeyler yakalayabilirsiniz. Denemenizi öneririm.
|
|
|