KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Posta Kartı olarak yollamak için tıklayınız.
Lütfen bekleyin! Var gücümle ulaşmaya çalışıyorum...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 215

 6 Mart 2003 - İyi oynayan kazansın!


Merhabalar,

Böylesi problemli günlerde, belli birtakım adamları izleyip kendimce yorumlar çıkarmaya çalışırım. Geçen haftadan beri de büyüteçimin altında Meclis Başkanı Arınç var. Sağolsun kendisi Cumhurbaşkanımıza özendiğinden midir nedir, eleştirel hakkını başından beri pek bir güzel kullandı. Tayyip Bey, arada sırada "Seni bu makama getirenin de..." diye az hayıflanmamıştır sanırım. Eee kimimiz helal olsun adama, inandığı yolu savunuyor diye alkışladık, kimimiz de partiden bile ihraç edilmeli dedik. Ama takiyyenin dik alasını yaptığı Genelkurmay Başkanımızdan sonra yaptığı açıklamasından anlaşıldı. Hadi kardeşim, ben dönerim dediklerimden, zaten kafam bulanmış, beriki döner ama memleketin tepesindekilerden biri olarak senin bu lüksün yok. Demek ki geçtiğimiz Cuma günü MGK toplantısında asker ufak ima yollu bir destek verseymiş, bunların asıl suratları çıkacakmış ortaya. Demek ki neymiş, adamlar barıştan yana tavır değil askerden yana tavır koymuşlar. Sessiz kalan askeri istemiyor diye yorumlayarak, veryansın etmişler. Durum ortaya çıkınca da, çevir kazı yanmasın. Askerler önceden konuşsaydı daha iyi mi olurdu bunu zaman gösterecek, ama anlaşılan o ki, bu tezkere tekrar gelecek, oylanacak ve geçecek. Baykal'ı unuttuğumu sanmayın. Onun da verdiği demeçlerden anlaşıldığı üzere, takiyye konusunda Arınç'tan hiçte geri kalır yanı yok.

Yavru Vatan Kıbrıs'ı Avrupa ile evlendirelim mi evlendirmeyelim mi? Ben he demezsem Avrupa'ya kaçar mı kaçmaz mı? Başlık parasını artırsam, he der mi demez mi? Bu soruları Irak, tezkere derken unutmuştuk, işler biraz duraksayınca hemen hatırlayıverdik. 3.Plan'ın sadece topu halka atmak olduğu ortaya çıkınca, Denktaş n'apacağını şaşırdı doğal olarak. Aslında onların durumu da bizim ABD ile durumuzdan pek farklı değil. Ne koyup, ne alacağız? Aldıklarımız, verdiklerimize değecek mi? Yoksa alışık olduğumuz al-ver oyununun dışına gene çıkamayacak mıyız?

Neyse savaşı falan 2 günlüğüne unutun, Cumartesi günü en büyük derbi var. İyi oynayan kazansın diyorum ama tabi ki biz iyi oynayalım. Hepinize sağlıklı, yağışsız, güneşli bir hafta sonu dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Savaş, tezkere, kar, yağış, tipi, derken, her anlamda 'güneş'e ihtiyacımız var. Yaşamın içindeki detayları keşfetmek bir miktar güneş etkisi yapsa da, dünyaca karamsar geçen şu günlerin bitmesini diliyorum.

Geçtiğimiz haftasonu, Attila Dorsay'ın, 'Ne şeker Şurup Şarkılardı Onlar' isimli kitabını okudum. Müzik üzerine yazılmış çok ama çok özel ve güzel bir çalışma... Aynı zamanda çok önemli bir kaynak kitap olma özelliği var.

İkinci kitap önerim ise Metis yayınlarından çıkan, Yahya Koçoğlu'nun, Hatırlıyorum isimli kitabı olacak. Altbaşlığı 'Türkiyede Gayrimüslim Hayatlar' olan eser, anlaşılacağı üzere, azınlıklar konusunu daha duygusal bir biçimde ele alıyor ve ayna tutuyor...

Bu yıl Berlin Film Festivali'nin açılış filmi olan Chicago, Cuma günü(bugün) gösterime giriyor. Klasik bir Broadway müzikali'nin, iyi bir Hollywood uyarlaması denilebilir. Üstelik, Catherina Zeta-Jones ve Richard Gere bu filmin başrol oyuncuları olunca benim size öneri katsayım daha da artıyor. Kesinlikle görmenizi tavsiye ediyorum.

5-12 Mart arasındaki 6. Uluslararası Belgesel Film Festivali'nde, görülecek çok güzel belgeseller olduğunu düşünüyorum. Üstelik film gösterimleri ve etkinlikler ücretsiz izlenebilecek.
Daha detaylı bilgi için Belgesel Sinemacıla Birliği 0 212 327 4145

6.Şubat'tan itibaren , küratörlüğünü Roza Martinez'in yaptığı,'Evrensel Yabancılar' isimli sergi Borusan Kültür Merkezi'nde görülebilir. Görsel sanatlardaki yeni eğilimleri görmek isterseniz kaçırmamanızı öneririm. Sergi 22 Mart'a kadar sürüyor.
Borusan Sanat Galerisi 0 212 2920655

7 Şubat Gecesi, Cemal Reşit Rey Konser Salonunda Stephen Hollstein Qintet caz konseri var. Dünyanın en başarılı cazcılarından biri olan Stephen Hollstein dünyanın çok önemli festivallerine katılmış...
Cemal Reşit Rey Konser Salonu: 0 212 3581540

8.Şubat, günün anlamı nedeniyle, Fransız Kültür Merkezi'nde, 'Kadın Şarkıları' var. Guy Robert eşliğinde Katia Care ve Agnes Agopian eşliğinde çok özgün bir konser düzenleniyor.Konserde Ortaçağ'ın kadın halk ozanlarından zengin bir repertuarın yanısıra serefad şarkıları yer alacak.

11.Mart Salı Akşamı AKM'de 'Ağır Roman'ın özel bir temsili var. Metin Kaçan'ın yazdığı, Fahir Atakoğlu'nun müziklerini yaptığı ve Aysun Aslan'ın sahneye koyduğu , müzikli temsili görmeyenler için öneriyorum...

Sevgiyle, güneşli günlere doğru...

Zeynep Özbatur

 Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer


Robenson Hüsam

Merhaba kardeşler,

Daha önce anlattığım gibi ben okumayı, yazmayı zor söküttüm ama öğrendikten sonra da sanki bunun acısını çıkarmak istermiş gibi elime ne geçerse okudum. Benim yaşıtlarım belki hatırlar, bizim çocukluğumuzda Jules Verne'nin romanlarının kısaltılmış hallerini Zuhal Yayınları basardı. Ben onlara bayılırdım, bir kaç tanesini hala saklarım. O kitapları okuya, okuya kendimi oradaki kahramanların yerine koyar, masanın altında yastıklardan uzay gemileri yapar, saatlerce deli, deli oynardım. Bir de o kitaplarda anlatılan kurutulmuş et ve peksimetin tadını çok merak ederdim, hala ederim.

Bu hayali maceralarımın unutulmaz bir ortağı da Mustafa'ydı. Mustafa bizim dedelerin köyünde yaşayan dünya şirini bir oğlandı. Ben yazları köye akrabaların yanına gidince hemen onu bulur dönünceye kadar da ayrılmazdım. Ben ona Mıstık derdim o da bana Hüso. Herkesin Hüsam demesine rağmen Mıstık'ın bana Hüso demesi çok hoşuma giderdi, böyle eşkiya ismi gibi gelirdi. Biz bu Mıstık'la bir araya gelince hemen hayal dünyasına dalardık. Mıstık benden bir yaş küçüktü, okuma yazması vardı ama köylük yerde kitap bulamadığı için yazları dört gözle beni beklerdi. Ben bunu bildiğimden her yaz bu macera kitaplarını yüklenir giderdim. Oturur kitapları sesli, sesli heceleyerek okur, akabinde hayal dünyasına dalardık.

Mıstık bir ara Tarzan'ın hikayesine bayılmıştı, ormanda kaybolmuş olmak ve maymunların büyütmüş olması ona çok çekici geliyordu. Daha sonra ikimiz de ıssız adaya düşen Robenson'un hikayelerini çok sevmiştik. Bu kitapları okuya, okuya biz de bir macera yaşamak istiyoruz ama yapamıyoruz, bizim için en büyük macera ara sıra köpeklerin bizi kovalaması. Bir ara kafaya taktık, Robenson gibi ıssız bir adaya düşme planları yapıyoruz. Yapıyoruz ama ortada ne ada var ne de oraya giderken yolda batacak bir gemi, deniz bile kilometrelerce uzakta. Biz nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ama ufaktan, ufaktan, ip, kibrit, el feneri, bayat ekmek gibi şeyleri biriktirmeye başladı. Mıstık benden daha deli olduğu için sürekli ne yapsak ne etsek bir ıssız adaya düşsek diye düşünüp duruyor. Sonunda ne dedi beğenirsiniz. Biz trafik kazası geçirip komşunun bahçesine düşmüş ve orada mahsur kalmış olalımmış. İlahi Mıstık, senin Tarzan'a özenmene gerek yok, belli ki seni de küçükken kaybetmişler ve seni maymunlar yerine malesef kazlar bulup yetiştirmiş, başka türlü bu akıllar sende olamaz.

Ne dediysem dinletemedim. Sonunda trafik kazası hikayesinin saçma olduğuna ikna ettim ama komşunun bahçesinde Robenson hayatı yaşama fikrinden vaz geçiremedim. Daha fazla macera olsun diye komşunun bahçesi yerine köyün girişine yakın bir yerde kamp kurmaya ve artık orada yaşamaya karar verdik. Bir sabah o ana kadar biriktirdiğimiz ne varsa sırtlanıp yola koyulduk. Sanki komando harekatındayız gibi duvarların dibine sine, sine vardık. Önce Mıstık'ı keşif yapması için yolladım, Mıstık yaklaşık 10 metre çaplı bir daire içinde sürünerek yaptığı keşfi bitirip geldi ve raporunu verdi, ortalık sakinmiş, yamyam falan yokmuş, aman çok iyi, şimdi bir de yamyamla uğraşmayalım zaten.

Bir süre bir ağacın altında düşman saldırısı bekler gibi tetikte oturduk. Ara sıra da birbirimize "geceyi geçirecek bir yer lazım" gibisinden abuk, sabuk konuşuyoruz. Saatler sonra yorulduk ve dinlenmeye karar verdik, birimiz nöbet tutacak, öbürü uyuyacak. Daha büyük olduğum için önce ben uyuyacağım, Mıstık'ta nöbet tutacak. Bir süre sonra içim geçmiş, bir uyandım baktım Mıstık yok, ulan korkmadım desem yalan olur, kitaplarla kafayı o kadar bozmuşuz ki ilk aklıma gelen şey yerliler geldi Mıstık'ı kaçırdı oldu. Korkuyla kalktım, sürünme yürüme arası ilerlemeye başladım ki, Mıstık biraz ilerde gölge bir yerde uyuyor. Yakalayıp sarsaladım" kalk lan, ne biçim nöbetçisin sen" diye. Mıstık uyandı aptal, aptal bakıyor. İkimiz de ayılınca düşmanlara karşı silahımız olmadığını fark ettik ve kendimize ağaç dallarından ok yapmaya karar verdik. Bir süre de bununla uğraştık, elimizde alet, edevat olmadığından yamuk, yumuk birşeyler yaptık. Sonra karnımız acıktı, yanımızda getirdiğimiz ekmeğin hepsini yedik, bitirdik. Biz böyle, böyle macera yaşarken hava kararmaya başladı. İkimizde de bir korku var, gözlerimizden belli ama belli etmemeye çalışıyoruz, benim içimden koşarak eve gitmek geliyor, onun da öyle ama çakılmış oturuyoruz.

Biz böyle otururken birden yanımızda birisi "napıyonuz len burada" diye gürledi ki, vallahi bir metre havaya sıçramışızdır. Bir baktık elinde sopası köyün bekçisi, Mıstık artık korkudan mı, salaklıktan mı bilinmez "biz kaza geçirdik, buraya düştük" diye zırvaladı. Bekçi bizi dinlemedi bile "de sittirin gidin lan evinize, gidinin deyusları sizi" diye kovaladı. Biz ayaklarımız kıçımızı döverek bir koşu tutturduk ki o kadar olur, yolda bizi kovalayan köpekler bile yetişemedi, ikimiz de hiç konuşmadan doğruca evlerimize gittik.

Evdekiler beni soluk, soluğa kapıda görünce hiç şaşırmadılar, o zaman her zamankinden erken gelmiş olduğumu fark ettim. O gece hiç şamata etmeden yemeğimi yedim, erkenden yattım ve karnım tok, bir çatı altında olduğuma şükrederek, Allah'tan Robenson'a yardımcı olmasını dileyerek uyudum.

Kalın sağlıcakla dostlar.

Hüsamettin Gezer
husam@polygon.com.tr

 Şair Kahveci : Filiz Kaya


TERAZİ VE DAR AĞACI

Yüreğimi, ince ince sızlatan nedir? Geçmiş sevgili(-ler) mi? Yoksa sevgilinin hiç gerçekleşmeyecek hayali mi? Sensizliği dinledim günlerce. Dinlenmesi en zor olandın. Duymaya çalıştım gerçek seni. Kulaklarım tıkandı, fersiz kaldılar. Orkestra çok karışık çalıyordu. Ey kalbim yetiş... Beynimin elinde kıvranıyor ümitlerim. Mantık, duygulara teslim ol çağrısında. Her zaman duygulardı en son kararı veren. Kazandırdığı da oldu, kaybettirdiği de. Öyle şeyler görür, duyar ve yaşar oldun ki bunlardan öğrenmen, öğrendiklerden uygulaman gerekenler vardı. Tüm bunlar sana herkesi anlamayı, her durumu hoş görüyle karşılamayı işlerken, kendine karşı ise katı olman gerektiğini ispatladı. Yüreğinin götürdüğü yere gitmeyi denedin. Aslında bunu çok severdin ve hep yapmayı isterdin. Gerçek dünyaya dönünce yüreklerin götürdüğü yere gidilemeyeceğini er geç fısıldadı birinize UYARI CİNİ.

- Geçmişi hatırla. Hiç mi bir şey öğrenmedin? Kuralların olmalı. Yaşadıklarından ders almalısın. Eğer bu kuralları uygulamaz, kendini kalbinin eline bırakırsan acı çekersin, biliyorsun değil mi? Bu kadar doğal olmanın yararını gören olmadı, kıymetini bilen de. Saklanır, mantığınla davranırsan daha az zarar görürsün. Sen, sen olamazsın. Maskeni tak hadi!!! Al ve tak şunu!!!

- Evet çok haklısın, mantıklı olacağım dedin.

O sırada DUYGU CİNİ çıktı ortaya.
- Hayır, bu da seni mutlu etmez dedi. Hem de sana göre değil. Ne kadar uğraşsan da başaramayacağını biliyorsun değil mi farklı bir kimlikle gezmeyi? Aslında iyi bir oyuncusun ve en başarılı oyunlarını nedense başkalarına değil, hep kendine karşı sergiledin. Senin bir felsefen ve bir de verilmiş sözün var. Onları hatırla. "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol". Göründüğün gibi olamazsın. Ama olduğun gibi görünmek meşrebine daha uygun. Sözün, Postacı Murat Abi'neydi. "Ben hiç değişmeyeceğim Murat Abi" demiştin. Eğer şartlar insanları kendilerinden çalarsa dünya yaşanılmaz olur. Kim kalacak? Kim yarınlara umut yayacak? Sahte insanlar ve sahte mutluluklar mı? Hayır, hayır bunu yapamazsın...

- Teşekkür ederim, iyi ki varsın dedin. Onları anladığım ve hak verdiğim halde eleştirdiğim sahte insan modellerinden biri olacaktım az kalsın. Yılmayacağım. Bu savaşta yerlere serilsem de son nefesime değin çarpışacağım. (Abartıyor muyum acaba? Yine kendime güç vermeye, sürünürken ayağa kalkmaya mı çalışıyorum? Olsun. Ayağa kalkabilmek, yoluna devam edebilmek te güzel. Ağır, acılı ama yine de güzel. İnsanı ulaşabileceği en üst basamağa yaşıyan tekamül merdiveni, böyle çıkılıyor olsa gerek.)

- Tam o anda ortaya DENGE CİNİ çıktı.

- Bak dedi, diğer iki cinin de söyledikleri kendi alanlarında doğru. Ama tek taraflı yürümez bu iş. Sadece mantık ya da sadece duygu olmaz. Sana bir örnekle açıklayayım. Önceki öğrendiklerinden yola çıkalım. İki çiçeğimiz var elimizde. İlk tanıdığın az su ile beslenmesi gereken bir çiçekti. Ona fazla su vermiş ol. Bilmiyordun, iyi tanımıyordun onu. Durumunu sana ne sözleriyle, ne tavırlarıyla hiç göstermedi. Bir süre sonra su öyle fazla geldi ki, çiçeğin ölmeyi yada sırtını dönüp gitmeyi tercih etti. Ve senin aldığın ders çiçeğin konuşmasa da, suyu çok kullanmaman gerektiğiydi. İkinci çiçekse yeni. Ona çok su vermemen gerektiğini biliyorsun. Sana çok su veremem diyorsun. Bunu bilerek benim çiçeğim ol ya da seçimini yap. Belki o çiçek suyu çok isteyen bir çiçekti ve mutluluğu ona bağlıydı. Epey de bir beğenmiştin yeni çiçeği. O da seni. Hayallerine öylesine yakındı ki. Sen bol su verme potansiyeline sahiptin ve severek yapardın bunu. O da sana çok sevdiğin güzel renkleri, kokuları sunma yetisine fazlasıyla sahipti. Söylediklerinle, düşünüp karar vermeye ittin onu. Onun da önceki öğrendikleri vardı ve sen onları devreye soktun. Öğrendikleriyle senin teklifini birleştirdiğinde yollarınız ayrılabilir. Bu ikinizin de hayatınızın fırsatını kaçırmanız demektir. Ve unutma ki hayat insana her zaman böyle fırsatlar sunmaz. Tavrın şu olaya benziyor. Trafik kazasında sıkışan kazazedeyi yaşatmak için, onca zorlukla hastaneye yetiştirirler. Hayatı kurtulur ancak, uygunsuz taşındığı için kazazedenin felç olduğunu söyler doktor. Bilinçsiz bir ilk yardımla kurtarmaya çalıştığımız geçmişimiz bize de, karşımızdakine de mutsuzluk getirebilir. Kurtarmak istediğin geçmişin mi, geleceğin mi?

Taraflardan biri gerçek hayata döndü. Cinler bildiklerini söyleyip bir kenara çekildiler. Ve sen kendine kaldın. Ne yapman gerektiğini hala bilmiyorsun. Anlamakla birlikte bu seçime mecbur tutulduğun için üzgünsün. Neden teraziyi ortaya koymak zorundaydı, neden? Ölçüm sonunda biri kabul görecek, diğeri silinip atılacaktı. Ne tuhaf. Geçmişi için değil geleceği için kurtarıştaydı. Teraziyi kurduranlar büyük olasılıkla şunu ya bilmiyor ya da görmezden geliyorlardı. "Her terazinin yanında bir darağacı vardır..."

Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Hayatı hafife almak - Hayattan tad almak..

Böyle bir ikilem yaşıyor musun sen de? Hayattan tad almak istediğinde, hayatı hafife alman da gerekiyor mu? Hayatı hafife alınca da, başına olmadık işler açıyor musun? Bulamadık doğruyu.. Gönül bu, onu da istiyor, bunu da.. Nasıl olacak bilmiyorum. Her seferinde yeni çalkantılar... ama arayışlar da bitmiyor.. Tatminsizliklerimiz sürüp gidiyor..

Demek sen de hafife alıyorsun zaman zaman.. Mantık evliliği mi yaptın? Mutlu musun? Hayır mı? İtiraf edemiyor musun kendi kendine? Önündeki tüm mutluluk umutlarını kaldırıp rafa, girdin mi bir cücenin koluna? Nazım'ın 'Mavi gözlü dev'indeki gibi.. Şimdi, nasıl çıkarım bu karabasandan mı diyorsun.. Yoksa, alışmaktan mı korkuyorsun? En acısı da bu biliyor musun, alışmak.. Bedeli var diyorsun değil mi, yaşamı hafife almanın.. Peki ya tad almak? Evet var bedeli yaşamı hafife almanın.. hem de ağır bir bedel.. Merak etme, ödetirler, ödeyeceksin... Belki gün gelecek.. Başka bir nedenle hafife alacaksın ve tad almayı yeğleyeceksin.. Kaçmak istiyorsun zaman zaman, çevrenden, baskılardan, yargılardan... Bir yerlere mi gitmeli onunla? Ne bileyim, Kaz dağlarına mesela, ya da Olympos'a .. Kimselerin görüp bulamayacağı, bilip tanıyamayacağı bir yerlere.. Gidip kaybolmak bir süre.. Bir bahane, bir kabul edilebilir neden.. Sonra.. hoopp, işte aradığın, başına dertler açmaya hazır olduğun o doyumsuz ve vazgeçilmez kaçışa gitmek.. Dolaşmak kumsalda, dağda, bayırda... aylakça, özgürce, dertler ve tasalardan uzak.. Hiç hesabını yapmadan dönüşe kaç gün kaldığının.. sadece tad almayı başararak.. kaçıvermek.. Ama bu hafife almak olmayacak mı? Ya bedeller? Onlar ne olacak? Kim ödeyecek?
Ne diyordu o sefil şarkıda? 'Bas bas paraları Leyla'ya, Bi daha mı gelicez dünyaya..'
Bir daha mı gelicez dünyaya diyorsun değil mi? Gelmiycez, evet, ama herşeyden önce bu dünyada görülecek hesabı davranışların, hataların.

Çocukken, hatırlıyorum, bir gün annem sormuştu; 'Git bak bakalım, ocaktaki su kaynamış mı?' İtiraz etmedim.. Gittim mutfağa.. Şimdiki halime bakmayın, o zamanlar, parmak çocuk kadardım... çıkıp bir taburenin üzerine, eğildim tencerenin içine, dikkatle ve şaşkınlıkla baktım... Suyun kaynamasının ne demek olduğunu bilmiyordum.. Sorunun cevabını bulamayacaktım, baksam da bulamayacaktım.. Herhalde bir değişiklik olması gerekiyordu zaman içinde, her ne olacaksa, bu değişikliğin olması için ateşin üzerinde durması gerekiyordu suyun, ama bu değişikliğin nasıl bir şey olduğu hakkında fikrim yoktu.. Uzun uzun baktım tencerenin içine.. İnip tabureden aşağı, koşturdum odaya.. 'Anne, suyun dibinden balonlar çıkıyo.. sonra yukarı gelip patıyorlar..'
İşte suyun kaynaması buymuş.. Öğrendim..
Bir daha bu kadar dikkatle baktığımı sanmıyorum tenceredeki suya..
Şimdi düşünüyorum da, hani derim ya, insan yaşlanmaz diye.. Doğrudur bu.. İnsan aynı kalır.. ama duyumsamaları değişir.. Kanıksamışlıklar artar, ve gün gelir, hiçbirşey yeni kalmaz çevresinde.. hiçbirşey şaşırtmaz onu. İşte o zaman yaşlanmışsındır.. Yoksa kafa kağıdının eskiliği, hiç de önemli değildir.. ..

Bir süre önce, Arabiçe, küçük arap ve ben, nedense bir kırtasiyeciye gittik.. Sanırım küçük Arap o zamanlar 5-6 yaşlarında idi.. Biz Arabiçe ile ne alacaksak o konuyla ilgilenirken, küçük arap kendince bir meşguliyet bulmuştu ve sessiz sessiz raflar arkasında kaybolmuştu bile.. Az sonra çıkıp geldi.. Kendisine göre kadınlarda para bulunmaz, para erkeklerde, babalarda olur.. Bir de hep 'Bu Ahmet Altan çok zengin..' der dururdu.. nerden uydurmuşsa, çocuk işte! Neyse, bana yanaştı, elinde iki kurşun kalem, belki bir iki silgi ve kalemtraş..

'Bunları bana alsana...' kocaman siyah gözlerini dikmiş bakıyordu.. Normalde itişirim, ille de bir sorun çıkartıp biraz inletirim onu, zevkim bu benim, biliyorsun..ama belki de ilk defa bir şey istemişti.. Uzatmadım, aldım elinden malzemeyi ve uzattım kırtasiyeciye. Adam hesap edip geri verdi bana, ben de küçük Arap'a..

İşte o anda oldu olanlar.. Bu mel'un, mendebur, sevimli, haşarı, zeki, yaramaz ve tatlı velet.. bana benim ne kadar yaşlanmış olduğumu anlatan bir şey yaptı.. kendisi farkında bile değildi şüphesiz.. Kalemleri aldı eline, zaten gittiği her yere yanında taşıdığı kalem kutusunu açtı özenle, ve iki kalemi de ayrı ayrı alıp küçük eline, burnuna götürüp kokladı ve öyle yerleştirdi kalem kutusuna.. İşte o anda 'ben bitmişim arkadaş' dedim içimden..
Alışmak, şaşırmamak, şaşıramamak ne acı..

Artık herşeyin tekrar ettiği, hiçbir yeniliğin olmadığı bir dünyada, yaşlanmış ve kanıksanmış bir evrende yaşamak.. Nasıl olacak da duyumsayacağız yaşadığımızı? Var bir yolu aslında, kendi kendimizi yenilemek.. O insandır ki, kendini yenilemeyi başkalarından bekler.. Asla mutluluğu bulamayacaktır. Arayışlar bitmeyecektir.. İşte o zaman yaşamdan tad almak, ancak ve sadece yaşamı hafife almakla mümkün olacaktır.

aaltan@superonline.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Kalıpların Dayanılmaz Ağırlığı

Yaratıcılığa daha açık, bireysel çalışmaları daha teşvik edici ve daha yenilikçi bir kamu yönetimi anlayışına ulaşmamızın ilk adımları olabilecek bu büyük görevi yerine getirebilmem için yıllardır fark etmeden içinde yaşadığım kalıpları tam olarak algılamam ve tanımlamam gerekiyordu.
.........

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_71.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.156 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


FOTOĞRAFSIZ

bir resmim olsun isterdim
seninle birlikte çekilmiş
eski bir nevruz günü niksar'da
önünde ahşap evimizin
annem de olurdu aramızda belki
boş duruyor içimde çerçevesi

ışıklar sönmüş şehrinin
anımsadığım hep acının yüzü
kışlardan sığındığında göğsüne
yolu ıssızca düşen çocukluğum
okşasın isterdim saçlarımı
hüznümü öpüp dağıtsın babam
olmayan o fotoğrafta

korku dağları ardında kaşlarının
gizleyip sevgisini gözlerimden
kırık dökük bırakmasa bir yanımı
bir kez sarılamadığım
o uzak yıldız ışıltısı babam
bir resmin olsun isterdim

yoruldu sonsuz kederlerle
yan yana düşmeyen gölgelerimiz
kanayıp yürürken üstüne karanlığın
çift kollu pirinç bir şamdanda
kendini tüketmeden o iki mum
içimdeki geceye dolunaylar katan
bir resmim olsun isterdim

tozlarını alınca dünün
bugünü gördüm ürperdim birden
yineliyorduk yaşlı oğlumla
aynı yanlışları dün gibi
bulamadım sevgi kütüğümüzde
birlikte bir tek resmimizi

Bedrettin AYKIN

<#><#><#><#><#><#><#>

LİMAN

Gecedir dayanmış kapıya
Üstümüzde ilkel gözleri zulmün
liman sisler içinde belirsiz
Çözme palamarını umudun
Birleşme direnme mevsimindeyiz

Ben hep o güneşleri aradım
Paylaşılan taze bir somun ekmeğin tadını
Kurşunlanmamış sevinçler aradım
Solgun yüzlerinde emekçi ellerin

Bitecek biliyorum
Gün ortasında bu aykırı karanlık
Sisler dağılacak
Limana çıkaracak yollar bizi
Dünyaya dönük halka dönük yüzümüz
Siz de duyacaksınız kuşkusuz bir gün
Yeryüzünü kucaklıyor türkümüz

Bedrettin AYKIN
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 MANDALİNALI TARTÖLET

ÖNCE HAMUR...
1 ¼ su bardağı (185 g) un
¼ su bardağı (40 g) pudra şekeri
½ su bardağı (60 g) toz badem
125 g margarin (buzdolabından yeni çıkmış, küçük parçalara ayrılmış)
1 yumurta (çırpılmış)

Unu, şekeri, bademi ve margarini ekmek kırıntısı görünümü alıncaya değin parmak uçlarınızla iyice karıştırın. Yumurtayı ekleyin ve bir top hamur haline getirin. Streç filme sarıp yarım saat buzdolabında bekletin. Çıkarınca altı eşit parçaya bölün, merdane ile açın ve tartölet kalıplarına dikkatlice yayın. Kalıptan taşan fazlalıkları kesin. Çatalla hamurlara birkaç delik açtıktan sonra 180 derece fırında yaklaşık 25 dakika, üzerleri kızarana kadar pişirin. Soğumaya bırakın.

BU ARADA...
1 su bardağı (250 ml) süt
1 ½ yemek kaşığı un
3 yumurtanın sarısı
½ su bardağı (110 g) toz şeker
50 g margarin (oda sıcaklığında)
1/3 su bardağı (40 g) toz badem

Süt henüz soğukken un ile karıştırın. İçine yumurta sarılarını, şekeri ve margarini ilave ederek kısık ateşte muhallebi kıvamı alana kadar pişirin. Ocaktan alınca karıştırarak soğumasını sağlayın. Soğumasına yakın toz bademi ekleyin. Elde ettiğiniz muhallebi ile tartöletlerinizin içini doldurun.

SÜSLERKEN...
3 mandalina (dilimlere ayrılmış ve zarları soyulmuş)
1/3 su bardağı (80 g) portakal marmeladı
Pudra şekeri

Mandalina dilimlerini tartöletlerinizin üzerine dizin. Üzerine portakal marmeladı sürün. Pudra şekeri serperek servise sunabilirsiniz...

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


Nasıl birşey?

Milli Park Polisleri, adamın birini, nesli tükenmekte olduğu için koruma altına alınan bir Boz Kartal'ı kesmiş, pişirip yerken görmüş ve derhal tutuklamışlar...Mahkemede adamın avukatları müthiş bir savunma yapmışlar:
-"Bu adam ormanda yolunu kaybetmişti. Günlerdir aç olduğu için ya kartalı öldürecekti, ya kendisi ölecekti." diye... Yargıç bu savunmayı kabul edebileceğini söylemiş. Kararını açıklamadan önce, sanığa dönmüş:
-"Son bir şey sormak istiyorum,Ben de av meraklısıyım da.. Bu Boz Kartalın tadı nasıl bir şey?"
-"Valla efendim!" demiş adam, "Tam olarak Kelaynak ile Mavi Gagalı Puhu Kuşu tatlarının arasında bir şey..!"

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.adrenalin.com.tr/tulumdasicak.htm
Adrenalin tutkunları için önemli tavsiyelerde bulunan bir sayfa, Verdiğim kısayoldauyku tulumunun kullanımıyla ilgili bazı hassas bilgiler bulacaksınız. Diğer konular için de tecrübeye dayalı bilgilerin sunulduğu sayfaları inceleyebilirsiniz.

http://www.geocities.com/demetden/indexcay.htm
Çay konusunda bu zamana kadar rastladığım en kapsamlı web sayfası diyebilirim. Örneğin buzlu çay yani ice-tea'nin 1900'lü yılların başından beri bilindiğini ve hatta ilk ticari üretiminin 1940'larda başladığını biliyormuydunuz? Daha neler var neler..?

http://kozmetik.modaturkiye.com/makyaj/2002kismakyj.php
Hanımlara özel kış makyajı uygulama önerileri. ...Makyaja başlamadan önce cilt temiz olmalı vecilt tipine uygun bir makyaj altı nemlendirici krem ile nemlendirilmeli.Şayet cilt parlamaya müsait yağlı bir cilt ise ,mutlaka yağsız bir ürün ile makyaja hazırlanmalıdır...

http://www.mymizah.com/
Tam anlamıyla eğlencelik sitelerden biri daha. ...Temel dünya turuna çıkar ve yolu Canada'ya da düşer. Kırk yılda bir Karadeniz'de hamsi avlamaktan daha değişik bir fırsat çıktığını düşünerek buz tutmuş bir gölde, buzu kırıp balık tutmaya özenir ve işe koyulur. Tam buzu kıracakken, insanın içini titreten bir ses duyulur...

 Damak tadınıza uygun kahveler


burnatonce v0.95a [3.6M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106024
Buyrun size bir tane bedava CD yazıcı programı. Ses ve data CD'leri güvenlikle yazabiliyorsunuz. CD Yazıcınız varsa alternatif olarak yanınızda bulunmasında yarar var. Ticari programların kolay kullanım ve güzel görünümü olmasadaa güvenli çalışsan ve bedava bir program.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030307.asp
ISSN: 1303-8923
7 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com