KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


Posta Kartı olarak yollamak için tıklayınız.
Lütfen bekleyin! Var gücümle ulaşmaya çalışıyorum...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 220

 14 Mart 2003 - Anlayan varsa beri gelsin!


Merhabalar,

Allahaşkına anlayan varsa beri gelsin. Biz bu adamlara memleketimizde at oynatsınlar diye izin verdikte benim mi haberim yok? Ben tezkere gelecek, belki kabul edilecek, sonra da adamlar anlaşmanın gereğini yerine getirecekler diye biliyordum. Yok kardeşim birileri biz ayakta yiyor da haberimiz yok. Adamlar Güneydoğu'yu parsel parsel işgal ediyor biz seyrediyoruz. Son olarak mağaralara sulanmışlar. Hani sürekli ameliyat olup biryerlerini kestiren bir mahkum vardır, sorduklarında "parça parça tüyüyorum" der. Aynı o hesap, adamlarda parça parça memleketime el koyuyorlar. Biz tezkereyi verecek miyiz vermeyecekmiyiz diye oyalanırken, hatta bazı saf iyi niyetlilerimiz hala verilmeyeceğini söylerken atı alan Üsküdar'ı geçeli ay olmuş haberimiz yok. Buyrun size bir muz cumhuriyeti hadisesi daha. Daha önce muzdan bahsettiğimde epeyce eleştiri almıştım. Bakalım bu sefer ne olacak? Siz memleketin bu kadar sahipsiz kaldığı, devlet gururunun ayaklar altına alındığı, halka güvenin bu derece yitirildiği bir başka zamana şahit oldunuz mu Allahaşkına? Savaşın olup olmaması, taraf olup olmamamız, getirip, götürecekleri umurumda bile değil artık. Ben büründüğümüz kişiliksiz güruh halimizi düşünüyor karalar bağlıyorum. Ne güzel demiş Sevgili Mustafa Uyal; "Biz "Futbol Fado Fiesta" yöntemlerine razı olmuş, uyduruk Siirt seçimleri sırasında ülkenin başbakanı değişirken Fener Galatasaray maçındaki sarı kart pozisyonunu konuşacak kadar uyuşmuşuz. Dışlanıyoruz hem de elimizdeki tüm değerlere tüm kozlara rağmen dışlanıyoruz."

Biz bunları haketmiyoruz dostlar, inanın haketmiyoruz. Gelmesi muhtemel 5 milyar dolara bel bağlayacak kadar düşmedik biz. Varsa bir çıkarımız savaştan, bu kararı biz verelim. Dışişlerinden çıkmayan büyükelçilerden, telefonu elinden düşürmeyen fizandaki başkandan, memleketimin limanlarını denetleyen yaban amiralden almayalım direktifleri. 3 kuruş para uğruna tarlasını, dükkanını, fabrikasını, evini meçhul bir zaman için yabana kiralamak zorunda kalan memleketimin güzel insanlarına sahip çıkalım artık. Yarın öbür gün İstanbul'un orta yerinde, hava değişimine gelmiş, belinde silah dolaşan yaban askerini görmek istemiyorum ben. El verip kolu kurtaramamakta işin sonunda. İnşallah abartıyorumdur ve haksızlık ediyorumdur. İlk defa yanılıyor olmayı bu kadar çok istiyorum. Hepinize güneşli, umutlu bir hafta sonu diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Bu hafta benim için oldukça yoğun geçti. Yurtdışından, Türkiye'ye gelen misafirlerim ile ilgilendim. Dolayısıyla, bu hafta 'farklı' kremalar hazırladım. Umarım bu tadı da seversiniz.

Güzel, güneşli bir Mart günü, misafirimle önce İstiklal caddesi'nde yürüyüş yaptık, tabii Balık Pazarı ve Pera Palas misafirimin 'özellikle' görmek istediği yerlerdi. Bu arada öğle yemeği için 'Hacı Baba' da benim O'na önerim oldu. Gerçekten çok güzel bir öğle yemeği yedik. Misafirim zeytinyağlıları tercih etti, bende eşlik ettim. Ardından Balık Pazarı'na gittik. Pazar, yeşillenmeye başlamış, aradığınız her otu , hemde körpe ve en lezzetli halleriyle artık bulabilirsiniz. Kara hindiba, rezene, radika, deniz börülcesi ne ararsanız var. Bahara girerken detox yapmak isteyenlere şiddetle öneriyorum. Bunun başka bir hoş yanı da, her ne kadar meteoroloji hayta sonu için yağış bildirse de bana baharın müjdesiymiş gibi göründüler.

Pera Palas'a doğru yürürken Platform Güncel Sanat Merkezi'nde 'Burada' isimli sergiyi gördüm ve hemen girip dolaştık. Sergide, Hüseyin Alptekin, Esra Ersen ve Gülsün Karamustafa'nın işleri var. İstanbul'da ki yeni azınlıklar ve mülteciler, göç gibi temalardan yola çıkılarak hazırlanmış interaktif işler var. Sergi 22 Mart'a kadar açık kalacak.
Platform Güncel Sanat Merkezi: 0 212 2932361

Sonunda Pera Palas'a geldik, tabii hayran olunmayacak gibi değildi. Ne olursa olsun, bu şehrin en güzel parçalarınan biri olduğunu düşündüm. Aslında bu şehirde yaşarken, bir günlüğüne turist olup, yaşadığımız yerleri farketmemiz ne iyi bir dinlenme yöntemi... Ben o gün kendi ülkemde turistik olmanın tadını çıkardım, herkese böyle bir gün geçirmesini öneriyorum. Akşam yemeğinde ise yine Beyoğlu'nda Zarifi'deydik. İstanbul'un farklı kültürlerden gelen etnik lezzetlerini tattık. Çalan müzikler, atmosfer herşey çok güzeldi.

İkinci günümüz, toplantılarımızın olacağı Feriye'de geçti. Öğle ve akşam yemeğimizi orada yedik. Tek kelimeyle mükemmeldi. Enginar tabağı'nı ve kabak tatlısı'nı tavsiye ediyorum. Manzara, servis, lezzet dört dörtlüktü.

Son gün uçağa gitmeden önce Kapalıçarşı'ya uğradık. Bence dünyada eşi olmayacak kadar özel bir yer... Kumaşlar, deriler, gümüşler, antikalar, bakırlar, örtüler, çiniler vs... ne ararsanız en güzelinden var. Geçenlerde Dünya Güzeli olan Azra Akın'ın pazen elbisesinin kumaşları çok revaçta...

Misafirimi yolcu ettikten sonra, aslında şu karanlık gözüken politik ortamda, 'farkedemediğimiz' güzellikleri düşündüm. Aslına bakarsanız üç gün boyunca ülkemde turist olmuştum. Bu çok hoşuma gitti ve ben inandım ki, Türkiye çok özel bir ülke ve 'İstanbul' çok özel bir şehir... Bu hafta herkese bu şehirde bir saat bile olsa turist olmalarını öneriyorum.

Dolayısıyla 16 Mart Pazar günü Achille Turizm tarafından düzenlenen günübirlik bir İstanbul gezisi var; Caferağa Medresesi, Divan Meydanı, Enderun Meydanı, Murat Köşkü, Hasbahçe, Mecidiye Köşkleri'ne ziyaret ve Saray içinde Konyalı Restaurant'ta öğle yemeğini kapsıyor. Achille Turizm : 0 216 4189773

Bu hafta sonu ben kitaplarımı ve CD'lerimi alıp sizler için bu haftanın açığını kapatacağım. Güneşli, biraz da 'turistik' bir hafta diliyorum. Zira bu ülkede, her şehirde keşfedilecek çok güzel detaylar bizleri bekliyor...

Zeynep Özbatur

 Kahveci Köyün Kavalcısı : Feride Masal


Bunalım Billur İş Görüşmesinde

Ayy, iyi ki saati kurmuşum. Yoksa uyur kalırdım. Hadi çabuk, ne giyeyim şimdi. Etek ceket? Yok yok, yaşlı ve sıkıcı gösterir. Pantolon çok spor kaçar. Doğru dürüst bir pantolonum yok ki, hepsi düşük bel ve oldukça spor. Hep haftasonu için kıyafet alıyorum. İş için bir şeyler almalı. Hah şu siyah dar eteği, üstüne de pembe bluzla siyah hırkayı giyersem, hem sade hem şık olur. Siyah az topuklu ayakkabımı giyeyim.

Salağım ben salak, nasıl farketmedim. Hep acelem yüzünden, erken kalktım yine de geç kalacağım nerdeyse. Neyse çantamı göstermemeye çalışırım. Siyah giysilerin üstüne kahverengi çanta. Al sana ilk olumsuz puan: Daha renkleri yanyana getiremiyor bu kız!

Bence iyi geçti. Adam pek soğuktu, yüzünden bir şey anlamak mümkün değildi, ama sanki bir kaç kere gülümsedi. Memnuniyetten mi, küçümsedi mi yoksa? Ne biçim sorular sordu ya.. Evcil hayvanınız var mı? Yok. Yalnız yaşadığınıza göre her akşam yemek yapar mısınız? Eh işte, yani bazen ama sık sık da... Ailenizle aranız nasıl? İyi değil! Onları da mı işe alacaksınız?

Adam evli misiniz deyince yine kızardım. Bekar olduğum için suçluluk duyuyorum sanki. Tanrım nedir bu kadınların çilesi? Erkekler gurur duyarak bekarım derken, biz kadınlar ezilip büzülüyoruz. Evliyim desen ikinci soru gelir: Çocuk? Varsa yırttın, göğsünü gere gere söyle. Yoksa yine yüzün kızarır, karşındaki düşünmektedir çünkü; acaba kısır mı, kocasında mı problem var, evlilik mi kötü gidiyor? Size ne, yapmayacağız çocuk. Biz birbirimizin tadını çıkaracağız önce!

Bana tarif ettiği iş neydi? Pazarlama bölümünün asistanı. Ne demek bölüm asistanı, yani kaç kişinin asistanı olacağım? Keşke sorsaydım. Hiç bir şey sormadan öylece oturdum. Sırf sorulara cevap verdim. Aslında adam ağzımdan zorla aldı cevapları. Sanki bu görüşmeye birinin zoruyla gelmiş, işe alınmamak için elinden geleni yapar gibiydim. Bence kötü geçti!

Ne pazarlıyorlar acaba? Kozmetik şirketi ama... yani makyaj malzemesi mi yoksa şampuan, parfüm falan mı? İnşallah hepsidir, çalışanlara indirim de yaparlar, ooh yaşadım.

Saat 10.30 oldu. Hasan notumu aldı mı acaba? Belki de olmadığımı farketmemiştir bile. Aysel bile farketmemiş olabilir. Yok yok o farketmiştir. Zaten benden kuşkulanıyor. Ona yeni sevgilimi söylemeliyim. Ama birisiyle konuşursam kafam karışıyor. Oysa karar vermiştim kendi kendime; bundan sonra bir sevgilim olursa ne olursa olsun tek başıma karar verip, tek başıma yaşayacağım herşeyi. Kimseye en ufak bir şey bile anlatmayacağım. Tanrım onu özledim. Arasam mı?

Meşgul! Tam yarım saattir meşgul. İşte olan bir insanın cep telefonu yarım saat meşgul olabilir mi? Var var başka biri var. Baktı ben budalalar gibi gözümü gözünden alamıyorum, bir iki tatlı söz, bir küçük öpücükle beni kandırdı. Ah ben aptalım, aptalım ben. Bu akşam buluşmayacağım. Beni aradığında tok bir sesle daha önce verilmiş bir sözüm olduğunu söyleyeceğim. Çok istiyorsa üzülsün biraz, aşk acı çekmek değil midir?
Canııım, ister misin evine gidip, kimseye göstermeden ağlasın...

Çok mu para istedim. Daha az söyleseydim keşke. Bir sürü insan işsiz, her ilana yüzlerce başvuru oluyormuş. Millet azıcık paralar söylüyor, ben uçtum. Ah ben baştan kaybettim. Acaba adamı arayıp para problem olursa, konuşabiliriz desem mi? Yok yok doğru olmaz. Ya para yüzünden kaybedersem. Gene Hasan'la devam ooof of!

Aslında Hasan'dan bu kadar nefret etmemeliyim. Bana çok da kötü davranmıyor. Kırk yılda bir kolladığı bile oluyor. Ama arada bir yakaladığım o bakışı yok mu? İşte ondan nefret ediyorum, kötü hissediyorum, rahatsızlık duyuyorum...

Ne zaman ararız demişti. Haftaya. Hemen gel başla derlerse, Hasan'la konuşmak büyük keyif olacak. Gireceğim odasına, konuşmamız gerek diyeceğim. Oturmamı işaret edecek. Ben, hep açık duran kapısını kapatacağım, işin ciddiyetini anlayıp, koltuğunda huzursuz kıpırdanacak. Karşısına oturup, bir süre gözlerine bakacak ve ayrılıyorum diyeceğim, bu kadar. Merak ediyorsa sorsun; cevaplarım hah ha ha.

Feride Masal

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz

   Aşk doğuştan kazanılmış bir duygu değildir,
  herkese nasip olmaz...

Şuna emin olun ki ben bu gibi içsel-kişisel ve de felsefi konularda genellikle konuşmamayı tercih ederim. Ne kendi aşklarımı anlatırım, ne de başkalarının yaşadıkları üzerine yorum yaparım. Bu suskunluğum, 'Bilmediğim konularda ahkam kesmem' manasına alınmasın sakın. Bu güne kadar aşk yüzünden bunaldığım, kaptırmışlıktan hafıza kaybı yaşadığım olmadı değil. Fikir verici nitelikte bir iki sabıka dosyam varsa, elimde bir de felsefe diploması bulunuyorsa elbette şahane fikirlerim de var demektir aşk konusunda...

Aşk konusunda bir iki yazmaya karar verdim... Ters bir bakış açısı olur belki sizlere... Amacım kimseye aşkı anlatmak değil, modern aşkın keşfine çıkıp yeniden yaratmak hiç değil(!), her zamanki gibi olanı biteni anlatıcağım yine...

Bunca tecrübe ve okumuşluğun sonunda karar verdim ki aşk; evrensel bir duygu değil. Kişisel bile değil neredeyse, sen aynı sen kalsan da, senle bile aynı yaşanamıyor ki aşk. Yani 'Aşk' dedin mi akan sular durmuyor, her aşık aşktan aynı şeyi anlamıyor ve sular her seferinde başka yöne akıyor.. Aşk budur!! diye kesin bir tanım malesef söz konusu değil. Aşk 'bununla budur!!' denebiliyor ancak tüm iyi niyet ile ve kendine rağmen aşkı yaşayabilsen bile.

Neden? Çünkü sevinç, öfke, keder, sevgi gibi duyguların evrenselliği, her birey için dünya üzerinde benzerliği söz konusu iken, aşk için bir aynılıktan söz etmek mümkün değil de ondan. Neden? Çünkü aşk, kesinlikle evrensel bir duygu olarak yazılmamış da ondan.

Bunca sene edindiğim tecrübe ve izlenimlere göre uluslara, toplumsal yapılara, geleneklere, bölgelere, mahallenin genel havasına, mevsimlere, ailenin maddi durumuna, en önemlisi hatim edilen edebi ekolün aşk inancına göre aşkın algılanış biçimi, bireylere göre yaşanış biçimi değişmekte. Bütün bu izlenimleri edinmek için de dünyanın yedi ceddi ile aşk yaşamanız gerekmez. Okuyarak da öğrenebilirsiniz.

Fakat aşka dair orada burada yazılan herşeyi de okumayın elbette.. Açık söylemek gerekirse ben okumuyorum. Daha doğrusu okuyamıyorum... İçim şişiyor... Kendimi ağdaya yapışmış gibi hissediyorum... Hayaller değil, hayaletler uçuşuyor sanki etrafımda... Hele bir de bir yazana bir yazılanlara bakınca hiç de inanasım gelmiyor o satırlara. Birilerinin ifrazatına maruz kalmışım gibime geliyor... Romancı ustalığı, şair duygusallığı ile paçal edilmiş duygu çorbası pek çoğu... Nereye varmak istedikleri bile belli değil, birine laf mı çarpıtıyorlar, yoksa 'aşk istiyorum' diye inim inim inliyorlar mı anlamak mümkün değil bu koordinasyonsuz heveskar yazıcıları...

Kirkegaard ne demiş 'İnsan zekasının sevgiyi anlatma çabası, gülünç olmaktan öteye geçemez'... Ben de diyorum ki ' Öfkeli veya hisli tavırlar takınarak aşk konusunda konuşmak boş konuşmaktır. Birine değil, aşkın kelimelerle anlam bulmasına aşık olmaktır'. Neyse, doğrudan bana baka baka konuşmasınlar da ne yaparlarsa yapsınlar...

Aşk hakkında engin bilgi edinmek istiyorsanız, bu tuhaf yazılara değil, kütüphanenize başvurmalısınız... Çeşit çeşit aşk yaklaşımlarını zevkle okuyabilirsiniz bir solukta... Mitolojide başka, Antik Yunan'da başka, Avrupa'da başka, Latin Edebiyatında başka, Çinlilerde başka, Divan Edebiyatında başka, Halk Edebiyatında başka yaşanıyor aşk. Aşkı teorik olarak, kelimelerle yaşamaya razı iseniz tüm dünya coğrafyasında, çeşitli çağlarda tonla aşk yaşarsınız bu sayede... Mesela, Avrupa'daki mutlu aşk anlayışında bir keder, bir sadakatsizlik, bir ölüm varken, Türk Edebiyatı'nda hep bir kavuşamamak hikayesi bulursunuz. Benim neyim eksik ben de yaşayacağım böyle aşk diye tuturursanız, çok önemli bir detayı da atlamamak gerek. Büyük aşklar sıradan insanlarla yaşanmaz, ulaşılamaz mevkilerin ve inanılmaz güzelliklerin hakkıdır aşk çoğu hikayede. Yine çoğu imkansız aşklar olup, sonunda ölümle bedenleri lanetlenir bu aşıkların ve ruhları tanrı katında birleşir... Biraz göksel, biraz tanrısal, biraz soylu bir şeydir aşk bu anlatılanlara göre... Her önüne gelene nasip değildir yani... En azından ruh zenginliği şartı aranır aşkta... Tabi bunlar benim okuduklarımdan anladıklarım, sadece bir sentez... Bir nevi ev ödevi.

Aşkı da, kendi geleneğimizden değil de Avrupalılardan aldıysak eğer, benim bildiğim Avrupalının aşkının gerisinde yatan, aşkın zaferiyle yenilmek, ezilmek isteğidir... Aşk kahramanları çok güçlüdür, sıradan değildir... Ve o büyük aşk en güçlü kahramanlardan bile güçlüdür ve onları yener... Aşkın gücü de buradadır belki....Orta tabakada ise böyle aşklar hiç görülmez.. Orta tabaka fazla fazla mutlu mutsuz aile ilişkilerine konu olur. Evlilik aşkı öldürürür edebiyatının ilk örnekleri bu birlikteliklerdeki sönük aşk münasebetlerinden ileri gelmektedir belki kimbilir, oysa evlilik çocuk yetiştirmek içindir, aşk yaşamak için değil.

Edebiyat klasiklerinde bütün büyük aşklar, büyük bir tutkuyla yaşanır ve sonunda genellikle ya ölüm ya da zulüm yoluyla ayrılık vardır...

Oysa biz şimdi ne yapıyoruz?. İlk geceden bedenleri birleştirip, sonra ruhların tanrı katına çıkmaları için ertesi gün cep mesajlarındaki aşk sözcüklerinden medet umuyoruz. Aşk doğuştan kazanılmış bir duygu değil oysa, herkese nasip olmaz... Aşk Edebiyatı yazarlarının pek çoğuna da nasip olamadığı gibi... Çünkü aşk tek başına yaşanmaz... Zenginleştirilmiş bir hayata bakış ve ruhsal derinlik ile belki aşk romanı olup kağıda dökülür olsa olsa.... Oysa bizler ne yapıyoruz? Bir aşk şiiri bile yazamayacak ruh halimizle her ilişkiye aşkı dayatıyoruz... Orta tabaka gibi çalışıp, kaymak tabaka gibi aşk yaşamak istiyoruz... En has aşk hikayelerine konu olan orta tabakaya özgü aşk üçgenleri bile tanınmayacak hale geldi... İki sevgili arasındaki mutlak kaynama noktasına erişmek için üçüncü sahıs ateşlemesi şart oldu sanki... Ekonomik çıkarlardan başka hiçbir akla mantığa sığmayan birlikteliklerin, başarısız cinsel ilişkilerin bahanesi oldu aşk... Hangi edebi aşkta böyle bir uygulama görülmüş? Hangi tutkulu aşkın gelecek için sigortası, ateşleyici fitili ve şehvet dolu gecesi varmış acaba? Okuduğumuzu da mı anlamıyoruz ne?

Aşkı da seksi de sinemalardan, dergilerden, internet geyiklerinden öğrenmeye çalışıyoruz... Bir cepten, öbür cebe aşk transferlieri ile modern aşkı haftadonları yaşama peşindeyiz genellikle. Gerçi bunlar hep çağdaş sevgi anlayışı kapsamına giren yeni duygu akımları, üstelik maliyeti iki kontör ya da evde pişen bir fincan kahve...

Eee, nereden öğrenecek bu yeni pop gençlik aşkı?.. Şarkı sözlerinden mi? Cep mesajlarından mı? Kahve fallarından mı?Yoksa kitaplardan mı? Gerçi şiir roman okuyarak da vakit öldürmek istemiyorlar, zaten okusalarda eski yazarların dilini anlamaları da pek mümkün değil, yeni edebiyatçılar da hiç giyim kuşam bir aşk masalı üretmiyor. Barlarda, cafeler de koyulaşan muhabetlerin sonucunda varılan 'Bende bir kahve içer miydin?' noktasından da aşk çıkmadığını eninde sonunda kavrayanlar, form alanlarında tartışıp bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar... Bizim form alanında en çok reyting alan 'bu' konuya bir iki cevabım biraz acımasız olmuştu galiba...

'Ne o laf dönüp dolaşıp aşka geliyor.. Seksten bıktınız mı?
"Gençler, tensel ile cinsel olanı çorba ettiler, şimdi donlarında aşkı arıyorlar..." ... Gençlerden çıt çıkmadı.

Peki herkesin harıl harıl aradığı aşk nerede? Şiirlerde mi? Şarkılarda mı? Romanlarda mı? Osman abimizin dediği gibi aşk kayboldu mu yoksa? İnanın tam bilmiyorum... Belki de bu tutkulu duygunun 'pes' etmesinin sebebi yeni 'pop' anlayışı yüzündendir... 'Kukusal' olma özelliği yüzünden 'Kutsal' olma özelliğini yitirmiş olmasındadır... 'Anlamak' için değil, 'Unutmak' için beslenen çağdaş sevgi anlayışı yüzündendir...

Tecrübenin bu dünyada bir önemi kaldıysa hala, size iki yol önerebilirim:
Birincisi, eğer aşkı hala bedeninizde aramaya niyetiniz varsa kesinlikle göbek deliğinden daha yukarlarda bir yerlerde arayın derim... İllaki tüm bedenimle aşkı yaşacağım diyorsanız ve bildiğinizi okuyacaksanız o zaman aşktan tamamen kurtulmak için coniler gibi pornografiye takılın...

İkincisi, eğer hala benliklerinizi başkalarının benlikleri ile birleştirmek arzusundaysanız; bireyci bir duygu olan aşk, bu iş için çok zayıf kalır diyebilirim... Önce aşkı keşfetti insanoğlu. Sonra aileyi ve cinselliği. Ve bunları çok yanlış bir yere, aşkın yanı başına koydu ve böylece de hepsine son noktayı koymuş oldu...

Sıra dostluğun ve yakınlığın keşfinde artık... Önümüzdeki yıllarda insanlığın en büyük özleminin bu olacağına, Avrupanın sizlerin karşısına bu yeni keşifiyle çıkacağına ve bu keşfini aşkın tam karşısına koyacağına hiç şüphem yok...

Aradığınız şeyin 'tek bir kişi' olmadığını, vazgeçilmez olan şeyin sevgili değil, sevgi olduğunu Avrupalılardan önce, benden sonra ilk sizin keşfetmeniz dileğiyle...

mehtap_akdeniz@yahoo.com

 Ankara'lı Kahveci : Serpil Yıldız


Kızılderililer

Çalışma masamın sol çaprazında duran dolaptaki dergilerden birinin kapağına takıldı gözlerim bu sabah. Alnının tam ortasından burnunun üzerine uzanan bir perçemi de olan uzun siyah saçları; elmacık kemiklerinden başlayan, dudaklarının altından geçerek çene altına kadar kırmızıya boyanmış yüzü, yer yer sarı, turuncu, gri ve siyah tonlarda uzunlu-kısalı kuş tüyleriyle donatılmış kafası, yine tüy ve işlemeler kullanılarak süslenmiş giysisi, aynı kumaştan yapılmış bir eldiven takılı sol elinde tuttuğu çok süslü bir kın. Düz ve aynı siyahlıktaki kaşların altından, aşağı çekik, yarı düşük gözkapaklarının arasından bakan kömür siyahı gözlerle, gururlu, tehditkar, çekici, etkileyici bir duruş.

Bir Potomac kızılderilisinin fotogerçekçi resmedilmiş portresi aslında anlatmaya çalıştığım. Smithsonian adlı derginin, "kapak konusu" olmuş anlaşılan. "Yeni sayı galiba" dediğim derginin, Potomac kızılderililerini nasıl işlediğini de henüz bilmiyorum -bir ara okurum nasılsa.
.....

Kızılderililerle ya da daha doğru bir söylemle kızılderili kavramıyla ilk karşılaştığım zamanı anımsamakta biraz zorlandım. Okuma-yazmayı öğrendiğim o ilk beş senede ırklar konusu işlenirken mi ya da aynı yıllarda okumaya başladığım, beyaz Amerikan halkının, İngilizlere karşı verdiği mücadelenin kahramanlık hikayelerini içeren çizgi romanları okurken mi oldu bu bilgilenme, ayırdında değilim. Ders kitaplarından bir ırk, çizgi romanlardan da kafa derisi yüzen, vahşi düşmanlar olarak kaldı belleğimda yıllarca; hatta, kafa derimi yüzdürmemek için çabalayıp, kan ter içinde uyandığım kabuslarım bile vardı. Zamanla, rastladıkça-buldukça inceleyebildiğim çeşitli kaynaklardan öğrenebildiklerimle, çocuk kafama kazınanlar arasındaki uçurumun büyüklüğü, hayret nidalarımın giderek yükselmesine neden olmuştu. Hâlâ kızılderililerle ilgili bilgimin çok yetersiz ve sorabildiğim soruları yanıtlamaktan çoook uzak olduğunu biliyorum. Cehaletimin arkasında biraz kendi tembelliğimin, ama daha çok bir tarihi ve kültürü yok edip, üzerine sünger çeken, dayatmacı bir anlayışın payı var gibi.
.....

Çocukluğumda en sevdiğim konulardan biriydi Tarih. Deli gibi okur, okuduğum herşeyin de gerçek olduğuna inanırdım. O yıllarda Tarih yazarlarının tarafsızlığını, güvenirliliğini sorgulamak aklıma gelmez, Tarih yazmanın, yazdırmanın ve okutup, inandırmanın geleceğin yönlendiricisi, belirleyicisi olabileceğini hayal bile edemezdim.

Şimdiyse, kısacık ömrümde tanıklık ettiğim "Tarih"in bile, ne denli bir dönüşüm geçirdiğinin ayırdındayım. Tek bir coğrafya olmadığı gibi, tek bir Tarih de yok ne yazık ki. Herkes, her topluluk, her ülke, her kıta kendi objektif tarihini yazmaktan mı aciz; ya da, Tarih büyük oyunun gizli-güçlü son kozu-hilesi olarak mı kullanılıyor; yoksa Tarih, güç dengelerine dayalı kurulmuş varoluş düzenlerinin, zayıfı hergün daha yetersiz ve konuşamaz kılma gayretiyle, gücüne güç katan bir hegomanyanın kılıçtan keskin, atomdan ağır silahımı olmuş; bilemiyorum; belki bir vahim ama, artık tarihe inanmıyorum.
......

Potomac kızılderilisi olduğu söylenen bu portrenin, çoğunluğu yok edilen, kalanları da asimilasyona uğratılmış bir ırkın, geçmişinden hangi izi(/leri) taşıdığını kavramaz bir halde, resmi kimin yaptığını sorgularken buluyorum kendimi; parmaklarım klavyede bu yazıyı tuşlarken....

Serpil Yıldız

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Kalıpların Bizleri Götüreceği Yer

Kalıpların bizleri götürebileceği en iyi yer, "mevcut sistemin uyumlu bir parçası olarak onunla bütünleşerek varlığını sürdürmek" şeklinde özetlenebilecek vasat düzeyde bir başarıdan öteye geçemez.

Oysa kalıplardan sıyrılma cesaretini gösterebilenler, genellikle o güne kadar kimsenin gidemediği noktalara erişip büyük başarıların sahipleri olurlar.
.........

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_74.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.174 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


ÇİNGENELERİM

deniz kenarına inen çingenelerim
sulara içmeden bakarlar
o sular tuzludur
balıklar içer

yeşil otların içine gömülen çingenelerim
otları yemezler
o otlar tatsızdır
katırlar yer

çiçekli şalvar seven çingenelerim
çiçeği sevmezler
kalem parmaklı çingenelerim
kalem tutmazlar
falıma bakarlar da
yüzüme bakmazlar
elime bakarlar da
ayağıma bakmazlar
paramı isterler de
beni istemezler

yüzlerini güneşle yıkayan çingene kızlarım
kibarım diye bana gönül vermezler

ASAF HALET ÇELEBİ

<#><#><#><#><#><#><#>

GÖZLERİM KİMİ GÖRDÜLER

odalarda oturdum
odaları kapladım
sokaklara çıktım
sokakları doldurdum
görünen her şey ben oldum
ve her şey beni gören göz oldu
ve ben görünmez oldum

ASAF HALET ÇELEBİ
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 SACHERTORTE

Avusturya’dan bir başka tarif... Biraz meşakkatli ama uğraştığınıza değecek...

130 g margarin (oda sıcaklığında)
110 g toz şeker
6 yumurta (sarısı ve beyazı ayrılacak)
130 g bitter çikolata
130 g un
150 g marmelat (hepsi olur ama kayısı ya da şeftali önerilir)
110 g şeker (evet, biliyorum, yazmıştık. Bir 110 grama daha ihtiyacımız olacak)

Margarini ve 110 g şekeri köpürene dek mikser ile çırpın. Yumurta sarılarını teker teker ilave ederek çırpmaya devam edin. Başka bir kapta benmari usulü (ocağa koyacağınız su dolu bir tencerenin içine oturttuğunuz başka bir kapta yavaş yavaş eriterek) erittiğiniz çikolatayı ekleyin. İyice karıştırın. Bu arada biraz çabuk olmanız gerekecek. Başka bir kapta yumurta aklarını ve diğer 110 g şekeri köpük köpük oluncaya değin çırpın. Bunu yavaş yavaş hamurunuza ekleyin. Unu da yavaş yavaş ilave ederek hamurunuzu tamamlayın.

Hamurunuzu hafif yağladığınız kalıba dökün. 150 derece fırında yaklaşık 1 saat pişirin. Çıkarınca bir süre soğuması için beklemelisiniz.

Soğuduktan sonra keki eşit olarak üç kat halinde kesin. İlk katı servis tabağına alın ve üzerine marmelatınızdan sürün. Üzerine orta katı kapatın. Yine marmelat sürün. En son katı da kapattıktan sonra yine marmelat sürmelisiniz...

ŞİMDİİİİ....
Keki tamamlamak için çikolata sosu yapmalısınız. Bunun için;
300 g toz şeker
250 g bitter çikolata
120 g su

Toz şeker ve suyu tencereye alın. Kısık ateşte şeker erimeye başlayınca parçaladığınız çikolatalarınızı ekleyin. Sürekli karıştırarak çikolatanın da erimesini sağlayın. 5-6 dakika pişirdikten sonra tencerenizi soğuk su (hatta buzlu su) dolu başka bir kabın içine oturtun. Sürekli karıştırarak ılımasını ve koyulaşmasını sağlayın. İşte bu sırada sosunuzu kekinizin üzerine sürebilirsiniz artık. Kekin etrafına da sürmeyi ihmal etmeyin. Spatula ya da büyük bir bıçağın sırtı ile kekin üzerindeki ve etrafındaki sosu düzeltin. Soğuması ve sosun katılaşması için bir süre buzdolabında bekletmelisiniz...

Kahvenin yanında mükemmel bir tat... Uğraştığınıza değecek...

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


Delik Delin

Uçak fabrikasında yeni bir tasarım. Herşey mükemmel. İlk test uçuşu fakat uçağın kanatları gövdeyle bağlantı yerinden kopuyor. Tüm ekip enkazın başında. Birisi "kanatla gövdenin birleştiği yerlere delik delin" diyor. Yeniden hesaplamalar, iki yıllık çalışma, test uçuşu. Ne yazık ki akıbet aynı. Kanatlar yok. Fabrikaya taşınan enkazın başındaki acayip adamdan aynı öneri. "Delik delin kardeşim." Üçüncü denemenin de akıbeti aynı olunca proje sorumluları acayip adamın dediklerini uygularlar. Sonuç tam bir BAŞARI. İnanılmaz bir sağlamlık. Acayip adamı fabrika içinde bulurlar ve proje müdürünün önüne getirirler. "Biz bu kadar Profesör ve Mühendis, bilim adamı çözemedik, sen çözdün bu sorunu; kimsin sen?" Adamcağız sıkılarak:
"Tuvalet temizleyicisiyim, kahrolası tuvalet kağıtları hiç bir zaman delikli yerlerinden kopmazlar da!".

 Kıraathane Panosu




UÇURTMAYI VURMASINLAR...
BU GÜZEL FİLMİ, SANIRIM SEYRETMEYENİMİZ YOKTUR.
YALNIZ; TİYATROYA UYARLANIŞINI GÖRMEK İSTERSENİZ EĞER, BU GÜZEL OYUNU KAÇIRMAYIN.

BU ARADA, FİLMİN BİR TİYATRO ESERİ OLARAK SAHNELENİŞİ İLK OLARAK GÖKTAN GÜÇLÜ TARAFINDAN YAPILIYOR OLMASIDA AYRI BİR GÜZELLİK,,

TARİH: 19-20-21 MART
YER :
100.YIL KÜLTÜR MRK. ULUS/ANKARA
SAAT : 20.00
BİLET FİYATI: 5.000.000-TL

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.rathergood.com/punk_kittens/
Ve işte karşınızda rakçı kedi biraderler. Yeni çıkardıkları "fell in love with a girl" isimli çılgın parçalarıyla siz fanatik sevenleriyle buluşuyorlar. Şarkı biraz tanıdık geldi ama neyse siz eğlenmenize bakın...

http://lollygagger.org/artists/manfish/GeorgieW.swf
George Walker Bush için hazırlanmış nadide eserlerden bir daha... Burada anlatılmak istenilen şeyi anlamak için alim olmaya gerek yok sanırım. Sağ gösterip sol vuran, bir gün verdiği sözü ertesi gün unutan yöneticilere ithaf olunur.

http://mm.dfilm.com/mm2s/mm_route.php?id=916969
Kendi flash animasyonunuzu hazırlamanız için küçük ama hoş bir alternatif. Verdiğim kısayolda kendi hazırladığım bir flash animasyonu bulacaksınız. Animasyonun sonundaki "create your own movie" seçeneğini tıklayarak sizler de kendi çalışmanızı yapabilirsiniz.

http://billyblob.com/animation_f/karma.html
Yine bir flash animasyon daha... Fakat bu defa gerçekten animasyon dalında ödül kazanmış bir film seyredeceksiniz. Hem konu olarak hem de çalışma olarak gerçekten çok başarılı bir animasyon örneği. İyi seyirler.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Visualizer Image Browser v2.0 [2.6M] W9x/2k/XP FREE
http://www.freeimagebrowser.com/
10 değişik resim formatını destekleyen. Klasör içindeki dosyaları karşınıza drp down menü sistemi ile getiren basit ama kullanışlı bir resim izleyici program. Thumbnail'ler yaratarak HTML sayfaları yapmanızı, müzik ekli slide show hazırlamanızı da sağlıyor. Ücretsiz olması en artı puanı. İhtiyacınız varsa mutlaka deneyin derim.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030314.asp
ISSN: 1303-8923
14 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com