KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



ÜZGÜNÜM! KANADIM KIRILDI, BAŞARAMADIM...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 227

 25 Mart 2003 - Acemi şöförlerin rallisi


Merhabalar,

Reklamın iyisi kötüsü olmaz, reklam reklamdır. Tanıyanların beynine kazınır, tanımayanlar da tanımak zorunda kalır. ABD pasaportlu, kravatlı yahut omzu kalabalık birinin ekrana çıktığını gören her gazetecinin sorduğu 3 sorudan biri Türkiye, diğeri Kuzey Irak. Reklam dediğin de böyle olur işte. Verilen cevaplar aynı olmasa da, cevaba hazırlanma süreci aynı. 3-5 saniyelik duraksama, kafayı sağdan sola hafifçe çeviriş ve "Eee.." diye başlayan tedirgin sözcükler. Desem mi demesem mi arasında gidip gelen kaçamak cevaplar. En başından beri tek ve değişmez cevabı veren bir kişi var o da Bush. "Türkiye'nin Kuzey Irak ziyareti ikinci bir emre kadar ertelenmiştir." Düşünüp tartıp konuşabilme yeteneği olsa başka şeyler de diyebilir mutlaka ama şimdilik ezberlediği bu kadar, idareli kullanmalı.

Son bir haftadır acemi şöförlere teslim memleketimin başına gelip gidenleri, 6 ay önce Spielberg film yapmaya kalksaydı, adamı yerden yere vurup ömür boyu boykotla cezalandırırdık. "Yuh be kardeşim bu kadar da olmaz ki" der filmi tarihin çöplüğüne atıp unuturduk. Oysa o filmi şimdi aynısıyla yaşıyoruz. ABD'ye gidip, savaş ganimeti olarak dış borcun dörtte üçünü isteyince kovulmaktan beter olan 2 bakan, "Siz merak etmeyin, herşey istediğiniz gibi olacak." diye söz veren yetkisiz yetkililer. Buna inanıp 3000 tane araçla binlerce mühimmatı Güneydoğuya yığan saf Amerikalıları "Nanikkk" diye uğurlayanlar. Batık ekonomiyi kurtarmak için and içen ama nefes aldırmayı bile beceremeyip yeniden yoğun bakıma sokanlar. ABD olmazsa AB var deyip, ardından ne İsa'ya ne Musa'ya yaranıp sap gibi ortada kalanlar. Kimbilir bizim bilmediğimiz daha ne ayrıntılar. Allahaşkına elinizi vicdanınıza koyup bir düşünün, 2 ay önce biri çıkıp bunların olacağını söyleseydi adamı dövmezmiydiniz?

Acemilik sadece bizim şöförlere has değil elbette. Savaşı sinemalarda izleyip savaş çıkaran başkomutan Bush bir taktik hata yaparak, Bruce Willis ya da Steven Segal'i ordunun başına koyacağına, tuttu Franks diye bir başka acemi askeri atadı. Arap askerini, arabın yalellisiyle karıştıran Franks 3 günde şapa oturdu. Akıllı dediği bombaları benim memleketime, patriotları kan kardeşinin uçaklarına attı. Çifteyle avlanmaktan kurtulan Skorskyler birbirine çarpıp yerle yeksan oldu. 2000 kişilik Umm Kasr'da 4 gündür burnunu çıkartamayan Amerikalı kahramanlar 2 milyonluk Bağdat'ta ne halt edecekler acaba. Hem bu sefer karşılarında çapulcu değil, paraya pula doymuş, karnı tok, tam teçhizatlı bir ordu ve kendilerinden nefret eden bir halk bulacaklar. İşin zor be Franks. Hazırol Bruce, heran göreve çağrılabilirsin.

Sözün özü, içerde bizim şöförler, cephede onlarınkiler derken bu savaştan kurtulmamız zor olacağa benzer. Helal olsun Bush'a, aklı kıt mıt ama bakın bunu bile bildi. "Bu savaş sandığımızdan uzun sürebilir." demedi mi? Aynen günde 2 defa doğru zamanı gösteren durmuş, bozuk saat gibi.

Dün "Utandım" demiştim. Utandığım anlık bencilliğimdi. Bunu okuyan bir yıllanmış dosttan aşağıdaki epostayı aldım. Bu özel ama güzel satırları sizinde okumanızı istiyorum. Hele o son paragrafta söyledikleri yok mu... Sağolasın canım kardeşim.

"Sevgili Arkadaşım,

Savaşla ilgili olarak aynı absürd hisleri yaşıyoruz... Savaş hali ön camı darbelerle bembeyaz buzlu cam gibi paramparça çatlamış bir arabanın direksiyonunda yolu görmeye çalışır vaziyette bıraktı bizleri... Nereye baksan, nereye yönelsen o kırık camların ardından bakıyoruz ve o kıymık kıymık çatlakların arasından zor bela görebildiklerimizle yol almaya çalışıyoruz. Kalıcı bir paradigma olarak giydik savaşı çoktan...

Aslı aynı paradigmayı 11 Eylül'den sonra Amerikalılar giymişti... Kartpostallarda, ansiklopedilerde, filmlerde ikiz kuleleri gördüklerinde içlerini başedilmez bir pişmanlık ve hınç kaplıyordu... O paradigmayla bu güne kadar tırmanan hisleri onları Bağdat'a kadar getirdi... Şimdi tüm Dünya kamuoyuyla birlikte bizler kuşandığımız bu paradigma ile farklı bir yer arıyoruz gidecek... Bence, "savaş", "askerlik", "ülkeye hizmet" ve "terör" kavramları yepyeni anlamlar kazanacak... Belki de insanlar yepyeni bir anlayışa ulaşacaklar bu acıların tetiklediği düşünsel hareketlilikle...

Fakat sen nereye gittin be ustam arabana atlayıp? O güzel ellerin arabanın karlarını temizlerken üşümesin diye bu akşam bir benzinciye uğrayıp sana sapına içi peluşlu bir eldiven yapıştırılmış olan bir kar temizleme/buz kazıma küreği alıp yollamak istiyorum. Hiç değilse bir dahaki seneye karları temizlerken ellerin üşümez ve beni anarsın...

Kendine iyi bak, her kötü şey de bazı güzel şeylerin başlangıcı olabilir... Dertlenmemeye çalış... Eminim ki senin çocukların gülümseyişleri de benimkilerin bende bıraktığı dağılma etkisini yapıyordur... Onlarla vakit geçir, alnını onlardan birinin alnına dayayıp ikiniz de tek gözlü gözükene kadar göz göze dalın birbirinize... "


Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Cafe Azur : Suna Keleşoğlu


Pace

Merhaba,

Milano benim şehirler albümünde griye denk düşer. Genelde kışın gittiğimizden mi ne, ya yağmur yağar ya da buz gibi soğuk bir havası vardır. Şimdi Milanoseverler tarafından topa tutulmak istemem. Ama işte Azur mavisine alışınca zor oluyor griyi benimsemek...

Milano caddelerinde yürümek, Duomo meydanında şöyle bir tur atmanın keyfine diyecek yoktur. Bir de makarnaları ve güzel kahvelerini hep severim.

Bize 350 km mesafedeki bu şehir, Akdenizin dalga seslerinin sakinliğine alışkın bizlere hayli gürültülü karşılamalar hazırlasa da, bu kalabalık şehir gürültüsü ruhuma iyi gelir. Çünkü çam ağaçları arasındaki sessizliğimi ancak böylesi sesler ile unuturum. Motor sesleri, sokak şarkılarına karışır, hızlı konuşan İtalyanların sokak sohbetleri ile nerede olduğumu hatırlarım…ve yaşama karışırım…

Yalancı bir güneş ile kandırdı bu haftasonu beni, akşama saklamıştı soğuk süprizini…Uc saate varan araba yolculuğundan sonra Milano'ya vardığımızda güzel bir öğle havası vardı. Benim hayallerimin gri şehri gitmiş tüm pencereler güneşe açılmıştı…

Geniş caddeler ve kocaman apartmanlar arasından şehre karıştıkça gökkuşağı açmaya başladı. Oysa yağmur yağmamıştı…

Ben, gri ve gökkuşağı.

Araba yolculuğu ve iki ülke arasındaki onca tünelin ardından gözlerim bozuldu zannettim. Koyu renk binalar arasında güneş parıltısı. Bulutlara uzanan apartmanlar baharı selamlıyorlardı. Birden savaşı unuttum…

Neredeyse tüm pencerelerde gökkuşağı açmıştı…

Ve ben arabanın açık penceresinden gelen güzel kahve kokusunun peşine düşmüştüm.

Caddelerde ilerledikçe üzerinde PACE yazan gökkuşağı renkli bayrakların sayısı artmaya başladı… Bir rüya gibiydi.

Takip ettiğimiz cadde boyunca tüm binaların pencerelerini yedi renkli ve Barış yazılı bu bayraklar süslüyordu…

Küçük kasabalarda yapılan savaşa hayır yürüyüşlerinden başkasını görmemiştim. Televizyonlarda gördüğüm sesli mitingler hariç…

Ama şimdi sanki tüm şehir sessiz ama ses getiren bir karşı koyuş yaşıyordu…

Biraz geç..

Bu bayraklar ne zamandır pencerelerde bilemiyorum ama ben görmek için geç kalmıştım…

Ve her renge bir duygumu koydum.

Mor Hayal etmek
Lacivert Paylaşmak
Mavi Umut etmek
Yeşil Huzurlu olmak
Sarı Barış ile yaşamak
Turuncu Mutlu olmak ve mutlu etmek
Kırmızı Sevgi…

Kulağıma hoş geldi…
Şehir kalabalık, birazdan güneş batar, bir tomates ve fesleğen soslu bir makarna yemeli…
Hala kahve kokusu geliyor.
Milano ise benim için hala gri ama ben gökkuşağını gördüm ya, dönerken gülümsüyordum…

Bu savaşı başlatanların uzun süredir yağmuru ve sonrasındaki gökkuşağını unuttuklarını düşünüyorum…Öyle olmasaydı yağmur sonrası güneşle parlayan gökkuşağının renklerine karışan çocukların seslerine kulak verirlerdi…

Şimdi yağan yağmurlar hep ağlayan çocuk gözyaşlarını akıtıyor…

Ve gökkuşağı rengindeki hayır sesleri de yetmedi.

Yine de içim hala umutla dolu. Ben de barış açan tüm pencerelere gözlerimle selam gönderdim…

Ne güzel isim BARIŞ…

SunA.K.
24.03.2003
skelesoglu@eudoramail.com

 Kahveci Köyün Kavalcısı : Feride Masal


Bunalım Billur Arkadaşına Açılıyor

İşte hepsi bu Aysel. Biliyorum sana daha önce anlatmadığım için kızgınsın bana ama senin de derdin başından aşkın. Bebek bir yandan, kayınvaliden bir yandan.. Sahi nasılsın sen? Murat'la nasıl gidiyor. Biliyorum arkadaşım, siz gerçekten aşıksınız birbirinize. Araya anneler girmese daha iyi olacaksınız ama madem bebeği kimselere bırakamıyorsun, büyüyünceye kadar sabredeceksin, idare edeceksin...
Ben mi, ne olsun? Son bir ayda işler iyice karıştı. Hasan olayını biliyorsun. Anlamayan kalmadı zaten şirkette. Bir anda bana büyük bir ilgi göstermeye başladı. Aşkım diye yere göğe koyamadığım Onur, benimle evlenmek istiyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Onur evlenme teklif edene kadar çok mutluydum. Tekliften sonra birden değiştim. Ne olduğunu anlayamadım. Soğudum ondan. Sanki bir büyüyü bozdu. Onu sevdiğimi mi sanıyorum acaba? Kendimi mi kandırdım aylardır?

Nefret ettiğim Hasan'ın ilgisi ise beni mutlu ediyor. Yani Hasan evlenelim dese hemen evet derim ama bu da bana doğru gelmiyor. Bende ne var anlamıyorum?

Evlilik dediğin nedir? Belki de evlenirsem hayatım birden boşalacak, ondan korkuyorum. Yani bugüne kadar hep bir erkek arkadaşım oldu. Amacım evlenip bir aile sahibi olmaktı. Şimdi evlenirsem arayışım bitecek. Yerine yeni bir arayış koyabilecek miyim? Koyamazsam birdenbire boşlukta kalmayacak mıyım? Bu mu beni korkutuyor acaba? Biliyorum saçmaladığımı, sesli düşünüyorum işte. Bütün içimi döküyorum sana. Sen bir yıldır evlisin. Söylesene ne değişti hayatında? Sadece ilk beş altı ay mutluydun. Sonra hamilelik, doğum, bebeğe kim bakacak tartışmaları derken bütün tadın kaçtı? Hayatın kaydı diyebiliriz yani... Pişmanlık duyuyor musun? Ya da şimdi olsa şöyle yapardım dediğin oldu mu hiç? Hah hah ha nerdee? Sanki etraf bekar erkek kaynıyor da anasız-babasızını nerde bulacağız? Bebek olmasaydı yine sorunların olur muydu, bunu hiç düşündün mü?

Güldüğüme bakma valla. Hiç uyku uyumuyorum. Tek konum bu. İşe kendimi veremiyorum. Annemle telefonda konuşurken hiç dinlemiyorum, arada sırada evet falan diyorum. Böyle gitmez, kafayı yiyeceğim sonunda... Bazen evleneyim Hasan'la diyorum. Bu kadar büyütmeme gerek yok. Yürümezse boşanırım, ne olur? Ooof haklısın, dul olmak daha zor.

Hasan'la evleneyim derken, acaba Onur'la evlenmediğim için pişmanlık duyar mıyım diye de düşünmeden duramıyorum. Ya çok pişman olursam? Ya Hasan'ı bırakıp Onur'a gider, onunla da mutlu olmazsam? Ben duygularımı anlayamıyorum. Mesela sen Murat'ı sevdiğinden nasıl emin oldun? Böyle şeyleri bilirsin diyorsun ama bak bana bilemiyorum işte! Ben kimi seviyorum? Yoksa ikisini de sevmiyor muyum?

*** *** *** *** ***

Dört bölümdür okuduğunuz Billur, benim yeğenim. Ben onun ağzından yazdım olanları. Ben Billur'un teyzesiyim. O her derdini benimle paylaşır. Özellikle şu son iki yılını neredeyse birlikte yaşadık. Kızcağız, son iki yılını hiç abartısız bu anlattıklarımı yaşayarak geçirdi. Sonunda bir sürü karışıklıktan, karar verip vazgeçmelerden, ağlama seanslarından, sinir krizlerinden sonra Hasan'la evlendi. İkinci yıl dolmadan boşandı. Allahtan çocuk yapmadı. Onur'u bir daha hiç görmedi, buna üzülmedi de. Tek kazandığı anne ve babasının baskısından kurtulmak oldu. Garip bir şekilde anne ve babasının evlenip ayrılmış kızlarına karşı davranışları çok değişti. Artık onu eskisi gibi sıkmıyorlar, kararlarına karışmıyorlar.

Evliliği yürütememek Billur'u çok üzdü ama şimdi mutlu görünüyor. Yeni yeni kendine de bana da evlenmiş olmak için evlendiğini ama bunu şimdi anladığını itiraf ediyor. Bana sorarsanız bu kısa evliliğin Billur'a çok yararı oldu. Şimdi daha kendine güvenli. Artık erkek arkadaş konusunda eskisi gibi baskıcı değil. Arkadaşı iki gün aramasa bile normal karşılıyor.

Ama benim bu olanları yazmaktaki amacım, Billur'un hikayesini sizinle paylaşmaktan öte, Billur ve yaşı otuza gelmiş veya gelmek üzere, evlilik çağım geçiyor diyen arkadaşlarının dramı. Son üç-dört yıl içinde Billur ve arkadaşlarıyla çok sık beraber oldum. Bana tüm dertlerini, endişelerini, beklentilerini anlattılar. Hepsi Billur gibi kendine güvensiz değildi. Ancak konu evliliğe gelince hepsi tek görüşteydiler: Artık evlenmem lazım, doğru kişiyi buldum mu, evlenmem gereken bu mu, pişman olur muyum?... Hepsi pembe bir dünyanın hayalini kurmuş, gerçekleşmeyince bunalıma giren kızlardı. Oysa gerçek bir dünyada yaşayan, mali durumu iyi sayılabilecek ailelerin, iyi okumuş kızlarıydılar. Bu hayal dünyasına hangi etkilerle girdiler, ben çözemedim.

Onlara yaşam boyunca 'yapmam gereken bu mu' sorusuyla sık sık karşı karşıya kalacaklarını, bu sorunun sadece evlilik için değil, örneğin çocuk doğurma, ev-araba satın alma, iş değiştirme ve çoğunlukla çok daha basit konularda hep karşılarına çıkacağını defalarca anlattım.

Aslında geleceklerini ağırlıklı olarak evlilik üzerine kurmuş bu gençlerin haline çok üzüldüğüm için paylaşmak istedim sizinle.

(5 bölümlük bu dizi, etrafımdaki Billur'lardan esinlenerek yazılmış bir kurgudur.)

Feride Masal

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Mart

Sevemedim bu sene aylardan MART'ı. Belki savaştan, belki düzelmeyen havalardan. Bilmiyorum ama biraz araştırma yapınca hakkında, tahmin ettiğim gibi de çıkmadı değil hani ! Biliyorsunuz ki çok önemli bir güne de imza atıyor bu MART ama yine de nedense sempatik olamadı gözümde. Her biri birçok özelliğiyle birbirinden farklı olsalar bile koskoca bir yıl içinde 2 gün birbiriyle tıpatıp aynıdır. Mart ve Eylül'ün 21'inden söz ediyorum tahmin ettiğiniz gibi. Elbette farklı oldukları yanlar da var, örneğin; aynı güne denk gelmiyorlar ama yine de benzerlikleri çok güçlü..

Her ikisi de 12'şer saat ile eşitlenmişlerdir GÜN ile TÜN her iki ayın 21'inde. MART eşitliğinden tam 183 gün sonra tekrar eşitleniyorlar EYLÜL'de, 182 gün sonra ( dört yılda bir 183 gün ) tekrar eşitleniyorlar MART'da. Bu eşitlik gününde 12-12 saat beraberliği olması nedeniyle; GÜNAYDIN sözcüğünün TÜNAYDIN'dan hiçbir farkı kalmamış oluyor ve bu durumda farklı olanları ayıklarsak ortaya çıkan sanırım : ÜNAYDIN. Bu durumda yılda 2 kere ÜNAYDIN demeliyiz, ya da tersten gidersek şayet; kim daha baskın oluyorsa, örneğin 22 MART'a baktığımızda Gün, Tün'den daha fazla süreye sahip olduğundan artık TÜNAYDIN demek adet olmalı ve devam edersek 22 EYLÜL'den itibaren GÜNAYDIN..

Bu ıvır zıvır bilgiler için araştırmacı-gazetecilik yapmasam da; atasözleri ve deyimleri araştırdım MART için ve bulduklarımı sizinle paylaşmak istedim her zamanki gibi. Öncelikle ; " MART ayı dert ayı " ve " MART çıkmadıkça dert çıkmaz " diyerek MART ile DERT arasında bir benzerlik ve uyak bulmuş büyüklerimiz. Günümüzün en büyük derdini dikkate alırsak tam Mart Efendi'ye uygun düşüyor :
" MART ayı, ( savaş ile tam bir ) dert ayı "...

En az bunlar kadar iyi bildiğimiz bir başkası da soğuklarla ilgili olanı :
" Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır ". Soğuklardan başımızı kapıdan dışarı uzatamıyoruz gerçekten, adamlar bu halimizi de dikkate alıp savaşı Mart ayına getirmişler. Kapıdan dışarı çıkamadığımızdan, evde sıkılmayalım diye de televizyonlardan naklen yayınlıyorlar baksanıza, değiştiriyorum :
" Mart TV'den savaşa baktırır, sinirden yürek yaktırır "...

Araştırmalara devam ediyorum : " Mart martladı, tavuk yumurtladı ". Değiştirince ;
" MART martladı, tavuk ( a imrenen Bush savaşı ) yumurtladı " sanırım daha uygun olacak. " MART içeri, pire dışarı ! ". Bu da güzel bir deyiş ama başka deyişler aklıma gelince ben de karıştırayım dedim :
" MART içeri, pire ( yi deve yapan hatta yorgan yakan Bush ) dışarı ! "...

Son bulduklarım ise daha çok TARIM kökenli deyişler ;
" MART kuruluk, NİSAN yağmurluk " ve buna çok benzeyen ;
" MART'da tezek kuruya, NİSAN'da seller yürüye ". İnşallah temenni etmeliyiz ki ;
" MART'da tezek ( de SAVAŞ da ) kuruya, NİSAN'da seller ( BARIŞ ) yürüye "...

Sonuncusu bana daha ilginç geldi. Öteki ayların bir kişiliği, bir soyluluğu varken MART ayının güvenilmez, ne yapacağı bilinmez kişiliğini gözönüne alarak :
" MART, ayların ÇİNGENE'sidir " demişler...
Ama bence biraz haksızlık etmişler o dünyanın insanlarına. Bu durumu eş anlamlı sözcüklerle değiştirdim bende. Bakın nasıl bir manzara oldu :
" MART ayların ROMAN'ıdır "...

Acaba, bu değişiklikten haberi olsaydı Mehmet Rauf'un, yine de ismini EYLÜL koyar mıydı yazdığı ROMAN'ın ?

asesen@turk.net

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_79.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


YIKANSIN GÖZLERİM YIKANSIN

Soyunsun gözlerimin cilasında
İçersinden aydınlanmış tarlalar
Soyunsun beyazlığı içlerinden gelen evler
Soyunsun utancını arzular
Yıkansın gözlerim yıkansın

Soyunsun gözlerimin cilasında
Gelmiş, gelecek bütün kızlar,
Soyunsun hafızanın insan gözü değmemiş yerinde
Sineler, buseler, arzular
Ve bütün bir ömür
Lâhzada harcansın
Yıkansın gözlerim yıkansın

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

<#><#><#><#><#><#><#>

YAR YÜREĞİN YAR

Elmayı ikiye böldüler
İçinden kurt çıktığın gördüler
Ağacı lime lime dildiler
Böceğin halinden bildiler.
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir denildi
Dağların bağrı deşildi
Çözüldü mevsimlerin sırrı yaprak yaprak
Yedi kat yerin dibinden haber getirdi
Gözünü sevdiğim tohum, gözünü sevdiğim toprak.
Kılı kırka yardılar oğul
Suyun sudan gizlisi kalmadı
Buğdayın macerası meydanda
Yıldızların sırrı aşikar oldu
Arı gözümüzün önünde sızdı balını
Karanfil alevini
Kırlangıcın alın yazısı
Penceremizin önünde yazıldı.

Bir sensin gizlenen oğul
Ağlarsın gizli gizli
Seversin gizli gizli
Ölürsün gizli gizli
Çatlarsın arzudan, iştihadan
Yer yarılır yere geçersin
Söyleyemezsin.
Yar yar yüreğin yar, vakit tamamdır
Neler aldın dünyamızdan bunca zamandır.
Yar yüreğin yar, gör ki neler var
Belki seyyar kuşların ömrü kadar sade aydınlık
Belki vişne çiçekleri kadar beyaz ılık
Belki de çürümüş yılanlar kadar murdar
Belki mahzende yıllanmış şarap kadar lezzetli
Bir aşktır fışkırıp çıkacak.
Ne çıkarsa bahtımıza.
Yar yüreğin yar bölüşelim
Beraber ağlayalım dertleşelim
Yar yüreğin yar, yarmaya değer
Bir insan tanımak oğul, bir cihan tanımaya bedel.

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

 Biraz Gülümseyin


Şimdi ne yapıyor?

Bir gün yolda yaya giden bir bektaşinin önüne bir atlı çıktı:
- "Baba" dedi, "bir müşkülüm var. Beni aydınlatır mısın?"
Bektaşi yanıt verdi:
- Elimden gelen bir şeyse, hay hay oğlum.
- Şunu öğrenmek istiyorum: Şu anda Allah ne yapıyor?
Sualin münasebetsizliğine içerleyen derviş, hiç belli etmemiş:
- Yanıt veririm ama bir şartla, sen o attan in, ben bineyim.
- Neden?
- Böyle yüksek bir suale yüksekten yanıt vermek gerekir de ondan! Adam attan inmiş, Bektaşi binmiş. Adam:
- "Hadi" demiş "söyle bakalım. Allah şimdi ne yapiyor?"
Bektaşi:
- "Ne yapacak" demiş, "atı senin gibi bir budalanın elinden alıp, benim gibi bir akıllıya veriyor". Ve çalakamçı uzaklaşmış.


Ne işin var orda yahu!

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tilveran.is/myndir/1002603
Günler süren araştırmalardan sonra nihayet bulduğumuz super yaratık dj-mırnav, konsantrasyonunun doruğunda yakalanmıştır. Süper performans seviyesine sahip olan dj'imiz mırnav, "benim hedefim avrupa'ya ve hatta tüm dünya'ya açılmak, beni herkesin tanıma zamanı geldi artık" diyerek düşüncesini belirtmiştir.

http://games.alentus.com/games/makai/games/office.asp?id=
İşşşşte sizlere ofis ortamlarına uygun mükemmel bir oyun. Tamamen flash ortamında ve gerçeğine uygun olarak hazırlanmıştır. Fırlatıp atmak istediğiniz materyalin üzerine gelip sol klik yapıp, altaki seviye en sağa dayanınca bırakın. Hiç bir insan evladına böyle savaş nasip olmasın ama işin sadece flash animasyon olduğunu düşünüp eğlenmenize bakın.

http://www.talkingtp.com/
Allahım bu günleridemi görecektik demeyin... Bunlar sizin iyi günleriniz değerini bilin. Talking toilet paper icad edildi artık. ...Plays automatically when people pull the paper, Record your own messages over and over, Use our library of famous movie and tv sounds... Hem de internetten satılıyor.

http://www.crashbonsai.com/gallery3.html
Satışı arttırmanın en iyi yollarından biri, daha çok ilgi çekmek ve bu amaçla farklılık yaratmaktır. Siz bir Bonsai satıcısısınız. Ürünlerinizi nasıl farklılaştırabilirsiniz? Fazla düşünmeye gerek yok John Rooney isimli girişimci bu işi başarmış galiba...

 Damak tadınıza uygun kahveler


Zero Assumption Digital Image Recovery v1.0 [600k] W98/2k/XP FREE
http://www.z-a-recovery.com/digital_image_recovery.htm
Dijital fotoğraf makinası olup, smart card, flash card, memory stick, vs kullananlar için olmazsa olmaz bir yardımcı program. Bu bellekler üzerinde yanlışlıkla silinmiş fotoğrafları bulup tekrar kullanılır hale getirmek için hazırlanmış bir program. Download edip koyun bir kenara, gün gelir lazım olur.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030325.asp
ISSN: 1303-8923
25 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com