KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



ÜZGÜNÜM! KANADIM KIRILDI, BAŞARAMADIM...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 231

 31 Mart 2003 - 1. Eşek Harekatı


İyi haftalar olsun,

Bahara beş kala, güneşli ama serince bir haftasonunu geride bıraktık. Geride kalan sadece haftasonu değil elbette, Mart'ı dolayısıyla kışı bir kenara fırlatıp attığımızı sanıyorum. Bugünü de kazasız belasız atlattık mı, kapıdan baktıran Mart'ın arkasından kapıyı kapatmış olacağız. Bizler Nisan'da yağacak yağmurlar için şemsiyelerimizi hazırlarken, birilerini yağan bombalardan koruyacak şemsiyelerin henüz icat edilmediğini bilmek, baharın canveren güzelliğine gölge düşürsede, patlayan her tomurcuk savaşın sona erme umudunu canlı tutmamıza yardımcı olacaktır, buna gönülden inanıyorum.

Günlerdir savaştan söz etmemek üzere oturduğum şu bilgisayar başından hep sözünü yerine getirememiş olarak ayrılıyorum. Kusura bakmayın gene öyle oldu. Aslında amacım kul yapısı bir aletle giriştiğim amansız savaştan bahsetmekti bugün.

Efendim benim düldülü 2 senedir tarlaya su taşıyan eşek misali kullanıyorum. Yemini verip dehlemekten başka birşey yaptığım yok. Tamam bizim eşek kul yapısı canı manı yok ama ruhu var arkadaş. Benim bu ilgi ve sevgime(!?) kendisinden hiç ummadığım bir şekilde tepki veriyor. Aldığımın altıncı ayında başlayan bu inatlaşma yüzünden harcadığım paraları onun bakımına harcasaydım şimdiye cillop gibi olurdu vallahi. Bu 1. Eşek Harekatı benimle arabanın H7 Halojen isimli kısa far ampulleri arasında geçiyor. Hiç sektirmeden aydabir sırayla patlayan ampülleri değiştirmekten ampul arkası plastik kapak yalama oldu yerinde durmuyor inanın. Denemediğim ampül kalmadı. Beherini 25 milyondan aldığım mavi camlı orjinalinden tutun, bit pazarından tanesine 1,5 milyon verdiğim patates baskısına kadar hepsini tek tek denedim. Tümünün ömrü 30 ila 45 gün arasında sona eriyor. Sorunu anlattığım her ampülcü sözleşmiş gibi aynı teraneyi okuyor: "Efendim amortisörler arızalıysa sarsıntıda ampüller patlar." Yok ya. Siz bana İstanbul'da kullanıp amortisörü sağlam kalmış bir araba göstersenize. O çukur senin bu çukur benim diyerek ralli yaptığım İstanbul sokaklarına dayanmayan arabaya ben araba mı derim yahu? Eşek o eşek.

Bizim eşeğin feri sönmüş gözleriyle giriştiğim bu savaşın bir de üniformalı hakemi var. Ve bu hakem her defasında yorumunu eşekten yana kullanıp cezayı bana kesiyor iyi mi? Beşiktaş çıkışından 1.köprüye kavuşmaya azkala konuşlanan trafik kuvvetlerinin orta yaşlı başçavuşundan söz ediyorum. Kayınbiraderi İzmir Gaziemir'de askerlik yapan bu sevgili abimin ayda bir tek gözlü olarak beni yakalayıp kestiği ceza makbuzlarını ileride torunlarıma göstermek için saklıyorum. Ehliyetimi eline alıp İzmir'i görünce "Benimde kayınbirader..." diye başlayan sözleri son birkaç aydır "Cem Bey gene patlatmışsınız lambayı." diye sürüyor. Bu kadar ahbaplıktan sonra insan biraz merhamet bekliyor değil mi? Nerde... Abim her defasında minimum cezayı kesmekten geri kalmıyor. Makbuzu elime sıkıştırdıktan sonra "Yarın hemen değiştirin lambayı, yoksa trafikten menetmek zorunda kalacağım." diye de kibarca ekliyor.

Geçen ay, lambayı değiştirdikten sonra arabayı önünde durdurup açtım camı "Memur Bey bakın lamba yanıyor." dedim. "Haa.. iyi iyi... hadi iyi yolculuklar." deyip beni yolcu etti. Son olarak geçen Cuma akşamı elindeki feneri onlarca arabanın arasında bana doğru sallayıp, arabayı çekmemi söyleyince karşılaştık. O ana kadar farketmediğim feri sönmüş gözü için eşeğe okkalı bir küfür sallayıp çektim kenara. Pancereyi açıp "İyi akşamlar" sesini duyar duymaz "İyi akşamlar memur bey, sizin kayınbiraderin askerliği hala bitmedi mi? Zaman da epeyce sakat, inşallah kazasız belasız bitirip döner." deyivermişim. Adamcağız şöyle kafasını pencereye doğru uzatıp beni görünce " Ooo... İzmirli arkadaşım gene mi sen?" demez mi? "Evet gene ben, vallahi billahi yarın ilk iş değiştiricem lambayı, size de göstermezsem namerdim." diye cevap verdim. Karşılıklı kahkahaları koyverdik. "Tamam tamam hadi sana iyi yolculuklar" deyince bastım gaza. Arkamdan "Yarın bakacağım ona göre." diye bağırmayı da ihmal etmedi hani.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   MUTLULUK - 1

Araştırmacı gazetecilik yaparak size derlediğim bu yazı ile MUTLU olmamanız için hiç bir neden göremiyorum. Gelen bir mail üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim. Savaşa ara verip biraz mutlu olsak fena mı ? Mutluluk dediğimiz şey meğerse ENDORPHİN adlı madde imiş. Bu maddenin bulunduğu besinlerin de insanı mutlu ettiğini belirtmiş bilim adamları ve bu maddeyi en çok barındıran 10 besini sıralamışlar. Kalori bakımından çok zengin olduğundan, kalori miktarları hesaplanarak yenilirse fazla kilo alınması önleniyormuş.

1. ÇİLEK :
C Vitamini deposu olan çilek, önde gelen afrodizyaklar ( Vay be ! Pretty Woman'daki şampanyalı çilek sahnesi ondanmış demek ! ) arasında yer alırmış. Bütün salgı bezlerini çalıştırarak vücuda gençlik ve kuvvet kazandırırmış. Çileği çok olan bölgenin halkı uzun yaşarmış ( zavallı Irak halkı, çilek yetiştirebilse bunlar başına gelmeyecekti ! ). Yüksek tansiyonu düşürür, damarları temizler, kansere karşı korur, böbrekte kum ve taş oluşmasını da ( hayret bir şey, oysa temizlerken amma taşlı ve de kumlu buluruz ! ) önlermiş.

2. MUZ :
Kokusuyla bile mutluluk aşılayan muz, tam bir endorphin deposuymuş. Kendinizi güçsüz ve sinirli mi hissediyorsunuz, hemen bir muz yiyecekmişsiniz. Kalsiyum ve magnezyum içeren bu meyve strese karşı bire birmiş ( Stres dışındaki hücumlara karşı bire bir yerine alan savunmasına dönebilirmişiz, bazen tandem de oynasak mı acaba ? ). Sinir hastalığı olanlar için her gün yemek arası saatlerde tüketilmesi gereken bir besinmiş. Tam Türk halkına uygunmuş walla, bir deri bir kemik bir de sinir kaldık zaten ! Muz'a hücuuuum !

3. ÜZÜM :
Kırmızı ve beyaz üzüm yiyen herkes gülücükler saçarmış. Sakın pişmiş kelle gibi sırıtan birisini gördüğünüzde öööle demeyin belli ki üzüm yemiş ! Üzümde %20 oranında direk olarak kana karışan şeker varmış. Bedenen ve zihnen çalışanlar için iyi bir gıda imiş. Burada duralım, sanki bize pek uymaz gibi, hady bedenen neyse de, zihnen çalışan deyince, zihin sayısı devreye giriyor doğal ve bağlantılı olarak ve de pek sürüm getirmeyecek gibi geliyor bana ama neyse ! Gıda şekli anne sütüne benzermiş. Üzümdeki bol demir kan yaparmış. Yüz ve boyuna taze üzüm suyu sürülüp 10 dakika sonra yıkanırsa cilde dirilik verir. Duydunuz mu ey kadın milleti, kremler, ıvır kıvır şeylere para vereceğinize üzüm suyuna terfi EDİN, cildinizi de en doğal yoldan GERİN...

4. PORTAKAL :
C ve B vitaminleri açısından zengin olan portakal, insana dinamizm veriyormuş. Portakal içindeki C vitamini ince ve kalın damarların yumuşak kalmasını sağlarken bacaklardaki varisi, vücuttaki direnci arttırırmış. Grip ve nezleyi de bildiğiniz gibi portakal geçirir. Suyu; şeker ve şarap karıştırılır üzerine de sıcak su katılarak içilirse kanın durulmasına ve temizlenmesine yardımcı olurmuş. Hazmı kolaylaştırmış. İşte, benim gibi bazı şeyleri ülkesi adına hazmedemeyenler için ideal formül bu demek ki ! Portakal reçeli ise karaciğeri çalıştırırmış, benim bu hususa dikkat etmem gerekecek, karaciğeri ben de başka yoldan fazlaca çalıştırmaktayım sanki !

5. ÇİKOLATA :
Stresin bir numaralı düşmanı imiş. Kendinizi kötü mü hissediyorsunuz, hemen bir parça çikolata yiyin diyorlar. Flört etmek gibi bir şeymiş. Ayyy ! İçim bir tuhaf oldu, tam da mevsimi gelmişken, Nisan-Mayıs AYLARI, gevşesin çikolata ile gönül YAYLARI ! Bir kalem yemek yeterliymiş, mutluluk hormonu " serotonin", anında beyinde dolaşıma çıkıyor ve çikolatanın içerdiği "penilatilamin", insanı bulutlara çıkarıyormuş ( Adeta uyuşturucu gibi walla ! ). Çikolatada, yeşil çay, sebze ve meyvelerde bulunan ' flavonoid ' adlı madde kanı sulandırıyor, kalp hastalıkları riskini azaltıyormuş. Hem kalp hastalıklarına sebebiyet veriyor ( flört ettiriyor ) hem de kalp hastalıkları riskini azaltıyor, alla alla ? Çikolata kötü kolestrolun ( LDL ) okside olarak damar çeperine yapışmasını engelliyormuş. Tıpkı aspirin gibi kanda pıhtılaşmanın önüne geçiyormuş. Düzenli tüketenler arasındaki ölüm olayı tüketmeyenlere kıyasla %30 daha geç gerçekleşiyormuş ( günde 30 gram ). Çok az abi, bu ne ya 30 gram, kesmez beni ! Mutlu mu olacas yoksa zafiyet mi geçireces ?

Devamı var...

asesen@turk.net

 Akademik Kahveci : Ali G. Güven


SAMİMİYET ÜZERİNE

Birisinden duymuştum: "biraz samimiyet için ölürüm" diye birşey.
Tabii mecazi anlamda kullanılmış ölüm,ama adamın samimiyet kavramına verdiği değer şaşırtmıştı beni.
Çok mu azalmıştı samimiyet hayatlarımızda?
Artık yapmacık olmayan iki lakırdı edemiyor muyduk yoksa?
Ailelerinizle, arkadaşlarınızla, sevgililerinizle, karılarınız kocalarınızla ne kadar samimiyet var aranızda söyleyin? Teklifsiz ilişki kurabildiğiniz insan var mı hayatınızda?
Kaç kişiye zaaflarınızı anlatabilirsiniz?
Kaç kişiye alınmayacağını bilerek küfür edebilirsiniz?
Parayı dert etmediğiniz kaç dostunuz var?
Kıskanmadan destekleyebiliyor musunuz insanları?
Bunlardan bazıları veya tümü artık hayatlarınızda yer almıyorsa bir yerlerde hata ediyorsunuz demektir.
Hayat sadece yemek, içmek ve paradan ibaret olmasa gerek..
Söyleyin...
Hiç içi boş "seni seviyorum" larla yüz yüze gelmediniz mi?
İnanarak yaptığınız işler mi fazla,inanmadan yaptıklarınız mı?
İnsanlara değer, nelerine bakarak veriyorsunuz?
Bunları kendinize sorun ve yüzleşin:
Samimi bir insan mıyım?
Değilseniz karşınızdakinden niye bekliyorsunuz?
"Bizim alemde samimiyete yer yok, daha arkanı dönmeden alaşağı ederler" deyip hala o alemin içinde kalanlardan mısınız? Yoksa en azından o alemin kurallarına uymadan varlığınızı sürdürmeye çalışıyor, bir yandan da o alemi imar etmeye mi çalışıyorsunuz?
Eğer hem o yüzeysel ilişkileri yaşıyor hem de hayıflanıyorsanız, buna hakkınız olup olmadığını düşünün. Unutmayın, keder yoksa sevinçte olmayacaktır. Siz eğer hiç yara almadan yaşamaktan yanaysanız, hayatlarınız tekdüze olacak, ilişkileriniz yüzeysel olmaktan ileriye gidemeyecektir.
Karar verin.
Hayatlarınızı, para ve mevki için hiçe sayarak, içi boş dünyaları mı yaşayacaksınız?
Yoksa birazcık samimiyet ile içinizi mi ısıtacaksınız?
Karar sizin.
Şunu da asla unutmayın:
Risk almak hayatın her alanında olduğu gibi samimi ilişkiler kurabilmenin de vazgeçilmez şartıdır ve eğer siz kendinizi samimi biri olarak tanımlıyorsanız; başlangıcı karşınızdakinden beklememeli, ilk adımı korkusuzca atmalısınız.
Hem ne kaybedersiniz ki...

ali.g.güven

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


Cehennem sıcağında oruç... İkinci bölüm

Kozluca Camii Tarihini tam bilmediğim birkaç yüzyıllık, kısmen yer üstünde kısmen yer altında yapılandırılmış tarihi değeri olan bir yapıt. Yapıldığı zamanlarda suyu yer altından yer yüzüne çıkaracak araçlar henüz bulunmadığından benzerleri de Antep’te çok olan eski hamamlardan ve camilerden birisiydi. Kozluca Caminin yer üstünde kalan kısmında namaz kılınan mekân yer alırken abdest alınan yer,yeraltı bölümünde bulunuyordu. Yaklaşık otuz metre kare büyüklükte bir de havuzu vardı. Derinliği altmış-yetmiş santimetre kadardı. Havuzun bir tarafında ,bir metre genişliğinde yedi sekiz metre uzunluğunda divan şeklinde ,altmış santimetre kadar yükseklikte konumlandırılmış bir dinlenme yeri vardı. Çok sıcak yaz günlerinde çevrede yaşayan daha çok çalışamayacak kadar yaşlı insanlar orada oturarak serinlerlerdi. Gazi Kentin eski yapılanmasının önemli bir bölümünü besleyen,yer altı kanalları ile dağıtılan “Kanalıcı Suyu” adında bir kaynaktan besleniyordu Kozluca Camii;pek çok benzerlerinin olduğu gibi...Ve yine kentin eski mahallelerinde bulunan evlerin ,yeraltı hamamlarının da önemli bir bölümü aynı su kaynağından yararlanırlardı. Bizim evimizdeki kuyu da onlardan biriydi ...

Yaz aylarında, özellikle de Ramazan ayında komşularımız soğuk su ihtiyacını bizim kuyudan çekerlerdi. Temiz, güvenilir ve tadı da çok güzel olan bu kaynak bazan yer altının yedi-sekiz metre kadar derininden kanallarla geçer bazan da kentin aşağı bölgelerinde yer yüzüne çıkardı. Düze çıktığı yerlerde ise çeşmeler oluşturulmuştu ve çevrede bulunan insanların içme suyu ihtiyacını karşılardı. Bugün metro yapımı için harcanan para ,emek ve zamanın ne anlama geldiğini düşününce koca bir kentin altını ağ gibi ören bu su tünellerinin nasıl yapılabildiğini hep merak etmişimdir...

Kozluca Camisinin ana kapısından girip merdivenlerden on metre kadar aşağıya indiğimizde, o canım suyun nazlı nazlı havuzun bir tarafından girip diğer tarafından çıkarak ve dalgacıkları biri birileriyle tatlı tatlı oynaşarak, şırıl şırıl sesler çıkarması, bizlere “sizi bekliyordum ” der gibi gelmiş olmalı ki, kendimizi elbiselerimizle birlikte suyun içinde bulduk.

Allah’tan saklayamayacağımı kullarından saklayacak değilim ya, suyun içine daldığımda kana kana içtim...Adem ile Hocanın ne yaptığından haberim yoktu. Havuzda çıktığımızda yaşlı, beyaz sakallı bir amca: “İnşallah ağzınızdan midenize su kaçırmamışsınızdır.”dedi. Üçümüz birden “hayır, kaçırır mıyız,dikkat ettik, biz çocuk değiliz!” dedik. Ak sakallı ihtiyar:”Gidin güneşte biraz kurulanın, şimdi bu ıslak elbiselerinizle hasta olacaksınız,”dedikten sonra ekledi”eğer ağzınızdan su kaçırdıysanız caminin ana kapısından çıkarken şeyh efendinin ruhu tarafından çarpılacaksınız!” Hoca:”Hangi şeyh efendi”diye sorunca adam uzun uzun anlattı: Caminin nereye yapılacağı, su gereksinimi nedeniyle araştırılırken, suyun bulunduğu yeri ,ölmüş bir şeyhin ruhu caminin mimarının rüyasına girerek göstermiş... Ve tam onun gösterdiği yerde de su bulunmuş... O günden beri şeyh efendinin ruhu avlu kapısının üstünde bir yerlerde gizlenerek insanların ne yaptıklarını izlermiş...

Üçümüz birbirimizin yüzlerine baktık...Korkudan mı suyun soğukluğundan mı, tir- tir titriyorduk...Güneşte biraz kurulandık,hiç birimizin konuşacak hali yoktu...İzinli süremiz de yavaş yavaş doluyordu...Nihayet, Adem işe gitme zamanının geldiğini geç kalırsak ustamızdan azar işiteceğimizi belirtti. “İyi de” dedi Hoca “kapıdan önce kim çıkacak?” “Sen çık!” dedi Adem,” nasıl olsa Kur’an ı Kerim’i ezbere biliyorsun;birkaç dua oku ve çık,biz de arkandan geliriz.” Hoca’nın rengi sapsarı: “Yok” dedi, önce mektepli çıksın!”

Çevrede tek ilk okula devam eden ben olduğum için adım “mektepli”ye çıkmıştı.

Birden düşünmeye başladım. Hem yer yüzünde hem gök yüzünde hem karanlıkta hem aydınlıkta bizim ne yaptığımızı gören yüce Tanrı, neler çektiğimizi de biliyor olmalıydı. Bitmez tükenmez suyundan birazcık içtik diye bizi cezalandıracak değildi ya... Ben açıkçası Tanrıdan çok şeyh efendinin ruhundan korkuyordum. Çünkü o bizim nasıl çalıştığımızı bütün gün nasıl ter akıttığımızı bilemeyebilirdi...O Tanrı değildi ki her şeyi bilsindi...

Ancak korkunun da ecele faydası yoktu;nasıl olsa kapıdan çıkacaktık...”Tamam” dedim” önce ben çıkıyorum siz de arkamdan gelirsiniz!” Kapıya doğru yürüdüm ..:

.........

İkinci bölüm de burada bitti. Hikâyenin sonunu hâla merak eden varsa üçüncü bölümü yarın okuyabilir.

Kemal Duykan

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Aşk Aslında UFO'dur
[ Mehtap'a gecikmiş cevabımdır:) ]

Cadıcım o güzel kafasını aşk için yormuş bu sefer. Ne yalan söyleyeyim son zamanlarda benimde aklımı fazlaca meşgul eden bir konu bu. Aşk hakkaten ölümsüz mü olmalı? Aşk uğruna ölemiyorsak adına aşk demenin bir anlamı var mıdır? Ya da uğruna ölünebilecek şeylere mi aşk denir? İnsan kendinden daha da fazla birini veya birilerini sevebilir mi? Liste gitgide uzuyor tabi. Leyla ile Mecnun'ların, Ferhat ile Şirin'lerin zamanından beri atalarımız kendi kendilerine sordu eminim bu soruları. Sonrada bayrak yarışı gibi bu görevi bize bırakıp gittiler dünyadan. Hani yüzlerce yıldır çözülememiş bir polemik miras olarak ne kadar muteberdir bu tartışılır tabi. Bizde atalarımızdan aldığımız mirasa sahip çıkabilmek adına aşka mersiyeler dizdik durduk. Bu arada belkide aşkı yaşamayı, tadına varmayı özetle aşkın kendisini ıskaladık gibi geliyor bana.

Eski aşklar kalmadı diye ahkam kesmekte üzerimize yok. Haksız bir tespitte değil açıkcası. Mecnun'un Leyla için hayatını verdiği, Ferhat'ın Şirin için dağları deldiği zamandan günümüze çok şey değişti. Şimdi bir bilir kişi heyeti gelse, "Bet senin aşk dereceni ölçecez, hadi bakalım del şu dağı" dese ilk olarak bir iş planı çıkarırım sanırım. Sonra maliyet analizi yapar, verimliliği hesaplar "yok abi delimisiniz siz, bu iş hayatta olmaz" der keser atarım. Kazara ısrar edecek ulurlarsa "de get kardeşim, delimidir nedir" diye söylene söylene olay mahallini terk ederim. Aklı başında olan çoğunlukta benle aynı şeyi yapacaktır. Şimdi bu günümüzde aşk olmadığı anlamına mı geliyor?

Mehtap dünyaya ve aşka tersinden baktığını sanıyor belki ama bence asıl düz tarafı bu (ay yoksa bende mi tersim!!) Aşk için evrensel bir tanımlama yapmak, belli kalıplara sokmak ne kadar doğru olur dersiniz? Kendinize ve aşklarınıza bakın, hangisi bir diğeriyle aynıydı? Tek bir kişide bile farklılıklar arz ediyorsa kütüphaneler hatmetmenin, eski aşıkları yad etmenin aşkı anlamak ve öğrenmek adına ne faydası olabilir ki? Sosyal bilimler de fen bilimleri de davranışları sonradan öğrenilenler ve doğuştan gelenler diye ikiye ayırıyor. Ve aşk sonradan öğrenilenler arasında değil. Bu yüzden ne kadar okursak okuyalım, ne kadar tartışırsak tartışalım aşkı anlamak adına bir arpa boyu yol katedemeyiz. Doğuştan gelen bazı duyguları geliştirmek ise yaşananlardan kalan tortularla olacaktır yalnızca. Çoğu zamanda bu tortular kelimelere dökülemeyecek, sadece içinizde biryerlerde sadece bizim bildiğimiz ve kimi zaman bizim bile anlayamadığımız şeyler olarak kalacak.

UFO'ları bilirsiniz. Gel-git aklım ve maymun iştahımla merak salmadığım nadir konulardan biridir UFO'lar. Sadece gökte uçan ve ne olduğu tanımlanamayan cisimler olduğunu biliyorum. Bu kadarı da bana yetiyor. Ne olduğunu öğrenemeyeceksem kurcalayıpta boş yere enerji sarfetmenin ne alemi var dimi? Aşk da böyle birşey işte. İçinizde dolaşan ve ne olduğunu bilemediğiniz duygular. Boşa koyarsınız dolmaz, doluya koyarsınız almaz hani. Evirir çevirir, yerleştirecek yer bulamazsınız. Birşey söyleyecek olursunuz, kelimeler fizana kaçar. Ayıptır söylemesi biraz salaklaşırız. Niye böyle oldu yahu diye kendi kendimize sorduğumuzda ise cevap bulamayız. İşte ondandırki; Aşk aslında UFO'dur. Ne olduğunu asla öğrenemezsiniz ama nasıl birşey olduğu konusunda az-çok fikriniz vardır.

Ben derim ki; bu kadar kafa yormaya gerek yok aşk için. Günü yaşayıp tadını çıkarmak en doğrusu olacaktır. Yoksa siz aşk bu mudur, bu değilse şu mudur diye düşünürken aşk yanınızdan geçip kayıplara karışabilir. Aman diyim yani:))

Sevgiyle

BeT
bet_ayh@mynet.com

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_82.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.220 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


YÜREK KUŞATMASI

kan değil kösnül kısrak
batak ovalardan aygır tepelere
doğru sel sel yürek kuşatmasında
yazıp adımlarını her damara
şah tırıs dörtnala
ve yaya uydurup ayaklarını
gelen çağa

kar ağızlı oluşum
önce kar ağız ve hoşnut
karanlığın yıldızından
yürek tutkunu sonra avı
hava su toprağıynan
bakır beyinli ve yürek kaçkını
kesiminde çağların

abanır kösnül kısraklar
yüreğe düştü düşecek yürek
göğün mavisinden yerin mavisine
sardı bağrını eli dar çağın
yalımları tüten ocak döğen yürek
aşıp oylum oylum eskimiş uyumları
yaşamdan hoşnut zamana koşut

Yüksel PAZARKAYA

<#><#><#><#><#><#><#>

ESKİ BAHÇEDE YENİ YAZ

Güz kış bir de bahar
yalnız kaldı yaz bahçesi
eski yazlarla dolu bir düş
gibi karşıladı bizi.

Kış yıldızı yağmur kar tipi
lodos poyraz karayele karşı
harcı değil bahçenin bile
yalnız kalmak üç mevsim.

Dost ve arkadaş olmuş
epeski yaz mevsimleriyle
seyran kütükleri budanmadı
bıldır çubuğu aktı üzümün tadı.

Zakkum bulmuş dipte suyu
fışkırıp açmış bir çılgın
yaz elması erik badem şeftali
hoş geldin diyor ilk meyveleriyle.

Canını dişine takmış bahçe
hüznü şenliğe çevirmek için
erelim diye bir yaza daha
tek tek el verdik sakinlerine.

Zakkumlar mor beyaz salındı.
hatmi iyice boy aldı
incir göğeriyor kan damlıyor dut
nar çiçekten meyvaya daldı.

Yaz esimi eski bir sevgili
gibi okşarken saçımızı
deniz uzaktan göz kırptı
bilmem kaç elma düştü gökten.

Begonvile takıldı birden
dipte birkaç yaprak direniyordu
ne zeki hayvan şu keçi
ilk yöneldiği begonvil oldu.

Bir yaz boyu gözümüz artık
begonvilin hüznüyle dolu.

Yüksel PAZARKAYA
Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 KAYISILI KAKAOLU PASTA

1 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
½ su bardağı toz kakao
¼ su bardağı kayısı reçeli
1 su bardağı toz şeker
125 g margarin
4 yumurta (sarısı ve beyazı ayrılacak)
½ su bardağı ısıtılmış kayısı reçeli (ayrıca)

¼ su bardağı reçeli, şekeri ve margarini bir tencereye alın. Kısık ateşte şeker eriyene kadar karıştırın. Ocaktan alın ve soğumaya bırakın.
Kakao, unu ve kabartma tozunu bir kapta karıştırın. İçine az önce hazırladığınız karışımı koyun ve iyice karıştırın. Yumurta sarılarını da ekleyin ve karıştırmaya devam edin.
Başka bir kapta mikser ile çırparak köpük haline getirdiğiniz yumurta beyazlarını hamurunuz ilave edin ve bir kaşıkla karıştırın. Hafifçe yağladığınız kalıba dökerek 180 derece fırında 50 dakika pişirin. Soğuduktan sonra kalıptan çıkarın ve üç eşit kat halinde kesin. Her bir katın arasına ısıttığınız reçelden sürün. Üst katı da kapattıktan sonra kalan reçeli kekin üstüne ve etrafına sürün.

ŞİMDİ ÜZERİNİ KAPLAYACAĞIZ...
Bunun için 125 g bitter çikolata ve yarım su bardağı sıvı kremaya ihtiyacımız var.
Çikolatayı küçük parçalar halinde kırın, krema ile birlikte bir kaba alın. Kısık ateşte çikolatalar eriyene dek karıştırın. Ocaktan alın ve sürekli karıştırarak hafif soğutun. Servis tabağına aldığınız kekinizin üzerine bu sosu düzgünce dökün. İyice soğumasını beklemenize yarar var.
Dilerseniz üzerine rendelenmiş çikolata veya pudra şekeri koyarak servise sunabilirsiniz...

Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

 Biraz Gülümseyin


VİAGRA

Sabah saat 9'da Perizat Hanım, kocası Burhan'a sormuş :
" Koca'cığım, kahvaltı ister misin ? Biraz kızarmış ekmek, peynir, reçel, çay, yumurta filan ? "
- Yok be canım, bu viagra iştahımı kesti !

Öğlen saat 1'de Perizat Hanım yine sormuş :
" Burhan'cığım, sana yemek vereyim mi ? Köfte, pilav, fasulye, yoğurt filan ? "
- Yok be Hanım'cığım, bu viagra iyice iştahımı kesti !

Akşam üstü saat 5'te, Perizat tekrar sormuş :
" Biraz çay ister misin ? Yanında da çikolatalı bir pasta, biraz tuzlu çörek ? ". Burhan yine :
- Bu viagra iyice iştahımı kesti ! .. diyerek red etmiş.

Akşam saat 8'de, Perizat sormuş :
" Sana güzel bir salata, ızgara bir balık, biraz meze ve bir kadeh de rakı vereyim mi ? " Burhan yine :
- Bu viagra.... diye başlarken Perizat :
" O zaman, lütfen üstümden kalk artık, açlıktan gebereceğim yahu ! "


<#><#><#><#><#><#><#>


Seni izliyorum haberin ola!

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.ogzala.com/bilgiler-info/cesitlibilgiler/beslenme.html
Dağcılık veya doğa sporlarıyla ilgilenenlere tavsiyelerim devam ediyor. ...Bir dağcının harcıyacağı günlük enerji miktarı ise 6-8 saatlik düz bir yürüyüş için 6000 kilokaloridir. Bu yüzden enerji depoları dolu olsa bile bu dağcıya yetmiyeceğinden aktivite sırasında karbonhidrat depoları desteklenmelidir...

http://www.camocagi.org/gosteri/jp/index.html
...Cam Ocağı'nda cam üfleme eğitimi veren Fransız sanatçı Jean Pierre Umbdenstock, tüm dünyada savaş rüzgarlarının estiği bir dönemde, nefesiyle şekillenen camın sadece bir eser olarak kalmasını istemediği için camdan bir balon üfleyerek içine özel bir barış mesajı koydu ve bu balonu Riva Deresi'ne bıraktı... Cam ocağında eğitimler devam ediyor.

http://atlikarinca.cjb.net/
Çocuklar için web sayfası nasıl olur? Herhalde yaklaşık böyle olur. Bir kaza veya yangın anında ne yapmamız gerekir? Yabancılar tehlikeli midir? Bir silah veya uyuşturucu bulursak veya bir arkadaşımızın uyuşturucu veya alkol kullandığını anlarsak nasıl davranmamız gerekir? gibi bilgilerinde verildiğisite gerçekten çok şirin.

http://www.geocities.com/pakizedemirkalem/makale.htm
Bayan genel cerrahlarımızdan Pakize Demirkalem durumunu kendi cümleleriyle anlatmış ...bayanlar eğer genel cerrah olmak istiyorsanız bu paragrafları bir daha okuyun. Hekim olmak zaten yeterince zor ama cerrah olmak inanılmaz bir savaştır. Severek olmaz. Aşık olmalısınız, mesleğiniz için ölmelisiniz...

 Damak tadınıza uygun kahveler


WinGet v1.0 [211k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106105
Download Accelerator kullananlar bilir. Yüklemeyi hızlandırmak için yüklediğiniz dosyayı 4 ayrı parçaya bölüp, ayrı ayrı aynı anda yükledikten sonra biribirine yapıştıran bu programın küçük ama ücretsiz bir örneği. Bir kere denemenizde yarar var diyorum. Gerçekten hızınızın arttığını göreceksiniz.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030331.asp
ISSN: 1303-8923
31 Mart 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com