KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



ÜZGÜNÜM! KANADIM KIRILDI, BAŞARAMADIM...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 232

 1 Nisan 2003 - Nisan Balığı


Merhaba Kahveciler,

Eh hepimize geçmiş olsun. Mart'ı geride bıraktık. Biz kazma kürek yakmaktan, kedilerde damdan dama atlamaktan kurtulmuşuzdur umarım. Kedilerin bu işten hoşnut olup olmadığını bilemiyeceğim ama ben kendi adıma pırıl pırıl bir havadan memnun olduğumu söyleyebilirim. Dün bir de sürpriz ziyaretçimiz olacağını öğrendik. Önce Nisan 1 şakası sandım ama doğruymuş. Kendisinden bizzat duydum. 1 hafta öncesine kadar burnundan kıl aldırmayan, tehdit üstüne tehdit yağdıran generalden olma dışişleri bakanı saygıdeğer Powell memleketimi ziyarete geliyormuş. Manhattan'da yürüyüş yapıp döneceklerini sanan koalisyonun kuyruksuz güçleri duvara toslayınca, Pentagon'da çıkan iç savaşı dindirmek için Türkiye'ye el aman dilemeye geliyor sanırım. Yiğitliklerine helal gelmesin diye askere sınırı açmamızı istemeyecektir ama galiba üsleri isteyecek. Kanaviçe bombardıman adıyla nakış işlemeye kalkıp İngiliz tanklarını vurunca, babadan kalma halı bombardımanına dönen aslan asker Şvayk, lojistik beceriksizliğini Türkiye üzerinden giderebilmenin yollarını arayacaktır. O isterde biz verirmiyiz? O epeyce meçhul be Powell Amca. Vermek isteriz belki ama verecek yerlerimizin acımayacağını garanti edemeyiz vallahi.

Birileri bu adamlara erken bir Nisan balığı vermiş anlaşıldı. Uzaydan adamın burnundaki kılın fotoğrafını çeken teknolojileri, insan ruhunun resmini çekmeyi beceremedi maalesef. 3-5 bomba atınca başta Şii'ler olmak üzere Irak halkının desteğini alacakları sözünü gözlerinin içine baka baka veren satılmış Peşmerge'lerden başkasını yanlarında göremeyince ayıptır söylemesi apışıp kaldılar. Bu büyük yanılgılarının onlara neye malolacağını şimdiden kestirmek zor ama güzel memleketimin tek şansı olan savaşın kısa sürme olasılığını yok ettiğini söylemek maalesef mümkün. Öyle de bitse böylede bitse, üzerimize giydiğimiz ateşten gömleği, bu lanet savaş uzadıkça değiştirmeye bile vakit bulamayacağız galiba.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


KORKU KÜLTÜRÜ

Şurada orada, şu anda ve gelmiş geçmiş bütün anlarda, burada ve şimdi insanlar birbirini öldürüyor.

Ben radyo dinliyorum. Siz ne yapıyorsunuz bilmiyorum.

Radyoda müzik dinliyorum. "İktidar", "ekstra", "bir numara", "en iyi", "hüzün" ve benzeri olmayan bir müziği, kendisini "kainatın tüm renklerine açık" olarak tanımlayan bir radyodan, sesiyle, sözüyle birlikte dinliyorum (İzninizle, "Reklamlar"!).

İyi de ediyorum.

Siz nasıl ediyorsunuz, bilmiyorum.

Arkadaşım geldi geçenlerde Basra'dan. Geçenler dediğim on gün öncesi. Kahve Molası yazarı Hasan Yüksel gibi, iş için bir süreliğine Irak'da, hem de Basra'da bulunanlardan. İş için. İş için ve işinin içine bunca zaman içini de katanlardan.

Hasan Yüksel'in dediklerine çok benzer şeyler anlattı o da, geldiğinin ilk iki gününde. Ağzımız açık dinledik. Ağzımız açıktı, çünkü dilimizin üstü lebalep soru işareti doluydu, dudaklarımız birbirine kavuşamamacasına.

O da "sefalet" ve "korku" anlattı. Her yere, her şeye, kum fırtınasına bile sinik olan sefalet ve korkuyu anlattı. Sefalati Yeni Dünya'ya göre "öteki" olmaya, korkuyu ise eskimiş "Saddam"a bağladı en çok. Ya da, ben kendi kafama göre bağladım, dinlerken.

"Direnmeyecekler" dedi, "Hayatta kalabilmelerinin tek yolu direnmemek olduğu sürece direnmeyecekler" dedi. Tecrübe etmişlerdi, Saddam'a direnmemekle kalmışlardı hayatta. O halde, ha Saddam, ha çalı çırpı! Direnmeyeceklerdi. Bu hayatta kalma pahasına, direnmeyeceklerdi!

Kafam karıştı benim.

Aklım delilere gitti.

Düşünüp, taşınmaya çalıştım. Düşünmeyi becerdim kendimce, ama taşınmak umudu nafile! Zira, dolu koyduğum boş, boş koyduğum dolu çıktı. Türkçesiyle, taşınmayı beceremedim. Bir de sizinle birlikte deneyeyim dedim.Taşınmak kendi-akıl gerektirmez, en nihayetinde, hele bir de bu günlerde.

"Deli" kime deriz biz? Direnene mi, direnmeyene mi?

"Öteki" olan direnen midir bu hayat(t)a, yoksa direnmekten vaz geçen midir? Yoksa hiç biri değil de, özgür iradesiyle ve özgür iradesine göre direnmeye fena halde girişen midir?

Çık çıkabilirsen işin içinden.

Ne Saddam deli, ne deli delişmen dallanıp budaklanan çalı çırpı deli! Topunun var "zeka" denen illeti.

Sadece sen deli, ben deli...

18 Temmuz 2001 tarihinden beri gözüme kendi uykum girmiyor. Amerika Birleşik Devletleri'ni kendi gözlerimle ilk gördüğüm tarih bu. 11 Eylül 2001 sabahına uyandığımda, İstanbul'un bir orta köyünde, sabahın ışımaya yüz tutmasıyla açılan ilk fırınının fırıncasına, ilk günaydınla birlikte yol yorgunu halimle, "Korku imparatorluğunda yaşamayacağım" dediğimde, akşamına "NY" ve "DC"de yaşayan arkadaşlarımdan haber almak üzere nasıl da yanıp tutuşacağımı bilmiyordum.

O gün bu gündür, artık hiç bir şey bilmiyorum. Öyle ki, belki de en çok ben biliyorum. Kim bilir?

Geçenlerde Basra'dan gelen arkadaşım, "sefalet" ve "korku" diye anlatmaya başladığında... Aklımdan şiddetle geçti... Hangi sefalet? Ve dahi, hangi korku? Ne farkı var ki, artık, burada ve şimdi "bu hayat"ta yaşamanın? Hepsi aynı kapı değil mi sanki?

Geçenlerde Basra'dan gelen arkadaşım, ben, evimi paylaştığım dostum sevgili insan, "eski koca" olarak etiketlenmiş bir güzel insan daha ve elbette hepsinden ve herşeyden şahanesi oğlum... Yemekteyiz hep birlikte. Burada ve şimdiki zamanın feleğinden çalınmaya çalışılan bir gece işte, anlayacağınız.

İlerleyen bir saatte dedim ki, "Yahu ben çok endişeliyim bu gelecekten". Bunu derken, yüreğim bin pare top atışı, beynim "çakar çakmaz çakan çakmak"... Aklım evimizdeki sığınakvari eski kalorifer izbesinde... Gözüm, gözüm oğlumda... Elim... Bir diğer boş elimi terli endişesiyle arar halde... Gözlerim... O kadar çok şey görüyordu ki, cesaret edemem burada demeye...

"Sen delisin" dediler bana farklı lisanlarda...

Çünkü "Siz kimsiniz?" diye sordular.

Ha siz kimsiniz diye sormuşlardı, ha ellerimi bileklerimden kopartıp atmışlar, hayatımın tamamını sadece gözlerime mahkum etmişlerdi. Ha aklımı silip süpürmüşler, ha bana kendi aklımla cevaplanabilecek bir "Siz kimsiniz?" sorusu sormuşlardı.

Tek cevap verebildim:

Biz korku kültürü sahibi, ama umudun büyük "U"sunu düşürememeiş bir dişi güruhuz... Anlayacağınız, hala daha acılarımıza rağmen, "U"lu mutluyuz.

Gözüm oğlum, bu akşam, yemekte, bana asker olmak istemediğini söyledi ve asker olmamayı nasıl becerebileceğini sordu.

Ben de size soruyorum.

Korku kültürü!

Bazen sormalıdır şifacı da şifa arayana, ne asıl bir şifa arar durur şifa arayan bunca "yahudi" diye.

"Çivim çiçek açtı" diyebileceğimiz upuzun, pırıl pırıl günlere hepbirlikte.

İnşallah!

"Bayılıyorum bu lafın" şahsiyetsiz "teslimiyetçiliğine"!

ANur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   MUTLULUK - 2

Araştırmacı gazetecilik konumuz MUTLULUK idi hatırlarsanız yani ENDORPHİN adlı madde. Kaldığımız yerden devam edelim öyleyse...

6. DONDURMA :
Çok yenirse şişmanlatıyor, az yenirse mutluluğa mutluluk katıyormuş. Dondurma yaşlanmayı da önlüyormuş. Dur bir K.Maraş'lı dostlarımıza soralım hakketen öööle mi ? 100 gr dondurmada ortalama 135 mg kalsiyum, 115 mg fosfor, 100 mg sodyum, 160 mg potasyum, 25 gr karbonhidrat bulunuyormuş. Amerika'da kişi başına 25 kg., Türkiye'de kişi başına 6 külah tüketiliyor. Laayyyn ! Bu dondurma başka ülkelere saldırma özellikleri de veriyor mu acaba ? Sütten daha zengin bir besin maddesi olup A, B, C, D, E vitaminlerini içerirmiş. Çocukların sağlıklı büyümesi ve kemik erimesi sorunu olan kişiler için büyük önem taşıyormuş. Beslenme uzmanları dört mevsim tüketilmesini önerirlermiş. Şimdi öyle oldu zaten, biz çocuk iken, en azından kışın olmaz çocuğum felan derlerdi, gerçi özlerdik, şimdi özlem kalmadı, varsa yoksa satış !

7. MAKARNA ve EKMEK :
Çok ağır soslarla yenilmediği sürece enerji veren ve mutlu eden besinler arasında yer alıyormuş. Hazmı kolay olup özellikle, sadece salata ile birlikte yenirse şişmanlatmazmış. Keşke daha önce öğrenseydik, problemimiz salatasız yemekmiş meğerse ! Ama şişman insanlar daha fazla MUTLU takınırlar hayata karşı derler, MADEM, öleceğiz bir gün sevgili ADEM, makarnadan alalım bir kaşık mutluluk biraz da DEM... Buğday ekmeği de sıkıntıları unutturuyormuş. Ye Irak halkı ye, kalmasın sıkıntın. Aslında Bush'da yemeli bence. Ne SIKINTIN kalacak ne de Irak TAKINTIN...

8. FISTIK :
Yağ oranı yüksek ama yine de insanı mutlu ediyormuş. Roma İmparatorlu'nda da " Tanrı yiyeceği " olarak adlandırılan fıstığın, kolestrolü düşürdüğü ve kalp krizi riskini azalttığı belirtiliyor. Çocuklar ve sporcular daha fazla yiyebilirlermiş. Çocukları bilemem ama sporcu şöhretlerimin hep fıstık gibi mankenlere takılması bundan demek ki ! Demir, bakır, selenyum, magnezyum, çinko, potasyum ve fosfor gibi minerallerin doğal kaynağı olan bu çerez, kalbimizin yanı sıra, beyin, sinir sistemi, kas ve kemiklerimizin dostuymuş. Tuzsuz olanından her gün 10-15 adet yenilebilir. Oha ! Nereden bulacağız günde 10-15 fıstık ?
Diyelim bulduk, höççeten göçeriz öbür tarafa kalp mi dayanır buna ? Hadi kalp dayandı, ya beyin ve de sinir sistemi ?

9. SUSAM :
Dar gelirlerinin baştacı olan simit, mutluluğa giden yolda önemli bir yere sahipmiş. Üniversite yıllarımın mutluluğu burdan olsa gerek ! Yağ ve protein içeren susamdan elde edilen tahin, bal ile karıştırılıp yenirse boğaz ağrısı ve bronşite iyi gelirmiş. Kış aylarında bağışıklık sistemini güçlendirmek için bolca tüketmeliymişiz. Demir bakımından da zenginmiş... Hmmmm ! Bu her şeyi açıklıyor şimdi, dar gelirli o yüzden hala demir gibi kuvvetli, yıkılmadı, ayakta...

10. ŞARAP :
Tabiat ananın bir şaheseri, bir armağanı imiş. Toprak, hava ve su; doğaya dair ne varsa hepsi şarapta birleşir ve insanın kanını kaynatırmış. Şarap hayatın sonuna kadar yaşama aracı olup müthiş bir romantizme sürüklenirmişiz. Romantiğiz ama şarapçı olmaya yeni yeni başlamıştık yahu ! Şarap; tüm kategorileri, mutlak değerleri, sınırları dinamitlermiş. Şarap mükemmel bir insan kaynakları aracı olup her kapıyı açar, dostlukları geliştirir, iş muhabbetlerini derinleştirirmiş. Sevgili Osman, kulakların çınlasın, birde ofiste yaptığımız şaraplı toplantı için neler demiştin neler ! Doğal vitaminleri bir bardak iyi bir şarapla almak, hap yutmaktan daha iyidir. Günde 1,5 kadeh şarap içerek Alzheimer ve Parkinson gibi önemli hastalıkların önlenmesine yardımcı olabilirmişiz.

Sadece bu kadarcık mı ? Sonuncusu favorim oldu benim için de...

Mutluyum, mutluyum, mutluyum...
Alzheimer ve Parkinson size güle canım...
Mutluyum, mutluyum, şişe bitti hala mutluyum...

asesen@turk.net

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


Cehennem sıcağında oruç... Üçüncü bölüm

Tam kapıdan çıkarken birkaç saniye durakladım sonra geçtim. Neden durakladığımı bilmiyorum...Korktuğumuz şey başıma gelmemişti...Demek ki şeyh efendinin ruhu da az buçuk dünyadan haberdardı...Geriye dönüp baktığımda Adem ile Hoca yerlerine çakılmış gibi duruyorlardı. Anladım ki, onlar da sudan içmişlerdi ve korkuyorlardı. Geri dönüp yanlarına gittim. Benim korkum geçmişti. “Niye çıkmıyorsunuz?” diye sorduğumda, Hoca “Şeyh efendinin sesini duydun mu?” dedi,ben de” duydum “dedim.” Ne dedi ne dedi” diye ikisi birden sordular. Başladım uydurmaya: “Şeyh efendi diyor ki,siz havuza atladığınızda bol bol su içtiğinizi sanıyorsunuz. Oysa ki öyle bir şey olmadı. Sizi serinletmek için olanları ben yaptım. Sizin hiçbir günahınız yok,dedi. Adem,” Şeyh efendinin hayalini de gördün mü? diye sordu,” Eh biraz “dedim... Hoca heyecanla sorgulamayı sürdürüyordu “Üzerinde beyaz , yerlere değecek kadar uzun bir entari var mıydı?”” Vardı” dedim,” Başında ak sarık var mıydı? “Vardı.” “Uzun beyaz sakalları var mıydı ? “vardı! “ “Tamam ,”dedi ,Hoca” doğru söylüyorsun, ben şimdi her şeyi anladım, ulu büyüğümüz bize acıdı ve susuzluğumuzu giderdi, artık korkmamıza gerek yok çıkalım,ama kapının altından geçerken şeyh efendiye bir dua okuyup üfleyerek teşekkür etmemiz gerek,onu da ben yaparım “dedi ve dediğini de yaptı. İşyerine doğru aynı konu üzerinde heyecanla konuşarak irerlerdik...

Akşama doğru işten çıkıp eve döndüğümde iftar vaktine az kalmıştı. Tekrar susamıştım ama hala fazla bir açlık hissetmiyordum . Belki de açlık duygumuz dumura uğramıştı. O zamanlar Antep’te iftar zamanı top sesiyle duyuruluyordu. Beklenen top sesi işitilince yemeğimi yedim ve yorgunluktan hemen yatağa girip uyudum...

Hoca’nın da katkılarıyla kendi uydurduğum yalan, gece rüyamda bire bir gerçekleşti. Hem de üç kere. Her uyanışımda kan- ter içinde kalıyordum...Korku,sevinç,gurur gibi garip ve karmaşık duygular içinde şaşkın kalmıştım. İçimden” acaba ben arkadaşlara uydurup anlattığım şeyleri gerçekten yaşamış mıydım “diye kendi kendime soruyordum. Belki de yaşamıştım ve unutmuştum...Belki de şeyh efendi bana unutturmuştu. Çünkü şeyh efendi aynı konuşmaları aynı elbiseler içinde üç kez rüyamda bana söylemişti. Ve ben uyandığımda gördüğüm rüyaları çok net hatırlıyordum...Öyleyse benim Hoca’nın da katkılarıyla uydurduğumu sandığım her şey belki de tas tamam gerçekti...

Hemen hemen uykusuz yada yarı uykuda geçirdiğim gece bitip sabah ezanı okununca kalkıp giyindim ve işyerine doğru yürümeye başladım. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu tam seçemiyordum... Kafam iyice karışıktı. Oraya vardığımda Adem ile Hoca benden önce gelmiş ve işe başlamak üzereydiler. Ustamızda gelmiş ama sabah namazını kılmaya yakınımızdaki Hacı Nasır Camiine gitmişti. Beni görünce Hoca, “sana bir şey soracağım, ister cevap ver ister verme,tamam mı?” dedi. Ben de” tamam sor “dedim. “Şeyh efendi gece rüyana girdi mi?” Girdi dedim.” Ne söyledi?” dedi, aynı şeyleri söylediğini ayrıca üçümüzü de çok sevdiğini ve geçmiş günahlarımızı da Tanrıya affettirdiğini söyledim. Sevinçten uçacak gibi oldular. Tüm eski günahlarımızdan kurtulmanın inanılmaz hafifliğiyle evlerimizden getirdiğimiz sahur yemeğimizi yerken Hoca derin din bilgisine dayanarak rüyalarımı yorumladı:Bu rüyalardan ve başımızdan geçen olaylardan kimseye söz etmeyecektik. Aksi halde şeyh efendi bize gücenebilirdi ki, ulu kişileri kızdırmaya gelmezdi...

Gerçi bu günah bağışlatma işini de ben uydurmuştum ama artık korkmuyordum; nasıl olsa şeyh efendinin ruhu yine rüyama girecek ve bu söylediklerimi de onaylayacaktı... Zaten rüyamda da söylemişti, beni konuşturan kendisiydi,dün beni konuşturan kendisi olduğuna göre bugün de başkası olamazdı. Bundan emin olduğumdan huzurluydum... Ve şeyh efendinin ruhuyla kurduğum ilişkilerden de son derece büyük bir gurur duyuyordum; siz duymaz mıydınız?...

Kemal Duykan

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_83.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.220 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


PIRILTILI AŞK

Sımsıcak göğüsleri
Çorapları sıcacık
Utanır
Kızlığı yitik
Bir ışık düşer bedavadan
İçim aydınlanır
Sabahlığının dünyasını görürüm
Soyunurken
Topukları
Öylesine yuvarlak
Titrer
Bir takım sesler çevremde
Öpüşmeler
Işıltılı bir ayna da donanır
Çık desem sokağa çıkar
Çırılçıplak
Memnunluğu kadınlığından gelir
Ve erkeklerin okşamalarından

Uyanır.
Yeni bir gün çevresinde
Yeni bir ışık düşer saçlarına
Öpsem hatırı kalmaz
Bunca otun bunca kuşun bunca ağacın
Hatırı kalmaz o dünyada ki ışıltının
Ellerim şimdi yepyeni
Gözlerim yepyeni
Kuşlar otlar ağaçlar yepyeni
İçim fıkır fıkır
Yaşamım toz pembe dudaklarda
Ele geçmez şarkılarda
Dokunuyorum
Aşkla karışık
Şimdi yeniden dünyaya

Ercüment UÇARI

<#><#><#><#><#><#><#>

ŞİİR YAZIN

dur o eski silahlar pas tuttu
zaman aktı osmanlı sultanları rengini yitirdi
belirsizlik bile ulaşmıyor suya bu yüzden mi
hep o telefon sesi yanlış diyen size
hangi radyo saat kaç şarkı söylüyor bir kadın

sahi siz bir uzay kahramanı mısınız ki masalda
hangi masal bu içtiğiniz kavun suyu mu ki
Uşakta bir çakı aldınız halk işi
önce parmağınızı kestiniz aşk aktı

sahi sorumsuzdunuz siz unuttuk
hep rakı üstüne bira içtiniz akşamları
varsın sazlardan kızlar da gelsin yanınıza
o kitap bakışı
siz şiir yazın gözünüze kan otursun

Ercüment UÇARI

 Biraz Gülümseyin


KESİNLİKLE !

Adam sekseninde ve dinç görünme sevdasında. Üstelik yirmisekizinde bir sarışınla da evleneli daha bir yıl olmuş. Doktoruna:
- Biliyor musunuz, baba oluyorum !

Doktor:
- Bakın size bir hikaye anlatayım.
- Adamın biri ava çok meraklıymış. Hafta sekiz gün ondokuz ava gidermiş. Gel zaman, git zaman yaşlar ilerlemiş, unutkanlıklar başlamış. Günlerden bir gün yine ava gitmiş. Gitmiş gitmesine de omzunda tüfeği yerinde saplı şemsiyesi.

Karşısına son derece besili kocaman bir tavşan çıkmış. Adam hemen şemsiyesine elini atmış, bir dokunuşta şemsiye açılmış, paat diye bir ses ve tavşan oracıkta vuruluvermiş.

Adam:
- Onu diğer avcılar vurmuşlardır...

Doktor:
- Kesinlikle efendim, kesinlikle...


<#><#><#><#><#><#><#>


Komik değil ama hoş bir illüstrasyon!

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.oranjclub.net/module_content.asp?id=325&page=3
Oranj club tarafından hazırlanmış hoş bir web sayfası. Size bu sayfalardan seçtiğim özel bir sakinleştirici öneriyorum. ...Muzlu sakinleştirici: Muzu, portakal suyunu, ve ay çiçeği çekirdeğini, 2 adet buzla blender’dan geçiriniz. Uzun bir bardakta, çilekle süsleyerek sunumu tavsiye ederiz...

http://www.yilmazonline.com/
Bu da özel bir web sayfası ...Dursun evinden çıktığında birde bakar ki komşusu Temel kendini belinden ağaca asmış halde duruyor.Hemen gidip ipi ağaçtan çözer.Komşusunu ağaçtan indirdikten sonra merakla sorar: -Ha sen ne yapayudun öyle? -Hiç kendimi asaydum...

http://www.sorf.net/onlineoyun/spacemasters/
Space masters isimli küçük bir grafik animasyon oyunu. Uzay geminizi göktaşı yağmurlarından koruyarak, sanal tünellerden geçirmeye çalışıyorsunuz. Çok karmaşık değil ama ilginç ve klavye reflexi gerektiren bir oyun...

http://www.siirce.net/siir.asp?id=4299
...Daha dün diyorsan geçen yıllara, Gözlerinde anılar hala yeşilse Ve hala ıslaksa kirpiklerin, Bekle geliyorum... Bırakıp bütün mutlulukları, Bırakıp bütün güzellikleri bir yana, Bekledinse yollarımı, Bekle geliyorum... İsyan edip ağladığın mevsimlerde, Aşkımla silebildinse gözyaşlarını, Sevemedinse benden başkasını...

 Damak tadınıza uygun kahveler


CDDA Ripper v0.65 [1.1M] W98/2k/XP FREE
http://www.milix.net/cddarip/index.html
CD'lerinizi bilgisayarınıza kopyalamak için bir program daha. Trackleri mp3, wma, ogg, pcm veya wav olarak bilgisayarınızın diskine alabiliyorsunuz. Birçok ek fonksiyonuda bünyesinde barındırıyor. Bu tür de birçok program olduğunu biliyorum. Ama hala elinde bir tane olmayan varsa bunu gönül rahatlığıyla deneyebilir.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030401.asp
ISSN: 1303-8923
1 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com