KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



ÜZGÜNÜM! KANADIM KIRILDI, BAŞARAMADIM...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi
ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 235

 5 Nisan 2003 - Mobil ahlakımız...


Merhaba Kahveciler,

Sizi bilmem ama benim başından beri sinirlendiğim bir teknolojik durum var. Teknoloji ilerleyip telefonlarımızı cebimize koyduğumuzdan bu yana mertlik ciddi anlamda zarar gördü kanımca. Tamamen kişisel kullanıma yönelik bu sihirli aleti cebimizde taşıyarak, heran heryerde erişebilir ve erişilebilir bir hale getirdik kendimizi. Buraya kadar herşey güzel. Ancak esas sorun bundan sonra başlıyor işte. Biz bu aleti kullanmanın gereklerini yerine getirebiliyormuyuz acaba? Tamam tamam lafı gevelemeden konuya gireyim. Şu numaralarını saklayan cep telefonu sapıklarından söz ediyorum. "Bilinmeyen" bir numaradan çağrı alınca tüylerim diken diken oluyor vallahi. Cep telefonu sahibi olup numarasının karşıya görünmesini istemeyenleri şöyle bir irdeleyeyim dedim.

Bir grup var ki, bu durumun farkında bile değil. Bunlara umursamaz sanal sapık denilebilir rahatlıkla. Gıyabında yediği lafları rahatlıkla sineye çekebilen bir yapıları vardır. Bir diğer grup ise, ondan bundan alacağı olup borçluları sıkça taciz edenlerden oluşuyor. Bunları sapık kategorisinde değerlendiremiyorum. Bunlar olsa olsa zorunlu hayalet olabilirler. Esas ve en kocaman gruba gelince, bunlar bilinçli olarak numaralarını saklayanlardan oluşuyor. İşte.. İşte bunları tek tek yakalayıp Taksim'de... Yok o kadar uzun değil ama bir cezayı hakkettikleri kesin. Ben bunlara kısaca mopık diyorum. Mobil sapık'ın sosyetecesi. Mopıklar heran, heryerde taciz ve tecavüze hazırdırlar. Yahu canım kardeşim, bu cep telefonu denen nesne ile aradığın insanlar çok büyük bir ihtimalle tanıdığın bildiğin insanlar. Sende cep telefon numarası olan birine kendi cep telefonunu göstermeyerek çok ayıp ediyorsun. Saygısızlığı bir kenara koyalım, birde çıkıp "Yahu neden beni aramıyorsun? seni 50 defa aradım." diyebiliyorsun. Kardeşim ben müneccim dışkısı yemedim ki, senin aradığını bileyim. Adam gibi arasan biz de eşek değiliz ya, herhalde geri döneriz.

İş icabı cep telefonuna en önce bulaşanlardanım. Bir kere bile aklıma numaramı saklamak gelmedi. Saklamam gerektiğinde cep telefonundan aramadım oldu bitti. Neyse gelelim bu mopıklara verilecek cezaya. Ben kendi adıma karar verdim. Bundan böyle "Bilinmeyen" rumuzlu hiçbir telefona cevap vermiyeceğim. Bilinmeyenler bana seyyar telefondan ulaşma şansını yitirdiler. Hatta bunu bir kampanya haline getirmeyi bile düşünüyorum. Cümleten mobil ahlakımızı yoluna koyana kadarda devam edeceğim. Haksızsam haksızsın deyin...

"Savaşa Hayır" diyenlere Pazar günü Şişli'de olmalarını öneriyor, hepinize güneşli bir hafta sonu diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Bu hafta sizlere 'sadece' önereceğim kremalar var. Bu hafta, hazırlamam gereken bir rapor ile yoğun bir mesai geçirdiğim için, yorumlarımı not alamadım. Sadece sizler için gördüm, araştırdım, önerlerimi hazırladım…

Kesinlikle 'Frida'yı bu hafta görmeniz gereken filmler listesine ekleyin ve tabii bir yerli yapım olan 'O şimdi Asker'i… Her iki filmin biribiriyle hiçbir alakası yok ama ikiside kendi ölçülerinde çok başarılı…O Şimdi Asker, ticari sinemanın tüm gereklerini doğru olarak uygulamış, o zamanda keyifle izleniyor…Üstelik Türk Filmi seyircisini bu yıl salona çeken yegane yapım oldu…

4.Nisan.2003 Cuma akşamı 'Kanada Filmleri Haftası' başlıyor. Türsak vakfı tarafından Kanada Büyükelçiliği 'nin işbirliği ile hazırlanan nhaftanın açılıış gecesinde Mercan Dede Konseri var. Gösterimler Türsak Levent Sineması ve Bilgi Üniversitesi Kuştepe Kampüsü'nde gerçekleşiyor. Detaylı bilgiyi Türsak'tan alabilirsiniz.
Türsak : 0 212 2445251

Bir Kültür Sanat Merkezi'nde Seçkin Pirim'in enstalasyonunu izleyebilirsiniz. Sanatçı mekan, ışık, ses 'i bir arada çok farklı olarak tasarlamış. Kullandığı plexi, ahşap, aliminyum gibi malzemeleri aydınlatma elemanlarıyla güçlendiren sanatçı, alışılagelmişin dışında bir sergi gerçekleştiriyor.
Bir Kültür Sanat Merkezi : 0 212 2912871

10.Nisan.20003 Akşamı, Babylon'da Hintli Perküsyon Virtüözü trilok Gurtu var.Bhangra Elekronika'dan, Afrika soul'una, Asya ve Hint funk'ından ragapop'a kadar her türlü müzik akımını modern caz ve rock çerçevesi içinde işleyen sanatçının birçok ödülü var. Ben gideceğim, sizlere de öneriyorum.
Babylon : 0 212 292 7368

Bu hafta kitap olarak, Mualla Eyüboğlu'nun 'Hitit Güneşi' isimli anı kitabını ve Hamdi Koç'un Çiçeklerin Tanrısı isimli kitaplarını öneriyorum.

Bahar gelirken hepinize, tazelik canlılık getirecek, bugüne kadar denemediğiniz birşeyi denemenizi öneriyorum. Örneğin, dans kurslarına yazılabilirsiniz, yoga yapabilirsiniz, bugünlerde çok popular olan ahşap boyama işine girip, renklerin içinde keyif çıkarabilirsiniz… Bu konuda da birkaç öneri 'krema'm var… Dans için şu aralar tango, salsa çok revaçta bunun için Mundo Latino isimli stüdyoda çok keyifli workhoplar başlamış, ayrıca yoga-meditasyon için Umayoga, ahşap Boyama için Atölye Etiler'i öneriyorum.
Mundo Latino : 0 212 244 6359-60-61
UmaYoga : 0 212 264 5145
Atölye Etiler : 0 212 287 7714

Herkese güzel ve aktif bir hafta diliyorum…

Zeynep Özbatur
Osman Günay

 Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay


   Don Kişot Bilgi Yarışmasında..

Belki Don Kişot u yeniden okumalıyım !!! Hepimiz okumuşuzdur, eskilerde kaldı belki ama, anısı hala taptaze... Benim ilk "Don Kişot" kitabım; Doğan Kardeş Yayınları vardı o zaman, o yayınlardan, ciltli, üstünde de parlak kağıttan ikinci bir kap, resimli.. Herhalde ilkokulun ilk yıllarındaydım, kitap okumak da daha yeni heyecan, elime ne geçirirsem tırtıl gibi okuyup tüketiyorum.. Pek keyifle, pek severek defalarca okumuştum.. O dönem "Denizler Altında 20000 Fersah", "80 Günde Devrialem", "Tom Sawyer" "Robinson" okunup hayallere meze yapılmıştı, bir de "Küçük Prens " i hatırlarım, o hala başucumda.....

Neyse biz Don Kişot a dönelim.. Yeniden okumak lazım dedim ya; benim dostluk anlayışının farkına varışım Sanço Panza ile tanışmamın ilk dakikalarına rastlar.. Her ne kadar patronundan şikayet eder, onu bazen çatlak ve deli olarak nitelendirirse de yardım ve dostluk elini hep uzatır, haketmediğini bile bile avantadan şövalye seyisi olmayı bir sınıf atlama olarak görür, katlanır eşeğiyle özel bir sınıf seyis olmaya... Don Kişot ta sadece dostluk yoktur elbet !.. Sütçü beygirinden adapte düldül "Rozinante", kaba saba köylü kızından da prenses "Dulcinea" da şövalyenin hayatının ayrılmaz parçalarıdır.. Ama esas konu hayallerin ne kadar önemli olduğuna dairdir kitabımızda... Düşlerde yaratılmış düşmanlar (ki yeldeğirmenleri o zamanki merkezi otoriteyi, sömürgen kralları temsil eder), sıskası çıkmış at, berber tasından bozma miğfer, paslı tenekeden zırh, ve tırıvırı seyisle kovalanacak, yokedilecektir... Yeldeğirmenlerine karşı savaşa neden bile olsa, hastalıklı gibi gözükse bile, inanç uğruna, aşk uğruna, dostluk uğruna hayallere garkolmak kutsaldır... Hayallerimiz kadar yaşar, hayallerimiz kadar üretiriz, onları kaybetmek hayatın anlamını kaybetmekle eşdeğerdir..

Şimdi sorar bazıları "Don Kişot nereden çıktı, garipleştin sen, yaşlandıkça eskileri karıştırır, çocuk kitaplarına takıp, şikayet edip mızırdanır,durmadan felsefe yapar oldun " diye ki, belki haklıdırlar.. Ama Don Kişot geçen akşam bir bilgi yarışmasında soruydu, oradan kopup gitmişim ben de aklımı uzaklara yollayarak... Ve düşündüm eski günleri o zamanların kokusunu duyarak...

Demin anlattım ya nasıl geldik Don Kişot abiye; TV de bilgi yarışmaları dönemi yine .. Hadi bilgi yarışması demek pek doğru olmaz belki, bazıları magazin, bazıları da bulmaca meraklıları için, ama olsun, seyredilebilecek bir o tür programlar var.. Yoksa naklen savaş, ya da; ne "in" ne "out", o da yoksa "kim rüküş, kim çıtır" gibi gayet "türk"çe programlar seyretmek zorundasınız...

Aklıma geldi, sizinle paylaşmadan edemeyecegim.. Bu yarışma-bilgi tazeleme her neyse, benzeri programlardan birinde bir bölüm var, o bölümde kopuyorum ben.. Kadın yarışmacılardan bir tanesini kurban seçiyor, sahnede bir dev kutudan çıkan kıllı bir pençe ile tokalaşmaya zorluyorlar.. Kadıncağzın elini bırakmayıp içeri çeken "masal kahramanı" adlı yaratık bilmece soruyor.. Kopmaya başladım, masal kahramanının ismi yanlış hatırlamıyorsam Esra Ceyhan(!) o nasıl bir kahraman ismiyse,( hani Kahramancan ya da Masalcan olsa neyse !!) sesi de erkek sesi !!! ..Neyse kurban bilmeceyi bilirse de bilmezse de yarışmacının eli kutunun içinde yaratık tarafından tutsak edilmişken, eline formika tutkalı kılıklı bir beyaz sıvı bulaştırıyorlar. Bunun anlamını bilen var mı ??? Yoksa benim fransız kaldığım bir espri mi var ??? Yarışmacı elini uzak tutup hafif "ıyyyh!!" yaparak yerine doğru dönüyor, alkışlar gırla gidiyor... Şimdi o sıvı nedir, o yaratık nedir, kimdir, elele tutuşmuşken o yaratığın hangi imalat sıvısı kadıncağızın parmak uçlarına bulaşmıştır, nasıl temizlenir?? Sorular çok, bilen anlatsın, yoksa "Şirin Abi" Metin Uca ya sormak zorunda kalacağız... Neyse gırgır bir yana hoş program, böyle ufak tefek garipliklerine karşın, sorular da, danslar da, müzikler de kıyak, kızları seçen de özenmiş oldukça!!.. Bu seferlik muhabbeti burada kesiyorum, bahar gelmiş haberiniz yok sizin!!! Güney papatya dolu, gelincik bile var.. Pazarda da çeşit çeşit otlar, sebzeler... Kuzukulağı zamanıdır, çayır bulan kuzukulağı salatası da yapar....

Bir de ekleyeyim, Don Kişot lafı geçince hep aklıma gelir; espriyi 70 li yılların ortalarında o zamanki ismiyle "Akademi" nin, boğaz kıyısındaki süper binasının tuvaletlerinin duvarında görmüştüm.. Aynen aktarıyorum..

Ben, sen, o,
Biz, siz, onlar,
Hepimizde renk renk donlar..
İmza: Don Kişot

Hoşça kalın, yeldeğirmenlerine karşı durmayı sakın ihmal etmeyin....

Osman Günay
osmangunay@superonline.com

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Portakallı kereviz

Hayatımdaki veya etrafımdakilere karşı olan hislerimi aşk ve sevgi diye ikiye ayırmaya beni mecbur bırakan herkesi esefle kınıyorum.

Ne zaman birini 'yeni' sevsem, başkaları tarafından hangi katagoriye sokulacağını düşünmekten, onu nasıl anlatacağımı şaşırıyorum. Ama allah razı olsun hemen etrafımdakiler bana ne hissettiğimi söylüyorlar da fazla kafa patlatmadan konu kapanıyor. Yeni öğrendiğim portakallı kereviz tarifini herkese anlatmamla, yeni tanıdığım kişiyi anlatmam arasında o an için bana göre hiç bir fark yok aslında... Ama gel de anlat... Hele bu kişi karşı cins ise vay halime... 'Hayatımda yeni bir portakallı tat olmasından öte henüz hiç bir özel anlamı yok kerevizin' demek zorunda bırakmıyorlar mı beni, çok kızıyorum... Vahşice buluyorum hatta... Çocukluğumuzdan itibaren bize 'herkesi' sevmeyi öğretirlerken, sevişme yaşımıza gelince birden sevgi korkulan, kısıtlanan bir şey haline geliyor ve şöyle gönlünce 'herkes' sevilemiyor... Kendimizi bildiğimiz andan itibaren, kardeşini sev, arkadaşını sev, komşuyu sev, esnafı sev, öğretmenini sev, kediyi sev, sev oğlu sev diye bir sevgi seli içine atılıyoruz hepimiz... Oh ne güzel 'herkes' beni seviyor, ben de 'herkes'i seviyorum ve kimse durumdan şikayetçi değil diye mutlu mesut girdiğimiz ergenlikten 'herkes'i sevmekten suçlu çıkıyoruz. Kardeş öyle sevilmez, arkadaş markadaş anlamam, komşunun oğlu niye balkondan içeri girmez oldu, esnaf ile fazla samimi olma, öğretmenine çok fazla yeşilleniyorsun, nasıl hepsini seversin on tane sevgilisi olmaz insanın, gibi gibi.....Giderek de sevginin sınırları, kimin nasıl ve ne derece sevilebileceği belirlenip 'herkes'i severek sevdiğimiz sevgi yavaş yavaş tekelleşip, 'Bir tek beni' sev noktasında kitlenip kalıyor...

Öyle herkesi, eşi dostu, arkadaşı özgürce, sınırsızca sevmek mümkün değil artık... Kimi seveceğin belli... Bir tek O'nu.

Hele bir de evliysen... Dostça falan kimse anlamaz, yassak! Mazallah ya aşık olursan 'herkes'lere?. Evliyken kurulacak tüm ilişkiler 'önem ve anlam' taşımadığı sürece sakıncalı bulunmazken, biraz önemli biraz değerli gibi algılanırsa hemen yanlış bir şey yapıyormuşsun hissi yaşatılır insana... 'Seviyorum onu' demek suç olur, eğer 'O', eşinden başkasıysa. Anlat anlatabilirsen. Bir kriz yaşatılır ki insana öle böle değil. Bu zavallılığın adını da bulmuş insanoğlu. Kıskançlık...

Avlarını okşamak yerine kıskaçlarıyla kavradıkları için kıskanç yerine kıskaç denmesi daha doğru olurdu belki de bu tür duyguyu barındıranlara... Sevgiden, şevkatten tamamen yoksun olan bu duyguya bir de sevgi yüzünden husüle gelmiş muamelesi yaparlar bilirsiniz. Seven kıskanır durumları. Aslında bir tür tutkudur kıskançlık... Ayrılık korkusudur biraz da. Kıskanmamak da suçtur kıskançların gözünde. 'Demekki sen sevmiyorsun' deyiveririler kolayca... Deli mi ne?.

Oysa 'Sevgi' zorlama olmadan sadece 'özgür' olunduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylemdir.
Kıskançlık ise, insanın zayıflığını somutlayan, sahiplenmek uğruna bir ömür sevgisiz yaşanan, bir eylemdir diyebilirim rahatlıkla.
Sevmekle, sahiplenmek arasında elbette bir fark olmalı. Peki bu fark ne? Bu konuda yazılmış pek çok kitap var, kuşkusuz pek çok da yazı. Erich Fromm'un 'Sevme Sanatı' adlı kitabında uzun uzun anlatılan bu bölümün tamamını isterseniz kitabı alıp okuyabilirsiniz, ancak ben kitaptan bir kaç cümle seçerek sizi madde madde Fromm'a göre sevginin anlamına götürmek istiyorum şimdi.

Sevmek nedir?
" 'Sevmek bir eylemdir. Edilgen bir duygu değildir. Bir şeyin 'içinde olmaktır' bir şeye 'kapılmak' değil. En genel biçimi ile sevginin etken yapısı, sevmenin almak değil öncelikle 'vermek' olduğu biçiminde tanımlanabilir.

Sevmek neleri barındırır?
" Verme unsurunun dışında, sevmenin etken özü, sevginin her türü için geçerli olan belli temel unsurlarla da ortaya çıkar. Bunlar, ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir.

" Sevgi, sevdiğimiz şeyin büyümesi ve yaşaması için gösterdiğimiz etken ilgidir.

" İlgi ve bakım, sevginin başka bir unsuru olan sorumluluğu açığa çıkarır.

" Eğer sorumluluk, sevginin üçüncü unsuru saygıyı içermezse, kolayca kendine bağlamaya ve zorbalığa dönüşür. Saygı korkmak ve çekinmek değildir. Saygı, diğer kişinin dilediğince büyüyüp gelişmesine duyulan ilgi anlamına gelir.

Bir insanı sorup soruşturmadan nasıl tanırız?
" Bir insanı bilmeden tanımadan saymak olanaksızdır. İlgi ve saygı eğer bilgi tarafından yönlendirilmezlerse kör kalırlar. Bilgiyi ancak kendime gösterdiğim ilgiyi diğer insanları oldukları gibi görmeye çevirdiğim zaman kazanmak mümkündür. Gerçek bilgiye erişmenin tek yolu sevme edimidir: bu edim, sözleri de düşünceyi de aşar.'

Ana hatları ile sevgiyi böyle ele alıyor Fromm.

Bir akıl yürütme ile yazımın başında iddia ettiğim, niçin kıskançlığın tanımı içinde sevgiyi barındıramayacağını anlatmaya çalışacağım şimdi size...

İlgi, sorumluluk, saygı ve bilgi sadece ve sadece 'özgürlük' ve 'alçak gönüllülük' içinde gerçekleşir. Bu da sevgiyi doğurur ki; Bu sevgi, ancak ve ancak özgürlük içindeki kişide herkesi, herşeyi kucaklayabilen bir karakter olduğu sürece gerçek anlamına ulaşabilir.

Buna göre;
Kıskançlık sahiplenmek ise; kıskançlıkta özgürlük yoktur.
Sevgi özgürlük içinde gelişebilir bir şey ise; sevgide sahiplenme yoktur.
Sahiplenme içinde sevgi gelişemiyor ise; sonuç: Kıskançlıkta sevgi yoktur!.
Peki ya aşk?
İnsanda sevgi tam olarak gerçek anlamını özgürce bulmuşsa, kişinin karakter özelliği halini almışsa bu kişi için aşk; yeni bir portakallı tat olarak öyle bir lezzette yaşanır ki tadına doyum olmaz...

mehtap_akdeniz@yahoo.com

 Kahveci Köyün Kavalcısı : Feride Masal


Leyla ile Ergün

Herkesin dilinde aşk. Herkes aşkın sırrını çözmeye çalışıyor. Formülü bir öğrenseler en güzel aşkı yaşayacaklarını sanıyorlar. Oysa aşkın, dört yumurtayı çırpıp, iki bardak unu katmakla yapılabilecek kek gibi bir tarifi yok. Herkes değişik aşk hikayeleri dinlemiş, tanık olmuştur. Ben dinlediklerimi değil, tanık olduğum, yıllarca izlediğim ve çözemediğim bir aşk hikayesini paylaşmak istiyorum sizlerle.

Çocukluğumdan beri tanıdığım bir Leyla Abla var, akrabadan. O zamanlar liseyi bitirmiş, bir kaç yıldır bir bankada çalışıyordu. İşte o günlerde tanıştı Ergün Abiyle ve Leyla Abla tam leyla oldu! Sabah uyanıyor Ergün, akşam geliyor Ergün, yemek yiyor Ergün... Ergün de Leyla gibiydi, Leyla'nın yanındayken eli ayağı karışıyor, yüzü kızarıyor, bir sürü bahane uydurup günde üç kere kapıya geliyordu. Evdekiler 'Aman ne aşk, evlendirelim bir an önce bu gençleri' dediler ve evlendirdiler.

Aşk tüm hızıyla devam etti. İkisinin de gözü birbirlerinden başkasını görmüyordu. Ergün'ün işi dolayısıyla İstanbul dışına taşındılar. Durumları iyiydi. Leyla Abla'nın önce bir kızı oldu. Sonra Ergün'le aralarının biraz tatsız olduğu günlerde oğlunu da doğurdu. Bu dönemi anlatırken Leyla Abla, ne olduğunu anlayamadığını, her şey güzel giderken neden Ergün'ün kendisinden uzaklaştığını çözemediğini söylerdi hep. Bir iki yıl geçmeden Ergün evi terketti, başka kadınlarla beraber olmaya başladı.

Leyla Abla evlenirken bankayı da bırakmıştı, çocuklarını alıp İstanbul'a döndü. Ama hergün, diğer kadınları suçladı ve Ergün'üne toz kondurmadı. Babası ve kardeşlerinin desteğiyle geçindi, çocuklarını büyüttü, okuttu. Bu arada Ergün evlendi. Bu yıllar içinde Ergün'ü hep ortak tanıdıkları aracılığıyla takip eden Leyla Abla, çocukları bahane edip bir iki kere görüşmeye çalıştı, Ergün hep kaçtı. Çocuklar arada babalarını gördüler ama Ergün asla çocuklarına düşkün, onları arayıp soran bir baba olmadı. Maddi yardım bile yapmadı. Ergün'ü uzaktan takip eden Leyla Abla, onun karısından ayrılacağını duyduğu günlerde, rejime başlar, neşesi yerine gelir, şen kahkahaları ortalığı çınlatırdı. Karısından ayrıldığını duyduğunda ise artık yerinde duramıyordu. Kiminle yanyana gelse Ergün'ü anlatıyordu. Bu günlerde Ergün, bir gün Leyla Abla'ya uğramış, geceyi onunla geçirmişti. Leyla Abla havalarda uçarken Ergün'ün bir başka kadınla evleneceği haberi geldi, hemen ardından da evlendiği. Leyla Abla yine kilo aldı, kendini saldı, neşeli kahkahaları duyulmaz oldu. Yine de büyük bir inançla herkese Ergün'ün eninde sonunda kendisine döneceğini söylüyordu. "Görürsünüz kapıma gelip yalvaracak.." diyordu. Ergün, karısıyla arası açıldığında, mutsuz olduğunda Leyla Abla'da bir gece geçiriyor, ona ümitler veriyor, sevdiği tek kadının o olduğunu söylüyor, sonra aylarca ortada görünmüyordu. Bu böyle yıllarca devam etti. Leyla Abla kızını yalnız evlendirdi. Kızı davet ettiği halde, babası tatilde olduğunu söyleyerek nikaha gelmedi.

Kızı altı-yedi yaşlarında, oğlu ise henüz bebekken giden Ergün'ü, tam yirmi yıl bekledi Leyla Abla. Bu yirmi yıl içinde komşu kadınlar bir çok koca adayı buldular. Bazıları çok da iyiydi, Leyla Abla hepsini reddetti, görüşmedi bile.

Ve gidişinden yirmi yıl sonra, üçüncü karısından da boşanan Ergün, artık elli yaşına gelmiş olan ilk karısı Leyla Abla'ya döndü. Yıllar boyunca Ergün'ü anmadan gün geçirmeyen Leyla Abla Ergün'üne kavuştu; yeniden evlendiler. Leyla Abla'yı son gördüğümde bana tüm yüzüyle, ışıl ışıl gülümseyerek parmağındaki yüzüğü gösterdi; 'Çok mutluyum' dedi. Hiç kuşku duymadım, yüzünden o kadar belliydi ki mutluluğu . Evleneli altı ay oldu, mutluluk aynen devam ediyormuş.

Şimdi düşünüyorum: Aşk bu mu? Yaşamının en güzel yıllarını beklemekle geçiren, yaşamak ve çocuklarını yetiştirmek için abilerinin ve babasının yardımına muhtaç kalan Leyla Abla'nın, arada uğrayıp ümit verip sonra ortadan yok olan, aramayan, çocuklarına sahip çıkmayan bu adama karşı duyduğu aşk mı, hastalıklı bir tutku mu? Ben Ergün'ün yaşlılık günlerini daha rahat geçirmek için, en güvenli kollara geri döndüğünü düşünüyorum. Leyla'sı ona çok iyi bakacak, çektirdiği acıların intikamını almayacak, bundan emin. Ergün'ün Leyla'ya aşık olduğunu hiç düşünmedim.

Geçen gün ailenin kadınları her zamanki gibi bir ev toplantısında biraraya geldik. Leyla Abla yoktu. Konu Leyla'nın evlenmesi üzerine yoğunlaştı. Bu öyküye yıllardır tanık olan kadınlar ikiye ayrıldılar: Bir kısmı bunun büyük bir aşk olduğunu, Leyla Abla'nın yıllarca sabredip, sevdiğine kavuştuğunu, iç çekerek söylediler. Onu takdir ettiler. Diğer grup ise Leyla'nın yıllarını harcamasını aptallık olarak adlandırdılar. Bu adamı tekrar kabul etmesini büyük bir hata olarak gördüler. Ergün'den nefret eden bu grup, Leyla'nın duygularını aşk olarak değil, hırs olarak adlandırdılar. Hani intikam duygusuyla yıllarını geçirip, sonunda fırsatını bulunca darbeyi vurmayı bekleyen kadınlar gibi... Leyla Abla'nın darbe vurmak için değil, birlikte mutlu olmak için Ergün'ü beklediğini söyleyenlere ise beklemelerini, Leyla'nın eninde sonunda darbeyi vuracağını büyük bir inançla anlattılar.

Leyla'nın darbeyi vurmasını Leyla'dan çok istediklerinden mi, bunu aşk olarak kabul ederlerse kendilerini mutsuz hissedeceklerinden mi, kendileri Leyla gibi fedakarlıklarda bulunamadıkları için duydukları rahatsız edici duygudan mı... nedendir bilemedim, kadınların büyük çoğunluğu Ergün'ün cezalandırılması gerekirken, ödüle kavuşmasını kabul edemiyorlardı.

Konuyu bir de erkeklere sormak isterdim. Olaya tanık olan eniştelerin, dayıların, babaların düşünceleri neydi acaba? Erkekler kendilerini yıllarca bekleyecek, suçlamayacak, herşeyi bağışlayacak bir kadının aşkını mı isterdi, yoksa terkettiği, arayıp sormadığı bir kadının bu aşırı bağlılığı erkekleri iter miydi? Fırsatını bulursam soracağım, gerçekten merak ettim.

Leyla Abla'nın duygularının aşk olduğuna inanmak istemiyorum. Bu kadar onursuz olmamalı aşk...

Feride Masal

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_85.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.220 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


ÇOCUĞAN

bu bir geç kalıştır.
akşam duruşlarında
alna vuran ürpertinin
direklere benzeyen düzenli
gizlenik adamında bir kadın
bir geç kalıştır

taş kapıdan ürkek bir güvercin
aşağı sokaklara uçuşan saçlarıyla
ilk akşam vuruşuna kadar
ardında gizlenir bütün seslerin

bu koşu büyür elbet
geçmiş bilinen çehreler sırasından
açıkça saçları belirir
bir gözleri bakar
dudakları gizlenir ağzına

burada yoğun bir savaştan
inmek gerekiyor
Taşlarla koşuyu
en yakın sonuna
örtmeli
güçleri buğudan atları
kırbaçlarla
kavga gider yol uzayınca
bitirir şarkıyı şapkayla
şaraba sabahsız
uzanan ellere
bir keklik dimdik bakınır
bir kazanca dokunur aklıyla

Dünya
sırtına çevrilmiş hamalın
yorgun kalkışı
şehrin torbalanmış sıcağına

kalabalık bir şaldasın
arkandan bir şövalye gelir
üzgün ve eski
zincirlere benzeyen yanlışlarıyla
tutarsa kolunu özgürlüğüne tutar
sen savrulup gülmektesin

dağı anlarım durur kızmadıkça
dağılır buzlar yolları kesilince
akla dümdüz
demir atıp ancak durulan
sedirsiz taş kapıda
sevecen gezdirir ellerini
sürdürür çocuğan çağında
sürmeli
açar ordularını sevgilimdir
kurar çadırını bir tiyatro kahvesine
altıncı kata bir denize yükselir
anlatır haftalarca
telefonda susta duran
kapıda bir saat vuruşunun önünde
silahsız duran serçeyi
sen
bir şehir açısında çevrilensin
bu koşan eski ve solgun
Aşkın
ikinci serpilişin bir yüreğe
tuzaktır adını bildirmek

ama bir şarkıda geçer adımız
sahipsiz vuruşuyla ispanyolun biri
bir balıkla yan yana sorulur

barıştıramazsa bizi
denizler adına ne duymuşsa
hepsini çizdirir ve üzgün
bir kalkışla çıkar karşımıza

Cahit ZARİFOĞLU
ORASI NERESİ BURASI BİR ADAM

Korkuyu kapışır taşlar
karanlık kendine çekince perdeyi
göz hüzünle odayı kapar
el uyur ve akvaryumda balık
resmi çekilmiş nehir

Böyle bir çiçek vardı
Rüyamdaki geçit büyüyüp büyüyüp
Büyüyüp büyüyüp büyüyüp
Espası bir tek gece
Ezip el tutan
Alnını bütün bir duvara dayayan
ve sesleri bir orman büyüklüğünde
güneşe yol yapan çocuk
güreşip bütün gelişleriyle
gecikmiş bir deniz feneri

Saati yalvarır hızla
Şafağı çoğaltır kan akan damar
En korkulan gerçeği
Bir boyun eğişle girilen
böyle bir çiçek vardı
kılcal kökleri
çağın sarsıntı duvarlarından
burası bir adam
bir aşk çapında
bir çeşit hapisane tutulan
akıp giden su uyanınca adam
suyu geçmek isteyen karınca
bir taşın alevinden basarak ellerine
kaçınca adam
bırakmaz eşyasını da uykuda

Cahit ZARİFOĞLU

 Biraz Gülümseyin


Soğancı

Çok çok güzel, alımlı ve bakımlı bir kadın varmış.... Olağanüstü bir şeymiş yani... Fakat kadının bir kusuru varmış... Acayip soğan kokuyormuş kadının vücudu... Bir sürü flörtleri oluyor, büyük aşklar yaşıyor fakat iş tensel temasa ve yatağa gelince, beraber olduğu erkekler kalkıp gidiyor ve onu bir daha aramaz oluyorlarmış... Vücuttaki soğan kokusu dayanılmazmış... Kadının yaşı da gün geçtikçe ilerliyor, aşk yaşadığı bir erkekle bir türlü evlenme nokta gelemeden o ilişkisi bitiyormuş...1, 3, 5 ,10... Bu böyle devam etmiş. Kadın artık bu girdiği bunalımdan artık sadece bir doktor vasıtasıyla kurtulacağını düşünüp, bir doktora gitmeye karar vermiş...

Çok ünlü bir profesör olan doktor hikayeyi dinlemiş... Ve kadına "Sizinle bir izdivaç yapacak, çok yakışıklı, zeki, çevik ve ahlaklı bi hastam var benim" demiş... "Huyu huyunuza, suyu suyunuza boyu boyunuza uygun karizmatik mi karizmatik bir hastam" demiş... "Geçen yıl beynindeki tümörü alırken, oradaki koku alma duyularını da almak zorunda kaldık ve hiç koku alamıyor artık" diye eklemiş... "Bu hastamın sizin de hoşunuza gideceğinden ve onunla evleneceğinizden eminim"...

Gel zaman, git zaman doktor iki hastasını tanıştırmış birbiriyle... Gerçekten de doktorun tahmin ettiği gibi, birbirlerine acayip aşık olup, evlenmişler... Evlendikleri gün, çok romantik bir balayı gecesi sonrasında başlamışlar birbirleriyle öpüşüp koklaşmaya... En ateşli, en heyecanlı yerindeyken adam birden kalkmış ve sırtını kadına dönüp yatmış...

Kadin panik halinde "Ne oldu kocacığım bir sorun mu var?" demiş...

Adam da "Bilmiyorum sevgilim önemli bir şey yok ama gözlerim acayip yanıyor" diye cevap vermiş.

 Kıraathane Panosu





 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.tuketiciler.org/kredikarti.html
...icra takibi aşamasına gelen veya icra takibine konu edilen kredi kartı borçları, temerrüt tarihindeki ana paraya, yıllık yüzde elliyi geçmemek üzere gecikme faizi uygulanmak suretiyle on iki eşit taksitte ödenir... Tüketici iseniz haklarınızı bilmenizde fayda var.

http://freepages.books.rootsweb.com/~robcol73/Sahaflar/works/GMS-Randevu.html
...Pek utangaç biriydi. Doğru dürüst bir arkadaşı yoktu. Bu yetişme biçiminden mi kaynaklanıyordu nedir, aslında o kadar aykırı bir insan değildi. Bir toplum içine girdiği zaman sözü dinlenirdi. Kendisini kabul ettirmek için bağırmasına, sinirlenmesine gerek kalmıyordu. Zaten onu...

http://www.otuzoyun.com/30oyun/30oyun.html
Zeka düzeyinin çok yüksek olduğunu iddia edenlere buyrun bakalım diyoruz. Kendinizi birde burada ispat edin bakalım. ...100 dolar oluşturamayacak şekilde $1,$2,$5,$10,$20 ve $50'lık banknotlarla sahip olabileceğiniz maksimum para miktarı nedir?.. Örneğinde olduğu gibi basit soruların yanında detaylı ve ağır sorular da mevcut bu sitede.

http://www.freetheanimals.homestead.com/photos.html
Lütfen DİKKAT! Bu sayfayı yaşı küçük olanlara ve resim dahi olsa bakmaya tahammül edemiyecek olanlar açmasın. Dünya üzerinde ister deneysel isterse gösteri amaçlı olsun hayvanlara eziyet edenlerin ne kadar acımasız olduğunu gösteren bu sayfaları, "Free the animals" olarak yayınlamışlar.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Info Angel v1.51 [3.0M] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106137
Bir kişisel Organizatör programı. Tüm kişisel bilgilerinizi tutabileceğiniz, randevularınızı ayarlayıp düzenleyebileceğiniz bir PIM. Küçük PDA cihazlarına alışkın olanlara şiddetle önerilir.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030404.asp
ISSN: 1303-8923
4 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com