KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)



ÜZGÜNÜM! KANADIM KIRILDI, BAŞARAMADIM...

Kahveci Soruyor?



Xasiork Dergi


ANLAMSIZ SAVAŞA HAYIR !
Adrese Teslim Günlük Sanal Gazete - Yıl: 1 Sayı: 239

 10 Nisan 2003 - Vay tabansız vay!..


Merhabalar,

Saddam dünkü yazımı okuyunca kendine gelmiş, düşünmüş taşınmış ve toparlanıp tüymüş. İnanmıyor musunuz? Bulun sorun Saddam'ı o zaman.

Amma tabansızmışsın be Saddam. Bu garip savaşın "EN" lerine birkaç tane daha ekleniverdi dün 16:00 sularında. En tabansız lider, en umulmadık zamanda, cümbür cemaat sırra kadem bastı. Daha bir gün evvel işgalcilere ayakkabımızı atacağız diyen enformasyon bakanına nazire yapar gibi, dönek yada sindirilmiş halkı ulu başkanlarının resimlerini terlikle dövmeye başladı. Bu nasıl iştir anlayan beri gelsin. Bir gecede Bağdat'ın tüm devlet birimleri buhar olup uçtu sanki. Koca Bağdat'ta yalnız kaldığının farkında olmayan birkaç milisten başka savunma kalmamış. 16:00 da Firdevs meydanına giren askerlerin yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi doğrusu. Hiç karşılık görmeden başkentin kalbine kadar girmeyi onlarda beklemiyordu anlaşılan. İşin komiği Washington'da da aynı şaşkınlık yaşanıyordu. Kolay mı? 6 ay sürer diye yaptıkları planları öne çekmek zorunda kalacaklar, söz verdikleri yardım ve imar çalışmalarına hemen başlamaları gerekecek. Tek savunma Musul ve Kerkük'te kaldı. Orada olup bitenler bizi de yakından ilgilendiriyor. Amerikalı askerlerle birlikte Musul'a girme planları yapan çapulcu peşmergeler yüzünden bizleri zor günler bekliyor. Savaş nedeni saydığımız olay gerçekleştiğinde alacağımız tavır tüm dünyaca merak konusu. Vermeyi vaad ettikleri 1 milyarlık sadakayı alkışlarla karşılayanların, hayırseverler(!?) bunu sınırı geçmeme şartına bağlayınca, alacakları tavırda benim için merak konusu doğrusu. Sevgili büyüklerimizi zor günler bekliyor. Haydi bakalım daha önce gemiyi alabora eden kaptanı bu fırtınada görelim. Becermeleri ve biranönce gemiyi sakin denize çıkarmaları en büyük dileğim. Umarım bundan böyle savaşsız yazılar yazar, umutlarımızı tekrar yeşertmeye başlarız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Kitap Fuarı

Sevgili dostlar,

Bir süredir yazı yollamadım, yollayamadım.. Nedeni, açıkçası şu Irak işgalinin bende yarattığı garip, anarşik etkiler.. Tüm değer yargılarım-ki zaten sayıca azdılar-yıkılıp yerle bir oldular.. Ve ne zaman ki yeni bir yazı yazmak için oturuyorum makinanın başına, bir zehirdir akıyor ki... aman aman.. yenilip yutulacak gibi değil.. Biz eski toprağız, zamanında sadece düşündü ve belki ifade de etti diye, birçok kişilerin, türlü çeşitli eziyet ve aşağılamalarla karşılaştığını, bu tip insanlarla sistemli olarak ve gaddarca mücadele edildiğini biliriz bu memlekette.. Bu nedenle korkağızdır.. Ama artık, adam sendeee.. noktasına geldim, gemi bir azıya aldım ki, sormayın.. Benim azı dişim kalındır.. gemi oraya geçirdiysem, kişneyerek ve çifteler atarak bir koşturuşum vardır ki, çatlayana kadar sürer maazallah... Artık yeni birşeyler yazmanın zamanı geldi diye düşünürken, oturdum makinanın başına, bu üretemediğim değil, yollayamadığım dönemde yazmış olduğum yazılara göz attım.. Yok, hala iflah olur gibi değiller.. Biraz ayıklayıp redakte edilmeyi istiyorar.. Bunun için de zamana ihtiyaç var.. Ben de daha eskilerde yazmış olduğum, aşağıdaki konuyu konuşmayı istedim sizlerle.. Bu yazıyı yazdığım ilk tarihe bakınca da, utanmadım desem yalan.. Ekim 2002'de gitmişim kitap fuarına ve şu yazıya başlayıp, yarım bırakmışım.. Şimdiye kısmet oldu...

Her sene, günü geldiğinde bir heyecan, bir heves bende.. Acaba neler var yeni diye, sanki okuyabilecekmişim gibi, eşek yüküyle kitabı, hammal gibi taşıyıp getirdiğim güzel fuarım.. Bu yıl ne yazık ki istediğimce gezemedim.. Pek de hevesli olmayan bir arkadaşımla birlikte gittim, ve o sadece sanat fuarına gitmeyi istiyordu.. Tek araba gittik, (biliyorsunuz artık tepebaşı'ndan beylikdüzü'ne taşındı, bir hayli uzağa gitti Kitap Fuarı..) İşte bu birlikte gittiğim arkadaşım, bir iki saat içinde cep telefonumdan arayıp, işinin bittiğini, (ve pek de beklemek istemediğini) ifade etmiş oldu bana.. Kös kös çıktım, az sayıda toparlayabildiğim kitapla..

Fuarda biraz zaman geçirmek zorunda kaldığım bir iki stand oldu..
Önce gönüllü yardım dağıtıcısı olarak çalıştığım Deniz Feneri Derneği'nin standına rastladım ve iki satır laklak ettim oradakilerle. Sonra, Metis'in yerine girdim.. Metis yayınlarının sahibi, arkadaşım Semih Sökmen'e rastladım.. Ayaküstü konuştuk biraz.. Kendisinden son haber aldığımda (gazetede görmüştüm) siz deyin 75 ben diyeyim 450 yıl ile yargılanmaktaydı.. Mehmet'in kitabı adlı kitabı yayınladıkları için... Sonuçta, mahkeme bitmiş, devlet kendisini affetmiş galiba.. (Ya da yeterince korkuttuğunu düşünüp, belki biraz da kulağını çekip koyvermişler yakasını..) Bu işler hep böyledir bizde... Devlet değil, her kim benzettiyse 'dÖvlet'tir'... gerçekten..

Bugün yemek yerken kerevizyon açıktı, galiba kitap fuarında bazı söyleşiler yapmışlar, onları yayınlıyorlar.. Genç sayılacak bir adam konuşuyor, benim sırtım dönük, o nedenle sadece lafları duyuyorum, konuşanı görmüyorum, adam diyor ki:
-Bizde her şeyin doğrusunu devlet bilir ve düzenler.. Mesela, biliyor musunuz, devletimiz tarafından ülkemize sokulması yasak olan kitapların bir listesi vardır, yani okumamızın sakıncalı bulunduğu bazı kitaplar vardır.. ve bunlar bir koca kitap tutacak kadar uzun bir liste oluştururlar? Bu kitapların listesi PTT tarafından bir liste haline getirilerek kitaplaştırılmış ve yayınlanmıştır.. Biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz değil mi... nereden bileceksiniz.. Doğru, bilemezsiniz.. Ben de görmedim.. Çünki bu kitap da yasaklanmış!!!'

Aynen böyle dedi adam.. İyi mi! Komedi mi bu allah aşkına? Nedir bizim bu oynadığımız, yaşadığımız? Doğruu... hakkımızda en iyi neyin olduğunu sadece onlar bilirler... Evet.. haklılar.... Biz kim oluyoruz ki?

aaltan@superonline.com

Nedret Türer

 Telveli Paylaşımlar : Nedret Türer


   PERMATİK VE CALVE HAZIR ÇORBA !

Dün akşam oturmuş arkadaşımla sohbet ediyorduk.
Sohbetin mekanı o kadar güzeldi ki, İstanbul'da yaşadığıma memnun memnun gülümseyiverdim. İstanbul'da yaşamanın getirisi olan gülümseyişlerimizin azlığını ya da çokluğunu, İstanbul sevgimizle doğru orantıladığımızda İstanbul'da yaşamanın bizlere gerçekte verebildiği "mutluluk" oranı ortaya çıkıvermiş olur…
Ben sanırım bu konuda oldukça az gülümseyenlerdenim.
Sadece büyüsüne kapıldığım için, inkar edemiyorum varlığını…
Yoksa, İstanbul'a küsmek bazen işime geliyor. Doğruya doğru!
Dün gece, yine birlikteydik.
O, arkadaşım ve ben.
Küsüşmelerimiz depreşmişti.

"Zor şehirsin be sen!" dedim.
"Beş para etmezsin, biliyor musun?" dedim.
"Şu haline bak, rezalet" dedim.
"Utanmıyor musun hiç?.." dedim.

Utanmadığını söyledi…
Hışımla ilk sarf ettiği sözcük bu oldu yüzüme.
Ben değil dedi, koynumda büyüttüğüm, beslediğim
sizler utanmalısınız!
Sizsiniz suçlu!
Her zaman ki gibi beni "pisleyip"
sonra da "şu güzelliğe bak!" diyorsunuz!..
Zevksiz olan sizlersiniz,
ama zevksizliğinizi bana yüklüyorsunuz!
Ben artık oldukça ağırlaştım,
sırtıma vurduğunuz 'suç ve ceza'lardan!
En kolayı sizin yaptığınız…
Gideceğim... ama gidemiyorum buralardan...
Ben bir tarih yaşadım.
Ben nice tarihler yaşadım.
Ben sizler için bir 'vatan'ım! Bütünün bir parçası…
Ama şu yaptığınıza bir bakın!..

Sanırım haklıydı.
Kızarmıştım…
Allah'tani gökyüzü karanlıktı, göremedi.
Eğer görseydi, daha verip veriştirirdi, biliyorum…
Verirdi veriştirmesine de, daha ileriye gider mi, diye korktum.
Alacaktım en alasından ağzımın payını, biliyordum ve sustum.
Ama o susmadı!
Susamadı...
Başlamıştı bir kere...
Veryansın edip durdu...
"Sizler beni hak etmiyorsunuz" dedi.
İşte söylediği bu sözcük var ya, bana çok ağır geldi.
İstanbul'u hak etmemek…
Evet... Onu hak etmemek için elimizden ne gelirse yapmıştık, doğru!
Çekin gidin dese de yeri vardı.
Çekip gidivermek?!.. Acaba o kadar kolay mıydı?!

"Dağlarım, taşlarım, tepelerim oynadı yerinden 17 Ağustos'ta" dedi.
"Bu sallantıyı çok sevdim.
"Ben anlatamamıştım size derdimi.
"O anlatıverdi…
"Gördünüz, ben o kadar çürüğüm ki,
Ansızın bir harabe olabilirdim ve olabilirim de hala
Bir şunu bilemediniz gitti!.."

"Sizler,
her gece
..ve hala
zevkimde ve sefamdasınız hayra değil, şer'e alamet!"
"Benim boğazımdan bir yudum mutluluk geçmezken,
boğaz'ıma karşı (!) keyifleniyorsunuz!..
Benim ömrüm tükeniyor,
sizin ömrünüzle birlikte!
Kör olmuşsunuz kör,
göremiyorsunuz!.."

"İşte yanıldığınız nokta'yı size son kez sunuyorum.
Ben İstanbul'um.
Benden başka yok!
Bunu biliyorsunuz.
Biliyorsunuz bilmesine de…
Fark etmiyor!
Siz beni hak etmiyorsunuz!
Hak etmiyorsunuz!
Hak etmiyorsunuz!.."

Saat gecenin yarısı olmuştu.
…ve biz sadece iki kişi kalmıştık.
Gök gürledi, masa örtüleri uçuştu.
Yağmur başladı.
İnsanlar kaçıştı.
İstanbul gitmişti.
Kızmıştı.
Ağlamıştı…

Arkadaşıma baktım usul usul.
Onun da yüzü benim gibi
Solmuş, sararmıştı.
"Kalkalım" dedi.
"Onun boğazından mutluluk geçmiyor ama,
bak bizimkinden neler neler gecti?!"
"Kalk" dedi, "Kalk ve hazır ol,
"Kendi yarattığımız pislikleri yaşamaya yeniden!"

Evet..
Artık dönüş yolumuzdaydık.
Evlerimize dönüyorduk.
Birden,
bir sürü ışık, keskin bir düdük,
yanar döner lambalar ve acı bir fren…
Ne oluyor, neler oluyor, demeden,
zz önceki küskünümüzün polisleri
karşılayıverdiler bizleri
"İyi akşamlar. Ehliyet ruhsat lütfen."
Çıkardı arkadaşım verdi ellerine.
"Her şey tamam mıydı?" diye sordum.
"Tamamdır" dedi. Merak etme.

Eee… tamamdı tamam olmasına da
Polis evirdi, çevirdi.
Bir bana baktı bir arkadaşıma.
I-ıh… Bu bakışlar yetmedi.
Bekledi...

"Ne oldu?" diye soralım bari dedik.
"Arabanız" dedi. Camı "Füme rengi, yasak!"
Döndüm arkadaşıma sordum. "Füme mi, ne fümesi?"
Güldü arkadaşım,
"Her şey tamam merak etme... Onun derdi başka..."
"Sabret" dedi." ...ve dinle"

Durdum, sabrettim ve dinledim.

Polis "Saç sakal uzadı" dedi.
"Sabah olacak birazdan. Eee bir de sıcak çorba oldukça İyi gider bu yağmurdan sonra…"

Arkadaşıma döndüm;
" Sakal? "
" Çorba? "

"Anlaşıldı" dedi dostum, bunların beklentisi başka!..
Tam cüzdanına uzatıyordu ki elini,
Aklıma İSTANBUL geldi!
Gök yine şiddetle gürledi.
"Yeter be!" dedim, "Yeter... Benden bu kadar"

Tamam İstanbul, tamam.
Bak şimdi seni nasıl gülümseteceğim.
Bekle...

Uzattım başımı sayın polis memuruna konuştum.
"Haklınız, sakallarınız oldukça uzamış,
çorba da sabah sabah ne iyi gider di mi?!"
Arkadaşım bu işe karışmama kızmış, afallamıştı.
Ama, sanırım iyi şeyler olacağını hissetti, bekledi.
Çıkışımdaki gizli isyanı anlayışla karşıladı…

Uzattım elimi arkadaki torbaya.
Gündüzden kalma bir alışveriş paketiydi.
Aldım içinden 2 adet çok anlamlı nesneyi.
Uzattım;
"Sayın Memur bey kardeşim
Al işte bu permatik,
bu da Calve hazır çorba.
Paramız yok, cezamız yok, suçumuz da yok!
Sen sabahını bunlarla karşıla!"

Bir şaşkınlık, bir koca düğüm
konuverdi memurun yağmurdan ıslanmış yüzüne.

"İyi akşamlar" dedi
Son derece afallamış olarak usulca,
Belli ki sevinemedi elindekilere!

"İyi akşamlar" dedik ve gülümsedik...
Uzaklaştık ve sevindik.

İstanbul'da yaşamanın
İstanbul'u yaşatmaya başlamanın
gülümseyişiydi bu…

Baktım yağmur da durmuştu.
Gökyüzü de gürlemiyordu...

Pencereleri açıp,
havayı soluklayıp sessizliği dinledik.
Dostum aniden durdu.
Arabadan indi.
Bahçesinden bir gül kopartıp bana sundu...
Neden dedim.
Gülümsedi.

Ben masumum,
Bu gülü sana
İSTANBUL verdi!

Gülümsedim...
Gülümsedi...
Gülümsedik...

Evet...
İstanbul'u sevmek, onu hak etmek demekti…

Nedret Türer
http://www.ucnokta.com / A N L A M Platformu
Düşündüren her cümlenin sonunda "Üç Nokta" vardır...

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Askerlik

" Sizinki askerlik değil soytarılık ! " der kardeşim ne zaman askerlik anılarından söz etsek. Kısa dönem er olarak 4 aylığına çağrılmıştım tam 20 yıl önce. Sözüm ona üniversite mezunu olarak yedek subay olacağımız savıyla gittim Burdur'un dağlarına, aylardan MART, Burdur acayip HART. İş yerlerimizden ücretsiz izinli sayılıyoruz kanun gereği, eğer dönüşte paşa gönlümüz istemezse o tarihe kadar olan tazminatlarımızı alıp gidebiliriz, hesapladım benim 3 sene olmuş, neyse hele bir dönelim...

Bu vesileyle tanıdım Burdur'u, halk alışmış askerliğe, üstelik bedelli askerler de var, bastırmışlar parayı 2 ay sonra çekip gidecekler. Kardeşimi askerdeyken görmek için Isparta'ya gitmiştim, aynı gün kar yağdı, güneş açtı, yağmur, rüzgar gibi her türlü doğa olaylarına tanıklık etmiştim, Burdur'da aynen Isparta... Bir de eski postallar ayağıma denk GELDİ, hiç anlamadım bu koca postalı kim nasıl DELDİ ? Neyse, bir gece yarısı operasyonu ile bedelli askerlerin bir çift postalı ÇALINDI, 3-5 nöbetlerine ısınmış ayaklarla DALINDI... Manzara süper, tepeye göndermişler beni, göl nefis bir manzara ile karşımda, insan şair bile olur walla, zaten Orhan Veli'de Gemlik'in manzarasına hayran olup " Düzlüğe çıkınca Gemlik'i göreceksiniz, sakın şaşırmayın " dememiş boşuna. Söz dedim, ben de bir şiir yazacağım, zaten geçen bahardan aşık aşık gelmişim Burdur'un dağlarına, yazarım elbet...

Her erkek'in bitmek tükenmek bilmeyen askerlik anılarını duymuşsunuzdur mutlaka, benim de epey gırgır günlerim geçti elbette, sağını solunu bilmeyen üniversite mezunlarıyla ne " sağaaa dön ! " dönüşleri yaptık ve yüz-yüze geldik, cebimde unuttuğum mini tereyağ ile yerlerde bile süründüm farketmeden, hemen bir çete kurup 2'şerli olarak tavla turnuvaları yaptık tepenin arkasında göl manzaralı.. En nefret ettiğim şey ise " Çök ! " komutu, yapmam arkadaş dedim ve yapmadım, ben futbolcuyum ve dizim sakat dedim tıfıl Teğmen'e, peki dedi çömel bari ! Havalar iyileşip futbol maçı yaptığımız gider-ayak; " Hani sakattın lem ? " dedi gülerek..

Araya 19 Mayıs tatili girdi, 3 gün izin verdiler, bir de 10-11 gün erken terhis derken topu topu 3.5 ayda tamamladık askerliği, 3 sene önce de muvazzaflığı, çürüğe çıktık velhasılı. İşte böyle sevgili mektubu beklemeler, şamata filan DERKEN, 6 kilo vererek dönmüşüm ASKERDEN, döndüğüm gün ilk düdük sesiyle zaaaank diye durmuştum Bakırköy'de GEZERKEN.. Yazmıştım Orhan Veli olmasam da şiirimi, o zaman bildiğimiz tek şey TESKERE idi, günümüzün zırtapoz tezkeresiyle ilgisi yok elbette...

TESKERE

Bir tatlı bakışın anımsanan, bir de deli mavi gözlerin
Işıl ışıl getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir koğuş horultusu yaşanan, bir de uykulu günler
Mışıl mışıl getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir gamze gülüşün anımsanan, bir de sevgi dolu sözlerin
Sıcak sıcak getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir karışık havadır yaşanan, bir de Burdur dağları,
Soğuk soğuk getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir nefes alışın anımsanan, bir de simsiyah saçların,
Dalga dalga getirir özlemini, tez gelir mi teskere ?

Bir düdük sesidir yaşanan, bir de dinmeyen rüzgar,
Püfür püfür getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir sevdalı sarılışın anımsanan, bir de öpülesi dudakların,
Burcu burcu getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir karavana kavgasıdır yaşanan, bir de çarşı izni hafta sonları,
Sancı sancı getirir özlemini, tez gelir mi dersin teskere ?

Bir mektup mutluluğudur gerçek, bir de sevdalı asker yüreği,
Gün gün bitirecek özlemini, tez gelecek teskere...


18.Nisan.1983

Gülelim, eğlenelim, vakit geçsin diye oynadığımız oyunlardan biri de şarkıları değiştirmek idi, onları da paylaşarak noktayı koyayım dedim...

- Bir içtima daha var, acep gitsek mi dersin ? ( Boşver aaabi, kaytaralım ! )
- Akşam oldu, koğuştayım, ben yine ( Leş gibi kokacak desene yine o ayaklar ! )
- Ağlar gezerim tugayı, sanki teskere alırım diye ( 3.5 ayda veriyorlar, zırlama ! )

asesen@turk.net

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_89.asp

Devamı var

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.186 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

 Tadımlık Şiirler


AĞUSTOS

Vurdu beni

Ezeldim gün vurdu beni
Boğdu beşik sütsüz dâne pervane
Emmedim bildim yaban sakındım kanadımdan
Yoz ışık vurdu beni

Taş yağıyor

En el hak taş yağıyor
Altmış sekiz yetmiş bir seksen doksan banazdan
Menemen metris olmamak hüseyinden yusuftan
Beriye taş yağıyor

Uyku sarı

Od düşende düşlere uyku sarı
Safran safra saydık attık sormadık
Uğrun uğrun gece inip güzleyip
Gündüzün uyku sarı

Can gidiyor

Esiyor su taşlara can gidiyor
Erken ölüm ergen ölüm dilime diş dizdiren
Dümdüzünden gün gözünden
Türkçemden can gidiyor

Seval ESASLI

<#><#><#><#><#><#><#>

KÜF

Ne yana baksam diyor ne yana baksam
Üstüme yürüyor kirli bir yeşil
Uygun adım morarıyor etlerim
Uyku kalmadı bende ne yana yatsam

Gitsem başında dursam soluğunu dinlesem
Bütün diş izlerini silsem boynundan
Yıksam yüzündeki yırtık afişli duvarı
Elinden tutup eve getirsem

Çeyiz yorganını örtsem üstüne
Bakıp yine öyle sitemle gülse bana
Gözüm de yok artık telinde duvağında
Kapımı açışını görsem

Uçsa üstümüzden bu küf kokusu

Seval ESASLI

 Biraz Gülümseyin


ERKEKLER İÇİN YEMEK TARİFLERİ

*BASİT YEMEKLER

Domatesli Biberli Yumurta

Büyükçe bir tavaya yağ domates ve biber koyup bir sigara yakıyoruz. Sigaranın külü yere düşmek üzereyse yumurtaları eklemenin zamanı gelmiş demektir. Yumurtaları kırıp sigaramızı bitiriyoruz. Pişmiştir herhalde ocağın altını kapatıyoruz.

Biberli Domatesli Yumurta
Her gün domatesli biberli yumurta yemekten sıkıldığımızda yapabileceğimiz bu enfes yemek tıpkı biberli yumurtalı domates gibi pişiriliyor.

Makarna
Bir tencere dolusu sıcak suya makarna poşetini boşaltıp maç İzlemeye başlıyoruz. İlk yarının ortalarına doğru kalkıp altını kapatıyoruz. Tencerenin içinden seçtiğimiz makarnayı fayansa fırlatıyoruz. Yapışırsa pişmiş demektir. Devre arasında hala içinde su kaldıysa tencerenin kapağını kapatıp lavabodaki en kirli tabağın üzerine doğru döküyoruz.. (o zaman hem tabak temizleniyor hem de makarnalar çatalla yenebiliyor) Üzerine ketçap sıkıp yiyiyoruz.
Not: Fayansa firlattığınız makarnayı bir ara oradan alın. Sayıca fazlalaştıklarında bazen hangisini fırlattığınız karışıyor.

Tuzlu Makarna
Yapılışı aynı makarnaya benziyor. Tek farkı bu kez makarnaları suya atmadan önce tuz koymayı akıl ediyoruz ... Öyle daha güzel oluyor.

Pilav
Pilav aslında basit bir yemek değil. Aranan kriterler var. Tuzlu yumuşak ve tane tane olması gerekiyor. Sonuncusu kolay. Pirinçleri tek tek pişirdiğinizde tane tane oluyorlar ama uzun sürüyor. Maharet hepsini bir arada pişirebilmekte; ama çok da sorun etmeyin. Nasıl olsa içine yoğurt koyup bulamaç haline getirdiğimizde hepsi birbirine yapışıyor. Kısaca yağ koyup üzerine pirinç ekliyorsunuz. Sonra da su ve tuz koyup pişiriyorsunuz.. Hem bunu süzmeye de gerek yok.

Patates Kızartması
En kolay işlerden biri. Patatesleri soyup parmak gibi kesiyorsunuz ve kızgın yağa atıyorsunuz. Tek yapmanız gereken altını zamanında kapatmak. Yoksa tencere alev alabiliyor. Bu yüzden sadece tv'de pembe dizi varken yapın. Bir de diğer yemeklerin aksine bunu tencereden yiyemiyoruz. Mutlaka tabağa koymak gerekiyor. Onun dışında çok kolay.

*ORTA ZORLUKTAKI YEMEKLER

Hazır Pizza

Pizzamızı fırınımıza atıp pişmesini bekliyoruz daha sonra fırından çıkarıp yanık yerlerini bıçakla kazıyoruz. Dikkat edilmesi gereken tek şey kazırken üzerindeki malzemeleri mutfak tezgahına yapıştırmamak.

Hazır Köfte
Bu da nispeten zor bir yemek. Bir miktar sıvı yağı teflon tavaya koyup köfteleri içine diziyoruz. Köfteler tavayla aynı renk olmadan altını kapatmak gerekiyor. O yüzden başında beklemek lazım.

*ZOR YEMEKLER

Konserve Türlü

Bir miktar yağ ve salçayı tencereye koyup konservenin içindekileri döküp üzerine su koyuyoruz. Pişmesi çok uzun sürüyor. O sebeple başında beklemiyoruz. Gidip tv izliyoruz. Her seferinde yandıkları için henüz tadına bakamadım ama konservenin üzerindeki resme bakılırsa güzel bi şeye benziyor.

Tavuk
Yapılışı makarna gibi. Sıcak suyun içine atıyoruz arada pişip pişmediğine bakmak için hayvanın kaba etine çatal saplıyoruz. Bu yemek piştikten bir iki gün sonra üzeri jelibon gibi oluyor. Bu yüzden pişirirken isteğe bağlı olarak bolca toz şeker eklenebilir.

*ULTRA ZOR YEMEKLER

Kıymalı Bamya

Konserve türlüye benziyor ama içine daha onceden kavrulmuş kıyma konulmalı. Kıyma kavurmak çok zor ve zahmetli bir iş. Bu yüzden makarna pişirmeyi öneriyorum.

.......

Editörden Not: Yukarıdaki yazının yazarını bilmiyorum ama bana beni hatırlattığı için çok sevdim. Teşekkürler Akın. Yarın "PÜF NOKTALARI".

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.animaturk.com/sahmeran/sahmeran_film.swf
Anadolunun bağrından çıkmış bir çok efsaneden sadece bir tanesidir Şahmeran. Kısayolunu verdiğim adreste şahmeran efsanesi için hazırlanmış bir çizgi film var. Bilgisayarınıza indirebilmeniz için .swf adresini veriyorum. Ana sayfaya bakarsanız bol miktarda flash animasyon bulabileceğiniz web sayfalarına uğramanızı tavsiye ediyorum.

http://www.forteantimes.com/articles/158_godmachine.shtml
Dr. Frankenstein'i kitabını okuyan veya filmini seyredenler tanırlar. "The God Machine" isimli cihazı ile ünlü olan doktor ve makine hakkında bilgi almak için kısayolu tıklayınız. ...October 1853, on a hilltop in Lynn, Massachusetts, a group assembled to create the New Messiah. They had not come to pray or to praise God...

http://www.eyeenvision.com/litterbox/litterbox.html
Yine kediler ve yine müzik. Bu defa heavy metal tarzıyla hayranlarını coşturan müzisyen kedimiz sahnelerin tozunu attırmaya devam ediyor. Çığlıklar içerisinde stres atmaya hazırmısınız. Hadi öyleyse oturmayın yerinizde, bırakın tembelliği ve başlayın bağırmaya :))

http://www.canli.net/fikra/index21.html
...Dört kişilik bir eğitim uçagı bilinmeyen bir nedenden ötürü düserek mezarlıga çakılmış. Akşam haberlerde kurtarma ekibinin başı olan temel açıklama yapıyormus: -Şimdiye kadar 33 ölü çıkardık. Ölü sayısının artmasından endişe ediyoruz... Bol bol fıkra, animasyon ve resimler.

 Damak tadınıza uygun kahveler


Irondust QuickSend v1.0 [39k] W9x/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106154
Herhangibir web sitesinden seçtiğiniz 300 karakteri aşmayan teksti sağ tuşa yerleşen bir komutla email içine alıyor, web sayfasının linkini kopyalıyor ve konu olarakta sayfanın adını yazıyor. Minik ama çok kullanışlı bir program.
http://kmarsiv.com/sayilar/20030410.asp
ISSN: 1303-8923
10 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com