KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 251

 29 Nisan 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : İsyanlardayım...


Merhabalar,

Yok anacım bu iş böyle olmayacak!.. Benim hemen bir çare bulmam lazım. Bak gördün mü gene kendime yer bırakmamışım... Teknoloji dedik bağrımıza bastık ama sen arkadan vuruyorsun oldu mu ya efendi?... Neymiş 52 KB'yi geçmeyecekmişim. Kardeşim gündem dolu, Tatlıses'im Asena kızımı hafif hafif okşamış, seyreden güvenlikçilerim salyalarını silecek mendil aramış, canım iktidarım sepetleye sepetleye adam bırakmamış, her fırsatta tombala çekip mala çeki düzen veren taş fırınlar, elin arabı yoklama çekince ahlak timsali kesilmiş, özel banka genel müdürleri altı sıfırlı dolarla geçinmeye çalışırken kalan 3-5 devlet bankası müdürüne verilen 30 milyarı çok bulmuş sayın vekillerim (vekillere zam kapıda anlaşılan)... Canım postacım, bunların hepsi tek başına yazı konusu, sen bana kalkmış bir paragraflık yerin var, peşrevi kısa kes diyorsun. Yok, yok bu iş böyle olmayacak. Mizanpaja bundan böyle alttan değil tepeden başlanacak. Türlü süslü sözler bulunup hattat edasıyla yazılacak, kalan yerlerde eşit şekilde paylaştırılacak. Ya da yeni program devreye sokulup kapasite artırımına gidilecek. Eee, görürüz bakalım el mi yaman bey mi? Bugünlük sen galip geldin teknoloji efendi amma bu işin yarını da var bilesin!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Senaryo Değil mi ?

Hep birlikte bir 10 sene ileri gidelim dedim bu PAZAR. Bakalım ipin ucunu kaçıracak mıyım AZAR AZAR ? Bahar gelmiş pek bir hoş aman değmesin keyfime NAZAR !

Açtım Pazar sevdasıyla gazetemi, iç açıcı değil yine birçok HABER, spor sayfası benim için hepten BETER, bu FENER walla adamı kabız EDER, yeter kardeşim YETER ! Bir işi kıvıramıyorsa insan onuruyla çeker GİDER, bizim ülkede adet bu sanırım, başarısız olsan bile; "Elalem şimdi ne DER ?" ayaklarına yatıp şeyini kıpırdatmıyorsun. Neyse, ben 2003 senesinden ayrılmaya karar vermiştim zaten deyip bulmacadan sonra hem gazetemi hem de gözlerimi kapattım, ver elini 2013. Yine günlerden Pazar, ben 55'i geçmişim, gazetem yine ÖNÜMDE, bu kez yakın gözlüğüm var elbette GÖZÜMDE..! Siyasete bulaşmadan doğruca spor sayfasına daldım :

Middle East NBA Sonuçları..
Bağdat Thunderbolts : 93 - Tahran Rabbits : 91
Şam Sugars : 101 - Amman Spiders : 97
Kerkük Patriots : 94 - Filistin Stones : 103
Tel-Aviv Tanks : 88 - Riyad Motors : 89
Basra Birds : 88 - Cidde Wolfes : 89
Dubai Dreams : 98 - Bahreyn Powers : 96
Kabil Bees : 102 - Karaçi Tigers : 105
Yemen Coffees : 90 - Kuwait Towers : 92
Kahire Pyramids : 95 - Beyrut Nights : 98

Türkiye Süper Kategori-3 Futbol Sonuçları..
Afyon Kaymakları : 3 - Isparta Gülleri : 2
Çorum Leblebileri : 1 - K.Maraş Dondurmaları : 1
Amasya Elmaları : 2 - Kayseri Pastırmaları : 1
Gastamonu Depdepleri : 2 - Bandırma Bandırcezleri : 0

Türkiye UltraSüperMegaLig Haberleri..
GS Aslanları; günü dinlenerek geçirdi, ne demişler : "Aslan yatağında belli olur !"
BJK Kartalları, 110.yıl kutlamalarını şampiyonlukla süslemek istiyor.
FB Kanaryaları, taraftarlarını kahretmeye devam ediyor, 8 kişi kadro dışı..
Trabzon Hamsileri, haftayı horon teperek geçirdi..
Diyarbakır Karpuzları, küme düşmemek için elimizden geleni yapacağız dedi..
Adana Kebapları, acılı günler bize yakışmaz, ligden düşmeyeceğiz dedi..
Denizli Horozları, bu kez erken ötmeyeceğiz, lig yeni başlıyor dedi..
Malatya Kayısıları, henüz futbolumuz çağla-badem, olgunlaşacağız dedi..

Haberler..
Türkiye'nin AB'ne kabul süreci 2018'de başlayacak, AB dönem başkanlığı bu yıl Fas tarafından yürütülecek, geçen sene Moğolistan'ın dönem başkanlığını yürüttüğü AB'ne bilindiği üzere Cezayir, Sri-Lanka ve Singapur yeni üye olarak katılmışlardı..

Özelleştirme İdaresi; külliyen Türkiye'nin satılmasının parça parça satılmasına göre daha kazançlı olacağını belirtti..

Magazin..
Reha Mıhtar'ın yeni tartışma programı "Ergenlik Sivilcesi Patlatılmalı mı ?" rayting rekorları kırdı, millet yine sabaha kadar ekran başındaydı..

BBG 53'de final yaklaşıyor.. Halk, "Senin anan da 2003'de böööle şeyler yapmıştı ne var bunda ?" diyen 03-Şaziment için 2'ye bölündü..

Orhan Veli'nin dediği gibi; "Beni bu güzel havalar mahvetti !".. İyi mi ?

asesen@turk.net

Yukarı


 Cafe Azur : Suna Keleşoğlu


La Socca

Merhaba,

O sabah telefon çalmasaydı, bilgisayarın başından kalkıp dışarıdaki güneşi selamlayamayacaktım. Günü kaçırmadan yakalamanın neşesi ile gülümseyerek açtım telefonu. Kurs tatili olduğu için arkadaşlarımı iki hafta göremeyecektim. Ama telefonlaşmaya söz vermiştik. Bu güzel bahar gününü kalabalıklaştırmak lazımdı. Her zamanki cıvıl cıvıl sesiyle Jeanne idi telefondaki. Eğer ertesi gün işim yoksa beraber Nice'e gitmeyi öneriyordu. Neden olmasın. Zaten uzun süredir oradaki havayı koklamayı özlemiştim. En son yağmur yağarken bırakmıştım, şimdi ağaçlar çiçek açmıştır.

Sabahın ilk sıcaklığı ile beraber yola koyulduk. Bizim buradan Nice birkaç gidiş yolu var. Genelde acelesi olanlar paralı otoyolu kullanırlar, bir diğeri tren yolu yakınından geçen RN7dir. (7 nolu Devlet Yolu). Fakat benim en sevdiğim Antibes'den itibaren deniz kıyısı ile tren yolu arasından geçen sahil yoludur. İki sene önce denizden gelen dalgalar ve yağan yağmurlarla bayağı zarar görse de, deniz havası ala ala yolculuk yapmayı tercih ederim. Jeanne önce otoyoldan gitmeyi önerdi, sonra daha saatin erken olduğunu ve çoğu yerin açılmamış olduğunu hatırlatınca deniz kenarından gitmeye ikna oldu.

Herkesin işe gittiği bir saatte yola çıkmakla hata yapmış olsak da, Sophia Antipolis'(*)den sonra Antibes'i de geçince tüm sahil yolu bize kalmıştı. Biraz deniz havası alalım isteğimi geri çevirmeyen Jeanne, Nice'e varmadan Cagnes-Sur-Mer'de sahil boyunca uzanan kafelerden birine oturmak için arabayı durdurdu. Sabahın erken saatleri olmasının şansı ile oturacağımız kafenin önünde park yeri bulmuştuk. İkimiz de sabah bir şey yemeden çıktığımız için kahvenin yanında önerilen küçük kuruasanlara hayır dememiştik.

Güzel deniz havasını, baharın yeni açan çiçekleri ile beraber içimize çektikten sonra tekrar yola koyulduk. Yapacak çok işimiz vardı. Sabahtan öğlene kadar zamanı Jeanne'ın kuzeninin nikah töreninde giyeceği bir giysi aramakla geçirdikten sonra, elimizdeki çantalarda bir o giysi yoktu. İndirimdeki bir mağazadan kar şapkası bile almıştık. Oysa bahar gelmişti. Alışverişin içinden çıkılmaz bir hale dönüştüğünü anladıktan sonra, Jeanne hazır bir giysi bulamayınca bir terziye sipariş vermeye karar verdi. O kadar çok açıkmıştık ki, terziye telefon edip öğleden sonrası için randevu aldıktan sonra ne yiyeceğimizi düşünmeye başladık. Uzun süredir socca (sokka) yemediğimi söyleyerek eski Nice'e gitmeyi önerdim. Yıllar öncesinden beri socca yemediğini hatırlayan Jeanne bu teklifimi çok sevdi. Elimizdeki paketleri arabaya bırakıp, arabanın park süresini uzatmak için parkometreye biraz daha bozuk para attıktan sonra eski Nice doğru yürümeye başladık. Canavar bu makineler diye kendi kendine söylendi Jeanne. Bir de park yeri bulamasaydık dedim.

Eski Nice'in rutubet kokan sokaklarında hızlı adımlarla ilerlemeye başladık.
-Ne tuhaf, dedi Jeanne.
Çok uzun süredir bu taraflara gelmemiş. Alışverişe geldiği zamanlar şehrin yeni kısmındaki mağazaları tercih ederken, gezmeye ise hep sahil kenarına gelip buralara uğramadan dönermiş. Ne iyi yaptık dedi. Tam öğle vakti, henüz lokantalar dolmadan tahta masalarını sokağa yaymış soccacının önünde sıraya girdik. Önümüzdeki turist kadın yanındakilere soruyordu. Socca ne diye? Kimse cevaplandıramayınca, satıcı araya girdi ama aksanlı İngilizcesi yeterli olmadı. Kadının yüzündeki soru soran ifade gitmemişti. Jeanne fransızlara özgü aksanlı fakat anlaşılır İngilizcesi ile La Socca'yı anlatmaya koyuldu. Önce içindekileri saydı 2 tepsi için
250 gr nohut unu, 500 ml su, 2 çorba kaşığı zeytin yağı, tuz ve karabiber…

Kadın şaşkın gözlerle baktı ve hepsi bu mu diye sordu. Gizli bir sır vermenin mahcubiyeti içindeki Jeanne kadının biraz da küçümseyen sorusuna gayet ciddi bir şekilde.

-Hepsi bu ama, bunları biraraya getirip ortaya sunmak bir sanat. Madem çok basit geldi neden iki porsiyon birden aldınız?

Kadın iki elindeki socca tabakları ile kalakaldı. Jeanne kadının yüzüne bakmadan anlatmayı sürdürdü.
-Nohut ununu su ve yağ ile iyice karıştıracaksınız, zevkinize göre daha az ya da daha fazla yağ ekleyebilirsiniz. Tuzu da ilave ettikten sonra karıştırarak ve bir çırpıcı yardımıyla çırparak iyice homojenleştirdiğiniz karışımı incecik olacak şekilde fırın tepsisine yayacaksınız. Eğer evde yapacaksanız yaklaşık bir saat önceden ısıtılmış 200-220 derecedeki fırının içinde rengi altın rengini alıncaya kadar pişireceksiniz. Sıcak olarak yenilmesi ve dilenirse karabiber ilavesi tavsiye edilir. Tüm bunların yanında socca ile ilgili en önemli şeylerden biri fırın tepsisinin sıcak ve yağlanmış olmasıdır. Ayrıca unutmayın soccayı parmaklarınıza yağ bulaştırarak ellerinizle yemelisiniz. Yani biraz evvel çatal sordunuz ya, işte o nedenle.

Nedense Jeanne kadına sinir olmuş ve son sözleri ile soccanın içindekileri küçümseyen halini beğenmemişti. Sıra bize gelip soccalarımızı aldıktan sonra, ikimizin de gözü vitrinde dizili kızartmalarda kaldı. Ne dersin birer ortak kızartma alalım mı dememize kalmadı ki, ikimizin eli de camdan aynı tabağı gösteriyordu. Patlıcan, kabak ve kabak çiçeği kızartmaları ile dolu tabağımız ve soccalarımızla tahta masalardan birine oturduk. Yanımıza gelen garsona buz gibi iki limonata söyledikten sonra iştahla ellerimizle soccalarımızı yemeğe koyulduk. Bir ara Jeanne'ın gözleri doldu. Gözlerini benden kaçırdı. Böyle anlarda soru sorulmasını sevmezdi. Kendi isterse konuşurdu. O yüzden birşey söylemeden onun sessizliğine karıştım. Limonatalarımızı getiren garsondan bir bardak su isteyen Jeanne, yüzüme bakarak anlatmaya başladı.

-Annem ve babam boşandıktan sonra ben ve kardeşim annemle yaşamaya başlamıştık. Babamı yalnızca haftasonları görebiliyorduk. Biz ilkokula giderken ayrılmışlardı ve iki yıl sonra babam Paris'e taşındı. Her yaz tatilini beraber geçirirdik. Annemin sinirli ve otoriter halinin aksine sürekli gülen ve sevimli bir adamdı. Bizim hasretimize dayanamadı ve burada daha az maaşa bir iş bulup çalışmaya başladı. Nice'de küçük bir dairesi vardı. Biz annemle beraber Grasse yakınlarında büyük bir evde oturuyorduk.
Hiç ara vermeden anlatıyordu. Bir az soluklandı ve soccasını yemeye koyuldu.
-Soğutmamalı. dedi ve devam etti.
-Babamla geçireceğimiz haftasonlarını iple çekerdik. Zaten o sıralar annem yeni bir erkek arkadaş bulmuştu, bizimle fazla ilgilenmezdi. Babam bizi keyiflendirmek için ilginç süprizler hazırlar ve her Cumartesi dışarıya yemek yemeye götürürdü. Ayda en az iki kez eski Nice'de socca yemeye gelirdik. Burada hiç yememiştik ama az ilerdeki büyük soccacı bizim değişmez mekanımızdı. Yine bir Cumartesi onda kalıyorduk. Kardeşim 39 derece ateşle yatıyordu ve ben ergenlik kaprislerimle dışarı yemek yemeye gidelim diye vızıldıyordum. Dışarıda yağan yağmuru da sayarsak tam bir kabus. Pizza ısmarlamayı ya da Hamburger sipariş etmeyi önerdi. Ben socca yiyeceğim diye tutturunca, kardeşimi yalnız bırakmak istemediğinden o zaman biz de evde yaparız dedi. Bir heyecan evde socca yapmaya koyulduk. Evde nohut unu olmadığından, nohut konservesini püre haline getirip unla karıştırdık ve zeytinyağı yerine tereyağı koyduk. Tuz yerine de biraz şekeri boca edince, fırından çıkan yanmış yaratığa bakıp suratımızı buruşturmuştuk. Sonra yataktaki kardeşimde dahil olmak üzere saatlerce güldük. Benden kardeşime iyi bakacağıma dair binlerce söz aldıktan sonra, yağmurluğunu giyip dışarıya çıkan babam elinde altı porsiyon socca ile geri gelmişti. Büyük bir iştahla hepsini yemiştik, sonra kucağında film seyrederken uyuyakalmışım.

Soru sormadan onu dinliyordum, biraz limonatasından yudumladı. Sonra soccasından ısırdı. Ve devam etti.
-Onu geçen sene kaybettik. Uzunca süre hasta yattı. Ve bizimle dışarda yemek yemeye gidemeyişine üzüldü. Ölümünden birkaç ay önce socca maceramızı hatırlayan kardeşim tıpkı o günkü babam gibi dışarı çıktı ve elinde altı porsiyon socca ile döndü. Elinde soccalarla kardeşimi gören babam kahkaha atamadı ama gözleri ile bize gülümsedi. Ve ellerimiz yağ içinde soccalarımızı yemeye koyulduk. O sadece iki lokma alabildi. Ama gözlerinde sevgi ve mutluluk vardı. Sonra bana seslendi. Başımı göğsüne dayayıp uzunca bir süre öylece kaldım. Ve söz babacığım bir gün çocuklarım olursa onları senin gibi seveceğim dedim. Jeanne gözyaşları içinde soccasını yemeyi bitirdi ve kızaran burnunu sildi. Sonra bana baktı. Gözlerim dolmuştu.

-Seni de üzdüm ama onu çok özlüyorum dedi. İster misin, terziden sonra onun en sevdiği kafelerden birinde kahve içelim ve onu analım.
-İyi olur dedim.
Ve hesabı önceden ödemiş olmanın rahatlığı ile garsonları beklemeden terziye gitmek üzere oradan ayrıldık.
Koluma girerek, kulağıma eğildi.
-Annem bize ne socca ne yemek pişirirdi. O gezerken biz kuru emeklere ve hazır yemeklere talim ederdik. Ama onu da severdim. Babam onu hep sevmemizi söylerdi. Tıpkı kendi sevdiği gibi. Herşeye rağmen onu sevebilmek derdi.
Soccacıdan yayılan kokuların eşliğinde rutubetli daracık sokaklarda yolumuza devam ettik.

(*) Cote D'Azur'un Teknoloji vadisi olarak adlandırılan bu bölge, çoğu uluslararası firmaların ofisleri, eğitim kurumları ve oteller ile bu bölgeye turizm dışında bir ayrıcalık veren ve Antibes, Biot, Opio, Valbonne gibi 14 köy ve kasabayı kapsayan büyük bir alan. Bundan otuz yıl once senator Pierre Laffitte tarafından ortaya atılan fikrinin hayata geçmesiyle bir teknoparka dönüşen bu bölgede, büyük küçük çeşitli şirketlerde yaklaşık 25000 iş imkanı buluyor. Uluslararası şirketlerin varlığı ve orada çalışan yabancılarla çok uluslu bir kimlik kazanıyor. Nice, Cannes, Monaco gibi bilinen tursitlik merkezler kadar, bu bölgede yer alan kasaba ve köyler de tarihi ve coğrafi güzellikleri turistleri buraya çekmeyi başarıyor.

SunA.K.
Mougins 16.04.2003
skelesoglu@eudoramail.com

Yukarı


 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Belki...

Bir belki'nin peşine takılıp sürükleniyoruz hayatın ardından. Belki ile başlayıp farklı şekillerde biten bir sürü cümle kuruyoruz. Bunun adı umut mu, hayata pozitif bakmak mı yoksa aptalca bir Polyanna'cılık oyunu mu, bilmiyorum.

Örümcek ağları gibi ipek ipliklerle bağlıyız sentetik sevdalara. Her bir sevdaya kendimiz isim koyup hakettiği ve hatta bazan hak etmediği kadar anlam yüklüyoruz ona. İçimizin engin denizlerine dökülen nehirler gibi varsayıyoruz hepsini. Sanki hepsinin yolu eninde sonunda bize çıkacakmış gibi geliyor. Belki biraz fazla dolaşır, belki kimi zaman yatağından taşıp sele karışır ama sonunda gelip döküleceği yer içimizin engin denizleridir zannediyoruz. Fırtınalı havalardan sonra sığınacağı liman bizdedir, kayalara çarpmaktan yorulan ruhu sükut bulmak için açıklardaki dingin akıntıları izler, bir fenerin uzaktan hayal meyal görünen cansız ışığını referans alarak bulur belki rotasını sanıyoruz. Adını ne koyarsak koyalım, şeklini biz belirliyoruz sevdanın ve ona göre yeni düşünceler, duygular, tepkiler geliştiriyoruz. Tebessümler ve hüzün çizgileri arasında bir zaman gidip geliyor yüz ifademiz. Kah şen şakrak neşeli ışıklarla bakıyor gözlerimiz, kah çiğden önceki alacakaranlık sisleri çöküyor bir perde gibi göz bebeklerimize. Binlerce belki arasından bizi mutlu edecek ya da belki teselli edecek doğruları seçmeye çalışıyoruz, daha net görebilmek için gözlerimizi kısarak. Yetmiyor bazen onda bulduğumuz, ondan duyduğumuz cevaplar. Belkiler arasından duymak istediklerimizi bulmaya çalışıyoruz. Aradığımız çoğunlukla bir cevap olsa da kimi zaman belkilerle gerçek cevaplardan kaçıyoruz.

Malum sevda bir adım geri çekilecek olsa kapkara oluyor ufuklarımız. İçimizdeki cam faunus paramparça oluyor, sırça yüreğimiz kristal gibi yansıtamıyor artık güneşten gelen ışığı. Düşler dünyasının pembe kaftanlı prensesi iken karanlıklar aleminin sert bakışlı prensi oluyor hayallerimiz, umutlarımız. Dünya ve yaşam bitti sanıyoruz, kısa bir süreliğine de olsa. Ya şöyleyse, ya böyleyse diye korkularımızı masaya yatırıyor, yine belkilere sığınarak kaçmaya çalışıyoruz hepsinden. Fakat düğüm olmuş bir yumağı iki ucundan çeker gibi daha da karıştırıyoruz kendimizi. Her düğüm kör düğüme dönüşüyor. Dayanamayıp koparıveriyoruz ipleri orta yerinden.

Bulmak, yitirmek, yitirdiklerinin yerine yenisini bulmak... Ağlayarak doğduğumuz günden, ağlatarak öldüğümüz güne kadar değişmeksizin devam ediyor bu döngü, belkide değişmeyen tek şey olarak. Kimi zaman bulduklarımız eski yaralara tuz olurken kimi zaman yitirilenlerin yerini hiçbirşey dolduramıyor. Giden giderken senden de birşeyler götürmüşse, yüreğinin bir yanını alıp gitmişse onarılamıyor kırılıp dökülenler.

Bir zaman böyle devam eder hayat. Eksik kalan yanlarımızı hesaplamakla, nerede ne kadar eksildiğimizi aramakla, hangi parçamızı hangi köşe başında unuttuğumuzu hatırlamak için çabalamakla geçer günlerimiz. Ve biz yine kendimizi lal duvarlara, ama dalgalara, kendimize ve geceye anlatırız. Hiçbiri bilmez, anlamaz içimizdeki fırtınaları. Bir tek gece anlar söylediklerimizi. Bir tek gece heryerde aynıdır çünkü. Kimi zaman etrafımızı saran kaos yine, yeni muammalar sokar hayatımıza. Nerede durmamız gerektiğini kestiremez, rengarenk boyanmış bir uçan balon gibi havada asılı kalıveririz. Tüm bunları düşünerek kentin daracık sokaklarında, denize nazır, fotokopi günler yaşarız. Sevmelere alışkın yüreğimiz boşluğa tahammül edemez hale gelir. Hep aynı cümleyi telkin ederiz kendi kendimize "bu da geçecek, boyuna kanayacak değil ya!" Biraz da incinmişliklerin eseridir, yaralar kabuk tutmaya başlar zamanla. Her anımsamamızda ince bir sızı geçmez artık içimizden. Nedeni ve nasılı önemli değildir, tek ve yalın gerçek vardır artık. Artık esip geçen bir rüzgar, yağıp toprağa karışan bir yağmur gibidir yaşananlar. Islak ve karmakarışık şaçlarımız kalır geride. Islak ve karmakarışık duygularımız gibi...

Artık o da bozuk para değerine muhabbetler, üç kuruşluk iltifatlar ve sahte sevgi provaları kıymetindedir. Taht-ı revan'da oturmuyordur artık. Kaftanında zümrüt işlemeler değil, acıtan ve inciten yanlarını gizlemeye çalışan yamalar vardır. Gülüşü güneş, bakışı ilaç değildir artık. Adının başındaki sıfat ne olursa olsun, adı sevda değildir artık, daha ne olsun...

Bir zaman daha geçtikten sonra yeniden ilmekler almaya, yeniden, yeni sevdalar oyalamaya başlarız kendimize. Mutlu oluruz her yeni deseni, her yeni motifi gördükçe, hissettikçe. Ta ki o sevdalar kara sevdaya, sonra düğüme, sonra kördüğüme dönünceye dek. Sonrası malum. Yeni belkiler...

BeT
bet_ayh@mynet.com

Yukarı


 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_96.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Nice Yıllara ..!

Cumartesi gecesi yemeği için Cuma gecesinden ufak bir keşif YAPILMIŞTI,
Bilseydim Cuma gecesinden başlayan eğlenceyi, derhal o bar tarafımdan BASILMIŞTI,
Neyse; ev sahibi hüviyetimi cebime koyduktan sonra çıktım evden ERKENDEN,
Pasta almalıyım, pasta almalıyım DERKEN,
Birden gözüme ilişti Mabel Arap SAKIZI,
Çoban armağanı misali kaptığım gibi Arap KIZI,
Üsküdar'da bekliyordu diğer kızım Böcük'üm BeT'im,
19:45'de Kalamış'ta idi ya NÖBETİM,
19:30'da Kadıköy'de buluşacağımız Mehmet EMİN,
Şarkikarağaç'tan hemşeri çıkıverdik DEMİN,
Geçemezdik içeri, Angara'dan gelene burası filanca, şurası falanca DEMEDEN,
Şifacı Ayşe Nur ile Irak muhabirimiz Hasan gelmişler kargalar kahvaltısını YEMEDEN,
Aslında demezler mi, biraz geç KALMIŞLAR,
Meğerse hızlarını alamayıp önce Fenerbahçe Marina'sına DALMIŞLAR,
Garsonlara sordum meğerse Fenerbahçe'ye de dalmışlar daha 45.SANİYE,
Dedim hala takım diye sahaya çıkıyorlar bunlar ama NİYE ?
Henüz 2 laf edip yanlarına oturmaya giriştik bir ÇABA,
ASUMAN kızımız ile tam kadro geliverdi İsmail BABA,
Kalkıp bize ayrılan masamıza yerleştik konuşurken havadan SUDAN,
Gezgin Kahvecimiz Cüneyt çıktı geldi GÖKSU'dan,
Bu gece bize Cerrahi müdahale gerekirse DİYE,
BERRİN'i de getirmiş gelirken Ankara'dan HEDİYE,
Tam LAF'a dalacak iken çıkıp gelmez mi medyatik dostumuz SELCAN,
Kapıyı içmeden zor bulan Editör Cem'e şimdi değil de ne zaman TAKILCAN ?
Ordu gibi geliverdiler Tanju ile Mehtap KARDEŞLER,
Yanlarına 2 tane birden SERPİL'i bir güzel İLİŞTİRMİŞLER,
Kıskanç Ters Köşe, durur mu hemen bir MEHTAP daha bulur buluşturur KATAR,
En son gelen dostumuz meğerse değil miymiş Bediş KOLATAR...
Gerisini hatırlamıyorum, yedik, içtik çok eğlendik DERMİŞİM,
Kapıdan yakalamasaydım bazılarını hesabı öpücükle ÖDERMİŞİM ?
Pastamızı bile yedik, girdi KAHVE MOLASI 1 YAŞINA,
Nazar değmesin senin ne gözüne ne de KAŞINA ...

26.Nisan.2003
Yazılarda Enişte,
Mani'lerde Eh İşte !


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.217 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


HAYDARPAŞA BURASI

Kaç kere yanaştın bu minyatür iskeleye
Kaç kere bağlandın ve çözüldün, saçlarınla
Kaç kere lastiklerin ezildi, palamarın koptu
Kaç kere düdük çaldın, bir çocuk istedi diye
Kaç kere öptün o kızı, dudağının üstünden
Kaç kere sarıydı içerisi, sıcak ve rahat
Kaç kere çarptı yüzüne o tuzlu yağmur
Kaç kere yanaştın, eli yanağında sandın
Kaç kere sarsıldın, bir karanfil elinde.

Kaç kere yaşadın, duydun ve eskidin
Kaç kere merdivenlerden indin, Glasgow 1859.

İskeledeyim; atlarken gördüm yeşil denizi
Her yan yeşil, yine de kimlik denetimi…

Ali CengizkanAli Cengizkan

<#><#><#><#><#><#><#>

SOLFASOL OTOBÜSÜ

Haydi gel, bir daha deniyelim,
Mutluluk hakkını kaptırma başkasına.
Solfasol otobüsüne binelim sıkışıktır,
Yakın olmanı istiyorum bana.
Asu gel, bir kere daha deniyelim.

Bu otobüs en kalabalık, en coşkunu,
Yollarda hemen hergün kaza,
Ama olsun, biz yine ona binelim.
ªöyle geç, hem biraz daha sokul,
Duymak isterim o kızoğlan kokunu.

Senin ellerin ne küçükmüş ki,
Tuttuğu bir ölü gövde olmasın.
Derin nefes al, geleceği düşün.
Bilincini sık, yaşlar dolmasın,
Senin gözlerin ne büyükmüş ki.

Asu gel, bir kere daha deniyelim.
Asu gel, solfasol otobüsüne binelim.

Ali Cengizkan

Yukarı

 Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz


Eli kulağında..

Çoğumuz kullanırız bu tanımlamayı.. Eğer bir olay olmak üzereyse, 'eli kulağında' deriz.. Oysa mantıkla düşününce, elinin kulağında olması ile, bir olayın o an olmak üzere olması arasında bir bağlantı kurulamıyor..Oysa, bizim kültürümüzde kolaylıkla açıklanabilecek bir temei var bu tanımın. Eskiden, saatin kıt ve pahalı bir alet olduğu dönemlerde, ramazan ayında, iftar sofrasında oturup hocanın ezanı okumasını beklemekte olan müslümanlar, eğer saatleri yoksa yakınlardaki cami minarelerine bakıp hocanın ezanı okuyup okumadığını anlamaya çalışırlarmış. Bildiğiniz gibi, hoca ezana başlamak üzere iken, elini kulağına götürür ve hemen arkasından ezan başlar.. İşte eli kulağında olmakla bir olayın olmak/başlamak üzere olması arasındaki ilişki buradan kaynaklanıyor

aaltan@superonline.com

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Soğuk Nevaleler

- Ben sünnete karşıyım.
- Gençlerin önünü kesmeyelim...

- Arkadaşlar telefonlar dinleniyormuş...
- İyi iyi dinlensinler zaten çok yorulmuşlardı...

- Saatin çalışıyor mu?
- Evet
- Benimkine de bir iş bulsana...

- Kocanızla ortak özelliğiniz nedir?
- Aynı gün evlendik...

- Karınca bir zencinin koluna düşünce ne demiş?
- Karakola düştüm.

- Size bir kıllık yapayım ; içine kıllarınızı koyarsınız..

- Çok iyi göbek atan kazana ne denir?
- İyi oynayan kazansın...

- Bağırsak kurtları bağırsakta yaşarlar bağırmasakta...

- Size deniz anası taklidi yapayım mı..?
- Deeeniiiizzz ggeeell yavruumm geell annecim...

<#><#><#><#><#><#><#>


Protezli garip...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Yeni Soru : 4 - Şu KÖPEK'e bir KEMİK verelim de sevinsin gariban :-)

KÖPEK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - ..6.. - KEMİK

asesen@turk.net

Yukarı

 Kıraathane Panosu




ister buluşma
28 Nisan - 10 Mayıs 2003
Devlet Güzel Sanatlar Galerisi
İstiklal Cad. Atlas Pasajı
209-49 Beyoğlu İstanbul


Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://toolbar.google.com/intl/tr/
Son zamanların en ünlü ve en başarılı arama motorunun mükemmel araç çubuğunu tarayıcınıza ekleyebileceğiniz sayfa. Mutlaka ziyaret edip bu kolaylığı edinin.

http://www.queendom.com/
Yüzlerce psikolojik, eğlenceli testin ve akıl oyunların yeraldığı bir site. İngilizce olmasından başka bir kusuru yok:-))

http://www.infeksiyon.org/
Bulaşıcı hastalıklarla ilgili güzel bir kaynak site. SARS konusunda aklınıza takılanlara cevap bulabilirsiniz.

http://www.fragman.tv/
Evet tahmin doğru, tamamen film fragmanlarından oluşuyor. Tamamen türkçe ve anlaşılabilir nitelikte hazırlanmış. Tek sorun var, üye olmazsanız hiç bir fragman'a ulaşamıyorsunuz.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Stickies 4.0a [484k] W9x/2k/XP FREE
http://www.btinternet.com/~tom.revell/stickies.exe
Masaüsütnüzde posit kullanmak ister misiniz? Benzeri pekçok program gibi, renk, yazı karakteri, alarm gibi fonksiyonlara sahip. Ama gene pekçoğunun olduğu gibi ücretli değil, bedava. İşe yarar bir araç, kullanmanızı öneririm.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030429.asp
ISSN: 1303-8923
29 Nisan 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com