|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 252 |
30 Nisan 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Eller yukarı..!? |
Merhabalar,
Buyrun işte! Bizim iktidardan gayri herkesin nemenem birşey olduğu konusunda fikir birliğine vardığı "Ulusal Bakış Açısı" (bkz.Milli Görüş) yüzünden sonunda "Haydut"ta olduk. Barbar, arabesk, hindi gibi sıfatlara alışmışken, hiçte haketmediğimiz bir tane daha uygun görmüş Almanlar. Listedeki komşularımız Afganistan, Irak, Somali, Sudan, Suriye,vb. Biz, terörle mücadelede onbinlerimizi yitirdik, sarsılan ekonomimizi hala toparlayamadık, başımıza ne geldiyse terör belasından geldi, diyerek olmadık yerlerimizi yırtalım, elin adamı şıp diye hesabı kesivermiş; "Haydut Devlet". Yani bu devletin vatandaşından sakının, ne yapacağı belli olmaz, malınızı, canınızı, namusunuzu bunlara karşı koruyun diyor elin devleti. Diyeceksiniz ki bize ne, ne derlerse desinler, biz bize yeteriz. Keşke kazın ayağı öyle olsa idi. Ama maalesef adın çıktı mı birkere dokuza, inemiyor bir türlü sekize. Diplomatik çevrelerde usulüne uygun 3 maymun rolü oynansa da, sıradan vatandaşlar için haydutsan haydut kalırsın. Atacağın her adımda sorgulanır, üçüncü Dünya vatandaşı muamelesi görürsün. AB'ye alalım mı? diye sorduklarında, "bırak o haydutları" derler adama. Türkiye ile uzak yakın hiçbir kimyasal ilişkisi kalmayan ama birileri tarafından oy uğruna, taban uğruna şakşaklanan bu sürünün yüzünden aşağılanmayı kim sineye çekebilir ki?
"Değiştik, değişiyoruz, daha da değişeceğiz" söylemiyle memleketimin başına geçenler, daha altıncı ayda "Huylu huyundan vazgeçmez" dedirttiler. Dışarıdan akan su yollarının önündeki engelleri birer birer kaldırmada, tasarruf teranesiyle üstü düzey kadrolaşmada, verdik-veriyoruz-vereceğiz diye bol keseden palavra sıkmada bir numara olup, geçmişi aratır hale getirdiler yurdumun insanını. Tecrübesizlik ancak iyi niyetin arkasına saklanabilir, ancak o zaman hoş görülebilir. Ama sen kalkar sırf seninle aynı Dünya görüşünden değil diye adam harcarsan, yerlerine ahbap çavuş ilişkileriyle adam seçersen, verdiğin sözleri yerine getirmek şöyle dursun başlatmak için bile hamle yapmazsan, kaşıkla verip kepçeyle alırsan, verdiğin kaşığı ayyuka çıkarıp kepçeyi görmemezlikten gelirsen, bunun adına tecrübesizlik değil, fırsatçılık derler. Başına gelenlerden feyz alıp doğrunun tanımlamasını iyi yapmak yerine, eski tası eski hamamda takırdatırsan, devleti de böyle kurda kuşa yem edersin işte. Ondan sonra MGK toplantısında ne halt edeceğini kara kara düşünürsün. Eğriyi doğruya denk getirebilme umudunu çok görmeyin bizlere de aklınızı başınıza devşirin...
..........
Altı günde Kıbrıs'ta yaşananları biri kalkıp 2 hafta önce deseydi, deli diye koğuşa kapatırlardı herhalde. Umulmadık manevra öyle güzel meyva veriyor ki, artık isteselerde istemeselerde dönüşü olmayan bir yola girdiler. Açılan kapıdan hasret giriyor, arkadaş giriyor, komşu giriyor, para giriyor, en önemlisi anlayış ve sevgi giriyor. Düşmanlığı kapı arkasında bırakıp, baba ocağına, dede ocağına koşuyor insanlar. Aynı toprağın ekmeğini 30 yıl önce paylaşmayı becerememiş babalarına, dedelerine hayret ediyor çoğu kuşkusuz. İyi ve hayırlı günler bekliyor onları, sebep olanlara teşekkür etmeyi unutmasınlar yeter.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz İstanbul'da Son Samba... |
|
Paris'te Son Tango filmini bilmeyeniniz yoktur sanırım. Yıllar evvel izleyenlerin aşka, sadakate, evliliğe olan inancını dipten sarsmıştı. Ölümün dansıyla birlikte inandığımız tüm değer yargıları kare kare yerle bir olmuştu...
O sabah biraz geç uyanmıştım. "Kadının yeri evi"dir felsefesine uygun olarak evimde yerel faaliyetlerimi sürdürüyordum. Yerleri süpürürken birden gözüm televizyona ilişti... Uyku hali tam geçmemiş, fonksiyonları bulanık hanımlara yönelik türkülü sabah programlarından birinde ekranın altında birden bir bıyık belirdi... Hey!! bıyığın telefonu var.. "Ben Recep 0900xxxxxxx numaramdan hemen beni ara, seni bekliyorum" diyordu pala bıyık. Sonra sinek kaydı yanak, kirli sakal, kaytan bıyık hepsi sıradan resmi geçit yaptı ekranda adeta.. Kadınlara özel sohbet hattı reklamı imiş(?). Daha sırada camlar var silinecek, bıyıkla kaybedecek zamanım yok deyip işime döndüm. İş güç derken baktım kahvemolası saatim gelmiş bir vasat kahve yapıp geçtim internetin başına... Sohbet muhabbet derken bilinmeyen birinden bir mesaj geldi. " 23 yaşında üniversite öğrencisiyim, 182 boy, 75 kilo..." diye en ince ayrıntısına kadar kendini santim santim tanıştırıyor hanımlara yolladığı mesajda.. Hani neredeyse yolda görseniz tanırsınız çocuğu (!). Bir saati 40 dolar, tam gün 100 dolar. "İsterseniz çay partilerinize gelip striptiz servisi de veririm. Ellemek 200 dolar, seyretmek 100 dolar". Açık açık her türlü ayrıntı verilmiş parti hakkında, evli bayanlar için gizlilik garantisi yanı sıra hijyen konusundaki beklentilerinden de dem vurmuş... Son derece profesyonelce olan bu yaklaşımdan ziyade beni arz ve talep konusu hayrete düşürdü... Bu kadar ağır şartlı bir teklif karşısında insan "pek şımarmış sıpa" demekten kendini alamıyor doğrusu... Besbelli ki kapışılıyor(!)...
Allah yolunu açık etsin deyip, akşama davetli olduğım yaşgünü partisi için domestic airlines modundan, miles&miles moduna geçmek üzere netten çıkıp hazırlanmaya başladım..
Gece şık bir mekanda canlı latin müzikleri eşliğine yirmi kişilik masanın etrafında toplaştık... Beşi erkek, on beşi dişi hep bir arada dengede olmanın sevinciyle yemeklerimizi ısmarladık. Elimize tutuşturulan arabesk menüden carpaccio'nun yanında lahmacun ısmarlamak mümkündü . Dünya mutfağı dedikleri bu olsa gerek(!). Biz latin yemek müziği eşliğinde dans eden çifti seyrederken yavaş yavaş bar tabureleri dolmaya başlamıştı. Renkli gömleklerin tercihan üstten 5 dümesi açık, siyah pantolon mecburi sırım gibi 25-35 yaş arası erkekler dizi dizi dizildi karşımıza. Diğer masaların da kadın erkek dengesinin bizim masadan farkı yoktu. Zaten son zamanlarda yaptığım kontrollerde geceleri kadınlar eğlenirken, erkekler evde maç seyrediyor sonucuna varmıştım. Zira bu tür yerler de adam başına on beş kadın düşüyor. Kısa bir süre sonra bardaki full erkekler birer birer masalardan kadınları kaldırmaya başladı. Rumba samba Allah ne verdiyse... Kıvır Allah kıvır... Kıvır kıvır erkekler ortalıkta dolanmaya başladı...
- Kızlar bu adamlar konsomatrist galiba..
- Yok artık daha neler..
- Vallahi öle..
Geçen seneye kadar memleketteki bütün kadınlar neredeyse İspanyol olduydu dans kurslarına gide gele.. Bildiğim kadarıyla da dans edecek adam kıtlığı vardı.
- İşletme sahibi partner sorununa kökten çözüm bulmuş olmalı kızlar; görevli erkek..
Rivayet muhtelifti başlarda ama gerçek çıktı. Restorandaki bütün kadınlardan sonra sıra sonunda bana geldi...
- Yok ben kalkmıyım, size yazık olmasın..
- Lütfen kırmayın beni, bilmiyorsanız öğretirim..
- Benimle para karşılığı olacak birini istemiyorum..(Nasıl erkek gibi cevap ama)
- Çok şakacısınız. Lütfen gelin hadi..
- Sen istedin.. Sonuçlarına da katlanırsın oki doki?
- Ok.
Naz niyaz faslından sonra tüm uyarılarımı da yapmış olarak piste attık kendimizi. Derhal sambada kontrolü elime alıp başladım çekip çekip iteklemeye adamı... "Bir dakika" dan başka bir tek kelime söylemesine izin vermedim... Bir saniye bile vaktim yok, ne bir dakikası adam gibi oynayacaksan oyna, kız gibi kıvırma diyerek onu bir evirip çevirmişim ki öle böle değil.. Kikirik gibi bişi zaten çektin mi geliyor, ittin mi gidiyor. İspanyol'lara özgü bişiler yaptık pistte ama sambadan çok boğa güreşine benziyordu... Yoksa biz sambalarken niye bütün salon oleyyy!! diye inlesin değil mi?
Şimdi haklarını yemeyelim gerçekten bizi çok eğlendirdiklerini söylemeliyim... Verdiğimiz paraya değdi hani...
Paris'te son tango tekrar çekilse yeni konusu ne olacak acaba?... Bizi daha neler? ne kadar? ne zamana kadar? sarsacak bu hayatta. Gerçekten bilmiyorum... Bildiğim tek şey fantazi, sohbet, dans için eşe, sevgiliye ihtiyacımızın kalmadığı ve ucuza satın alınabilir servisler olarak kadınlığın hizmetine sunulduğu.
Peki ya; Aşk? Kıskançlık? İhanet? Bunlar olmadan yaşamayanlar ne yapacak derseniz onu da hiç bilmiyorum ama çok isterlerse onlar için araştırırım:-))
mehtap_akdeniz@yahoo.com
Yukarı
|
Çat Orada Çat Burada : Hasan Yüksel |
İstanbul'u geziyorum, gözlerim açık
Orhan Veli'nin meşhur şiirini bilmeyen yoktur sanırım. Benim en sevdiğim şairlerden biri olan Orhan Veli "İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı" adlı şiirinde ne güzel anlatır bu şehri. Gözleri kapalı İstanbul'u dinlemek, İstanbul'da yaşayan, hemen her köşesini bilen ve bu şehri seven bir insanın yapabileceği bir eylem. Mısraları okurken insanın kendisini Kapalıçarşı'da hissetmesi, İstanbul'un bildik köşelerinde gezinmesi hiç de zor değil. Bu şiiri ilk okuduğumda çok sevmiş ve ezberlemiştim, her ne kadar vaktiyle kız arkadaşımı etkilemek için ezberden okumaya çalışırken çuvalladıysam da hala çok severim. Bence İstanbul'u anlatan en güzel şiirlerden biridir.
Geçen hafta sonu İstanbul'u dinlemek yerine görerek gezmeye karar verdim ve gördüm ki, ben bu şehri çok özlemişim. İstanbul'da yaşarken trafiğe, bazı vatandaşlarımızın kabalıklarına, zaman zaman görüntüyü bozan pisliklere lanet ettiğim çok olmuştur ama işim gereği sık yaptığım kısa ayrılıklar sonrası dönüşümde, özellikle boğaz köprülerinden geçerken şehre bakıp "özlemişim ya" demeden edemem.
Geçen hafta sonu da soğuk havaya rağmen evden çıktım, evimin bulunduğu İstinye'den geçen ilk otobüse binip Taksim'e gittim. O kalabalık, gürültülü Beyoğlu bile bana güzel gözüktü, Çiçek Pasajı'na kadar yürüdüm. Öğle vakti olmasına rağmen içimin sesine ve kolumdan çeken garsonların ısrarına dayanamayıp bir bira içtim, yanında Çiçek Pasajı'na özgü özlediğim mezelerden yedim, iyice keyfim yerine geldi. Daha sonra biranın da etkisiyle ayaklarım dolaşarak Tünel'e kadar yürüdüm. Ne zaman Tünel lafı duysam aklıma ilkokulda okuduğumuz bir hikaye gelir. Yanlış hatırlamıyorsam Ömer Seyfettin'e ait bir hikayede, Arabistan'da bir şehirde, İstanbul'dan gelmiş bir çocuk bir ayakkabı tamircisine İstanbul'u anlatır ve ona "annesiyle birlikte tünele bindiklerinden" söz eder. Ben o zaman İstanbul'u hiç bilmediğim için bu "tünel" kelimesinin kitapta yanlış yazıldığına, doğrusunun "tren" olması gerektiğine inanmış, doğruyu öğrenince de bu ukalalığımdan utanmıştım.
Dünyanın ilk metrolarından olan Tünel'e ilk kez İstanbul'da üniversitede okumaya geldiğim zaman binmiştim. Yanımdaki arkadaşım bana uzun bir yolculuk olacağını söylemiş, daha oturduğum yer ısınmadan geldiğimizi ve arkadaşımın kıs, kıs güldüğünü görünce kandırıldığımı anlamıştım. Daha sonra ben de İstanbul'u bilmeyen bir kaç arkadaşımı bu şekilde kandırıp intikamımı aldım.
Tünel'e binip Karaköy'e indim, eskisi gibi güzel olmasa da Galata köprüsü altında yeni yeni açılmakta olan balık lokantalarına baktım, köprünün vazgeçilmez simaları balık tutanları izledim, yürüye yürüye Eminönü'ne gittim. Bir ara köprü üzerinden usta manevralarla iskeleye yanaşan veya kayar gibi uzaklaşan boğaz vapurlarını da seyrettim, bu vapurlar bence İstanbul'a çok yakışıyor.
Eminönü'nde Mısır Çarşısı ve civarını gezdikten sonra yürüyerek Kapalıçarşı'ya çıktım. Kapalıçarşı yine büyüleyici ışıkları, serinliği ve canlı vitrinleriyle beni etkiledi. Ben eski şeylere, antikalara meraklı değilimdir ama belki bilirsiniz Kapalıçarşı'da eski fotoğraf makinaları, tuhaf cihazlar satan dükkanlar vardır, onlara uğramadan edemem. Evimde bu dükkanlardan vaktiyle aldığım ve gelenlerin "ne işe yarar ki bunlar" diye baktığı şeyler hala durur. Teknolojinin geri olduğu zamanlarda yapılan bu cihazları tasarlayanların mühendisliği, kısıtlı bilgilerle ve malzemelerle bulduğu çözümler beni çok etkiliyor.
Avare bakışlarla yaptığım Kapalıçarşı gezisindan sonra aynı yoldan evime döndüm. Kendimi sanki eski bir dostu ziyaret etmiş, onu iyi görmüş ve hasret gidermiş gibi hissettim. Gelecek hafta sonu da özlediğim diğer kısımlarına, mesela Anadolu Kavağı taraflarına gitmeye niyetim var. İstanbul'lu diğer kahvecilere de tavsiye ederim, yaşadığımız kenti ara sıra bu iş için vakit ayırarak gezmek çok keyifli oluyor.
Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr
Yukarı
|
Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan |
Ya Batı Basını?..
Bizim yerli medyamızın devletten beslenmeyi gelenek haline getirip, bir de holdingleşmesi sonuncu ne hale geldiğini hepimiz biliyoruz. Ya şu özendiğimiz Batı Avrupa’da durum nasıl? Bizden iyi olduğu belli de, ne kadar iyi? Acaba oralarda da gazeteciler, yazarlar muhabirler özgür mü? Gördüklerini düşündüklerini yazabiliyorlar mı? Yada ne kadarını yazabiliyorlar? Oralarda da yasak konular var mı? Tabular var mı? Özgürlük nereye kadar? Devletlerin dışında da yasak koyanlar var mı?
Yabancı basını izleyenler bu soruların yanıtların iyi kötü bilirler ya, ben başımdan geçen, daha doğru bir deyişle tanığı olduğum bir olayı anlatayım da, yabancı dil bilmeyenler de az buçuk bilgi sahibi olsunlar şu (bazılarımızın göklere çıkardığı) Batı Basını hakkında...
1970'li yılların sonuna doğru bir Fransız hanım gazeteciyle tanıştım. Canlı, atak, gözünü taştan sakınmayan tiplerden biriydi... Türkiye’nin her tarafında ama özellikle de İstanbul’da olaylar tırmanıyor. Hemen her gün toplanan insanlar şu veya bu konuyu protesto etmek amacıyla yürüyor. Kimlerin ne yapmak için çırpındıkları tam anlaşılamıyor ya, birilerinin askeri darbe için çanak tuttukları ayan beyan ortada. Sağ-sol çatışması körükleniyor, çıkan olaylarda ölenlerin, yaralananların maddi zarar görenlerin sayısı düzenli biçimde artıyor...
Bazı anlı-şanlı gazete yazarlarımız askere davetiye çıkarıyor; daha da hızlı olanları “Neredesiniz? Siz bu günler için varsınız!Daha ne bekliyorsunuz?” gibi başlıklar atıyorlar yazılarına; yazılarından kan damlıyor muhteremlerin... Sonunda gördüler Hanya’yı da Konya’yı da; askere davetiye çıkarmanın nelere mal olduğunu da...
Hapishanelere tıkılmak bir yana işkence görenleri de az olmadı sokma akıllı gazeteci milletinin... Sahiden akılları başlarına geldi mi dersiniz? Bazılarının evet, bazıları sıkıştıkça aynı plağı biraz değiştirerek çalmayı bugün de sürdürüyorlar... En iyisi, biz daha fazla dağıtmadan asıl konumuza dönelim:
Fransız hanım gazeteci ile görüşürken yanımızda bir de Avusturyalı vardı; kırk yıldan fazladır Türkiye’de yaşıyormuş, Türkçe’si biraz Osmanlıca’ya kaçıyor ama benden düzgün konuştuğunu söyleyebilirim. Genelde İngilizce konuşuyoruz da, Fransız gazeteci Avusturyalının Fransızca bildiğini öğrenince, çok iyi İngilizce konuşmasına rağmen konu ciddileşince Fransızca'ya dönüyor. Derdi konuşulanları benim anlamamı kısmen de olsa önlemek. İşin garip tarafı o sıralar ben Fransızca’yı İngilizce’den daha iyi biliyordum... ”Bunlar bizim hakkımızda ne düşünüyorlarsa rahat rahat konuşsunlar da ben de izleyeyim” diye Fransızca bildiğimi saklı tutmayı yeğledim.
Şimdi konuşulanların kısa bir özetini sunuyorum:
Avusturyalıya göre batı basınında Türkiye hakkında çıkan haberler ve yorumlar çoğu zaman gerçek dışıymış. Batı basınının kamuoyunu yanlış bilgilendirmesinin faturasını yine Batı Avrupa halkları ödeyeceklermiş... Çünkü Sovyetler Birliği olgusu unutuluyormuş, Türklerin nefretini kazanmanın hiçbir tutarlı tarafı yokmuş... O günlerin Türkiye’si hakkındaki gözlemlerini ve yorumlarını da anlattı. Ona göre bu gelişen olayların sonunda Türkiye’nin batacağı falan yokmuş, batı basını hayal görüyormuş, Türkler, sorunlarını birer birer çözmek yerine önce kördüğüm yapıp sonra kılıçla çözerlermiş... Kendisi de Türkleri pek sevmezmiş ama yapılan haksızlıkların bu kadarına da sessiz kalamazmış, zaten yapılan haksızlıkların da zararını sonunda en fazla Avrupa halkları ödeyecekmiş...
Fransız gazeteci de gözlemlerini şöyle anlattı:
Bir haftadır kaldığı Türkiye’de gördükleri ile Batı basınında çıkan haber ve yorumların uyuşmadığını, olayların çok abartıldığını, Türkiye’den haber geçen gazetecilerin çoğunun da Türk olduğunun unutulmaması gerektiğini vurgulayıp örnekler gösterdikten sonra Türk basınının da bu yanlış bilgilendirmede büyük sorumluluğu olduğunun altını çizdi... Batı basınının da Türkiye hakkındaki yalnız kötü haberlere para vermesini eleştirdi. Daha sonra benimle de İngilizce konuşarak, gözlemlerimi ve düşüncelerimi sordu; ben de bildiklerimi anlattım. Ve şu soruyu yönelttim:
-” Şimdi siz gördüklerinizi, duyduklarınızı, bizimle yaptığınız ve banda aldığınız konuşmaları da yazacak mısınız röpotrajınızda? Yoksa Fransa'daki Türkiye şablonu neyse onun içini mi dolduracaksınız?”
Buyurun yanıtı:
-” Siz bizi Orta Doğu gazetecilerine benzetmeyin. Biz, Fransa’da gördüğümüz ve düşündüğümüz her şeyi yazarız. Biz özgür bir ülkenin gazetecileriyiz. Bu röportajım birkaç gün sonra yayınlanacak ve sizlere de gazetemden göndereceğim;o zaman kuşkularınızın ne kadar yersiz olduğunu göreceksiniz!”
On gün kadar sonra geldi gazete. Benim konuşmalarımdan tek bir cümle bile yok sözkonusu röportajda da,gazeteci arkadaşın Türkiye izlenimlerinde de! Avusturyalının konuşmalarından kısa bir kaç cümle var ama tamamen çarpıtılmış.
Özetle; Türkiye’de kan gövdeyi götürüyormuş, Hasta Adam’ın bir daha ayağa kalkması olanaksız gibi görünüyormuş; zaten bu Türklerin adam olacağı falan da yokmuş; hızla parçalanmaya doğru gidiyorlarmış, (hani neredeyse, buyurun cenaze namazına!denecek)muhabirlerinin hayatını riske atarak canı pahasına topladığı bu haberleri yayınlamaktan kıvanç duyuyorlarmış. Bir yabancının Sirkeci’den Çağaloğlu’na kadar yaya çıkması bile neredeyse olanaksızmış, canını kaybetmesi işten bile değilmiş. Bu arada Türkiye’ye tatile gitmek isteyebilecek Fransızların da uyarılması unutulmamış doğal olarak...
Bir süre geçtikten sonra Fransız gazeteciden bir özür mektubu aldım. Amerika’dan yazıyordu. Çok üzgün olduğunu,gazetedeki röportajının böylesine çarpıtılabileceğini aklının ucundan bile geçiremediğini anlatıyordu. Sözüm ona gazetenin editörü Ermeni kökenliymiş de sebep bundan kaynaklanıyor olabilirmiş... Osmanlının son dönemlerinde Ermenilere karşı soykırım uyguladıkları iddiaları varmış, bundan genç Türkiye Cumhuriyeti sorumlu tutulamazmış ama, söz konusu olaylar da kolay unutulacak gibi değilmiş...
Yani Fransız gazetecinin Türkiye röportajının berbat edilmesinin faturası da, (dolaylı da olsa) yine bize çıkıyor...”Özrü kabahatinden büyük” derler ya, işte tam öyle...
”Tanrım şu dünya basınına biraz akıl ver!” diye bağırsam, sesimi duyar mı dersiniz?
İşte size uygar ve özgür batı basınından da bir örnek! İsterseniz buyurun bir de oralardan tüttürün...
Kemal Duykan
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_96.asp
Devamı var
Yukarı
|
NE OL, NE OLMA...
Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama -- SIRRINI VERME.
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say, ama -- YERİNDE SAYMA.
Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen, ama -- KENDİNİ BEĞENME.
Emek ver, kulak ver, bilgi ver, ama hiç bir zaman -- BOŞ VERME.
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle, ama -- KİN BESLEME.
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol, ama -- BÖLÜCÜ OLMA.
Davet et, hayret et, affet, tövbe et, ama -- İHANET ETME.
Okumaktan zarar gelmez, oku ama -- LANET OKUMA.
Elini aç, gözünü aç, kapını aç, ama -- AĞZINI AÇMA.
Hedefe koş, yardıma koş, ama -- ORTAK KOŞMA.
Rakibini geç, sınıfını geç, ama -- GÜLÜP GEÇME.
Yaklaş, konuş, tanış ama -- HİZMETÇİ OLMA.
Doğrul, devril, ama -- EĞRİLME.
Seslen, uslan, ama -- KAÇMA.
İtil, atıl, ama -- SATILMA.
Ev al, araba al, abdest al, ama -- BEDDUA ALMA.
Zulmü devir, nefsi devir, ama -- ÇAM DEVİRME.
Yaşa,çalış çabala ama -- BAŞKASINI KISKANMA.
Aç kal, susuz kal, açıkta kal ama -- HARAMA EL UZATMA
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜGÜN GİBİ OL...
BESTE
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.230 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
şiir gibi
Herşeyden çok isterken seni
sende bulduğum en azla yetiniyorum.
Yaşadım, yaşıyamadık.
Çıplak duvarlara bağırmak gibi
gözlerinin içinde kendimi öldürüyorum.
Ağlamak kabullendiğim bir dost
kollarımı ona açıyorum.
Sende ben yokum
Ne acı bilir misin?
Bir tek gecede bir kez geçse dudaklarından adım yeter bana
Oysa yok; ismim yok, sesim, yüzüm yok.
Yok sayılır duygularım da.
Ben sende bomboşum
sen dolup dolup taşsanda benden
Herşey boş sana.
Boşuna mı tanıyorum senin sayende kendimi?
Boşuboşuna mı yaşıyorum yokluğunu peki..
Kesinse dönülmezliğin bitir
Oyunlar için yaşlandım
Gerçeklere çok gencim.
Herkes hayatını kazanır bir yolla
Ben senden alamıyorum, ödiyemedim hala bedelini
Borçluymuşum gibi sana hala bendesin.
Sana senden başka verecek şeyim yok
Kendimi uzun zaman önce kaybettim.
Gidenin yerine koyamadınmı daha güçlüsünü
birşey bilmiyorsun demektir
Ben seni öğrendim.
Yokluğun herşeyden daha gerçek bana
Varlığın herkesden daha yalan
Yaşattığım sen belki var
Ama doyurmuyor beni, kanmak istiyorum sana.
Ne kolay alıyorsun beni;
Kısa bir bakış,
söylemekten vazgeçsen de ben yine de anlıyorum ya
O sözcükler,
ve bir türlü başaramadığımız
O dokunuşlar yetiyor.
Ne kadar da güveniyorsun kendine
Bana vericek aşkın yok mu?
Ya bıkarsam sensizlikten,
sensiz kaldığım zamanlar ağır geliyor bana
Ya birini yaşamayı seçersem?
İşte o zaman hazırlıcam kendimi bilmeden yeni bir acıya
Sen boşver, ben kendi kendimle boğuşuyorum
Seni anlamaktan geçtim
kendimden geçemiyorum.
Sen bir korkaksın
Kaybetmekten korkuyosun, söyle
ama hayat acılarla doludur.
Birini kaybettiğinde anlarsın.
Ve fakat bilirsin ki her yeni kaybediş
Yeni bir acı için güçlendirir.
Hep daha fazlasını yaşıyamayacağını düşünürken
daha güçlüsü geçer üzerinden.
Arkanda bıraktıkların destek olur sana
Tövbeler etsen de aşka, boşuna
gelir işte yine başına
Belki hayatında bir sürü insan olur
Ama birini belki hepsinin toplanından fazla, ayrı seversin
O insana takılır kalır
Geceden geceye uzayan acılarından zevk alırsın
Çünkü sebebi O’dur.
Yaşamın, senin sebebin O
Sakın sevildiğini sanma, kaybedersin.
Bu itiraftır;
Bitiremiyorum.
Herkes için başka olan o insan
Benim için sensin…
gündaç
<#><#><#><#><#><#><#>
LAYIK DEĞİLİM
Ben sararıp solmuş çicek,
Sen rengarenk kelebeksin.
Ben kupkuru bir ağaç,
Sen verimli topraksın.
Ben dertlere boğulmuş,
Sen mutlulukla yoğrulmuşsun.
Şunu anla artık güzelim
Sana layık değilim.
BESTE
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
Trans Sibirya Demiryolu
İnsan eli ile yapılmış olup, uzaydan en uzak mesafeden görülüp ayırt edilebilen şey nedir? Bu soruya genellikle verilen cevap Çin Seddi'dir. Ancak bu doğru değildir, çünki Çin Seddi çok büyük ve uzun olmasına karşın dağlık bir alanda yer aldığı ve kendisi de taştan yapıldığı için uzaktan kolaylıkla seçilemez. Trans sibirya demiryolu, karlarla kaplı beyaz steplerden geçen siyah ve düz bir çizgi olduğu için insan eli ile yapılmış olup en uzaktan, uzaydan farkedilip görülebilen tek yapıdır.
aaltan@superonline.com
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun MİNİ CHEESECAKE |
|
Kalıbınızın büyüklüğüne göre değişse de ortalama 6 adet minik cheesecake çıkacaktır.
110 gr kepekli bisküvi (eti burçak tavsiye edilir)
4 yemek kaşığı margarin
220 g labne peynir
4 buçuk yemek kaşığı toz şeker
2 yumurta
1 yemek kaşığı yoğurt
½ paket vanilya
2 çay kaşığı limon suyu
İlk iş olarak bisküviyi iyice ufalayın. Erittiğiniz margarin ile karıştırarak iyice yoğurun. Minik tart kalıplarınızın dibine yayın.
Peynir ve şekeri iyice çırpın. Şeker erisin. İçine yumurtaları, limon suyunu, vanilyayı ve yoğurdu ekleyin ve biraz daha çırpın. Bu karışımı, hazırladığınız kalıplara paylaştırın. Önceden ısıtılmış 170 derece fırında 15 dakika pişirmek yeterli olacaktır.
Süslerken mi?.. Şimdi çilek mevsimi... Üzerine biraz da jöle koyabilirsiniz. Daha şık duracaktır.
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Yukarı
Totoche
Birkaç Fransız kantinde gevezelik ederken içlerinden biri sorar:
- Gütenberg kim, biliyor musunuz?
- Hayır, der ötekiler.
- Güzel, siz de benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Gütenberg`in
basım makinasını bulan kişi olduğunu bilecektiniz.
- Ya Panmentier`i?
- Hayır, der ötekiler.
- Güzel, siz de benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Panmentier`in
patatesi bulan kişi olduğunu bilecektiniz. Eğer gece kurslarına
gitmezseniz, yaşam boyunca işte böyle herşeye bilmiyorum demekle
yetinirsiniz... Adamın sözleri üzerine gruptan bir tanesi sinirlenir ve:
- Oldu, anlaştık! Gütenberg`i, Panmentier i bilmiyoruz. Sen
Totoche kim biliyor musun?
- Hayır!
-Peki öyleyse öğren! Totoche, sen gece kurslarına giderken karınla
yatan adam!..
<#><#><#><#><#><#><#>
Şu edepsizlere bakın hele...
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Yeni Soru : 4 - Şu KÖPEK'e bir KEMİK verelim de sevinsin gariban :-)
KÖPEK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - ..6.. - KEMİK
asesen@turk.net
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.buketuzuner.com/ Yazar Buket Uzuner'in resmi web sitesi. Buket Uzuner, Türkiye P.E.N Yazarlar Derneği,T.Y.S., Edebiyatçılar Derneği ve TWUC üyesi, Balkan Dekameronu ve Gezginler Kulübü'nün de kurucu üyesidir. Son olarak Sabah gazetesinde Tuz/Biber isimli köşede yazıyordu. Şu sıralar Mayıs'ta yayımlanacak yeni hikaye kitabı "ŞİİRİN KIZKARDEŞİ ÖYKÜ" için çalışmalarını sürdürmektedir.
http://www3.thy.com/troyaonline/myreservations.do?lang=en Dumanı üstünde bir sayfa. THY Online Check In. Havaalanına gittiğinizde kuyruk kuyruk dolaşmamak için harika bir yenilik. Biraz geç oldu ama iyi oldu galiba.
http://www.burc.com
Boğaziçi Sualtı Araştırma Merkezi, sualtı ile ilgili konularda araştırma yapmak ve dalış tekniklerini geliştirmek amacı ile kurulmuştur. Yaz geliyor, dalış konusunda uzmanlaşmak gibi bir niyetiniz varsa kolayca bilgi alabilirsiniz.
http://www.adrenalin.com.tr
Doğayla içiçe olmanın yollarını gösteren ve her türlü ekipmana kolayca ulaşabildiğiniz bir site.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
IZArc v3.3.1 [2.8M] W9x/2k/XP FREE
http://free.top.bg/izsoft/apps/IZArc33.exe
İyi düşünülmüş bir sıkıştırma ve açma programı. Hemen her cins sıkıştırılmış dosyayı açabildiği gibi, bozuk dosyaları onarabilme yeteneği de var. Winzip kullanmaya alışık olanlar için belki bir alternatif olabilir.
Yukarı
|
|
|