KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 254

 2 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Kaderde varsa yıkılmak!..


Başımız sağolsun,

Bingöl DepremiBaşları sağolsun. Okumak, adam olmak uğruna devletin kilometrelerce uzaktaki yatılı bölge okuluna göndermek zorunda kaldıkları çocuklarını gene devletin eliyle dikilen, doğanın acımasız sarsıntısıyla kağıt gibi yerlebir olan binada kaybeden ana babaların başları sağolsun. "Kendi elimle yaptığım ahırım sapasağlam duruyor ama devletin binası yıkıldı, oğlumu aldı gitti" diyordu gözü yaşlı baba. Ey büyükler kalkın anlatın bakalım bu babaya yıllardır bir ihale kanununu neden çıkartamadığınızı, neden son halini almış kanunu sümen altı edip ertelediğinizi. Buyrun anlatın, anlatın ki öğrensin o baba ne uğruna gittiğini oğlunun. Bakkal dükkanı açarken 80 yerden onay almak zorunda kalan, yıllarca beynini çatlatıp okuyan, mesleğini icra etmek istediğinde önüne türlü engel konan vatandaşa anlatın, anlatın ki öğrensin okuma yazma bile bilmeyen müteahhite milyarlarca liralık ihaleleri nasıl verebildiğinizi...

Daha 3 yıl önce, o berbat Marmara depreminin ardından yapıldığı halde, yaşanmışlardan ders alınmadığı için yıkılan binayı diken müteahhitin kendi evide yıkılmış depremde. İlahi adalet mi yoksa dangalaklığın, vurdumduymazlığın, cahilliğin sonucu mu? Üç kuruş için beş para etmez kendi canını bile düşünmeyen insan müsveddesini Allah kahretsin. Ona bu ehliyeti verenlere de yazıklar olsun.

Yumurta kapımıza dayanmadan teşhis ve tedavi işini halletmemiz gerektiğini öğrenemediğimiz sürece bu tür felaketleri daha çok yaşarız biz. Canın, insanın, herşeyin önünde olması gerektiğini anlamalıyız artık. Depremin ardından bölgeyi ziyaret eden başbakanımızı taşıyan koca helikopterin ankazın dibine gümbür gümbür inmesinin yaratacağı sorunları öğrenmeli, ayağımızı denk almalıyız. Hepinize sarsıntıdan uzak bir haftasonu diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Birkaç saat önce Bursa'dan yeni döndüm. Bursa'ya gitme nedenim ise Bursa Belediye'sinin, ÇASOD(Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) ile birlikte düzenlediği, 4.Bursa Sinema Şenliği'ndeydim. Yapımcılığını üstlendiğim 'Hiçbiryerde', şenliğin açılış filmiydi. 30Nisan-5Mayıs 2003 Tarihleri arasında gerçekleştirilen şenlik, gerçekten büyük bir özenle hazırlanmış. Ayrıca Türk sinemasının bütün nitelikli çalışmalarını, yaratıcıları ile birlikte Bursa halkı ile buluşturuluyor. Önümüzdeki yıllarda , Balkan Uluslararası Sinema Festivali'ne dönüştürülmesi planlanan şenliği kısa bir haftasonu programına alabilmenizi diliyorum.

İstanbul'dan arabayla yaklaşık 2,5 saatte Bursa'ya varılabiliyor, bence İstanbul ve İzmir'den kısa ve keyifli bir yolculuk bu hafta sizler için hoş bir 'krema' olabilir. Çünkü hem film izleyip, hem bu şirin kenti tanıyabilir, gerçekten lezzeti tartışmasız, gerçek 'iskender' kebabını, kestane şekerini yiyerek damağınızı tatlandırabilirsiniz.

Bu hafta, sizlere CD olarak, çok sevdiğim bir filmin müziklerini önereceğim. Pedro Almodovar'ın bol ödüllü son filmi 'Konuş Onunla'nın müziklerini öneriyorum. Gerçekten mükemmel bir filmdi, ama müzikleri de en az onun kadar mükemmel...

Bu arada filmi görenler, koreografileri hatırlayacaklardır. Pina Bauch tarafından gerçekleştirilen performanslar gerçekten müthişti. Pina Bauch 30-31 Maıs ve 1 Haziran'da İstanbul'da, İstanbul için hazırlamış olduğu bir çalışma ile gösterilerini yapacak. Bunu belirtmeden geçemedim. Bu tip sanat olaylarına merak duyanlar için kaçırılmaz bir fırsat.

Mualla Eyüboğlu'nun 'Hitit Güneşi' isimli anı kitabı, yine okunmaya değer, hatta bir yaşam tecrübesi olarak ele alınıp, işlenmesi gereken bir eser...

Açıkçası dostlar, bu hafta 'kremaları' light yapma haftası, yaz ile birlikte kremaların aroması , önümüzdeki haftadan itibaren bira değişecek. Onun için bu hafta en önemli 'krema'nın, 'bahar' olduğunu düşündüm. Ve...

Sevgili 'krema' dostlarım, geç gelen bahar, hepimizi oldukça bekletti. Dolayısıyla bu hafta sizlere, kendinizin biçimlediği 'baharı kutlama' programı öneriyorum. Özgürce, içinizden ne geliyorsa yapacağınız bir program. Öncelikle kendinizi keyiflendirecek, sonra sevdiklerinizle,'onların da özgürlüklerini ve baharlarını' almadan yapacağınız bir program. Ama öncelikle kendiniz için, çünkü kendiniz mutlu olamazsanız, karşınızdakini de mutlu edemezsiniz. Ben bu haftasonu bitkilerle uğraşmayı, tangoya başlamayı(bu konuda hazırlıklarımı tamamladım!), bol bol müzik dinlemeyi planladım. Tabii birde paylaşmayı...

Herkese, bol 'bahar'lı günler, sevgiyle kalın...

Zeynep Özbatur

Yukarı

 Medyatik : Selcan Lafçı


Jacob'un Yalanları

Geçen gün kanalların birinde 'Jacob'un Yalanları' adında bir film izledim. Nasıl olduysa kaçırmışım bu filmi. Ne zaman çekilmiş, ne zaman sinemalarda oynamış, farkında olmamışım. Jacob'u Robin Williams oynamış ve hakkını vermiş doğrusu.

Film ikinci dünya savaşı sırasında Alman işgali altındaki Polonya'da küçük bir kasabada geçiyor. Kasabaya hapsedilen yahudiler, etrafları duvarla çevrili, dış dünyada neler olup bitiğinden habersiz, gündüz Almanlar tarafından çalıştırılarak, akşam harabeye dönmüş evlerinde kalarak, her an bir trenin onları alıp ölüm kamplarından birine götürmesini bekleyerek, buna yaşamak denirse, yaşıyorlar. İçlerinden biri, Jacob, bir nedenle Alman karargahında sorguya çekildiği sırada açık kalan radyodan Rus birliklerinin kasabalarının 400km yakınında olduğunu duyar.

Önce kimseye bir şey söylemez. Ama çalışmaya gittikleri bir gün, ümitsizliğe kapılmış genç arkadaşına moral verebilmek için radyodan duyduğu haberi söyler. Ertesi gün bir başka arkadaşının yanına gittiğinde, onun kendini asmak üzere olduğunu görür, vazgeçirmek için radyoda duyduğu haberi ona da söyler, biraz da ekleme yaparak. Haber kasaba içinde hızla yayılır: Jacob'un bir radyosu vardır, Almanların yasağına rağmen onu atmamış, üstelik dinlemeye devam etmektedir! O bir kahramandır artık. Kasabadaki tüm yahudilere bir canlılık gelir. Ruslar yakındadır, gelip onları kurtaracaktır. Bu umut hepsine büyük moral getirir.

Jacob sadece iki kişiye söylediği haberin tüm kasabaya yayılmasından endişe duyar, radyosu olmadığını, uydurduğunu söyler önce. Ertesi gün radyo haberinin uydurma olduğunu söylediği bir arkadaşı intihar eder. İşte o andan sonra Jacob insanların böyle haberlere ihtiyacı olduğunu anlar, onları yaşama bağlayabilmek için haber üretmeye başlar. Her gün, bir önceki gece BBC radyosundan duyduğunu söylediği uydurma haberleri aktarmaya başlar. Rusların tanklarının Almanların tanklarından daha çok olduğunu, Almanların falanca yerde yenilgiye uğradıklarını ayrıntılarıyla anlatır. 'Ruslar doğuya doğru ilerliyor.' der birgün. Herkes şaşırır; batıya doğru gelmeleri lazımdır çünkü! Ama umuda o kadar ihtiyaç vardır ki hemen bunun taktik olduğu, Almanları şaşırtmak için batıya gider gibi yapıp doğuya dönecekleri konusunda anlaşır ve rahatlarlar.

Jacob'un yalanlarıyla yahudilerin kurtuluş inançları her gün biraz daha büyür. Yaşama bağlanırlar, birbirlerine şaka bile yaparlar, gülerler. Jacob'u lider seçip kaçmaya karar vermeleriyle devam eder film.

Filmi izlerken arkadaşlarımı düşündüm. Son iki yılda işini, evini ve umudunu kaybetmiş, pes etmiş olanlar var. İçinde bulunduğumuz şu günlerde umutsuzluğa kapılmak için nedenlerimiz olabilir, gelecekten korkabiliriz. Ama ne olursa olsun her an aşağılanarak, ölmeyi bekleyerek dört duvar arasında yaşatılan bu insanlar umut duyabiliyorlarsa bizim yaşama sevinciyle dolu olmamız gerekmez mi?

İşini, evini kaybedenlerin umutsuzluğa kapılmalarının birinci nedeni daha önceki yaşam standartlarını kaybetmeleridir. Aynı standarda ulaşamama düşüncesi onları umutsuzluğa itiyor. Oysa insan her koşulda mutlu olmanın yolunu bulabilir. Daha küçük bir evde, daha az parayla da yaşanabilir. Ne yazık ki bunun düşüncesi bile insanları büyük bir umutsuzluğa itiyor; belki de daha mutlu olabilecekleri bir yaşamın farkında olamıyorlar.

Ayrıca ben gelecekten umutluyum. Beklentilerimiz gerçekleşmemiş, planlarımız bozulmuş olabilir. Ama yaşamaya devam ediyoruz ve henüz Jacob'un yalanlarına ihtiyacımız yok...

Umut çok az bile olsa mucizelerin gerçekleşme ihtimali hep vardır. İhtimal umut demektir, umut yaşama sevinci...

Jacob ve arkadaşlarına ne mi oldu?
Çok geçmeden kasabadaki bir yahudinin radyosu olduğu, haberleri yaydığı Almanların da kulağına gider. Sonunda Jacob yakalanır, öldürülür. Bir trene doldurulan yahudiler bir kampa doğru yola çıkarıldıklarında yine umutsuzdurlar, Jacob'un haberleri doğru çıkmamıştır... derken trenin yolunu artık kasabaya çok yaklaşmış olan Ruslar keser, Almanlar kaçar, yahudiler kurtulur...

Selcan Lafçı

Yukarı

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


Yolculuk

Kararını vermişti artık, bu sefer dönmek yoktu, çok uzun süredir bu yolculuğa çıkmayı planlıyordu. Bir türlü fırsat bulamamıştı. Hep ertelemek için bir bahanesi vardı…

Üniversiteyi bitirdiğinde hemen çalışmaya başlamıştı, kariyer kaygıları içinde gecelerini, haftasonlarını iş yerinde geçirmişti. O koşuşturmaca içinde, geceleri devam ederek aradan bir master programını bile tamamlamıştı. Ama bir türlü o yola düşememişti. Hep kafasını kurcalıyordu, gitmeliydi ama ne zaman, nasıl yapacaktı. Erteledi…

'O'nunla tanıştığında, hemen farketmişti, 'elmanın diğer yarısı' olduğunu çoktan anlamıştı bile. Tanışmışlar, sevişmişler ve evlenmişlerdi. Güzel bir evliliği, erkek çocuğu ve yükselen kariyeri onu gittikçe daha da hayalini kurduğu yaşama doğru götürüyordu, ama yine o yola gidememişti, o yolculuk, o serüven olduğu gibi duruyordu. Herşey zamanla gerçekleşiyor ama orası hala keşfedilmeyi bekliyordu.

Bir türlü gidemediği bu yer onun içini kıvıl kıvıl kaynatıyordu. Hayatında herşey nerede ise idealdi, daha ne isteyebilirdi ki insan…

O sabah başağrısı ile uyandı… Bir gece önceki partiden sonra, sabaha kadar seviştiği eşi hala uyuyordu. Gözü cep telefonuna takıldı, '1 Cevapsız Arama'…

Numaraya baktığında, patronun aradığını farketti, hemen geri aradı. Acil olarak işyerine gelmesini istiyordu. Apar topar yola çıktı.

Başağrısı devam ediyordu.

Odaya girdiğinde, sadece patronunu değil, diğer yöneticileri de onu beklerken buldu. Uzun bir giriş konuşması yapıldı, kendisini, yüzüne karar okunan idamlık mahkum gibi hissediyordu. Krizden dolayı departmanı kapatılmıştı, kendisine çalışmalarından dolayı teşekkür edildi ve kapının önüne konuldu!

Son defa masasına uğramak için ofise yöneldi, bütün kişisel eşyaları paketlenmiş masasının üzerinde onu bekliyordu bile. Kutuyu kapattı, eşi ve çocuğunun olduğu Siyah-Beyaz fotoya uzun uzun baktı, onu da kutuya koyduktan sonra, kapıya gitti. Yıllardır aynı şirkette çalıştığı güvenlik görevlisi kibarca kutuyu taşımasına yardım etti.

Arabasına bindi, başı hala ağrıyordu, ilaç almak için torpido gözüne eğildiğinde, önündeki aracın ani frene bastığını farketmedi bile.

Gözünü açıp, yürümeye davrandığında, bacaklarının yerinde olmadığını farketti…

Sandalyeden yağan yağmuru seyrederken, hala fırsat bulamadığı o yolculuğu düşünüyordu. Kazadan bir süre sonra evi terkeden eşi, yurtdışında yaşamaya karar veren oğlu, çevresinde pek kimse kalmamıştı. Dostları da arada arıyorlar ama herkes kendi havasında yaşıyordu. Kararını o anda verdi, artık o yolculuğa gidecekti. Ne kaygı duyacak bir kariyeri, ne onun için endişelenecek bir hayat arkadaşı, ne de para kazanma derdi vardı.

Ama yola çıkmadan önce sevdikleri, dostları, eski iş arkadaşları, ailesi, herkes ile bir arada olmak istedi. Aklına bir veda yemeği düzenlemek geldi. Şehrin en kaliteli lokantasını o gece kapattı, herkesi davet etmişti. Kimler yoktu ki; üniversitedeki danışman hocasından, ilk yöneticisine, çocukluk aşkından, lisedeki takım arkadaşlarına kadar; onu kovan patronu ile ilk ve son eşine bile davetiye gönderdi…

Herkes gelmiş yerini almıştı, hafif müzik eşliğinde açık büfenin tadını çıkartıyorlardı; birbirini uzun zamandır görmeyenler hararetli sohbetlere başlamışlardı bile. Tekerlekli sandalyesi ile salona girdiğinde herkes ona döndü, harika görünüyordu. Uzun saçları, bakımlı cildi ile göz dolduruyordu. Bakındı, gözleri oğlunu aradı ama yoktu.

- 'Olsun, gittiğim yerde nasıl olsa onunla da buluşacağız' diye düşündü.

Salona en hakim masaya yaklaştı ve sol cebinden bir şiir çıkardı, 'Yaşadıklarından Öğrendiği Şey'leri anlatan bu şiiri bitirdiğinde bütün salon susmuş ona bakıyordu. Herkes onun bu yolculuğa çıkmasını destekler gibiydi.

Artık yola çıkmaya hazırdı.

Eli sağ cebine uzandı, kurşunun sekmemesi için ağzına soktuğu namlunun ucunu düzeltti ve tetiği çekmeden önce, eski eşine baktı, 'elmanın diğer yarısına'... O mavi gözleri yaşlar içinde onu uğurluyordu

Gözleri gözlerinde, dudağında ki o belli belirsiz gülümsemesi ile tetiği düşürdüğünde artık o merak ettiği yolculuğuna başlamıştı bile…

Cüneyt Göksu
cuneytgoksu@usa.net

Yukarı

 Çılgın Kahveci : Canan Şenol


Cevap

7 yaşındaki kızınız akşam ödev yaparken - "Bu Masa" "Ali Bak"- yazarken başını kaldırıp:

- Anne evlenmeden önce babam seni hiç yanağından öptü mü?
- Nereden aklına geldi? Neden sordun güzelim?
- Sen bi cevap ver anne?
- Öptü kızım...
- Peki sen hiç "Evlenmeden olmaz" demedin mi?

Hadiiiii buyur burdan yak. Siz olsanız böyle bir soru karşısında ne yapar, nasıl cevap verirdiniz?

Ben ne yapardım? Ben ne yaptım? Daha doğrusu ne yapamadım? İki seçeneğim var bildiğiniz gibi ya cevap vereceğim ya vermeyeceğim. Ben ilkini seçtim. Kızsan olmaz. "Kızım ders esnasında böyle şeyler düşünülür mü?" desen olmaz. İçinizde düşünmeyeniniz var mı? Yoktur, yoktur... Buradaki sorun, kızın düşünme yaşının ufak olmasında. Cevap vermek lazım. Evet evet şimdi cevap vermek de lazım köftehora diye düşündüm. Işık hızı ile düşünüp uçar gibi cevap vermek lazım. Sonra karizma çizilir. Diyoruz ya. Sor ki öğrenesin. Sonra büyük adam muamelesi yapalım diyoruz, terslemeyelim. E böyle de soru olur mu be fıstığım durup dururken ...

Işık hızı ile şunları düşünüyorum.

"Öptü" desem doğru, yalan yok Allah için yanak ne ki!...
"Öpmedi" desem yalan. Yalana yer yok hayatımızda....
"En iyisi Soruya soruyla karşılık verip vakit kazanayım"

- Eski Türk filmlerinde mi duydun bu cümleyi?
- Evet anne...

Bi koşu babaya mı sorsam ne? Ne diyecek sarı şeker? Muhtemel şu konuşma geçecek aramızda:

- Öpmedi de tabi ki..
- Yalan yoktu hani???
- Canım örnek alacak ya. Bunlar tatlı yalanlar...
- Olmaz yalan yok. Öpmeseydin sen de..
- Yaaaa nasıl olsa evlenecektik herkes öpüyo şimdi. Öpme ne ki...
- Tamam ben de aynen böyle derim: Kızım nasıl olsa evlenecektik baban da beni öptüydü. Ohoooo o ne ki...
- Hoooopppp....

Tekrar kıza dönelim sorunun kaynağına dönelim. Kendü kendüme mırıldandım.

.... Televizyon icat oldu mertlik bozuldu... Seyrettirmesek mi ne????

- Efendim anne?
- Hani diyorum ki üfffff kızım bak ben sana doğruyu söyleyeyim.
- Tamam anne... Üfleme anne....
- Bak şimdi anne ve babalar birbirini sever ve evlenirler.
- Buraya kadar tamam anne de evlenmeden önceye dön...
- Döndüm kızım.
- Annneee öyle dönme. Ya anneee "evlenmeden önce olmaz" dedim desene yaaaa. Nolucak sanki öpse... Nasıl olsa evlenecektiniz....
- Ohhh bee....

Ya kızım şu "Ali Bak"ın k'sı biraz kısa olmamış mı? :)))))

Canan
cozentr@mynet.com

Yukarı

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Bir Küçük Mabel Macerası

48 saattir cebimde gezen minik Mabel sakız paketi şimdi klavyemin üzerinde, iki ucu F2 ve F4 tuşlarına değerek duruyor. Arap bacı bana bakıyor ben ona. Demek özlenen sakız buymuş. Yandan yandan öyle bir bakıyor ki arap bacı teyze, kıyamıyorum paketi açıp sakızın tadına bakmaya. Onun yerine çeşit çeşit aromalı, rengarenk günümüz sakızlarından biriyle kandırıyorum kendimi. Arap bacı teyze'nin eşarbı, küpesi ve ruju Mabel yazısı ile aynı renk. Tele-Vole muhabiri olsaydım haftanın şıkı listesinde bir numaraya kondururdum. Böyle bir renk uyumunu yıllardır yakalayamadım ben. Yalnız arap bacı teyzenin kapkara tenine rağmen çekik gözleri acaba safkan arap bacı değil mi diye düşündürüyor insanı. Tek gözü de hafif şehla sanki. Tüm zencilerde görüpte hasetimden çatladığım bembeyaz dişleri ben buradayım diye bağırıyor resmen. Zaten koskoca(?) pakette beyaz olan dişler, gözbebekleri ve eşarbın -ki bence eşarptan ziyade bandana o- süsleri var. Kahverengi paket içinde çikolata varmış gibi bir edayla duruyor klavyenin üzerinde. Sanki onu getirip oraya koyan ben değilmişim, kendi gelmiş konmuş gibi havalı. Neyseki içindekinin sakız olduğunu biliyorum ben.

Acaba paketin içinden nasıl birşey çıkacak? Hani epey zaman muhabbeti geçti bu mabel sakızın ya, merakım ayuka çıkmış durumda. Gereğinden ve hatta haddinden fazla muhafazakarımdır. O kadar ki yeni yemekler ve yeni tatlarla bile aram yoktur. Deneyip de beğenmeyecek olursam ağzımda kalacak berbat tat yerine o tadı hiç bilmiyor olmayı tercih ederim. Ama bu Mabel sakız başka. Sanki bir devrin temsilcisi gibi benim için. 68 kuşağı, 80'lerin çocuğu gibi Mabel Sakız Çağı diye bir çağ var sanki. Tabiki bu çağ adını zamanına damgasını vuran sakızdan alıyor. Lale Devri oluyor da sakız çağı olamıyor mu? Üstelik tadının harika olduğunu da o kadar eminim ki, bir kere tadıp vazgeçememektende kormuyor değilim hani:) Artık eskisi gibi kolayda bulunmuyor. Şimdi paketi açacağım, önce şöyle bir koklayacağım, bakayım neye benziyor. Çikolata kokacak elbet, paketin renginden belli.. Bu bile yeterince cezbedici.

Aaaaa beyazmış... Çikolata da kokmuyor. Sükut-u hayal... Niyeyse kahverengi, madlen havasında birşey bekliyordum. İşte ikinci büyük an. Sakızla tat alma hücrelerimin buluşacağı an. Hazırım, hemen tadıyorum. Hımmm tadı hakkaten güzel. Yok yok güzelden de iyi. Hoş bir ferahlık bırakıyor insanın ağzında. Ne yalan söyleyeyim, çikolata kokmamasını ve kahverengi olmamasını bile affettirdi tadı:) Gerisini anlatmayacağım, merak edenler ya Mabel Sakız bulsunlar ya da Enişte'ye müracat etsinler.

Şimdi ben bir süre Mabel'imle başbaşa kalmak istiyorum izninizle. Sizlere iyi molalar dilerim.

BeT
bet_ayh@mynet.com

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_97.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.230 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


GİBİLER İMPARATORLUĞU

Orhan Alkaya uzak sesler bekçisi akşamdı; sanmıştım
gün, içinde yokmuş bir define adası gibi
yokmuş gibi bir adı carmen
ve her aşkın ilk sözleri hiç yokmuş gibi
gibiler imparatorluğunu ıskalayarak kalırdı
kırılmıştım demek kırılmaktan öyle farklıydı
, işte: aşkım ben nasıl da yalandı burada
gün akşamdı, akşamlı değil... ve karanlıklar
önüsıra eski bir şiire gönderirdi yalnız

bir gül nasıl yıkılırsa tıpkı öyle, bir gül
katmerleri arasına sıkışmış tarih çöplüğüyle
artık yalanlarım kadar çingeneydi, şöyle
: bu akşam ölsem Gazali! kim anlar seni
anmadığımı şu şiirde? kim iki dize
ve ben sorularımla kızamıklı gibi
dökülürken önünüze
siz! bırakın bu şiiri ve
bırakın bu şiiri ve
bırakın bu şiiri
ve

Orhan Alkaya

<#><#><#><#><#><#><#>

YİRMİ YIL SONRA GÖRDÜM SEVGİ'Yİ

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
müthişti, yeterince cümleydi
aklı başını aşmıştı çoktan
buruşuk bir hayatı ütüler gibiydi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
ne çok ölmüştük, belli etmezdi
eski arkadaş işte, cem'an aşktan
durduk yerde Sevgi kimseyi üzmezdi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
oldum olası inadın güzelliğiydi
tanrım! gözleri baştanaşağı vatan
Sevgi ihaneti bilir de bilmezdi

yirmi yıi sonra gördüm Sevgi'yi
ufaktı, keskindi, kıldan inceydi
on dokuz kiloydu karşımda yatan
arkadaşım, canımın içi Sevgi'ydi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
unutulmuş vezin. hayatımız gibiydi
burada hiçbir şey varolmaz yoktan
açlık bacımda bir ziyafet siniydi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
yollar çok, istek genç ve birdi
hayatımızın özetiydi, ta baştan
gençliğimizi baştan kurar gibiydi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
kimbilir kaç kez öldüm, hepsi birdi
gördüm, zaman oluğundan zamana akan
kardeşlik, müsavat, hürriyet diliydi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
ne bir roman, ne film, ne şiirdi
gözümü arayıp içine doğrudan bakan
yanardağ değil, şu kardeş gözleriydi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
Anna Karenina olamaz, basübadelmevtdi
hayatın suyuydu deriden kemiğe sızan
ve kemikten üreyen insan hücrelerdi

yirmi yıl sonra gördüm Sevgi'yi
inanmayacaksınız, gördüm, sevgiydi
hayatın atardamarıydı hayata ağan
uzun parmaktarı kınalı bir ülkeydi

Sevgi'yi gördüm, yirmi yıl geçmişti aradan

Orhan Alkaya

Yukarı

 Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz


Rakı kültürü

Bugün de rakı sofrasında satılabilecek bir gereksiz bilgi.. Yıllardır değişmemiş bir etikettir, Kulüp rakısı etiketi.. Artık nostaljik diyebileceğimiz hoş bir çizgisi vardır.. Bu etiketin üzerindeki papyon takmış şık giyimli iki adamın genellikle Atatürk ile İsmet Paşa olduğu zannedilir.. Ama değildir. Etikette yer alan kişilerden birisi, etiketin çizeri olan, dönemin ünlü çizeri İhap Hulusi'dir. Karşısında yer alan kişi ise, çizerin has arkadaşlarından birisi olan, Ali Aykaç'tır. (1950'li yılların ünlü futbolcusu Eşfak Aykaç'ın babası) Karikatürist ve grafik sanatcısı İhap Hulusi, hem sevdiği meyhane arkadaşına bir jest yapmış, hem de dostluklarını bu etikette ölümsüzleştirmiş..

aaltan@superonline.com

Yukarı

Kahvenin Yanında

 Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun


 MUZLU TART

4 yemek kaşığı margarin
2 yemek kaşığı toz şeker
225 gr kepekli bisküvi (yine eti burçak tavsiye edilir)
1 muz (ezilmiş olacak)

Yağ ve şekeri iyice karıştırın. Ufaladığınız bisküvileri ve muzu da ekleyip yoğurun. Hafif yağladığınız tart kalıbınızın dibine ve etrafına yayın. Önceden ısıttığınız 180 derece fırında 15 dakika pişirdikten sonra soğumaya bırakın.

İçine...
300 ml krema
1 paket vanilya
1 yemek kaşığı margarin
1 yemek kaşığı nişasta
1 buçuk su bardağı toz şeker
½ çay kaşığı tuz
5 yumurtanın sarısı (çırpılacak)
4 muz (kalın dilimler halinde doğranacak)

Kremanın üçte ikisini bir tencereye alın. Kısık ateşte karıştırırken vanilya ve margarini ekleyin. Başka bir kapta kalan kremayı ve nişastayı karıştırın. Bu karışımı ısınan kremaya ekleyin ve pürüzsüz bir kıvam alana dek karıştırarak pişirin. Şeker ve tuzu ekleyin. Koyulaşınca yumurta sarılarını ilave edin. Bir süre daha pişirin ve ocaktan alın.
Bu karışımın 1/3’ünü tartın üzerine koyun, muzların yarısını dizin. Kremanın 1/3^^lük kısmını muzların üzerine dökün ve kalan muzları dizin. En üste kalan kremanızı dökün. Soğuyunca bir süre buzdolabında bekletin.
Üzerine rendelenmiş çikolata koyarak süsleyebilirsiniz.
Afiyet olsun...

   Tarifi yazdırmak için tıklayın

Yukarı  

 Biraz Gülümseyin


Berbat şey

Ahirette sorgu sırasını bekleyen iki adam birbirleriyle konuşmaya başlar.
"Sen nasıl öldün?" diye sorar birinci adam ötekine. "Donarak öldüm.."
"Kötü bir ölüm olsa gerek..." der birinci adam " donarak ölmek nasıl bir şey?"
"Şey, başlangıçta çok rahatsız edici.." diye anlatmaya başlar ikinci adam. "titremeye başlıyorsun, bütün el ve ayak parmakların ağrımaya başlıyor. Ama sonrası, ölmek için çok sakin bir yol. Vücudun uyuşuyor, adeta boşluğa sürükleniyorsun, tipki uykuya dalmak gibi.. Peki ya sen? sen nasıl öldün bakalım?"
"Kalp krizi geçirdim" der birinci adam. "Karımın beni aldattığından emindim. Bir gün beklenmedik bir saatte eve döndüm, yatak odasına koştum.. Karımı orada yapayalnız örgü örerken buldum. Sonra bodruma koştum ama kimseyi bulamadım. Ikinci katta da kimse yoktu. Sonra hızla çatı katına vardığımda kalp krizi beni buldu..Oracığa yığıldım ve öldüm.. Aynen böyle.."
Ikinci adam başını sallar "Berbat birşey bu..." der "..sadece bir an mutfakta durup buzdolabına bakmayı akıl edebilseydin şimdi ikimiz de hayatta olacaktık.

<#><#><#><#><#><#><#>


Bil bakalım kimim...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Yeni Soru : 5 - Eskiden oynadığımız bir oyun vardı :-) Bakalım hatırlayabilecek miyiz ?

ÇELİK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - ..6.. - ..7.. - ÇOMAK

asesen@turk.net

Yukarı

 Kıraathane Panosu




ister buluşma
28 Nisan - 10 Mayıs 2003
Devlet Güzel Sanatlar Galerisi
İstiklal Cad. Atlas Pasajı
209-49 Beyoğlu İstanbul


Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://kapsamli.tripod.com/
Bilgisayar Nasıl Bozulur? Bilgisayarınızı, direkt güneş ışığı alabilecek bir yerde kullanın. Yakınlarda kalorifer veya benzeri bir ısıtma cihazı da bulunursa iyi olur. Ortamın nemli olması, olaya ayrı bir anlam katacaktır... :)) Çok kapsamlı olmayan amatör bir web sayfası olmasına rağmen editörü tebrik ediyorum.

http://www.sonypictures.com/movies/meninblack/shockwave/mib2_infestation.html
"MIIB" Men in black 2 adını verdikleri fakat 80'li yılların atari çılgınlığı döneminde dobişko adıyla zihnimizde yer edinmiş olan dos tabanlı oyunun flash versiyonu. Hoş olan tarafı bu oyunda kahramanımızın hareket hızı, eskisine oranla daha hızlı.

http://www.blitzds.com/relaunch.html
Bu adresteki web sayfası "blitz digital studios" tanıtım sayfası. Niye veriyorum bu adresi? Sadece giriş sayfalarında yaptıkları flash animasyon bile beni gerçekten etkiledi. Giriş sayfasındaki "enter" tuşuna tıklamaya çalışırken ne demek istediğimi daha iyi anlıyacaksınız.

http://www.havok.com/xtra/demos/demo-maze2.html
Ekte verdiğim oyun demosunda sadece klvyenizi kullanarak dört adet bilyayı ortadaki deliğe sokmaya çalışıyorsunuz. tamamını delikten geçirmeyi başaranlara ana sayfaya da gitmelerini tavsiye ediyorum. İndirilebilir demo sürümleri ile iyi eğlenceler.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


MyIE2 Online v0.7.829 beta [657k] W9x/2k/XP FREE
http://www.ruihehang.com/myie2/html_en/home.htm
Internet Explorer'da tek pencerede birçok sayfayı açabilme özelliği istiyorsanız bu programı denemelisiniz. Internet Explorer'ın her sayfa için ayrı pencere açma özelliğininden sıkılanlar için birebir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030502.asp
ISSN: 1303-8923
2 Mayıs 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com