|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 257 |
7 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kraldan çok kralcılar... |
Merhabalar,
Birtakım Türk'e özgü hasletlerimizden vazgeçiyoruz galiba. Övündüğümüz misafirperverliğimizin yerini yeller almaya başladı. Yabancı misafirlere bakış açımızı da Avrupa normlarına uydurmak üzereyiz. Abartma huyumuz da buna eklenince ortaya anlaşılması güç bir tablo çıkıyor. Günlerce spor camiasını meşgul eden Pascal sendromu dünkü olayla yeniden gündeme yerleşti. El çabukluğu marifet bir edebe aykırı davranış sergileyen Fransız asıllı Pascal Nouma'ya ettiklerimiz, misafirperverlik şöhretimizi yerin dibine sokacak duruma geldik.
Koskoca bir camianın taraftarlarınca baştacı edilen bir futbolcu aynı camianın ileri gelenleri tarafından gözyaşları arasında tukaka ilan edilip kovuldu. Hikayede bundan sonra başladı. Kraldan çok kralcı Futbol Federasyonu adama kuruş koklatmamayı kendine görev addedip, eşi benzeri görülmemiş bir ceza verdi. 7 ay hak mahrumiyeti. Nedeni bizce malum olan bu kararın Avrupa'daki yankılarını zaman içinde göreceğiz mutlaka ancak türlü ahlaksızlığın kol gezdiği spor alanlarında bir yabancının kerameti kendinden menkul el hareketine idam kararı vermenin haksız tablosunu da görmemezlikten gelmemeliyiz. Dün yollanan ve imzalaması istenen türkçe resmi kovulma notasını götüren görevlilerden yazının ingilizce veya fransızca tercümesini isteyen adama "Hemen imzala yoksa tutuklanırsın." diyen zihniyeti anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Adamı bir linç etmediğimiz kaldı. Bir hafta önce omuzlardayken 1 hafta sonra ayaklar altına alınmak nasıl bir duygudur Pascal'a sormak gerek. Gündemin günah keçisine ihtiyacı vardı kabak Pascal'ın başına patladı. Yok bunun başka türlü bir izah tarzı. Türkiye'ye hasbelkader gelecek futbolcuların Pascal'dan referans aldıklarını bir düşünün hele. Bize ne elin futbolcusundan deme hakkımız var mı acaba? "Yılan kendi eğrisin görmez, deve boynun eğri der." özdeyişi tam bize göre değil mi? Ortada bir suç varsa, cezası sana da bana da aynı olmalı. Çifte standart yakışmıyor Fair Play (Dürüst Oyun) ruhuna dostlar. Ben buna "Unfair Replay" (Haksız Tekrar) diyorum, siz ne derseniz deyin artık.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Çat Orada Çat Burada : Hasan Yüksel |
Sahil kasabaları
Kış bitip, önce ilkbahar ardından yaz gelince izinleri ayarlar ayarlamaz çoğumuz deniz kıyılarına koşarız. Tatil köylerine, pansiyonlara, benzeri yerlere yerleştikten sonra ilk işimiz sahile gitmek, kış boyunca özlediğimiz dalga seslerini dinlemek, deniz kokusunu içimize çekmek olur. İşte o zaman yıllardır içimizde beslediğimiz her şeyi bir yana bırakıp bir sahil kasabasında tembel, tembel yaşama isteklerimiz ortaya çıkar. Kimbilir ne güzel olur, sabahları dalga sesiyle uyanmak, temiz havayı solumak, basit, içinde biraz da yokluklar olan bir hayatı yaşamak. Hatta biraz da abartıp çeşitli boylarda hayvan beslemek, süt sağmak, yumurta toplamak, doğanın bağrında yaşamak, kimbilir ne güzel olur.
Haydi, hepiniz itiraf edin, bunları en az bir kez düşünmüşsünüzdür, hatta düşünmekle kalmayıp nasıl etsem de böyle bir yaşam kursam diye planlar bile yapmışsınızdır. Doğrusu ilk bakışta güzel bir şey böyle bir hayatı yaşamak, zaten iş hayatına başlayalı henüz bir yıl olmuşlar dahil herkes çok yorulmadı mı bu paldır, küldür yaşamdan. En iyisi her şeyi terk edip, uzaklara, böyle sahil kasabalarına gitmektir. Orada sakin bir yaşam kurarsınız, iş stresinden uzak, dingin yaşar gidersiniz. Orada sadece dalga sesleri vardır, durağan, yavaş akan bir hayat vardır. İlk gün bu sakin durağan yaşamı keyifle içinize çekersiniz, "ne iyi ettim de geldim" dersiniz, ikinci gün de bu sakin, durağan hayatı içinize çekersiniz, üçüncü günde, hatta 125. günde de burada içinize çekecek başka bir şey olmadığını bilerek çekersiniz, kimse size engel olmaz. Arada, sırada "yahu buralarda bir sinema, tiyatro yok mudur" diye söylenmeye başlamanıza da aldırmayın, dalga sesi var ya. Hele, hele kendinizi "bir konsere gitmek ne güzel olurdu" diye düşünürken yakalayınca hiç kızmayın, sabahın altısında tavukların çeşitli tonlardaki gıdaklamalarından daha iyi konser mi olur?
Sığındığınız sahil kasabasının kahvesinde oturan ve ilk günlerde "ne güzel insanlar bunlar" dediğiniz kasabanın yerlilerine de "herifler hiç bir şey yapmadan oturuyorlar, sonra da hallerinden şikayet ediyorlar" diye de söylenmeyin sakın. Unuttunuz mu, siz buraya "hiç bir şey yapmama" hayaliyle geldiniz. En fazla şiir yazacaktınız, veya resim yapacaktınız, çok yorulan bedeninizi dinlendirecektiniz. Kahvede oturanların bedenlerini sürekli dinlendiriyor olmalarına rağmen niye bu kadar bezgin ve yorgun göründüklerine de kafayı takmayın, fazla oksijenden olsa gerek.
Artık ondan bıktığınız için yanınıza almadığınız cep telefonunuzu da özlemeyin, bakın kahvedekilerin hepsinde birer adet var, muhtelif melodilerle bağırtıp duruyorlar, hem cep telefonları var diye mutsuz da olmuyorlar, burada bir yanlış mı yaptınız acaba? Birbirinden beter programlardan sıkıldığınız için televizyon da izlemiyorsunuz, sadece haberler, o kadar; tabi canım ne o öyle, zappada, zuppada TV seyretmek, namussuz kumanda nedense hiç bir zaman sizin kontrolunuzda olmadı zaten.
Ara sıra Taksim'in ara sokaklarına has, döner, kokoreç, balık, midye ve anason kokularının karışımları burnunuzda tüterse de aldırmayın, o kadar olur. Hem onların hepsi sağlığa zararlı, burada iyisiniz, her gün taze yumurta var, balık var, süt var. Boşverin siz şimdi güzel bir lokantada kırmızı şarap, keyifli bir sohbet, belki de hafif bir müzik eşliğinde güzel bir yemek yemeyi, üzerine de ekspresso içmeyi. Dün yediğiniz balığın aynısından getirmiş yine güzel adam Ali Kaptan. Balığın fiyatının her gün artıyor olmasına da şaşırmayın, siz artık burada yabancı değilsiniz ondandır.
Hayallerinizle dalga geçtiğimi düşünmüyorsunuz değil mi? Düşünmeyin lütfen. Bu hayalleri ben de kurarım, ben de bu şehir yaşamından sıkılınca kaçmak isterim, kaçarım da ama bu kaçışlar kendi isteğimle olmaz. İşim gereği Türkiye'nin neredeyse heryerinde çalıştım, bunların arasında durağan yaşamların sürdüğü sahil kasabaları, dağ başlarında unutulmuş, havası ve çevresel güzellikleri adamı çarpan yerler de vardı. Bazılarında günlerce, bazılarında aylarca kaldım. Her seferinde de ilk başlardaki çoşkumun, keyfimin yavaş, yavaş azaldığını gördüm. Belki anormallik bendedir ama her seferinde İstanbul'a koşarak döndüm. Artık sahil kasabalarını özlediğimde İstinye'den Kalender'e kadar yürüyorum, tekneme atlayıp boğaza çıkıyorum. Yalnızlığı özlediğimde yine İstanbul çevresinde daha sakin yerlerde dolanıyorum.
Hem İstanbul'u, Ankara'yı, İzmir'i sıkıldığımız için bırakıp sahil kasabalarına boş, boş oturmaya gidersek buraları kimlere bırakacağız, zonta traşlı şehir eşkiyalarına mı? Sahil kasabalarında iş kurmak, oralarda çalışmak, oraların gelişmesine ve ekonomisine katkıda bulunmak çok güzel ve zaten bunları belki de özveriyle yapanlar var. Biz de böyle bir düzen kurabiliyorsak, oraların biraz da yokluk olan yaşamına ayak uydurabiliyorsak gidelim ama bunaldığımız için, herşeyden uzak, tembel, tembel yaşamak için değil. İstanbul'un bizi bunaltan kısımlarıyla, keyiflendiren kısımlarını harmanlayalım ve eskilerin deyimiyle "dizimizi kırıp" oturalım.
Sahil kasabalarının havasını özleyenler için bir de davetim var; bu hafta sonu Kireçburnu'nda kızağa tekne çekip zımpara, boya yapacağız, akşamına istavrit tava ve rakı da olacak, eli işe veya gönlü muhabbete yatkın dostları beklerim.
Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr
Yukarı
|
Şair Kahveci : Filiz Kaya |
HAYATLA DOST OLMAK
Hayat, seni zafer şarkılarıyla bitirmek istiyorum. Gözlerimi son yumuşum göğsümü gere gere, mutlu ve huzurlu olsun. Ne çok şey verdik birbirimize. Sen bensiz, ben sensiz olamayız biliyorsun. O halde neden böyle itişip kakışıyoruz seninle? Neden bir küsüp bir barışıyoruz? Sıkıp ellerimizi dost olamaz mıyız? Hadi barışalım, kabul et zeytin dalımı.
Güneş batmaktayken, gri bulutlar arasından pembe ışıklar sızmaktayken, tam o anda beliriverdi seninle dost olma isteğim. İstedim istemesine de nasıl olacağını bulmaya çalışırken epey zorlandım. Arif olsaydım belki tarif gerekmeyecekti. Bazıları arif doğuyor, bazıları sonradan oluyor galiba. Sanıyorum her şeyin yolu önce insan olduğunu kabullenmekten geçiyor. Hayat duydu bu düşüncemi ve gülmeye başladı. Komik olduğumu dudaklarını büzerek, manidar bakışlarla haykırdı yüzüme. Bunu herkes biliyormuş ve çok önceden farketmem gerekiyormuş gibiydi tavrı. Savundum kendimi. Dostoyevski "Budala" kitabının kapak yazısında şöyle diyor:
"Gülünç olma düşüncesi bizi utandırmamalı, değil mi? Gülünç olmak bazen iyi hatta çok iyidir. O zaman insan başkalarına karşı daha hoşgörülü olabiliyor. Her şeyi birden anlamak mümkün mü? İnsan bir anda mükemmel olamaz. Sizin adınıza, hepimizin adına korkuyorum. Tümümüzün kurtuluşu için karanlıkta bir kör döğüşüne kapılarak mahvolmamızdan kurtulmak için söylüyorum bunları."
Gülünç olarak hoşgörü sağlanabileceğini düşünmüş müydünüz hiç? Kusursuz değiliz, kusurlu kalmak zorunda da değiliz. Sanıyorum ki hayatla dost olmanın yollarından biri kabullenmek. Sorgusuzca, övünerek kabullenirken sevinçleri; fazlaca itirazlı oluyoruz hüzünlere. Acıların da en az sevinçler kadar doğal olduklarını benimseyebilmek gerekiyor. İbresi çok yukarılarda olan beklenti paketlerimize ne demeli? Uğruna her şeyimizi harcadığımız, kendimizden ve çevremizden çalarak, görmezden gelerek, at gözlüklerimizi takıp, sadece ona kilitlendiğimiz isteklerimiz oldu yaşamlarımızda. Belki ulaştığımız, elde ettiğimizde hazzını alacak konumda olmadığımız beklentilerimizi, bekledik durduk ha bire bir yerlerde. İçine sebzeler, çiçekler dikecek bir bahçemiz olduğu anda, gençliğimiz ve sağlığımızı kaybettiğimiz az rastlanır türden midir? Gerçekleştirilemeyenlerin hayal kırıklığı da cabası. Hep istiyor, istiyor, istiyoruz. İstemeliyiz de... Nasıl istememiz gerektiğini öğrenerek. Kör döğüşlerinden sıyırdığımız, hayatın tadlarından kopmadığımız hedeflerimiz doyurabilirler ancak bizleri.
Hayatla dost olmak bir yana, insanla dost olmanın tadına varmayı seviyorum. Bu zamanda kolay değil elbette. Herkes çok yoğun, zaman yok, şartlar uygun düşmüyor, geçmişte yaşananların-birikimlerin kabukları sert oluyor, bir boy farkla önde olan menfaatler başkaca güzelliklerin önünü kesiyor vs... Yine de dostluklarımıza zaman ve emek harcamaya özen göstermeliyiz. Kaçmak ve korkmak yerine, dostluğun bizi çağıran yumuşak ve ılık nefesini ensemizde hissettiğimizde, yüzümüzü dönerek kucaklamalıyız onu. Hoşgeldin diyebilmek ne güzeldir gönül kapımızı çalanlara. İyisiyle kötüsüyle varsın ellerinden geleni yapıversinler bize. Eninde sonunda her şey sahibine dönecektir. Hoş geldin diyebilir ve hoş edebilirsek gelenleri, giderken güle güle diyebilir bize birileri. Hayatla dost olmanın iksirli kadehinden bir yudum da, insanla dost olmak adına içiyorum. Şerefinize hayatımdaki ve hayalimdeki sevgili dostlarım. Şerefine hayat... Heyhat!!! Hayat, seni zafer şarkılarıyla bitirmek istiyorum. Gözlerimi son yumuşum göğsümü gere gere, mutlu ve huzurlu olsun.
Filiz Kaya
fkaya@linkbilgisayar.com.tr
Yukarı
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Marcus Aurelius... |
|
Ölmüşleri yaşatan, yaşayanların bellekleridir..
Çiçero
İsa'dan sonra 96 ile 192 yılları arasında hüküm sürmüş olan Antoninus hanedanı Roma imparatorluğunun en parlak dönemini ifade eder. Bu dönemin en önemli özelliği, İmparatorun kendisinden sonra gelecek yöneticiyi, yaşarken, ailesi içinden değil de çevresindeki en uygun kişiler arasından seçerek yanında görevlendirmesi ve yetiştirmesidir. Marcus, Anadolu'da çeşitli yapıtlar ve izler bırakmış ünlü Roma imparatoru Hadrianus tarafından 18 yaşındayken evlat edinilmiş ve Lucius Verus ile birlikte tahta çıkarak Roma imparatorluğunun eş zamanlı imparatorlarından birisi olmuştur.
Önce Trajanus, ardından da Hadrianus, İspanyol kökenleriyle, Roma'daki ilk yabancı imparatorlardı. Her ikisi de yorulmak bilmez birer gezgin olmaları, engin kültürlerinin yanı sıra Hadrianus, şairliği, müzisyenliği, ressamlığı, mimarlığı ve heykeltraşlığıyla bir yöneticinin 'bilge imparator' sıfatına ne denli uygun olduğunu çevresine ve tarihseverlere fazlasıyla kanıtlamıştır. Genç Marcus Aurelius'u ilk farkeden ve kendisinden sonraki Antoninus'a işaret eden de işte bu Hadrianus'tur.
Caesar Marcus Aurelius Antoninus Augustus, 17-18 yaşlarındayken Roma'nın ortak imparatoru seçilmiş olmasına rağmen 40 yaşına kadar tahta çıkamadı. Gelişme döneminde stoacı(*) filozof Epiktetos'un düşüncelerinden etkilendi. 161 yılında üvey kardeşini Caesar Lucius Aurelius Antoninus Augustus adı ile eş imparator ilan etti ve Roma imparatorluğu tarihinde ilk kez yetki ve statüleri anayasaya göre eşit olan iki imparator aynı anda tahta çıkmış oldu. (Her ne kadar yetki ve statüleri aynı olsa bile Marcus'un daha bir 'primus inter pares'(**) olduğu anlaşılıyor.. çünkü genellikle kritik kararları ve uygulamaları o yapmış..)
Marcus Aurelius'u önemli kılıp günümüze taşımış olan en önemli eseri, felsefi bir başyapıt sayılan 12 ciltlik Ta eis Eauton (Kendi kendime düşünceler, (Meditasyonlar olarak da çevrilmiştir)) adlı, tüm zamanların en önemli eserleri arasında sayılmakta olan kitabıdır. Belli bir düzen taşımayan notlar halindeki bu kitap, Marcus'un geceleri savaş çadırlarında kaleme aldığı felsefi düşünce uçuşmalarıdır.
Bu aralar bu kitabını okumaktayım Roma'nın filozof Sezar'ının... İlkeler başlıklı bölümden bir iki paragraf aktarayım sizlere;
'Başkalarının gözünde nasıl görnüyorum?' düşüncesini bir yana bırak. Yaşamının geri kalan bölümünü doğanın gerektirdiği gibi yaşayabiliyorsan bundan hoşnut ol. Kendi doğanın ne istediğine bak ve başka hiçbirşeyin buna engel olmasına izin verme; çünkü, şimdiye değin edindiğin deneyim, sayısız araştırma yapmana karşın hiçbir yerde, ama hiçbir yerde aradığın mutluluğu bulamadığını gösteriyor; ne mantıksal düşüncede, ne maddi zenginlikte, ne şöhrette, ne de haz peşinde koşmakta.
Peki mutluluğu nerede bulabilirim?
Kendi doğamın gerektirdiği biçimde yaşamakta.
Bunu nasıl yapabilirim?
Davranışlarımın ve eylemlerimin, ilkelrime dayanmasını sağlıyarak.
Hangi ilkeler?
Bunlar iyi ve kötüyü ele alan ilkelerdir, beni adil, ılımlı, cesur ve özgür kılmayan hiçbir şey benim için iyi değildir; ve bunların tam zıttı olmayan hiçbirşey de kötü değildir.
(*)Stoacılık: Stoa, revak, üstü kapalı önü açık yer anlamındadır. Büyük olasılıkla filozoflar tapınak köşelerindeki boş alanlarda toplandıkları için bu adı almışlardır.
(**)Primus inter pares: eşitler arasında birinci
Tarihin derinliklerinden birine, bir Sezar'a selam ederek bitirelim bu günkü yazımızıda.. Detay isteyenler için hatırlatalım, kitap 'Drahma' yayınlarından çıkmış.
Marcu Aurelius'un Ruhsal Öğretileri.
Yazan: Mark Forstater, Çeviren: Nafiz Güder
aaltan@superonline.com
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_99.asp
Devamı var
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.242 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
PENCEREDE
pencerede
bir mavi kuşun
ölü tüyleri
perdeler kapalı
korkular yerli yerinde
Özlem SEZER
<#><#><#><#><#><#><#>
KUM. PARA
hep aynı şeyi biriktiriyor hayat
bir tas su içimi yaşlar arasında dolandıkça
duruyor boğazın kuruluğu hâlâ
ey benim solgun güzleri dalından kopardıkça
bir şey biriktirdiğini sandığım çocukluğum
erik ağacından düşerken
hatıra fotoğrafı çekilen ve
"ama o mürdüm eriği" diyerek
sakarlığına paye veren ruhum
çağla çalan, altına kaçıran
hep başı ağrıyan, kemiği sızlayan
dizleri bereli, şaşkın çocukluğum
kelebek kovalarken ya da
çıktığı ağaçlardan inemediğinde
ısırganların üzerine devrilen çocukluğum
bil ki hep aynı şeyleri kanıtlıyor hayat
Özlem SEZER
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
Fobik Korkular
Ablütofobi: Yıkanmaktan korkma
Aritmofobi: Sayılardan korkma
Hematofobi: Kan korkusu
Jinefobi: Kadınlardan korkma
Koulrofobi: Palyaçolardan korkma
Kremnofobi: Yüksek yamaçtan,uçurumdan korkma
Nelofobi: Camdan korkma
Politikofobi: Politikacılardan korkma
Selenofobi: Aydan korkma
Sitiyofobi: Yemek yeme korkusu
Takofobi: Yüksek hızdan korkma
Talassofobi: Deniz yada okyanus korkusu
Tomofobi: Ameliyat olma korkusu
Travmatofobi: Yaralanmaktan korkma
Trikinofobi: Gıda zehirlenmesinden korkma
Tripanofobi: Aşı yada iğne olmaktan korkma
aaltan@superonline.com
Yukarı
|
HAMMADDE GÜVENLİK BİLGİ FORMU (Sözümüz meclisten dışaruuu:-))
Element : Kadın
Sembolü : WO
Atom ağırlığı : 53,6 kg olarak kabul edilmiştir ancak 40 kg'dan
200kg 'a kadar değişik çeşitleri bulunmaktadır. Bulunduğu yerler :
Gezegendeki tüm kırsal ve kentsel alanlar
Fiziksel özellikleri
1- Yüzeyi renkli film tabakasıyla kaplıdır.
2- Değişik sıcaklıklarda kaynar.
3- Bilinen bir sebep olmaksızın donar.
4- Özel ilgi gördüğünde erir.
5- Yanlış kullanımlarda ısırır.
6- İşlenmemişinden sıradan maden filizine kadar pek çok halde
bulunur.
7- Doğru noktalara basınç uygulandığında ürün verir.
8- Standard ölçüleri varsa da kolay bulunmaz.
9- Çekici özelligi nedeniyle fazla yaklaşılmaması önerilir.
Kimyasal özellikleri
1- Altın,gümüş,platin ve diğer kıymetli madenlerle yakın
akrabalığı vardır.
2- Büyük miktarlardaki pahalı maddeleri ve değerli taşları
absorblayabilir.
3- Belli bir sebebe bağlı olmaksızın patlayabilir.
4- Sebepsiz yere çıkıp gidebilir.
5- Likitlerde çözünürlügü yoktur fakat alkolle doyurulduğunda
aktivitesi büyük oranda artar.
6- Dünyada bilinen en büyük servet indirgeyicidir.
7- Özellikle kapalı alanlarda birarada tutulmaları tehlikelidir.
Çok sayıda birarada olmaları merkezi sinir sistemini
etkiler.
Genel kullanım alanları
1- Genelde süs olarak.
2- Üretimde
3- Belli dozda kullanılmasi halinde rahatlamada büyük yardımcı
özelliği vardır.
4- Çok etkili temizleyici özelliği vardır.
Testler
1- Saf numunesi doğal halde bulunabilirse rengi parlak pembeye
döner.
2- Daha iyi bir numunesiyle kıyaslandığında rengi yeşile döner.
3- Kulağa zarar verdiği tesbit edilmiştir.
Potansiyel tehlikeleri
1- Tecrübesiz ellerde çok tehlikelidir.
2- Birden fazlasıyla ilgilenmek yasal olarak engellenmiştir ancak
değişik mekanlarda ve birbirleriyle direkt temas etmelerini
engellemek koşuluyla bu yapılabilir.
3- Aynı mekanda, uzun süre birarada olmak, çesitli sakıncalar
oluşturmaktadır.
4- Bağımlılık yapabilir ve tedavisi yoktur.
<#><#><#><#><#><#><#>
Absürd tabela?!...
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Yeni Soru : 6 - Sofraların vazgeçilmez ikilisi :-)
KAŞIK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ÇATAL
asesen@turk.net
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun ANANASLI KEK |
|
125 g margarin
¾ su bardağı toz şeker
1 yumurta
2 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
¾ su bardağı süt
1 muz (ezilecek)
75 g eritilmiş margarin (ayrıca)
½ su bardağı esmer şeker
1 su bardağı konserve ananas (süzeceksiniz ve ezeceksiniz)
Margarini, şekeri ve yumurtayı birlikte çırpın. Sütü ekleyin. Un ve kabartma tozunu da katarak hamurunuzu yapın. İçine muzu karıştırın.
Erittiğiniz 75 g margarini tabanı düz, genişçe kalıbınıza dökün. Üzerine esmer şekeri serpin ve ezerek püre haline getirdiğiniz ananası da şekerin üzerine yayın.
Hamuru bu kalıba dökün ve 180 derece fırında 40-45 dakika pişirin.
Çıkarınca ılımaya bırakın. Ters çevirerek kalıptan çıkarın.
Ilıkken servis yapabilirsiniz. Süslemek de size kalmış artık.
Afiyet olsun...
|
Tarifi yazdırmak için tıklayın
Yukarı
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://members.lycos.nl/nurican/Masal.htm
...Bir varmış bir yokmuş, adı sanı bilinen zamanın birinde, dağlardan kopup gelen çağlayanların arasında şirin mi şirin küçük bir köy varmış. Her bahar geldiğinde bir başka güzel olurmuş buralar. Doğaya binbir canlılık gelir, bir başka güzel akarmış dereler. Arılar, kadife kanatlı kelebekler çiçek çiçek gezer, daldan dala uçuşurmuş türkü gözlü kuşlar…
http://www.akakce.com/v3/default.asp
İnternet ortamında alışveriş yapmak istediğinizde, almak istediğiniz ürünün özelliklerinin yanında uygun fiyatlısını da bulmak istersiniz. Tek tek alışveriş sitelerini dolaşmak yerine sadece ürünü seçerek sizin için fiyat araştırması ve kıyaslaması yapan bir adres veriyorum. Elektronik grubundaki bir çok ürün listeye dahil edilmiş.
http://w3.balikesir.edu.tr/~aduymaz/atasozleri_ve_turkuler.htm
Prof. Dr. Ali Durmaz tarafından hazırlanan ve çoğunlukla folklorik araştırmalarını anlattığı kişisel bir web sayfası. ...Çeteler, yani efeler... Onlar Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarıdır. Ülkenin karanlık günlerinde Atatürk'ün işaretiyle harekete geçmişler, vatan savunmasına koşmuşlardır. Türküde adı geçen Kurban adlı çete, Çağışlıdır. Bu nahiyenin Çömlekçi Köyü ile Değirmenli...
http://www.egitim.com/cocuk/0203/0203.1.asp
...Çok sevdiğimiz eğlencelerden biri de bilmece sormaktır. İşte bu bölümde arkadaşlarınıza sorabileceğiniz bilmecelere yer veriyoruz. Ancak, bilmecelere geçmeden önce onların nasıl sorulması gerektiğini kısaca anlatalım... Çocuklar ve çocuklarla sıkı bağlantı kuranlar için eğlenceli bir çalışma.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Eyebees [250k] W9x/2k/XP FREE
http://www.eyebees.com/
Internette sörfü tek başınıza değilde kalabalık bir grupla birlikte yapmaya ne dersiniz? Ortak gezintiyi nasıl becerebiliriz diye düşünmüşler ve eyebees'i yaratmışlar. Programı yükleyip login olduğunuzda, sizin gibi daha önce login olmuş gezginlerle biraraya geldiğiniz bir pencere açılıyor. Kendinizi ve girdiğiniz gruba ait gezginleri birer göz olarak bu pencerede izliyorsunuz. Yapacağınız iş diğer gezginlerden birinin üzerine tıklayıp peşine takılmak ve onun gezdiği yerleri beraberce gezmek. Bu arada mesajlaşmayı da ihmal etmiyorsunuz. Henüz beta döneminde olmasına rağmen geleceği çok parlak görünüyor. Internette sörf artık bir başka boyuta geçiyor anlaşılan. Kolayca kurulup kaldırılıyor. Nasıl olduğunu merak edeceğinize bir deneyin derim.
Yukarı
|
|
|