|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 258 |
8 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bakalım nasıl olacak? |
Merhabalar,
Bugün aranızda fazla kalamayacağım. Çünkü yarın (yani bugün) eğer gene bir aksilik olmazsa Kahve Molası promosyon çalışmaları çerçevesinde TRT 1 Radyo'da yayınlanan "İnternet Gezgini" programına katılmak üzere Ankara'da olacağım. Bu nedenle fazla gevezelik etmeden yatayım diyorum. Malum sabah erken yolculuk var. Neler konuşacağımızı inanın bilmiyorum ama ben sitayişle sizlerden, verdiğiniz destekten sözedeceğim, bunu biliyorum. "İnternet Gezgini" TRT 1 Radyo'da her Pazartesi Perşembe 15:30-16:00 arası yayınlanıyor. Vakit bulur dinlemek isterseniz radyonuzu 95.6 ya ayarlayıp 15:30'u bekleyin. Dinlemezseniz de ben bir yolunu bulur dinletirim sizlere nasılsa. Olanağı olanlar TRT'nin harika web sitesine girerek canlı olarakta dinleyebilirler.
http://www.trt.net.tr
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku |
YA SİZ?
İtiraf
Şu son günlerde ne yazmak geliyor içimden, ne de başka bir şey. Alaycı bir huysuzluk kapladı ruhumu. Bütün aksiliğim üzerimde; tam bir ısırganotuna dönüştüm sanki. Öyle bir haldeyim ki, şu güzelim bahar bile halime çare olmuyor.
Rüya
Galiba herşey o rüyadan sonra değişti. Hayırdır inşallah, bu yakınlarda bir rüya gördüm. Tuhaf bir rüyaydı. Güya savaş çıkmış. Güya dünyanın en zengin, en güçlü ülkelerinden biri kalkmış, Orta Çağ'daki gibi, başka bir ülkeyi fethetmeye girişmiş. Rüyamda tarih öncesinin yırtıcı kuşlarına benzeyen korkunç uçaklar, gemilerde taşınan silahlar, kırmızı toz fırtınalarının içinde ilerleyen tanklar, bir türlü sönmeyen yangınlar ve ağlaşan çocuklar vardı. Televizyondan önce astronotlar gibi teçhizatlı askerlerin köylere, şehirlere, boş saraylara girişini, sonra da paçavralar içindeki genç adamların sokaklarda koşuşturmasını, kameralara bakarak terlikleri ile heykellere vurup etrafı yağmalamalarını seyrettik. Ülke başkanı sık sık televizyona çıkıp bize o paçavra donlu, zayıf adamların aslında ne kadar güçlü ve tehlikeli olduklarını anlatıyordu. İnanasımız gelmiyordu, bu ne saçmalık diyorduk ama hiç sesimiz çıkmıyordu. Bağırmaya çalışıyorduk, ağzımız oynuyordu ama sesimiz duyulmuyordu. Tanklar habire o kırmızı tozun içinde yürüyüp gidiyordu. Sonra birden rüya bitti. Heryer sessizleşti. Öyle, aniden, birdenbire. Hiç bir şey olmamış gibi.
Sabah
Ben seyrederken sahi sanmıştım ama gördüklerimin aslında rüya olduğunu sabah uyanınca anladım. Çünkü olanları benden başka hiç kimse hatırlamıyor, herkes hiç birşey hiç olmamış gibi davranıyordu. Savaştan söz açmak istesem susup gözlerini kaçırıyorlardı. Demek ki ben rüya görmüştüm. Belki olup bitenin bir izine rastlarım diye televizyonu açtım, günde yirmidört saat kırmızı tozlar içinde ilerleyen tankları gösteren kanallara baktım. Daha geçen hafta ellerinde mikrofonları ateş altında , yüzleri gözleri toz toprak içinde konuşup duran muhabirler neşeli stüdyolarında yumuşak kanepelerine gömülmüş yeni filmlerden söz ediyorlardı. California'da hamile bir kadın öldürülmüş, kocası öldürüp göle atmış diyorlar; bütün kanallarda sadece o vardı. 'Hatırlıyor musunuz, geçen ay savaş olmuştu hani' diye sorduğumda insanlar sıkıntıyla susuyor, başka yerlere bakıyor, hemen konuyu değiştiriyorlardı.
Telaşla Türkiye gazetelerini açtım. Devrik devrik ve şiirli cümlelerle savaşa ağıtlar döken iki yazar vardı, onlar unutmuş olamazlardı. Ama yazarlardan biri köşesinde aldığı bir gazetecilik ödülündenden, erkeklerin doğasından, şehrin trafiğinden bahsediyordu, diğeri de baharı tasvir etmekteydi. Haklıydı da aslında, hayat eskisi gibiydi ve işte, bahar gelmişti.
Bahar
Apartmanın önündeki caddeye laleler dikmişler. Mayıs başına dek süren soğuklar ansızın bitiverdi, laleler de ılık güneşin altında sarılı, turunculu pırıldamaya başladılar. Ağaç dalları yemyeşil, şeffaf filizlerle doldu. Kuşlar her seneki şarkılarına başlamışlar bile. Bu sabah dolaptan sandaletlerimi çıkardım. Siyah kışlık kazakları, yün etekleri ince açık renk giysilerle değiştirdim. Sabah koşuları da işe yaramış besbelli, biraz kilo vermişim, giyeceklerin üzerimde duruşunu beğendim. Geçen hafta saçlarımı da kısacık kestirmiştim. Keyifli bir bahar yaşamaya hazır bir görünümüm var, ama bir de şu yüzümdeki alaycı, aksi ifadeyi değiştirebilsem. Bu halimle bahar mahar para etmez, kimse aşık olmaz bana. Ama elimde değil. Hani sol tarafından kalkmak derler ya, işte üzerimdeki aynen o. Saçma sapan, kötü bir rüyadan uyanmış olan kişilere has bir ruh hali. Uzlaşmamaya kararlı bir öfke, adeta bahara inat, paçalarımdan damlıyor.
Uyan(ama)mak
Aklım iki uç arasında gidip gidip geliyor. İçimdeki bir ses "olmamış gibi davranarak herkese unutturmaya çalışıyorlar, izin verme onlara," diyor. "İçinde yaşadığın o tatlı uyuşukluktan uyandın, herşeyi bir anlığına da olsa açık seçik gördün, görmemiş gibi yapamazsın artık. Bu memlekette herkesin beynine, yüreğine, hafızasına şırınga edilen o tatlı uyuşturucu yeniden kanına karışmaya başladı, ne olur dikkat et," Rüya değildi hiç biri, gerçekti, hatırla," diye yalvarıyor. "Tabi, hayat devam etsin, etsin de, kimin hayatı bu devam edecek olan?" diye soruyor bu ses. "Senin hayatın mı bu, yoksa onların devam ettirmenizi istedikleri, 'herşey yolunda, hadi bakalım, dağılın, işinize bakın' diye sürmesini istedikleri hayat mı?"
Sonra baska bir ses başlıyor kafamın bir köşesinde. "Bahar geldi," diyor bu ses de. "Sana ne kızım, bak kimse takıyor mu? Bence biraz fazla büyüttün sen. O kadar kaptırmak iyi değildir, sağlıksızdır, unutma. Bir rüya gördün o kadar, geçti bitti hepsi. Uyan artık, gerçeğe dön. Gerçek ne mi? Bak işte şu elinde tuttuğun kahve fincanından yayılan duman, yüzüne vuran bahar güneşi, şu kuş cıvıltıları, gölün üstündeki şu yelkenli gerçek mesela. Sahi, yelkenli dersleri filan alsana bu yaz. A, bak daha da iyisi, Türkiye'ye git mavi yolculuğa çık arkadaşlarınla. Ne kadar az tatil yaptığının farkında mısın? Bak şu geçen kadının üzerindeki çiçekli etek ne güzel. Sen de öyle bir etek alsana kendine. Nerden almış acaba? Hah söyle, aklın başına gelmeye başladi bile. Bak karşı masada gazetesini okuyarak kahve içen yakışıklı biri var. Hangisi gerçek, hangisi rüya diye soruyorsan söyleyeyim, işte o omuzlar gerçek ablacım. Farkettin mi, o da sana bakıyor. Fırsat bu fırsat, sil şu aksi ifadeyi yüzünden, azıcık gülümse, artık gerisi bahar meltemine kalmış."
Geniş omuzlu sarışın adamın okuduğu gazetede bir Amerikan generalinin yüzü var, başlık ta uzaklarda kurulan yeni bir hükümetten bahsediyor. Bunda bir tuhaflık yok mu şimdi? O ülke bizim ülkemiz mi ki oralarda hükümetler kuruyoruz? Yoksa heryer bizim ülkemiz mi artık? Ya da sınırların kalktığı, herkesin dünya vatandaşı olduğu o mutlu günlere mi eriştik nihayet?
Gülümsemek istiyorum ama elimde olmadan kaşlarım çatılıyor. Geniş omuzlu sarışın adam bir an duraklıyor, sonra yeni bir sayfa açıp başını gazetesinin arkasına gömüyor. Kahvemden bir yudum alıp omuzlarımı silkiyorum. Rüzgarlı ve soğuk bir bahara hazırlıyorum kendimi, böylesi şimdi daha uygun düşüyor içime şimdi.
Bir şey söylemek gelmiyor içimden şu sıralar. Yazmak da. Yazmak için oturduğumda aklımdan kağıda dökülenler sahici değil sanki. Harbiden içimden geçeni yazamayınca da birikenler köpürüp öfkeye dönüşüyor. Böyle olmak istemiyorum aslında ama elimde değil.
Rüzgar
Kahvemin kalanını bir yudumda kafama dikiyorum. Çifte espresso, ama kesmiyor beni. Şöyle tortulu, acı bir Türk kahvesi istiyor canım. Ilık bahar rüzgarı da sinirime dokunuyor. Şöyle diyorum, etrafı birbirine katan bir kasırga çıksa şimdi, çantalarımızdaki saçma sapan kağıtları, ellerimizdeki yalancı gazeteleri, ceplerimizdeki uyduruk kitapları çekip alsa, yukarılara ağaç tepelerine doğru savursa. İliklerimize kadar titreyerek, ağzımız bir karış açık, havalarda dönüp duran içi boş kelimelerimize bakakalsak. Kafenin yeşil tentelerinin, kareli masa örtülerinin, köpüklü cappucinolarin, palm pilotların, cep telefonlarının, deri evrak çantalarının, gevşetilmis gravatların, koyu renkli ceketlerin havalarda dönerek dansedişini, ta uzaklara uçuşunu seyretsek. Karşı masadaki adam rüzgarda zar zor ilerleyerek, parmaklıklara tutunarak yanıma gelse. Kum rengi yumuşak saçları birbirine karışmış, ellerini ağzının iki yanına tutup, rüzgarın uğultusunu bastırmaya çalışarak sorsa bana.
"Bir rüya gördüm de ben," dese. "O rüyada da siz de vardınız galiba. Tuhaf ve korkunç bir rüyaydı.
Kırmızı bir çöl vardı, tanklar, askerler, uçaklar, evler, çocuklar."
"Biliyorum," diye sözünü kessem. "Biliyorum, aynı rüyayı ben de gördüm."
Yukarı
|
|
Marmaris'ten Lüferci Kahveci: Osman Günay Harakiri |
|
Merhaba dostlar,
Ben Galatasaraylıyım bilenleriniz vardır.. Hem küçükten beri o renkleri sevdim, sonra da Sultani ye bulaşanlar gibi ucundan, Galatasaraylı oldum çıktım.. Hadi herkesin takımı kendine ama dün akşam televizyon seyrederken karşıma çıktı, ekrana bakarken aklımdan geçti, sizlerle paylaşmadan geçemedim..
Son günlerin en gözde spor, daha doğrusu futbol geyiği "N'oolacak bu Fenerin hali??" durumudur.. Her programda, her "TV de futbol geyiğinden para kazanma" girişiminde ille takımlara, başkanlarına, federasyona, taraftara, hakeme ona-buna giydirip duruyorlar ya, en çok Fener e takmışlar bu ara.. Her ne kadar beni sallamasa da yine de İstanbul takımıdır, onca senelik geçmişimiz var, bir de "ezeli rekabet" mavalı var, iki laf da ben edeyim....
Bir kere hep söyler Fenerliler, karşı çıkan da duymadım; "Fenerin durumu Türkiye nin durumuna benzer" diye ki; bir laf ancak bu kadar yerine oturur... Neyse editör de Fenerlidir, bir de, çoğu taraftar Galatasaraylıların konuşmasına bozulur, işi hemen "Ooolum, biz en kötü zamanımızda bile size altı tane attık!!" a getirirler ki, bu Fener takımının bizimle olan maçlardaki motivasyonunu pek güzel anlatır...
Uzatmayalım dün akşam diyorlar ki; "Başkan istifa etsin !!".. Yok efendim son dokuz maçtır galibiyet yok, onca paraya kurulmuş ve Avrupa Şampiyonu olacağı iddia edilen takımda kimse kalmamış, gencecik, kabiliyetli futbolcular bile " Ben gidiyorum, eywallah" demeden, arkalarına bakmadan kaçmadalar.. UEFA şansı sakatta, taraftar intiharda, para yok, vesaire vesaire...
Ben de dedim ki kendi kendime "Yaw madem Türkiye ye benziyor Fener, başkan hiç istifa eder mi ???" .. Bizde hiç rastlanmış mı koltuğa yapışmadan terk, onurlu ayrılık, "mokunu" çıkarmadan final !!! Eski zamanlardan beri istifa müessesesi garip çalışmıştır memleketimde.. Ya dansözle kırıştırırken, ya çiçek sularken paparazzilere yakalanmış, rüşvet alırken gizli kameraya kaydolmuş, ya da arkadaşının sevgilisiyle barda basılmıştır. Durmadan tükenmeden bu tür skandallar olur bizde.. Ama kimse "Türkiye yi o halden bu hale düşürdük, milli gelirin yarısını da çöp haline getirdik, biz bu işi beceremedik, istifa edelim de bu işi yapacak biri gelsin" demez kural olarak.. Ya "Enkaz devraldık" ya da "Deprem oldu, kriz çıktı, hava esti, yağmur yağmadı" gibi garip ve aymaz bahanelerle kıvırtıp dururlar.. Yok mu bunlardan Fenerli olmayan !!! Vardır, hatta her takımdan her renkten vardır bu yaratıklardan.. Bunlardaki sorun tuttuğu takım değil, ahlak ve sorumluluk anlayışıdır... Baksanıza ne kadar çok örneğimiz var, Süleyman Bey senelerce devletin "baş"ında oturdu, onca öğrenci öldü, okula gidemedi, terörün aldığı yüzlerce binlerce can, onca yoksulluk fakirlik, onca yaban ellerde çekilmiş zulüm, onca skandal-rüşvet örtbas edildi, ama istifa eden yok.. Adam 200 sene yaşasa hepsini başımızda geçirecek, bir de "Birbilen" oldu ayrıca.. Bizde bu modeller pek uzun yaşar, Bayar, İnönü, Süleyman Bey,Ecevit hep ya sağlık nedeniyle ya da zorla koltuktan sökülüp alındılar tarihte.. Bu benim kafama pek fazla takılır oldu, bu nasıl bir anlayıştır ki; insan kendi kendine "Ben bu işi iyi yapamıyorum, başkası yapsın diye ben çekileyim" lafını edemiyor kendi kendine.. Cinnet vatanımın insanında "İstifa" müessesesi gelişmemiştir, elalemde "Harakiri" müessesesi varken !!!!!
Yine ayarım kaçmağa başladı kısa keseyim ben..Hem Fenerin hem de devletin kurtuluş formülünü vereyim sonra uzarım buralardan.. İsteyen uyar, isteyen küfreder... Kurtuluş için yeni bir anlayış gerekmektedir.. Dürüstlük demokratlık ve saygılı olmak esastır.. İster politika, ister spor klübü farketmez... Yolsuzluğu yokedip, kara paraları Caymen İslands a yollayacağına yeni yatırım yapsa memlekette, tamamdır.. Senelerdir dünyanın iki misli fiyatına buğday üreten tarım ülkesi Türkiye nin hangi bakanı istifa etmiş bugüne kadar?? Belki bir iki tane vardır, onlar da "Bu işin tadı kaçtı, başım belaya girmeden uzayayım ben" şeklinde mırıldananlardır. Hangisi devletin fabrikalarında, kadrolarında üç misli personel olduğunu, bunlara fazladan, sadece bordroya maaş ödendiğini bilmiyor?? Müteahhit milletvekili, işadamı bakan olamayacağı gibi, kulüp başkanı da olmamalıdır.. Zaten anlamamışımdır, adamlar milyon dolarları uçuşturup kulüp başkanı oluyor, da niye ?? Herhalde bir avantası vardır, ben anlayamadım !!!
Görüşürüz, hoşça kalın, ilkbaharlı, yaz kokulu, mavi-yeşil Marmaris ten selamlar hepinize...
Osman Günay
osmangunay@superonline.com
Yukarı
|
Cafe Azur : Suna Keleşoğlu |
Bir zamanlar bir yerlerde
Merhaba,
Sadece kısa bir süre için birbirinin hayatına karışan yabancıydılar. Biri harçlık için anket yapan bir üniversiteli, diğeri anket yapılan annesinin yanında ödev yapan çocuk ve ailesi.
Yaşlanan güzel kentin, fakirleşmiş arka sokaklarında anket yapmaya çalışan genç kız, kapısı binbir güçlükle açılan harabe apartmanın zillerinden birini basarken, çocuk bir göz odalarına sığınmış annesi, babası ve kardeşi ile beraber ısınmaya çalışıyordu.
İpe dizili çamaşırlar arasında naralar atılan bu yokuşlu sokaktan inerken eski yılların hayaletlerini aradı kız. Siyah beyaz fotoğraflara birbirinden şık şapkalarla poz veren eski zaman kadınlarının parfüm kokuları sinmiş sokağın eski halinden eser yok. Güneşi içine almayan birbirine bakışan apartman pencerelerinden sokağa yayılan yeni yıkanmış çamaşırların bilindik deterjan kokuları. Renki çamaşırlar, renkli hayatlar.
Yaşama tutunamamış ya da yaşama tutunma çabalarını tüketmiş insanlara kucak açan yoksul sokağın başında bir mahalle kahvesi. Kıştan yeni çıkmış şehir, kahveden çıkan garsonun tepsisinde sıcak çayın dumanı.
Kızın eli ziller arasında rastgele dolanırken, sokak geçmişi ile yüzleşmeyi çoktan unutmuş haliyle bir sarhoşun naralarına evsahipliği yapıyor. Bir zamanlar buradan geçen hanım arkadaşlarını sinemaya götüren beylerin nezaket dolu sesini özlemeyi bile unutmuş ve bu sarhoş naralara artık alışmış.
Evlerinin zilinin çalınmasıyla ödev yaptığı yerden fırlayan çocuk kapıyı açmaya gidiyor. Kapı yavaşça açılınca altı çift göz bir birine bakıyor. Anne çocuktan önce davranıp kapıyı açmış ama çocuk annesinin bacakları arasından kafasını kaldırmış evlerine gelene meraklı bakışlarını fırlatıyor. Kızın yorgun gözleri gülümseyerek anne ve çocuğa bakıyor. Sessizliği bozan kızın sesi ile kızın oraya geliş amacı öğreniliyor ve içeri buyur ediliyor.
Kapı açılır açılmaz kocaman bir salon çıkıyor karşısına. Zaten mutfak, tuvalet ve banyo ve bir küçük odadan oluşan evin asıl yaşam alanı. Mutfak ana kapının arkasında kaldığından kapı kapanınca ortaya çıkıveriyor. Bir cam kenarına dizilmiş bir lavabo bir tezgah ve duvarlarda raflardan oluşan küşücük bir mekan. Perde ile kapatılmaya çalışılmışsa da içeride pişen kıymalı patates yemeğinin kokusu buram buram odaya yayılmış ve evdeki yeni yıkanmış çamaşırın rutubetinin kokusuna karışmış. Mutfak tarafındaki kısımda bir masa, diğer taraflarda ise duvar boyunca uzanan kanepeler var. U şeklinde dizilmiş bu kanapelerin cam kenarında uzananında saç sakalı birbirine karışmış yaşı belli olmayan bir adam yatıyor. Sağ tarafta bir kız çocuğu plastik bir bebekle oynuyor. Yanında belli ki annesine ait olan makas, iplik ve bir kaç giysi var. Kadın kapıyı açmadan önce giysileri tamir ediyormuş anlaşılan. Karşı taraftaki kanepede kapıdaki çocuğun ders kitap ve defterleri yayılmış. O kanepenin öbür ucunda bir sehpa üzerinde küçük boy bir televizyon duruyor. Anten ayarı pek iyi olmayan televizyonda bir türk filmi gösteriliyor.
Kadın biraz utanç, biraz şaşkınlıkla eve buyur ettiği genç kızın elindeki dosyaları ve çantayı tutuyor kız botlarını çıkartmaya çalışırken. Çocuğun gözü botlara takılıyor.
Kız yatağından doğrulmaya çalışan adama merhaba dedikten sonra buyur edildiği yere oturuyor. Odadakiler ve kızın sessizliği birbirine karışıyor fonda dublajlı bir türk filmi televizyonda.
Kız toplumun boş vakitlerini nasıl değerlendirdiğine dair bir anket yapıyor. Part-time çalıştığı anket kurumundaki toplantıda bu semti isterken arka sokaklarına böylesi yoksul manzaraları saklamış olmadığını tahmin edemezdi. İstanbul'un Avrupa yakasının kalbi bu semtin her sokağı ayrı bir yaşamı ağırlıyordu.
Kadın kızın mahçup bakışların altında, elindeki anket sorularını soramayışını anlamış olacak ki hemen söze başladı.
- Ben ne yaptığınızı biliyorum. Geçenlerde temizliğe gittiğim evlerden birinde de geldi sizin arkadaşlarınız, soru soruyorsunuz biz de söylüyoruz sonra cevapları topluyormuşsunuz gazetelerde falan yayınlıyormuşsunuz.
Kadının sözüne bir şeyler eklemeden kız olayı başıyla onayladı ve sorulara başlayabilir miyim diye sordu. Aslında oradaki sorular gördüğü manzara ile o kadar tezattı ki...
Geçirdiği bir iş kazası nedeniyle altı aydır çalışamayan ve sigorta hastanesinde ameliyat sırası bekleyen bir fabrika işcisi adam, sevdiği adamla mutlu bir evlilik yapmanın parıltısını hala yoksulluğun çizgiler kattığı yüzünde gülümsemesine yansıtan gencecik çökmüş bir kadın. Kah temizliğe gidiyor, kah çocuk bakıyor kah tekstil atölyelerinden aldığı evde yapılan işleri yapmaya çalışıyor. Annesi kadar güzel bir kız çocuğu, henüz okula gitmiyor anlaşılan. Ve kısa saçlı sarışın oğlan çocuğu. En çok oğlan konuşmak istiyor evlerine gelen bu yabancı abla ile.
Kadın hastalıktan iyice yıpranmış kocasının kısık sesiyle konuştuklarını anlaşılmadığı düşüncesiyle tekrarlıyor kıza. Kız elindeki tüm soruları unutup karışıyor onların gündelik yaşamlarına.
-Haftada kaç kez sinemaya gidersiniz
-Bu ay kaç kitap okudunuz.
-opera, tiyatro
-spor yapıyor musunuz?
Diye devam eden soruları bir çırpıda yanıtlıyor kadın.
-Bak kardeş bizim halimizi gördün. Pek iç açıcı değil ama biz hep böyle değildik. Az da olsa sevinçlerimiz vardı eskiden. Biz çok severek evlendik. İkimizde ortaokuldan sonra okumadık. Ailelerimiz ilk başlarda karşı çıktı ama şimdi görüşüyoruz. Onun babasının marangoz dükkanı var. Benim ki kahveci. Biz aynı mahalledendik, ailelere karşı durarak evlendik ya onlardan destek almadık. İlk zamanlar çocuklar yokken ne iş bulsak çalıştık. Sonra beyim fabrikaya girdi. Durumumuz biraz düzeldiydi, çocuklar olunca ben daha az çalıştım ama hep sıcak yemeğimiz kaynadı. Ben yüne halimize şükrederdim de şu kaza olmasaydı beyim ayakta olsaydı. Bir de fabrika az bir maaşla emekli etti, hastane masraflarına falan karışmıyor.
Kadın susmadan anlattı. Çocukların okumasını adam olmasını istiyordu. Hiç tiyatroya gitmemişler ama eskiden sinemaya giderlermiş. Arada kitapta okurmuş şöyle güzel bir aşk romanı olursa. Eskiden gazete de alırlarmış.
Anlatırken acındırmıyor, hep bir umut yeşertiyordu. Gözlerindeki parıltı ve sevgi idi belki de evi ısıtan. Yoksulluk belini bükmüş olsa bile ailesine kanat germiş hali ile gururuydu onu ayakta tutan. Kocasının gözünün içine bakıyor, su isteyince hemen getiriyor yemeğini eliyle yediriyordu. Çocuklarının eski giysileri tertemiz ve suratları aydınlıktı.
Anket yapan kızın soracağı başka soru yoktu. Oğlan çocuğu ısrarla evlerine gelen yabancı ablanın yemeğe kalmasını istiyor. Kız ceplerinde bir şeker arıyor çocuğa verecek ama bulamıyor. Sonra kalemlerinden ikisini uzatıyor ona ve kardeşine. Kadın kocasını doyurduktan sonra sofrayı hazırlamaya başlıyor. Buyur edildiği evin sıcaklığına karışan kız, bari gidip ben de taze ekmek alıp geleyim diye çıkıyor. Elinde ekmek, gazoz ve çikolatalarla geri dönüyor mahalle bakkalından alınmış. Masada kıymalı patates tenceresi. Yüzlerde gülümseme. Kadının evlerinde misafir ağırlamanın mutluluğu ile kızın sıcak aile özlemi biraraya gelmiş. Çocuklar çikolata paketlerini açmaya çalışıyorlar. Adam karısının gözlerinin içine bakıyor konuşmadan sevgiyle. Kısa anları paylaşan insanların mutluluğu karışıyor evdeki çamaşır kokusuna.
SunA.K.
skelesoglu@eudoramail.com
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_100.asp
Devamı var
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.248 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
ORASI NERESİ
BURASI BİR ADAM
Korkuyu kapışır taşlar
karanlık kendine çekince perdeyi
göz hüzünle odayı kapar
el uyur ve akvaryumda balık
resmi çekilmiş nehir
Böyle bir çiçek vardı
Rüyamdaki geçit büyüyüp büyüyüp
Büyüyüp büyüyüp büyüyüp
Espası bir tek gece
Ezip el tutan
Alnını bütün bir duvara dayayan
ve sesleri bir orman büyüklüğünde
güneşe yol yapan çocuk
güreşip bütün gelişleriyle
gecikmiş bir deniz feneri
Saati yalvarır hızla
Şafağı çoğaltır kan akan damar
En korkulan gerçeği
Bir boyun eğişle girilen
böyle bir çiçek vardı
kılcal kökleri
çağın sarsıntı duvarlarından
burası bir adam
bir aşk çapında
bir çeşit hapisane tutulan
akıp giden su uyanınca adam
suyu geçmek isteyen karınca
bir taşın alevinden basarak ellerine
kaçınca adam
bırakmaz eşyasını da uykuda
Cahit Zarifoğlu
<#><#><#><#><#><#><#>
ZAMANA YAY GERİP
OK ATMAK
Şarkı ve oyma dudak
Sağlam gözleri
Ve yandan bakılınca
Uzun yüzünde kabartma bir deniz
Bütün kuşlarla gidilir yanına
Sıhhat'i bir hava seçilir dolaptan
Bakılır en arkaya durmuş evin
Acısız aynasına
Bu yaşamak sezonu çok memnun
Yay gerip ok atan
Cahit Zarifoğlu
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
NİÇİN OTELLERİN KAPILARI DÖNER KAPIDIR?
Özellikle, içine girer girmez geniş bir alanla karşılastığınız ve diğer katlara buradan merdiven veya asansörle çıktığınız, banka, otel ve diğer benzeri binalarda, ana giriş kapılarının döner kapı tipi olduğunu görmüş , belki de dört kanatlı olan bu kapıların bir gözüne acele ile iki kişi birden girmeye çalışıp , zorluk yaşamışsınızdır. Döner kapıların tek amacı enerji tasarrufudur.
Bu tip büyük binaların içleri devamlı olarak ısıtılır ve ısınan hava sürekli yukarı doğru yükselir. Dışarıdaki soğuk hava kapının önünde onun yerini alabilmek için kapıyı açmanızı beklemektedir. Bina dışına açılan normal bir kapıyı açtığınızda, dışarıdaki soğuk hava , sert bir rüzgar şeklinde içeriye hücum eder.
Bu arada içerde yükselmekte olan sıcak havanın az miktarda da olsa, giren soğuk hava ile yer değistirip açılan kapıdan dışarı kaçması mümkün olur. Bu sırada binanın iç ısısı düşer, kazanlar veya klimalar daha sık devreye girer ve tekrar normal ısıya ulaşabilmek için, belirli bir enerji harcanır.
Özellikle çok kişinin sık sık girip çıktığı binalarda, döner kapılar bu ısı kaybını en aza indirir. Döner dört kanattan ikisinin arasına girerken, kapılar dönüp önünüzdeki kanat sizin içeri girmeniz için yeterli aralığı sağladığında, arkanızdaki kanat, soğuk havanın girişine mani olacak şekilde girişi kapamış durumdadır. Aynı şekilde, karşı taraftaki diğer iki kapı da , sıcak havanın dışarı çıkmasına engel olur ve içerinin ısısını korumuş olur.
aaltan@superonline.com
Yukarı
|
TRAFİK POLİSİ
Bir trafik polisi arabayı durdurur ve şöföre sorar :
- Ehliyet... Ruhsat...?
- " Peki " der adam ve gösterir...
- Bagajı aç... Çekme halatı var mı ?
- " Var ! "
- Acil yardım çantası ... ?
- " Var ! "
- Kriko ? Yedek Lastik ?
- " Hepsi var ! "
- Sinyalleri yak !... Şimdi de sis lambalarını....
- " Tamam ! "
- Bin arabana ! Radyon çalışıyor mu ? Ya teybin ?
- " Hepsi var ve çalışıyor.. !
- Mezdeke kasetin var mı ? Ok... Çal o zaman... Sesini de aç !
- " Peki ! " der adam...
- Şimdiiii, ben oynuyorum, sen paraları yapıştır ! :-)
<#><#><#><#><#><#><#>
Manda yuva yaparmıymış söğüt dalına?!...
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Yeni Soru : 6 - Sofraların vazgeçilmez ikilisi :-)
KAŞIK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ÇATAL
asesen@turk.net
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ankararehberi.net/sergi.php
İstanbul'da yaşıyan biri olarak biraz ayırımcılık yaptığımın farkındayım. Bu tavsiyem Ankara'da neler olup bittiğini haber alabileceğiniz bir web sayfasıyla ilgili olacak. Fuar, sergi, konser, nöbetçi eczane, vb. bir çok bilginin bulunduğu bu sayfaları Ankara ve civarında ikamet edenlere sunuyorum.
http://www.topazkennels.com/
Sevimli dostlarımız, köpeklerimiz için pansiyon hizmetleri veren Topaz Kennels. ...Pansiyon ve Egitim Merkezimiz, Istanbul/Beykoz ilçesi Çavusbasi beldesinde agaçliklar arasinda konumlanmis Fatih Sultan Mehmet bogaz köprüsünden 8 - 9 dakika uzaklikta, Amerikan Standartlarina uygun olarak insa edilmis yüksek kalitede bir tesis olup...
http://sms.fm/ceptelefonum/sozluk.htm
...GSM900: 100 'den fazla ülkede, özellikle Avrupa ve Asya Pasifikte, yaygın olarak kullanılan dijital sistemin ismidir. GSM sisteminde değişik fazlar bulunur ve GSM telefonlar faz I ve faz II uyumlu olabilirler... Cep telefonu sözlüğü. Her cep'e lazım.:)))
http://www.bizimyer.com/bizimyerapp/neleroluyor/alisveris/outlet.jsp
Bildik markaların seri sonu mağazalarının adres ve telefonlarının bulunduğu bir liste sunuyorum sizlere. ...Aynı kalitede ama daha ucuza giyinmek ister misin? Hadi o zaman bize kulak ver biraz... Alışveriş meraklılarına özenle duyurulur.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Crypto Anywhere v1.1 [1.3M] W9x/2k/XP FREE
http://www.bytefusion.com/download/bin/cryptoasetup.exe
Bu program bir floppy diskete sığacak kadar küçük şifreli, güvenli ve hızlı mail yollayan bir program. Yolladığınız mesajları şifreleyerek sadece şifreyi verdiklerinizin okumasını sağlayabiliyorsunuz. Seyehatlerde kullanmak için birebir. Denemenizde fayda görüyorum.
Yukarı
|
|
|