|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 262 |
14 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sizin yerinize utandım!?.. |
Merhabalar,
Siz bir başkasının yerine utanır mısınız? Huyum kurusun ben utanırım. Kendi utançlarım yetmezmiş gibi bir de başkaları yerine utanırım. İşin tuhafı bir utandımmı da ilelebet sürer bu garip empati duygusu. Yani ne zaman aklıma gelse yüzüm kızarır, terler boşanır bir başkasının yerine. Örneğin berbat bir oyunu izlerken oyuncular adına utanırım, yer yarılsa içine girsem derim ama bakarım onlar hallerinden memnun, daha da utanırım. Yıllar önce bir "Carmen" saçmalığını izlemek zorunda kalmıştım. Birer ikişer salonu terkeden seyircileri gördükçe ne yapacağımı şaşırmış, sanki benim yüzümden kaçıyorlarmış gibi utanmıştım. Lafı döndürüp dolaştırıp varacağım yere geleceğim merak buyurmayın. Dün gazetelerin birinci sayfalarını süsleyen o trajikomik fotoğraf aklıma geldikçe gene utanıyorum işte. Devletin duvarları altında kalan onlarca yavruyla dalga geçer gibi düzenledikleri törenin fotoğrafı. Yerlebir olan devlet duvarlarının yerine konulan UNICEF çadırlarının açılış merasiminin fotoğrafı. Hasbelkader depremden kurtulup bekleşen öğrenciler, VIP koltuklar, koltuktan çadıra uzanan kırmızı halı ve kesilen kırmızı kurdele. İlin en kocaman mülki amirinin elde makas kurdele kesimi. 1500 yataklı hastahane ya da 150 derslikli okul açarmış gibi mağrur ve gururlu sünnet merasimi. Utandım Sayın Valim, sizin yerinize utandım. Toprak altında bir daha zil sesi duyamayacak yavruları, verdiği yardım çadırlarının maskaraya çevrilmesini seyretmek zorunda kalan UNICEF'i, dış dünyada bizi makaraya almak için fırsat kollayan insanları düşününce utandım Sayın Valim. Sizin yerinize utandım ve aklıma geldikçe de utanacağım. Tarihe ilk defa çadır açılışı yapan Türk olarak geçmekti herhalde arzunuz. Geçtiniz, hayırlı uğurlu olsun. Allah hepimize izan, akıl, fikir ve bolca sabır versin...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Portreler : Baba Tahsin |
|
Dünya tatlısı bir insan o, insan değil melek adeta. Birisine kızdığı bile görülmüş şey değildir, deli bile etselerdi adamı sinirden, yine sessiz sedasız söylenirdi sanırım içinden. Annemin çocukluk arkadaşlarından söz etmiştim bir yazımda, 3 arkadaş aynı sokakta büyümüşler, sonra evlenince eşlerini de tanıştırmışlar, onlar da birbirleriyle dost olmuşlar, madem eşlerimiz büyümüşler kardeş gibi, biz de bacanak olduk demişler ve öyle seslenir olmuşlar birbirlerine...
İlk tanıştırıldığımız günden beri sevmişimdir Baba Tahsin'i. Ben yaşlarda bir kızı ve kardeşimle yaşıt bir oğlu vardır. Çevresine olan davranışları her zaman babacan olduğundan, Baba Tahsin der olmuştu hemen herkes. İlk tanıdığım yıllarda bir terzi dükkanı vardı Fatih'in Akdeniz Caddesi üzerinde. Yazları ailecek evlerine gittiğimizde Madalyon yazlık sinemasına giderdik, klasik kabak çekirdeği, dondurma muhabbetleri. Ben o yıllarda çok sakar idim, arka bahçeye inen merdivenlerdeki saksıları kırardım, neredeyse her gelişimde. Laleli'ye taşındılar sonra, yine birgün gittik evlerine ve biz çocuklara yer yatağı yapılmıştı salonda. Ayağımda çoraplarla yer yatağının üstünden atlayayım derken parkelerin üzerinde kayarak köşedeki saksıyı her zamanki gibi... Bizim Madalyon sineması çok uzaklarda kalmıştı ve yeni yazlık sinemamız Yenikapı olmuştu. Mekan değişse de değişmeyen yine kabak çekirdekleri ve dondurma muhabbetleri. Hep birlikte gitmiştik bir yaz Yalova Çınarlık'a, dualarımız kabul olmuştu ki, kaldığımız pansiyonun yanı yazlık sinema çıktı, her gece beleş film izledik çatıda..
Baba Tahsin'in en sevdiğim yanlarından birisi de, her zaman İstanbul Beyefendisi gibi giyinmesiydi, özellikle gömleklerinin içine fular takması. Eşinin her zaman kızdığı bir de sevimli merakı var idi. Erken kalkar, hangi odaya giderse radyoyu açar ama asla kapatmazdı, gerek oda değiştirirken gerekse evden giderken.. Üniversite yıllarımda ne zaman canım sıkılsa onlara giderdim, o neşeli aileyi görmeyi özlediğim aile sevgisini yaşamayı isterdim ve hiç pişman olmazdım kararımdan. Tüm aile sıcak sevgilerini eksik etmezler, kendi ailemi aratmazlardı. Birçok örnekte rastlandığı üzere oğlan anneye, kız babaya düşkündü. "Arabım" diye severdi kendi çikolata rengine aldırış etmeden kızı ..!
Gittikçe kötüleşiyor kızım baban dediler, gelebilirsen hemen gel Almanya'dan. Perşembe günü geldi uçakla, gitti hastahaneye babasını görmeye, sarıldı hasretle, devrisi sabah kaybettik Baba Tahsin'i, "Beni beklemiş sanki ölmek için" dedi kızı, yüreğimde derin sızı ..! Birkaç saatte bitiverdi son yolculuğuna uğurlamamız, ne iyi insandın sen Tahsin Baba'mız...
asesen@turk.net
Yukarı
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Schliemann ve ve Biyografi |
|
Artık bazı okurlarımız anlamışlardır sanırım, böyle konuları seviyorum ben.. Bugün, biz Türklerin, biraz da haklı nedenlerle pek sevmediğimiz, ama hayat hikayesine yakından bakınca 'yiğidi öldür hakkını yeme' misali, hakkını vermek gereken bir adamdan sözetmek istiyorum.. Heinrich Schliemann..Truva, Mikenai, Tirnis kazılarını yapan ünlü Alman arkeolog.. (D:1822 Ö:1890)
İzninizle, yazının bilgi kısmını Britannica'dan aktarmak istiyorum, Schliemann, modern çağda Eski Yunan kültürünü yeniden keşfeden araştırmacı olarak kabul edilir.
Fakir bir papazın oğlu olan Heinrich yedi yaşındayken babasının verdiği bir tarih kitabında alevler içinde yanan Truva resmi, yaşamı boyunca belleğinde kalmış ve Homeros şiirlerinin tarihsel bir gerçeğe dayandığına olan coşkulu inancını beslemiş.. Schliemann 14 yaşındayken bir bakkalın yanına çırak olarak verilmiş, yedi yıl sonra sağlığı bozulunca bu işi bırakarak Hamburg'dan Venezuella'ya giden bir gemiye kamarot olmuş. Ama gemi Hollanda açıklarında batınca, Amsterdam'a giden Schliemann bir ticarethanede ayak işleri yapmaya başlamış, daha sonraları da muhasebeci olmuş. Çok güçlü bir hafızası, dil öğrenmeye karşı da doğuştan gelen bir yeteneği ve tutkusu varmış.. Bütün bunlara tükenmez enerjisi ve kararlılığı da eklenince, sekiz (bazı kaynaklara göre 13) dili okuyup yazacak kadar öğrenmiş.. Bu diller arasında, Türkçe, Rusça ve hem eski hem de yeni Yunanca da varmış..
Çalışmakta olduğu firma, onu 1846'da St Petersburg'a temsilci olarak yollamış, ve Schliemann kendisine bir iş kurmuş bu şehirde. Kırım savaşı sırasında orduya işler yaparak büyük bir servet kazanmış.
36 yaşından itibaren tüm işlerini bırakıp bütün zaman ve parasını tarihöncesi arkeolojisi çalışmalarına ve özellikle de Homeros'un anlattığı Truva'nın yerini belirlemeye adamış.
1868 yılında Yunanistan ve Andolu'ya yaptığı bir gezide Homeros'ta adı geçen yerleri dolaşmış. Bu gezi sonucunda Truva'nın Anadolu'da Pınarbaşı'nda değil, onun biraz kuzeyindeki Hisarlık'ta olduğunu, bir de Agamemnon'un karısı Klytaimestra'nın mezarının Mykenai surlarının dışında değil, içinde olması gerektiğini ileri sürmüş. Bu savların her ikisinin de doğru olduğu daha sonraki yıllarda yaptığı kazılarda kanıtlanmıştır.
Hisarlık'ta Schliemann'dan önce Amerikan konsolosu Frederick Kalvert kazılar yapmış. 1871'de de Schliemann bu büyük höyükte kazı yapmaya başlamış. Truva kentinin, höyüğü oluşturan katların en altında olması gerektiğine inandığı için üstteki katları hiçbir özen göstermeden kazmış. 1873'te bazı sur kalıntılarına rastlamış ve bu kalıntılar arasında bir de hazine bulmuş.. Bu hazinenin kral Priamos'a ait olduğuna inanmış.. Karısının yardımıyla da bu hazineyi gizlice Türkiye dışına kaçırmış. 1874 şubat ayında, Hisarlık'ta yeniden çalışmaya başlamak isteyen Schliemann'a Osmanlı makamlarınca izin verilmemiş, ayrıca kazılarda çıkardıklarından devletin payını vermeden yurt dışına çıkardığı için de hakkında dava açılmış. 1878'e kadar Yunanistan'da çeşitli kazılar yaptıktan sonra, nasıl olduysa Hisarlık'ta bir kazı daha yapma iznini koparmış, ve yeniden bu bölgede kazı yapmaya başlamış. Bu kazıyı 1882-83 arasında üçüncü bir kazı ve 1888'den ölümüne değin de bir dördüncü kazı daha yapmış.
Schliemann yaşamının sonuna doğru kulaklarındaki bir rahatsızlıktan dolayı büyük acılar çekmiş, tedavi umuduyla Avrupa'dakji uzmanları dolaşmış, ama hiçbir sonuç alamamış..Bir gün yalnız başına Napoli'de yürürken düşmüş, ertesi gün de ölmüş..
Schliemann zamanına kadar dört eskiçağ imparatorluğu olduğu düşünülürmüş, Yunan, Roma, Mısır, Babil-Asur. İki yeni uygarlığı daha ortaya çıkarmış olan Schliemann tarihin ufkunu önemli ölçüde genişletmiş. Aslında bir üçüncüyü, tarih öncesi Girit uygarlığını da keşfetmek üzereymiş, Mykenai ve Bronz Çağı Truvasını bulduktan sonra, Akdeniz'de onlardan daha eski bir uygarlık olduğunu, bunun da yerinin Girit'te bulunduğunu düşünmeye başlamış. Orada da bir kazı yapmayı tasarlamış. (Bizim Zorba'nın memleketinde yani..) Ama kazı alanının bulunduğu araziyi satın almak istediğinde astronomik bir fiyatla karşılaşmış ve bu planından vaz geçmek zorunda kalmış. Böylece Mykenai öncesi Girit'te var olan Minos uygarlığı Schliemann'ın ölümünden 10 yıl sonra Sir Arthur Evans tarafından keşfedilmiş.
Beni bu hikaye, aslında hayatına neredeyse bir hiç olarak başlamış bir adamın, bir bakkal çırağı olarak başladığı yaşamında geldiği yeri göstermesi açısından etkilemiştir. Tabii bir de o küçük çocuk kafası ile, okuduğu bir kitapta gördüğü bir resmin kafasının içinde bırakmış olduğu güçlü ve silinmez izi, yaşamı boyunca taşıması, ve bu izi sürerek bilgisini artırıp, adeta takıntı haline getirmiş olduğu Truva'yı bulana kadar tüm enerji ve parasını bu yolda harcayarak inandığı sonuca gidebilmiş olması da az şey değildir.
Her ne kadar bizim topraklarımıza büyük zararlar vermiş, ayrıca bu topraklarda bulunmuş olan eserleri çalıp götürmüşse de, diğer başardıkları ile anılmaya değer bir isim olduğunu düşünüyorum..
Geçen hafta Marcus Aurelius, bu hafta Heinrich Schliemann... tarih köşesi gibi oldu bizim köşe.. Ama inanın bu mini biyografilerden çıkartılacak dersler olduğuna inanmışımdır hep..
aaltan@superonline.com
Yukarı
|
Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat |
İZİ İZLER MİSİNİZ?
Ketumum, ama artık bir "yazar" olduğum söyleniyor. Gerçi, hiç bilmiyorum ben, ketum olan yazar mıdır, yoksa aslen okuyarak azan mıdır? İlle de iyice karıştırmak gerekirse, ketum olan, asıl azarak yazan mıdır, yoksa yazarak azan mıdır? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, her yazanın yazara çalmadığıdır.
Bağışlayın. Aslında "Anneler Gunu" dolayısıyla yazacaktım. Geçmiş Anneler Günü. Kutlu olsun.
DİZİ DİZLER MİSİNİZ?
Eğer izi izlerseniz, dizi de dizlersiniz. Yoksa, siz mi bizi bizlersiniz?
Olmadı.
Hala daha konuya giremedim adam akıllı. Oysa "yazar" dediğin, yazdı mı yazar! Demek ki ben, "yazar" değilim! Ya da, "yazar" dediğin, yazdı mı yazamayan kişidir! Aman Allahım, ben "yazar" olabilirim! Yazabilmesi için, belki de, ilkbaharın durmadan yaza çalması gerekir. İlkbahar zaten durmadan yaza çalar... Yazın yaşananlar sonbahara çalar... Sonbahar? Sonbahardır işte ve ne dirim ne de ölüm mündemiç bu inişte. Peki, ama, bir "yazar", hangi havalardan yaza bozar?
Hiçbiri değil.
DİZİ İZLER MİSİNİZ?
Elbette dizi izlersiniz. Bin şükür!
"Ekmek Teknesi". "Berbat" bir dizi! Bir o kadar da mükemmel.
"Berbat"! Çünkü, biz "olağan erişkin"lerin hiçbir hayaline denk gelmiyor çizdiği karakterlerin tekabül ettiği zavallı iç (SÜPER) hallerimizle. "Mükemmel"! Çünkü, biz "olağan" erişkinlerin her türlü belleğine denk geliyor çizdiği karakterlerin tekabül ettiği o harika iç (İD) hallerimizle.
Hatırlatayım hatırlamalıyım. Bu yazının asıl konusu, "Anneler Günü"dür, ziyadesiyle. Geçmiş. Kutlu olsun.
Oğlum (bana ait olan oğul), olabilecek en mükemmel Anneler Günü armağanını verdi bana bu seferde.
Anlatayım izninizle., yazar olmadan.
Ekmek Teknesi karakterlerinden biri, "Lan Jale" diye başlar her cümleye nerdeyse, her cümlenin ortasında bir "Lan Jale" nakaratı koyar ve her cümlenin noktası değişmez bir biçimde "Lan Jale"dir yine. Bu karakter, mahalle berberi "Ölü"nün yamağıdır ve Ekmek Teknesi'nin kız evlatlarından biri olan Jale'ye tutkundur kendi lisanında. "Potansiyel suçludur" elbette sosyal haliyle, ama burası "Ekmek Teknesi"si! Potansiyel suçluların asıl potansiyelleri olan "iyi yüreklilik" halleri hayata katılmaya çalışılmaktadır, ve başarılı olunmaktadır şimdilik büyük oranda. Ekmek Teknesi başka bir "şifa"nın konusu, ve bir "sosyolog" olmak gerek aslında doğru söylemlerde bulunabilmek için bu konuda. Ve ben, nasıl ki bir "yazar" değilim, işte tıpkı bunun gibi, ben bir "sosyolog" da değilim.
Dün, bilemediniz evelsi günlerden birinde, oğluma kendi halimde bir bağırış çağırışla,
"Hadi Memo... Yeter artık hadi dediğim sana... Alt tarafı bir tereyağı.. İki adım atıp bakkaldan kapıp geleceksin... Pilav diye tutturmayı bilirsin... Tereyayağı olmazsa... Anne bu pilav... Diye başlarsın... Yeter be... Öfff yaa... Hadi Memo... Ben zaten... Baban da..."
diyorum.
Tam kendi ev halimde (kadın/anne) yani.
Bizim ev hayli basamaklıdır. Merdivenler merdivenler. Adım başı merdivenler. Adım sonu merdivenler. Tam kendi halimde tutturmuşum Memo'ya (erkek) bağırış çağırış ve kendi halimde bir muhakeme ile...
Memo benden beş kadar basamak aşağıda, hınzır hınzır gülümseyerek, yüzümü yüzüne döndürmemi bekliyor...
Döndürdüm tabii. Döndüm. Daha etkili bağırıp çağırışacağım ya! Bir de ne göreyim, duyayım?
"Lan Jale" diyor bana, "Deli etme beni lan Jale!"
Sıçradım Ekmek Teknesi'nden bir başka özel karaktere!
Sıçrarken bir anda (moment), çeşit çeşit an (moment) fışkırdı belleğimden. Mecburen. İktidar için başka türlü mücadele verilemez ki!
"Madem öyle , işte böyle!" geçti aklımdan ve Ekmek Teknesi'nin tek sekiz leşli karakterinin en karakteristik cümlesiyle cevap verdim benim oğlanın "Lan Jale"sine.
ARZULAR ŞELALE.
Annelerin her bir defterinde kendi dillerince ARZULAR ŞELALE.
Laf aramızda.
SİZ BİZİ BİZLER MİSİNİZ?
ANur
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_104.asp
Devamı var
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.264 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
Aynı Göğün Ezgisi
Abdülselam
Daha aşksız ve kitapsız
lisede
ipince
esmer yürekli bir oğlan
Bu yağmur nerden gelir:
Sular bulanır
Bu çığlık nasıl büyür:
Yürek daralır
Bu kavga ne de bıçkın
Meydan aranır
Aranır Abdülselam
Bilmez bir oğlan
Diyarbakır'ın göğsünde terli bir akşam
Daralan sokaklarda bir yaşamı çaldılar
Abdülselam kardeşimi arkasından vurdular
...
Koştum kan mevsimine erken sarıldım
Bir kanlı geçitte vuruldum kaldım
...
Yılmaz Odabaşı
<#><#><#><#><#><#><#>
S I N I R A V U R U Y O R U M /
S I N I R S I Z V U R U Y O R U M
I
Öncesi Diyarbekir o benim en esmer çocuğum
üstümüzde ağırbaşlı bir gökyüzü
Ötesi Siverek düzü, Çermik dağları
Kahverengi bir hüzündür Mazidağ
Alnıdır öpülesi alnında konaklar öksüzlüğün
II
Kendi katline ilişmiş
Vay benim sürgün ömrüm
Sonrası intihar kokan bir sevda
U ç u r u m l a r d a
(Uçurumlar kendi diliyle anlatılır...)
*
Düşecektim ya, sanki sen atıldın birden boynuma
Göğe yaz: uçurumlar da aldatılır
Kanıyorsa kan revan, ömrün...
Uçurumlarda yaşlı ülkeler ağlatılır
III
Bir güldür benim ülkem
Uslanmaz
Ve suların kendi gövdesini
Yollarını süngülerin
Rahmetini buzulların kestiği
IV
Daha
Sınıra vuruyorum / sınırsız vuruyorum
Ey ülke rahmine al ve yeniden doğur beni
Ben de o şarkının girisindeki
Sözlere vuruyorum / apansız vuruyorum
...
Bu yüzden, sesim,
Şimdi yakılmış defterlerdeki...
V
Tartılsam ağırlığımca hüzün gelirdim
Artarken gecede siren sesleri
Ben de cinayetlere sınamıştım gövdemi
Soyunmuştum bütün mavi gömleklerimi
Kapımda kul
Ve yaftalı cinayet bekçileri
Sesim
Bu yüzden
O eski ölümlerde kan lekeleri
Sesim
Ağırlığımca zincirlerdeki...
VI
(Bakarken bir gülüş uzattı yurduna
Paramparçaydı...
Parçalarını kurşunlar kovalıyordu!)
Bu yüzden
Daha
Ölüme vuruyorum / ölerek vuruyorum
Sesim
Fırtına sonrası karaya vuran cesetlerdeki
Sesim
o kanlı gömleklerdeki
Bundandır faili meçhul bir cinayetim
/B u l u n b e n i m k a t i l i m i ! . . /
Yılmaz Odabaşı
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
Zakkum
Bildiğiniz gibi bu bitki bir zamanlar Ziya Özel adlı doktorun biraz da bilimsellikten uzak çalışmaları sayesinde gündemimize gelmişti.. Latince ismi, Nerium Oleander..Yani düşük kotlarda yetişen nergis gibi bir şey. Zehirlidir, hem de çok.. Anadolu'da özellikle akdeniz ve ege bölgelerinde su kenarlarında yetişir. Zakkum gördüğünüz yerde muhakkak su olduğundan emin olabilirsiniz.. Dilimizde 'Zıkkımın pekini yemek' diye bir laf vardır, bu söz aslında Zakkumun pekini yemektir. Beddua edilmek istenen insana 'Zakkumun pekini yesin!' şeklinde söylenen bu söz zamanla değişmiş 'Zıkkımın pekini' şeklini almıştır.
Yukarı
|
Şaplak
Adamın biri sinemaya gider. Tam sinemada film başlarken önüne saçını
kazıtmış biri oturur ve sinemanın ışıkları bu saçını kazıtmış adamın
kafasına vurur... Arkasındaki adam bir türlü filmi izleyemez. Adam
içinden "şunun ensesine bi tane yapıştırayım" der sonra "Oğlum adam iri yarı... Ellese bile beni parçalar" deyip vazgeçerken yanına Temel oturur.. Adam Temel'e dönüp "Şu kafasını kazıtmış adamın ensesine bi tane vur sana 5 milyon vereyim" der. Temel de dayanamaz adamın ensesine bi tane yapıştırır ve devam eder "Ulan Hasan sen burada mıydın?" . Adam dönüp "Ne Hasanı kardeşim" Temel: "Pardon kardeşim karıştırdım" der ve adam önüne dönünce 5 milyonunu alır.
Adam dayanamaz ve Temel'e dönüp "Kardeş bi tane daha yapıştır sana 10 milyon vereyim" der. Temel bi tane daha adamın ensesine vurur ve ilave eder "Hasan sensin be yeme beni" Adam dönüp "Hasan değilim kardeşim be " deyip ön koltuklardan birine oturur. Temel'in yanındaki adam artık filmi bırakıp bu kafasını kazıtan adamı aramaya başlar ve bulur hemen Temel'e dönüp "Bak kardeşim işte oraya
oturmuş.Git ensesine bi tane daha vur sana cebimdeki tüm parayı
vereyim" . Temel hemen kafasını kazıtmış adamın arkasına geçip
ensesine bi tane yapıştırır ve
"Ulan Hasan burda mıydın, ben de yarım saattir arkadaki adamı sen sanıp ensesine vuruyorum" diye ekler...
<#><#><#><#><#><#><#>
Yorumsuz!..
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Yeni Soru : 7 - Şu GELİN'e kısa yoldan bir GÜVEY bulmalıyız.. :-)
GELİN - ..1.. - ..2.. - ..3.. - GÜVEY
asesen@turk.net
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun ARMUT PÜRELİ KEK |
|
2 yumurta
1,5 su bardağı toz şeker
2 su bardağı un
1 paket kabartma tozu
½ su bardağı erimiş margarin
½ su bardağı armut rendesi
½ su bardağı çekirdeksiz kuru üzüm
½ su bardağı kıyılmış fındık
1,5 çağ kaşığı tarçın
3 adet dövülmüş karanfil
Yağ ve şekeri şeker eriyene dek çırpın, yumurtaları ilave edin ve yine çırpın. Fındık, üzüm, tarçın ve karanfili ekleyip az karıştırın. Şimdi armudu, unu ve kabartma tozunu da katın. Artık kek hamuru haline gelmiş olması gerek… Bu hamuru ister tek parça halinde bir kek kalınına dökün, ister minik kalıplarda muffin gibi pişirin. Size kalmış… Unutmadan, fırın 180 derece olacak. Pişirme şeklinize göre de süreyi ayarlamalısınız.
Afiyet olsun…
|
Yukarı
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.satisfaction.250x.com
Tolga Ay... Kanadada kendine gelecek hazırlamaya çalışan bir Türk. Kendisini tanımam ve hatta şu an neler yapar nerelerdedir hiç bilemem; ama şirin bir web sayfası hazırlamış. ...sanirim hersey rutinlesmeye basladi yavas yavas. Yazacak fazla sey bulamiyorum cunku. Avni dayimdan ve babamdan mail aldim. ikisini de cevap yazmaya calistim. annem hala usuyommu diye merak ediyo...
http://www.tayyareci.com
...Türk Hava Kurumu’nun 1935 yılında yapılan 6ncı kurultayında yerel yöneticilerin de görüşleri alındıktan sonra, daha önce her yılın 27 Ocak gününde yapılmakta olan Hava Şehitlerini Anma Günü’nün 1935 yılından itibaren her yılın 15 Mayıs gününde yapılmasına karar verilmiştir. Bu karar gereğince 1935 yılından itibaren Hava Şehitlerini Anma Günü törenleri her yılın 15 Mayıs gününde yapılmaktadır...
http://www.tdk.org.tr/imla/
...Da, de bağlacı ayrı yazılır; ancak, kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak büyük ünlü uyumuna uyar ve da, de biçimini alır: Kızı da geldi gelini de. Orhan da biliyor. Oğluna da bildirdi. Sen de mi kardeşim? Güç de olsa. Konuşur da konuşur... İmla kılavuzu her zaman ihtiyaç...
http://www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/sair_listesi.html
...Gozlerin en eski sabah belki, belki o uzak deniz... ilk tarihe dikip tac beyti, yuruduk kac isik yili seninle biz. Bazen muhur bastik yildizlara -dikey kosarak- bazen cekti ilgimizi dip sulardaki giz, ATLANTIS. Daglar taslar taniktir, gokyuzu tanik, bir unledik mi sekiz oktavi kirardi marsimiz, uzanirdi sonsuza, ama, bazen agit olduk kendimize, sessiz... "Türkan İldeniz"
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Pizza Business v1.0 beta 8 [1.4M] W98/2k/XP FREE
http://pizza-business.sourceforge.net/
İlginç bir oyun programı. Kendi pizza restoranınızı açıp işletmek size ilginç gelmiyor mu? Adamlar oturmuş küçük ama hoş bir pizza oyunu yapmışlar. Pişirip yeme şansınız olmasa da vakit geçirmek için güzel bir uğraş olsa gerek.
Yukarı
|
|
|