|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 263 |
15 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sizi gidi kumpascılar siz!... |
Merhabalar,
Dün sabah acıkan arabamı benzinciye çektim ve herzamanki sempatik(!?) tavrımla pompacıya "Tükür şuna 20 milyonluk" deyiverdim. Yetkililerin "sık ye azar azar ye" özdeyişini yaklaşık 1 senedir arabam içinde kullandığımdan ve arabanın yeme alışkanlığını değiştirmeye gönlüm(!?) razı olmadığından benzin alımında 20 milyon birimini kullanıyorum. "Doldur usta" deyişine terfi edişim de daha uzun süre alacağa benzer. Bu nedenledir ki, benzin fiyatlarındaki değişikliği konulan benzin miktarı ve süresi ile farkedebiliyorum. Bir aydır 16 saniyede 10.7 litre kurşunsuz benzin alırken dün sabah bir baktım 17 saniyede 11 litre almışım. Bir gece önce açıklanan indirimi duymadığımdan hayretler içinde kaldım tabi. Allah bana fazladan 0.3 litre bahşeden, 500 metre daha fazla araba sürme zevki veren değerli büyüklerimden razı olsun. Mehter marşının 1 geri adım döneminden sonra gelecek 2 ileri adımını dört gözle bekliyorum. Hele beni eziyetten kurtarıp 20 milyona 5 litre koyup gitmemi sağlayacakları, benzincide fazla oyalanmama mahal vermeyecekleri günleri de iple çekiyorum. Sağolsunlar, varolsunlar...
..........
Bir kumpasla karşı karşıyayım. Geçen hafta yaşadığım TRT deneyiminde yanıbaşımda pek bir fedakar ve cefakar arkadaş pozu ile yeralan sözde Kahveci çetesi mensupları Enişte ve Serpil biraderler, ağızlarındaki baklayı çıkarıp asıl amaçlarının ne olduğunu ayan beyan açıkladılar sonunda. Silah zoruyla, kaleme aldıkları ve gizli kamera ürünü mahrem resmimi iliştirdikleri yazıyı yayınlamam için tehditler savurdular. Göğsümü siper edip tehditlere boyun eğmemeye çalışsam da sonunda işi bir daha yazı yazmamaya kadar götürdüklerinde betim benzim soldu. Sırf sizler için kendimi feda ettim ve yazdıkları Manakyan Tiyatrosu oyununu yayınlamaya razı oldum. İntikamım korkunç olacak diyerek karşı taarruza geçtiysem de kumpas üyeleri pek pabuç bırakmadılar. İşin tuhafı okurken gülmekten yerlere yattım. Doğruluğu konusunda hiçbir yorum yapmayarak sizi vicdanlarınızla başbaşa bırakıyor, silah tehdidini savuşturmanın verdiği iç huzuru ile huşu içinde yatağa doğru yola çıkıyorum. Giderken arzum hilafına çektikleri resme dikkatlice bakmanızı istiyorum. Baktığınızda asıl titreyenin kim olduğunu şıp diye anlayacaksınız. Ha..ha..haaa...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Radio Day |
|
Daha otobüsten inerken eli ayağına çarşaf vaziyetindeydi walla Enişte ! Selam Zeynep dedi, bozuntuya vermedim artık !
Deme yahu ! Bir de koca Kahve Molası'nın Editör'ü Führer'i olacak ! Cık cık cık !
Öyle deme be Enişte, sanki müsamereye çıkacak ilkokul çocuğu gibi heyecanlandı..
Eee ! Ne yaptın peki sen ?
Önce arabaya attım, hoşlanmadi ama bir Ankara turu yaşattım, biraz pohpohladım !
İyi olmuş Serpil'ciğim, kesmez onu gerçi birkaç pohpoh ! Neyse birazdan geliyorum yanınıza, sen 3-5 pohpoh daha çek ! Yafff Serpil, neresi bu Saklı Bahçe allasen ? İyi saklanmış hakketen !
Varan Söğütözü'nün arkası, iyi ki de Ankara'yı biliyorsun ha sende Enişte !
Hoşgeldin Editörü'm Führer'im !
Ho-hoo-oş-buuul-duk ! Se- see-sende hoo-hooş-gel-diiin !
Amaniiin ! Editör'üm Kekeme'm ! Noooldu sana ? Hiç kıyamaslar walla, ayol sen koskoca e-gazete saaabı adamsın, yakışır mı böööle eveleme geveleme dil üstünde sektirmece aaa ! Topla bakiiim kendini !
Ben de dedim Enişte ama dinlemiyor ( sakinleştirici ilaçlar şu çantada, çaktırma ! )
( Tamam, ben dikkatini dağıtırım, sen içeceğine katarsın ) Eee ! Dostum, nasılsın ?
İ-yi-yim Kamil ! Şey ! Tuuu-vaa-let neer-dey-di Zeynep ?
Bugun zeynebim ben, edit oyle istiyor! Geldiğinden beri 5.kez gidiyor walla !
Altını mı bağlasak acep ?
Enişteeeee ! Şimdi beni de ... yani ! Zaten o gidip durdukça zor tuttum kendimi ! Ne içersin Sevgili Edit'ciğim ?
Light oo-olsuuuu-uun Coo-cooo...
Tamam, tamam anlaşıldı, hady atalım senin şu Tübitak onaylı haplardan birkaç tane !
Gördün mü Enişte ? Açıldı bak Edit ! Sular seller gibi konuşuyor walla !
Tutuk başladı ama süper gidiyor, nazar değmesin ! Güzel iş be radyoculuk !
Evet .. Ben de çok severim, aslında bizim de bir radyomuz olsa ne güsel olur diii mi ?
He walla ! Kahve Molası ... KM FM ( kiyem efem ) .. Çok kısa dalga ... 41.5 ...
Enişte be ! Walla bu proceyi yetkili kurullara götürelim ! Her şey var biz de !
Doğru walla ! Hah ! Editör'üm Führer'im de çıktı odadan, tebrikler, çok iyiydin..
Sahi mi ? Biraz terledim ama, çok sıcak içerisi
Eee ne demişler : Stüdyoya giren terler ! ... Edit'ciğim..
Doğru Serpil'ciğim, aaa sen ne zaman geldin lan Enişte ?
Adam, hayata döndü, sana Serpil bana Enişte demeye başladı, çok şükür..
Bi dakka şu fotoğraf makinamı tutun da bi tuvalete...
Pes walla, ooolum sende prostat neyim yok diii mi ? Akşam yemeğine paran kalacak mı merak ediyorum, .... parası ödemekten bi hal oldun da !
Akşam yemeğine geç kalmayın, Mehtap, Cüneyt, Cumhur da gelecekler..
Yemekler ve sohbet nefisti.. Gişelerden çıktık Editör'üm, istersen biraz uyu sen !
Yok canım... Horrrr ! Horrrr ! .... Nerdeyiz ?
Gişelerden çıktık demiştim ya, yine çıktık ama bu kez Bolu'dayız !
Hady be ! Hiç hatırlamıyorum ..!
Çok şaşırdım Edit'ciğim, oysa ne güzel sohbet etmiştik, ben anlatmıştım sen dinlemiştin, sonra yine ben anlatmıştım sen dinlemiştin, son 2 saatimiz böööle
hoş sohbet geçmişti ya Editör'üm Führer'im. Hatta teypten dinlediğimiz şarkılara HORRRRR ! şeklinde yaptığın vokaller nefisti !
Tamam lem Kamil, Adapazarı'na gelmeden çek arabayı sağa, önce bi KAHVE MOLASI verelim...
TRT Ankara Radyosu'nda damardan verdin ya bi Kahve Molası, yetmez mi ?
Dur ooolum, şöhret basamaklarını daha yeni tırmanmaya başladık dii mi ? Yetmez elbette, biliyorsun FB'li yapamadık ama "Bir gün herkes Kahve Mola'lı olacak !"..
Edit'ciğim inşallah ama ama eğer kızmazsan şey diyorum, şey...
Geveleme... Ne diyorsan de !
Arabanın içini yeni yıkatmıştım da, bezini bir kontrol etsek, yani kahve içtikten sonra gerekirse yenisini bağlasak... Ahhhh ! Ne vuruyosun be ! Bi daaa senle gelende kabahat Ankara'ya.. Gerek kalmadı Adapazarı'nı beklemeye, sakat sakat, kullanamam zaten arabayı, sen geç direksiyona, ben vokal yapmasını öğrendim..
Bak Enişte, konuyla ilgili en ufacık bir yazı yazarsan gönderirim walla gaz odasına..!
( Führer kılıklı Editör işte nolceek ! ) Yok yahu, kem, küm, mük, ...
8.Mayıs.2003 anısına...
Fikir'şör : Serpil YILDIZ
Kalem'şör : Ahmet ŞEŞEN
Yukarı
|
Çat Orada Çat Burada : Hasan Yüksel |
Hasan Tahsin
Hasan Tahsin ismini duyunca hepimizin aklına tek bir kişi gelir. Asıl adı Osman Nevres olan ama Hasan Tahsin takma adıyla yazan ve İzmir'in işgali başlayınca gözünü kırpmadan ateş eden ve orada şehit olan gazeteci. İzmir'liler Konak meydanına dikilen anıtı da bilirler.
Benim aklıma ise kardeşim gelir. Tanıyanlar bilir, benim bir ikiz kardeşim var adı Tahsin ve o da Kahve Molası'nın okurları arasında. İkiz olmamız nedeniyle doğumumuzdan bu yana her ortamda neredeyse tek kişiymiş gibi muamele gördük. Çevremizdekilerin bizleri karıştırmasına, kırk yıllık arkadaşlarımızın bile hitap ederken isimlerimizi karıştırmasına alıştık, hatta bu yüzden keyifli olaylar da yaşadık.
Yaşamımız boyunca bizi ilk tanıyan ve İzmir'li olduğumuzu öğrenen pek çok kişi isimlerimizin gazeteci Hasan Tahsin'den esinlenerek konulduğunu düşündü ve bunu sordu. Öyle olmasını çok isterdim ama gerçek bu değil. Doğduğumuz yılda değil bebek cinsiyetini tayin etmek kaç bebek geleceği bile belli olmadığından ailemiz tek bebek olarak hazırlık yapmış ve çocuk erkek olursa pek çok ailede olduğu gibi babamın babasının ismi olan Tahsin isimini koymaya karar vermiş. Allah ailenin gönlüne göre vermiş doğan erkek çocuğa Tahsin ismi verilmiş ama mahalle ebesi doğum sırasında "bir bebek daha var" daha deyince herkes şaşırmış. Sonunda aileye bonus olarak verilen benim ismimi de fazla zorlanmadan annemin babasının adından alarak Hasan koymuşlar, bizler de Hasan Tahsin kardeşler olarak hayata başlamışız.
İkiz olmanın getirdiği keyifleri ve avantajları Tahsin'de ben de sonuna kadar kullandık. Başkalarının sandığı gibi birbirimizin yerine sınava girmedik ama özellikle ses benzerliğinden yararlanarak yılların arkadaşlarını bile telefonda işlettiğimiz olmuştur. Bunun yanında "senin de canın yanacak mı" bakalım diye diğerine tokat atan veya bizi karşısına vesikalık fotoğraf gibi koyup iki resim arasındaki farkları bulmaya çalışır gibi kafasını sağa, sola oynatan aklı evvel komşularımız da olmuştur.
Beraber okuduğumuz ilkokul, ortaokul ve lise yıllarında çocukluktan kalma bir alışkanlıkla bir örnek giyinmeye de dikkat ettiğimizden çevremiz, hocalarımız tarafından bir birine karıştırıldığımız ve eğlenceli zamanlar geçirdiğimiz çok oldu. Arkadaşlarımızın bize sorduğu "ikiz olmak nasıl bir duygu" sorusunun cevabını da alternatifini bilmediğimiz için kolay cevaplayamaz biz de onlara "tek çocuk olmak nasıl bir duygu" diye sorardık.
Şimdi ikimiz de deyim yerindeyse koca adamlar olduk, eskisi gibi sık görüşemiyoruz, hatta ayrı ülkelerde yaşıyoruz ama ne zaman bir araya gelsek o eski muzip ikizler olma fırsatlarını kaçırmıyoruz. Bizleri ne zorluklarla büyüttüğünü anlatan ailemiz de şimdi "inşallah ikiz çocuklarınız olur" temennisinde, ne diyeyim inşallah olur.
Bugün 15 Mayıs, Hasan Tahsin'in ilk kurşunu atışının yıldönümü, bu yıldönümü aldı beni nerelere götürdü. Halbuki ben sizlere Hasan Tahsin'in nasıl ateşli ve tescilli bir vatansever olduğunu, Paris'te okurken bile ülkesi için silahlı mücadele dahil her türlü faaliyette bulunduğunu, İzmir'de gazete çıkarırken de vatanı için nasıl canla ve başla çalıştığını anlatacaktım. O sabah elinde bayrak ve silahla vatanı uğruna ölmek için oraya bilerek ve isteyerek geldiğinden bahsedecektim ama sanırım hepiniz bunları zaten biliyorsunuz.
Çocukluğumda çevremdeki hemen herkes kurtuluş savaşı sırasında Çanakkale'de, Yemen'de, diğer cephelerde şehit düşen dedelerinden, büyüklerinden bahsederdi. Bizim ailenin kayıtlarında böyle birileri yok, benim vatanı uğruna savaşmış ve ölmüş bir büyüğüm yok ama benim de herkesin bildiği, kardeşimle birlikte ismini gururla taşıdığım bir kahramanım, gazeteci Hasan Tahsin dedem var. Ruhu şad olsun.
Hasan YÜKSEL
hyuksel@isiko.com.tr
Yukarı
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu |
Aktaş Vadisi
Daha hafta başından e-mail'ler gelmeye başlamıştı. 'Bu hafta Sonu hava sıcaklığı 25-30 derece olacak, sakın evde oturmayın' diye.
Tamam anladık zaten evde oturmayı planlamıyoruz ama nereye gitsek? Bir de Mayıs'ın ilk yürüyüşü olacak, bahar heryerde, kokusu, ılımanlığı ile heryerimiz sarıp sarmalamış. Aktaş'a karar verdim, hem daha önce gitmemiştim, hem de bu sefer yürüyeceğim grup ile uzun zaman olmuştu yürümeyeli.
Harika bir havada, 08:00 gibi Ankara'dan yol çıktık. Hedefimiz Kızılcahamam yönünde, yaklaşık 120 km uzaklıkta ki Aktaş Vadisi.
10:45 gibi, hemen sağ tarafımızda uzanan bir göl eşliğinde, patikadan yürüyüşe başladık. Gölün arkası çamlık bir tepeydi ve o tepenin arkasındaki yaylaya doğru gidecektik.
Grup da yeni yüzler vardı ve herkes hava gibi sıcacıktı. Yarım saat kadar patikayı takip ettik, gölü besleyen derenin üzerindeki devrilmiş ağaçtan karşı kıyıya geçtik ve çamların arasından yaylaya doğru çıktık.
Uçsuz bucaksız bir Sümbül, Bodur Nergis ve Sıklemen deniziydi görünen…
Yemyeşil bir çimen tarlasıydı üzerinde yürüdüğümüz…
'Bahar nazlı bir kadın gibidir, yürürken onu incitmemek için çok dikkat etmeniz gerekir'
Attığım her adımda, 46 numara postallarımla, ezdiğim sümbüller ile beraber içim de eziliyordu ama yapılacak birşey yoktu.
Bir süre bu yeşil, sarı, mavi, mor denizde yürüdükten sonra geriye dönüp baktığımda artık minik deremiz gözükmüyordu ama, çam kaplı tepeler harika duruyorlardı.
İlerideki bir düzlükte gerdirme hareketlerimizi yaptık. Çimlere uzanınca kimsenin kalkası gelmiyordu ama yol bizi bekliyordu, sular içildi ve yeniden düştük yola.
Biraz daha ilerledik ve ilk yayla evleri gözükmeye başladı. Bahar'la beraber köylüler de tamirata başlamışlardı. İlk su molamızı da burada verdik. Buz gibi, erimiş karların soğuttuğu su ile kendimize geldik. Almanyalı Hacı Dede ile de orada karşılaştık.
Kendisi ilk nesil Almanya gurbetçilerinden. Resime bakıp aldanmayın sakın, bizi keser ile kovalamıyor, canım dedeciğim, keseri ile evinin tamiratını yapıyordu. Hepimizi 'Willkommen' ile karşıladı, 'Wiedersehen' ile uğurladı. Sağ elinin iki parmağı tutmuyor gibiydi ama buna rağmen elimi 20lik delikanlı gibi sıktı. Onunla kalıp bütün hikayesini dinlemeyi çok isterdim fakat ayrılmamız gerekiyordu. Arkamızdan hala, bir daha geldiğimizde bizleri çaya davet etmek istediğini bağırıyordu.
Yürüdükçe fışkıran doğa önümüze herşeyi sunuyordu. İlk defa bir çayır kurbağası gördüm. Pıtır Pıtır sekiyordu yanımda. Hiç aklınıza 'Muppet Show'daki Kermit gelmesin, bunun boyu işaret parmağımın bir boğumu kadar neredeyse. Herkes onu seyretmek için eğildikçe, aklıma Guliver geldi... Zavallı Kurbağacık... Neyse yattım yere foto çekmek için bekliyorum güzel bir poz yakalamak için ama zıp zıp zıplıyor, bir ara 'Mikro Kermit' mor bir sümbülün yanına geldi ve bastım düğmeye, ta taaam işte mini kurbağamız.
Öğle yemeği için orman içinde bir dere kenarında durduk. Kendi kumanyam beni kesmeyince, çevremden aldığım börek ve dolma takviyesi ile, üzerime çöken ağırlık beni toprağa yapıştırdı. Kestirmişim... Rehberimizin 'Son 5 dk' diye bağırması ile uyandım.
İnsanımız maalesef hala doğa ile hiç ama hiç uyumlu yaşamıyor ve beni sinir etmeye devam ediyor. Yolda gördüğümüz çöpleri, özellikle metalleri toplamaya çalışıyorduk. Kutular, Fişek Kovanları, Pet şise... Özellikle paslı kutular hayvanlar için çok zararlı, yalayıp tetanos oluyorlar. Bunları atanlar mı, yoksa bunlardan kurtulmaya çalışanlar mı gerçek 'Hayvan' bilinmez. Çantama bağladığım torbaya, arkadaşlarım yolda bulduklarını dolduruyorlardı.
İnanmayacaksınız ama patika da bir araba tamponu gördüm... Yolumuz daha uzundu, alamadım onu ama atan 'insan evladı' için hiç de iyi şeyler düşünmedim.
Ormandan çıkmak üzereydik. Karşımıza tam yolumuzu dikine kesen bir dere daha çıktı ama öyle böyle değil, karşıya geçmek için iki seçenek var; Dar yer bulmak için yürümek gerekiyor, ya da botlar çıkacak suya girilip geçilecek. Grup başladı botları çıkarmaya, ben dere yatağı boyunca yukarı yürümeye devam ettim. Bir süre sonra yol bitmiş, dere ile kayalık bir tepecik birleşmişti. İnat ettim bir defa, o suya girmeyecektim. Tepeciği tırmandım, diğer tarafa geçtim. Sudan geçen arkadaşlarım görünmüyordu artık ve ileride de dere'nin hiç daralacağı yoktu. Biraz taş atarak basamak yapmaya çalıştım ama su çok kuvvetli idi, taş tutmuyordu.
Herman Hesse'nin 'Siddhardtha'sını okuyanlar bilir. Roman'ın bir bölümünde Siddhardtha Irmak ile konuşuyor, onu dinliyor ve akıl danışıyordu. Aklıma geldi. Dere bana minik yol arkadaşım Kurbağayı hatırlattı. Bulunduğum yerin ilerisinde, derenin ortasına denk gelen bir taş vardı, onun arkasında da bir başkası. Önce suya düşme ihtimaline karşılık, sırt çantamı karşıya fırlattım, arkasından, gerilip hız alarak koşacağım da bir durum olmadığından, olduğum yerde ilk kayaya konsantre olarak zıpladım, sonra da diğerine.
Karşı kıyıdaydım...
Minik Kurbağa'nın zıp zıp zıplamasını örnek aldığım iyi olmuştu.
Arkadaşlarıma ulaştığımda bazıları hala sudan geçiyordu. Aslında onlara da özenmedim değil hani, o havada buz gibi suya girmiş olmak çok iyi gelmişti.
Yeniden yola koyulduk.
Rastladığımız ayı izleri herkeste merak uyandırdı. İzler 'Ayı Yogi'nin izlerine pek benzemiyordu. Şelaleye vardığımızda aklımda suya girmek vardı ama bu gerçekten çok cılız kalmış bir şelale idi. Yine de bir güzel serinledik, eller yüzler yıkandı, fotoğraflar çekildi.
Çok dolu dolu bir gezi olmuştu, yeşil yaylaları, çam ormanları, sümbülü, kurbağası ile baharı karşılamıştık.
Bahar 'Aşk' mevsimidir derler. Aşk'ı unutanlar bu mevsimde hatırlar, hiç bilmeyenler onu bu mevsimde arar. Doğa'da herşey olduğu gibidir, o karmaşık sistemin içinde ki sadelik ve uyum, beraber ve ortak yaşam, aşırılığa kaçmayan ama değerli zenginlik herşey oradadır. Aradığınız, hayal ettiğiniz aşkı aramaya çıkmadan önce, doğayı içinize sindirerek, kokusu, nemi, ışığı ile bütünleşirseniz, onunla 'yaşarsanız', gerçek 'Ruh ikizinizi' gördüğünüzde onu 'şıp' diye tanıyacaksınız.
Yine 'Siddhardtha'da bilgelikten bahsedilir. Bilgeliğin öğretilerek değil, yaşayarak öğrenileceği anlatılır. O yüzden içinizdeki bilgeliği ve sevecenliği keşfetmek, yeniden tanımak için en iyi adres 'Doğa'dır.
Haydi...
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@usa.net
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_105.asp
Devamı var
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.272 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
15 MAYIS ŞİİRİ
Bu denizden başlayacak yol,
Az ilerde, Cebeli Tarık'da kıvrılacak
Okyanus azmanlığıyla boğuşacağım.
Sonra, nedeni belirsiz ayrışmanın
Ara denizine varıp, seni çağıracağım ...
Sana her yönden seslendim,
Rüzgârlı ve rüzgârsız havalarda
Rüzgâra ve bulutlara ses yükledim.
Zamanı, zamansızlığa aktardım,
Güzelliğin değişmesin diye
Saçların bıraktığım uzunlukta kalsınlar
Ve var idiyse sevgin ...
Cüneyt Ayral
<#><#><#><#><#><#><#>
EK
1
Bir çiçek kadar uzun yaşadım
günler bitmeyecek kadar güzeldi.
Güneşle uzun sevişirdik
bitmeyecek gibiydi hep
üstelik bilerekti uzun yaşamak
uzun sevişmek.
Işıyınca güneş
yakacaktı
bitmek zamanlıydı özünde.
Gelecek baharla
yeniden doğacağım.
2
Seninle hiç yürümedik
İstiklal Caddesinde.
Karanlık bir odada
ilk tutarken çıplaklığını
daha yıkmamışlardı Markiz Pastahanesini.
Hiç sevişmedik seninle
şöyle adamakıllı.
İstanbul'a gitmedik.
3
Dokunmalıyım,
susmaya varan
ıslaklığına
değmeliyim,
Ardından ki ölümdür.
Cüneyt Ayral
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
EROİN BİR VAKİTLER İLAÇ DİYE SATILIYORDU!
Mucize ilaç Aspirin'i, Bayer'in kimyagerlerinden Felix Hoffman bulmuştu. Aynı Hoffmann'ın piyasa sürülen bir başka buluşu daha vardı: Ağrı kesen ve sakinleştiren EROİN.
Bayer denildiğinde akla hemen "Aspirin" gelir. Ancak Bayer 103 Yıl önce eroini şişeleyip piyasaya sürmüş! Hem de adlı adınca, "Heroin" olarak!..
Bayer'de çalışan kimyager Hoffman, 21 Ağustos 1897 günü bir karışım geliştirdi. Amacı ağrıları kesen bir ilaç üretmekti. Firma bu maddenin üstünde çalıştı ve denemeye karar verdi. Rahatsızlanan, ölen ya da ilaca bağımlı kalan kimse çıkmadı. Hatta ilaç hastalıklara iyi bile gelmişti. Özellikle ağrıları kısa bir sürede kesiyordu. İlacın içinde ağırlıklı olarak morfin vardı.
Uzun süren denemelerinin ardından Bayer, ilacı piyasaya sürmeye karar verdi. Adı "Heroin" konuldu.
İlaç çok iyi tepkiler aldı. 25 gramlık paketler halinde satılan Eroin eczanelere geldiği gün tükeniyordu. Öksürüğe ve ağrılara iyi geliyordu. Henüz kimse zarar da görmemişti.
Bayer'in ardından başka ilaç fabrikaları da benzeri karışımları geliştrip, piyasaya sürdü. Doktorlar hastalarına tavsiye ediyor, her başı ağrıyan eroin alıyordu. İlaç önce şişede toz halde çıktı. Sonra şurup ve tablet olarak da geliştirildi. Kadınlar için eroinli tampon bile vardı! Şikayeti olmayanlar da eroin almaya başladılar. Nedeni soluk alıp vermeyi kolaylaştırması, insanı rahatlatmasıydı. Yan etkileri de biliniyordu: Kabızlık, baş dönmesi, göz kararması,uyuşukluk. Hastalar az dozda kullanıyordu.
Bayer'in en iyi müşterisi ABD ise herkesin eroinden bahsetmesi üzerine ilacı araştırmaya başladı ve zararlarını saptadı. Aşırı dozda alındığı zaman ölüme yol açabiliyordu ve bağımlılık yapıyordu. Klinikler "eroinman" larla dolup taşmaya başladığında, ABD'den ilacın bağımlılık yaptığına dair bir rapor geldi. Önlemler alındı, eczanelerden kaldırıldı. Bunun üzerine ilaç karaborsaya düştü, fiyatı arttı.
1931 yılında ilaç yasaklandı. Gerekçesi, uyuşturucu etkisi göstermesi ve bağımlılık yapmasıydı. Bayer ve diğer üretici firmalar yasak nedeniyle iflasın eşiğine geldiler. Artık zararları biliniyordu ve göz önünde bulundurulmayan bir şey vardı: İnsanların maddeyi toz halinde enjekte edecekleri akla gelmemişti. "Eroin"in mucidi Felix Hoffmann'ın bir başka buluşu ise o yıllarda gözardı edildi. Dünyanın bugün en çok kullandığı, her derde deva ASPİRİN'i, Hoffmann eroinden 11 gün önce, 10 Ağustos 1897 günü bulmuştu. İlaca "Asetilsalisil acidi" adını vermişti. Ancak Bayer firması, bu ağrı kesicinin de "eroin" gibi sabıkalı bir hal alacağını düşünerek, Aspirin'i yıllarca depoda bekletti.
Hoffmann'ın bulduğu Aspirin'in karışımını zehir sandılar ve yarıdan fazlasını çöpe attılar.Kalan küçük miktar yıllar sonra araştırılınca ilacın tüm ağrılara son verdiği anlaşıldı ve ancak o zaman "Aspirin" adıyla piyasaya sürüldü.
Yukarı
|
Motorcu
Serçenin biri, bi bahar günü dalgın dalgın uçuyomuş. Bir anda farketmiş ki, bir yolun üstünde uçuyor ve karşıdan da motorsikletli bir adam geliyor. Her ikisi de çarpışmayı engellemek için ellerinden geleni yapmışlar ama nafile, serçe çotaaank diye kaska çarpıp düşmüş. Motorcu hemen atlamış motordan koşmuş serçenin yanına. Serçe baygın yatıyor, kıyamamış, bırakamamış yolda, almış getirmiş eve. Eskiden kalma bir de kafesi var evde. Koymuş az biraz su, biraz da ekmek, serçeyi de koyup kafesin içine vurmuş kafayı yatmış. Bizim serçe bi müddet sonra ayılmaya başlamış. Daha tam seçemiyor ortalığı, hafif bulanıklık var yani. Bir bakmış parmaklık, ekmek, su falan var bulunduğu yerde. Birden telaşlanmış. "Anaaa...". demiş, "motorcuyu öldürmüşüz be !"
<#><#><#><#><#><#><#>
Park problemi her yerde var!...
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Biraz zorlandınız mı ne ? Yok, yok bence vakit bulamadınız ... :-) Yanıtım :
GELİN - GELEN - GEVEN - GÜVEN - GÜVEY
Doğru yanıtı ilk gönderenlerden; Ayşe Nur Gedik AZRAK'a ALTIN, Elvan GÖÇMEN'e GÜMÜŞ ve Erdoğan GÜLBOY'a BRONZ madalyalarını takdim ediyorum. Ayrıca; Berrin CERRAHOĞLU, Use2000, Hakan CELAYİR, Deniz Şevki KAYABAY, Uğur ALİGÜLLÜ, Bülent KUMRAL, Işık ETKİN, Şükran AKÇADENGİ, Aysel ALAÇAM OĞUR, Kemal ÖZBATUR ve Nurettin KARAKAŞ'a alkışlarımı iletiyorum...
Yeni Soru : 8 - Çocukluğumuzun en çok okunan kitaplarındandı, kırmızı ceketli urbalara hücuuum :-)
ÇELİK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - BİLEK
asesen@turk.net
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://tckimlik.nvi.gov.tr/
Son günlerde yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanılan TC kimlik numarası için, "T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI NÜFUS VE VATANDAŞLIK İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ" tarafından hazırlanan ve resmi olarak kabul gören web sayfasını kullanabilirsiniz. Hatta Tasarruf teşvik kesintileri ana para ödemesi için bile bu numaraya ihtiyacınız olacak.
http://www.birzamanlar.net/
...45'lik döneminin başladığı 60'lardan bugüne Türk pop müzik tarihine ışık tutan sitemize hoşgeldiniz. Popüler müzik tarihimizin görsel malzemelerini sizlere sunmayı ve Türk internet dünyası içerisinde büyük bir boşluğu doldurmayı hedefleyen sitemizde, Türk pop müziğinin bugünlere gelmesini sağlayan sanatçılarımızın da desteğiyle, geçmişe olan özlemlerinizi gidermeyi ve bizi yüreklendiren her girişinizde sizlere yepyeni sürprizler yapabilmeyi umuyoruz...
http://www.tiyatrom.com/kaynaklar.htm
...Tiyatro profesyonel bir iştir. Madem ki gişe açıyoruz, seyirci verdiği paranın karşılığını almalı. Seyirci tiyatroya gelip yerine oturduktan sonra, salon ışıkları sönüp perde açılınca, artık bize ait demektir. Onunla aramızda duygusal bir akım başlar. Bu akım bizden ona, ondan bize gider gelir, gider gelir... Tiyatro konusunda nitelikli bilgiye önem verenler için sağlam bir kaynak.
http://at.netster.com/games/bounceout/bouncy.asp
İşte sizlere minik ama bir o kadar da eğlencelik bir oyun. Dinamit'in fitili bitmeden; yani dinamit patlayıp tamamen ortalığı dağıtmadan önce bol puan toplamanız gerekiyor. Oyun çok basit, her seferinde yanyana iki topun yerini değiştirip, aynı renkten üç topu tek bir çizgi doğrultusunda yanyana getirmeye çalışıyorsunuz. Oyun sonunda isterseniz kendi bilgisayar'ınıza da indirebilirsiniz.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
JDN Speed Typing v1.34 [640k] W9x/2k/XP FREE
http://www.jdnspeedtyping.com/
Daktiloların revaçta olduğu günlerde hızlı daktilo yazmak bir meziyetti. Hatta yarışmalar bile yapılırdı, belki hala yapılıyordur. Artık daktiloların yerini klavyeler aldı ama belki hala hızlı yazma peşinde olanlar vardır. Bu site ve program birkaç saatlik çalışma ile çok hızlı ve doğru yazmayı öğrenebileceğinizi iddia ediyor. Bir deneyin bakalım. Belki işe gerçekten yarıyordur.
Yukarı
|
|
|