|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 264 |
16 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Esenlikler... |
Merhabalar,
Bugün bana yer kalmadı. Artık gevezeliği haftaya yaparız. Sizleri yepyeni, birbirinden güzel yazılarla başbaşa bırakıyor, haftasonunu dilediğinizce güzelleştirmenizi diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Delikanlı Yazar Kahveci : Hüsamettin Gezer |
Hıdır'ın fendi
Merhaba dostlar,
Eğer varsa, oturduğunuz binanın kapıcısıyla aranız nasıl? Ara sıra size de bizlere olduğu gibi kapıcınız kafasına göre takılıyor, canı istediği zaman servis yapıyor veya çöp topluyor gibi geliyor mu? Nedense bizim yıllanmış kapıcı Hıdır efendiyi site içinde her türlü ticari faaliyette görüyoruz ama kendilerine bir türlü asli görevlerini yaparken rast gelemiyoruz. Günahı boynuna, adamın hatlı minibüs işlettiği, bu yüzden başını kaşıyacak vakti olmadığı bile söyleniyor.
Hizmet konusunda işi iyice çığırından çıkaran kapıcımızla ilgili şikayetler artınca apartmanda sadece bu konuyla ilgili toplantı yapmaya karar verdik. Ben de apartmanda ilk oturmaya başlayanlardan birisi olma sıfatıyla kalktım, gittim. Toplantıda gördüm ki, anlatılanların yarısını palavradır diye kessek bile yine de Hıdır'ı ipe götürecek kadar suç var. Bir kere adamı ortalıkta gören yok, hizmetleri yarım yamalak karısı veya çocukları yapıyor, onlar da "belim ağrıyor, dersim var" gibi bahanelerle kaytarıyormuş. Hıdır efendi ise bu arada site içinde ve dışında köyden gelmiş yağ, bal gibi gıda maddelerini pazarlamakla meşgul. Her anlatan başka bir macerasını anlattı ve biz sonunda kapıcıyı kovmaya karar verdik. Vermesine verdik ama bunu ona söyleyecek adam arıyoruz. Hıdır efendi her türlü numarayı çevirirken utanmıyor, biz adamı çağırıp bunu söylemeye utanıyoruz.
Sonunda Hıdır'ı cep telefonundan bulduk, şıp diye çıktı geldi. Oturduğumuz salona buyur ettik, her gün hepimize tepeden bakan Hıdır efendi kaşlar Küçük Emrah stili mahsun, geldi, oturdu. Hıdır'la konuşmasına karar verilen Sabri bey birdenbire "Hıdır efendi, bak Ahmet bey sana bir şey söyleyecek" diye topu başka birisine atıverdi. Ahmet bey'in surat bombok, "böyle mi konuştuk" bakışlarıyla bakıyor; sonunda eveleye, geveleye "Hıdır efendi bazı şikayetler var" diye konuşmaya başladı. Yılların kurdu Hıdır meseleyi şıp diye kavradı, hemen boynunu en gariban pozda sağa yatırdı, nemli gözleri, genizden gelen ağladı ağlayacak sesiyle konuşmaya başladı. Teker, teker hepimizin gözlerine baka, baka "ben" dedi, "bu siteye zorla gelmedim, güzellikle geldim, yine öyle güzellikle giderim, hepiniz büyüğümsünüz, ne yapalım kaderde bu da varmış, size bişey olmasın" mealli tiradını kırk yıllık tiyatroculara taş çıkartırcasına okudu ve nemli gözlerle tavana bakmaya başladı. Ortalık birden karıştı, en başta en çok şikayet edenler olmak üzere herkes "ölürüm de Hıdır'ı kovdurmam, cesedimi çiğnersiniz" diye kendini paralıyor. Ulan bizim Hıdır birdenbire en paylaşılmaz kapıcı oldu, ne oldu az evvel şikayet eden bu adamlara anlaşılmaz. Kimisi Hıdır'ın sırtını sıvazlıyor, kaş, göz işaretleriyle "sen merak etme Hıdır, ben varken bu deyuslar sana dokunamaz " işmarları çakıyor. Kimisi de anlatılanların dedikodu olduğunu bizim Hıdır'ın aslında ne yaman bir kapıcı olduğunu söylüyor, velhasılı kelam Hıdır'ı yere, göğe koyamıyoruz.
Sonunda ortalık sakinleşti, kovmak üzere çağırdığımız Hıdır'a bir de zam yaptık, kapıcı dairesinin eksiklerini gidermeye söz verdik, Hıdır efendi gelmişken orada bulunanlardan daha önce vermiş olduğu balların parasını tahsil etti, bir iki kilo yeni sipariş aldı, giderken de "Allah sizden razı olsun" diye ellerimize sarıldı, memnun, mesut ve sanki, kıs, kıs gülerek çıktı, gitti. Hıdır gittikten sonra aramızda ana konusu "iftira ediyorlar adama" olan sohbetler yaptık, bizler de fedakar kapıcımızı onu karalayan, az daha kovmaya kalkmış iftiracıların elinden kurtarmış olmanın gönül rahatlığıyla evlere gittik.
Evde Necla "naaptınız?" diye sordu, "iftira etmişler canım adamcağıza" diyerek olanları anlattım. Necla sonuna kadar dinledi, sonra "her seçimde ısrarla kendini kazıklayanları seçen insanlardan başka ne beklenir zaten" dedi ve mutfağa gitti. Cahil duruma düşmeyeyim diye "ne alakası var ya" diyemedim ama merak etmeden de duramıyorum, sahi ne alakası var ya?
Kapıcılarınıza iyi bakın dostlar, kalın sağlıcakla.
Hüsamettin Gezer husam@polygon.com.tr
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Mehtap Yıldız |
BARONES VALENTİNE TASKİNA'NIN KOLTUKLARI
Yeşim ile altı yıl önce bir dost toplantısında karşılaştık.
Beline dek inen saçları, sımsıcak gülen gözleri ve ışıklı yüzüyle, bu dostluğun uzun yıllar süreceğinin sinyallerini o birkaç saatlik beraberlikte vermişti.
Tavır ve davranışlarındaki inceliği ile tam bir eski İstanbul hanımefendisi görünümündeki Yeşim'i ve şeker kızı Begüm'ü çok sevdiği şehrinden Ankara'ya sevgili eşi Cüneyt'in işi çekip getirmişti de, iyi ki de getirmişti. Çok kısa sürede ilerleyen dostluğumuzla birbirimize yüreklerimizle birlikte, evlerimizin de kapılarını aralamıştık.
Yeşim'in evi, özellikle de salonu ince bir zevkin bir araya getirdiği antik görünümlü pek çok detayın yer aldığı, farklı nostaljiler yaşatan bir atmosfer..
Bu ortamın en tamamlayıcı parçaları da; ikisi koyu bordo, ikisi siyah ağırlıklı, kendinden çok hafif desenli, haşmetli görünümdeki ahşap kollarıyla zamana meydan okuyarak saltanatlarını sürdüren eski koltukları.
Koltuk deyip geçmeyin, bu koltuklar sizin bildiğiniz koltuklara benzemiyor. O kadar rahatlar ki, oturduğunuz an yılların yükünü ve anıların ağırlığını paylaşmak istercesine, sizi yakaladıkları gibi içlerine çekiveriyorlar.
Üzerinde biraz fazlaca kıpırdansanız, kalktığınızda altına dökülen samanları, buna neden olan sizmişsiniz gibi süpürme isteğine kapılıyorsunuz.
Anılar gibi neleri yutmamıştı ki Yeşim'in nostaljik koltukları...
Aysun'un uzun süredir arayıp ta bulamadığı caaanım yüzüğü, kime ait olduğunu anlayamadığımız, sahibinin de artık umudunu kestiğini sandığımız eşarbı, Yeşim aylar sonra bir temizlik sırasında çekip aldı aç koltukların ağzından.
Kimbilir daha neleri yutmuştur kimse farkında olmadan..
Alice olmak işten bile değil. Yıpranmaktan açılmış boşlukların arasına kazara düşecek olsanız, Harikalar Diyarı'nın kapıları ardına kadar kolayca açılacak sanki.
Nereden gelmişti bu koltuklar, dostlarımız çok mu aramışlardı?
-"Madam Taskina'dan" der Yeşim.
Kimdi ki Madam Taskina ? Yıllardır koltuklarında oturmaktan yakındığımız biri olmaktan öte !
Birazcık kurcalayınca, koltuklara kimliğini veren aristokrat sahibin; Nermin Bezmen'in "Kurt Seyt ve Shura", Jak Deleon'un da "Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar" adlı kitaplarında yaşamından kesitlere yer verilen, Barones Valentine Clodt Von Jurgenzburg Taskina olduğunu öğreniyoruz sevgili Yeşimden.
Madam Taskina, 1900 lü yıllarda Çarlık Rusya'sında dünyaya gelmiş, Ekim Devrimi sırasında İstanbul'a iltica etmiş bir rus soylusu.
Yaşamı 1992 yılında İstanbul'da son buluncaya dek, Pera'nın renkli yaşamına hem ruhunu hem de müziğini katmış, piyanosunu Atatürk'ün bile dinlemeye gittiği o devirlerin ünlüsü bir aristokrat.
Bir söyleme göre, bu koltuklar Cumhuriyet'in Dergi ekine de fotoğraflarıyla konuk olmuş bir zamanlar.
Benim naif arkadaşım bunca geçmişe saygısızlık eder mi?
Ne yazık ki Cüneyt'in salonda rahat, geniş bir kanepe üzerinde televizyon izleme düşü öyle kolay kolay gerçekleşeceğe benzemiyor.
Yeşimi şimdilerde bir telaş aldı. Bu denli değerli koltuklar atılamayacağına göre, olsa olsa yüzleri değiştirilebilir telaşı..Ama bir dakika...Acele etmeyelim. Öyle bir çırpıda yapılır mı? Anılara saygısızlık olur, yavaş yavaş...
Bu konu altı yıl önce de gündemdeydi. Sevgili Yeşimin bu fikri benimsemesi yaklaşık beş yıl, beş ay'ı aldı. Son sekiz aydır ise epey yol almış durumda.
Neler mi yapılıyor? Önümüze bir Ankara haritası alınıp, semt semt dekorasyon mağazaları gruplanıyor. Saptanan mağazalar bir bir dolaşılıp kumaş kartelaları alınıyor, birer hafta değerlendirilip tekrar götürülüyor ve yerine yenileri alınıyor.
Bu konu o kadar hassas ve önemli ki, ünlü bir mağazanın kartelalarını elde etmek için büyük bir grubun üst düzey yetkilisi bile devreye sokuluyor.
Günlerce mağazalarda sabah 8.30, akşam 18.00 mesai yapılıyor. Yeşim bu işe öyle konsantre ki adeta mağazanın bir parçası olmuş.
Mağazanın en geniş, en gösterişli masasına yayılmış, önünde yığınla kartela, gelsin çaylar, gitsin kahveler birisini görseniz , bir müşteri kimliği ile onu müdür zannetmez misiniz? Aynen öyle olmuş. O da bakmış tezgahtarlar çok meşgul, görüntüyü bozmamış, bir güzel yardımcı olmuş gelenlere, hem de profesyonelce.
Araştırma işinin çok uzamasına dayanamayan ve yeşim adına üzülen bir mağaza sahibi;
- "Hanımefendi siz biraz ara verip dinlenseniz de sonra devam etseniz" önerisinde bulunmuş.
Bizim kız aslında Jeoloji Mühendisi, ama bir ara tekstil sektörünün içinde de yer almış, kolay kolay beğenebilir mi, zor tabii.
Yeşim karar verinceye dek mevsimler geçiyor, yeni kolleksiyonlar geliyor, yeniler yeni fikirler çağrıştırıyor, eskiler tekrar toparlanıp değerlendiriliyor,yani işler iyice karışıyor.
Yeşim:
-"Şu kartelaya bakayım"
Mağaza sahibi:
- " Hanımefendi onu geçen hafta götürmüştünüz."
- " İşte şurdaki?"
- " Hanımefendi onu da geçen ay inceleyip beğenmemiştiniz."
Amaa sonunda bir çözüm bulundu. İyi niyetle arkadaşıma yardımcı olmaya çalışan bir mağaza yetkilisi;
- " Deseni çizin, renkleri belirleyin, biz dokuyalım" diyor.
Yeşim buna ikna olur olmasına. Renk, desen, her şey tamam. Sipariş veriliyor, bekleniyor.. Bu kez oldu artık oh bee diyecekken, dokuma defolu çıkmaz mı?
Şimdilerde yeniden dokutuluyor.
Anlaşılan Madam Taskina'nın ahı tuttu. O özlenesi mübarek gün gelip de, Yeşim "nihayet koltuklarımın yüzü değişti, gelin görün nasıl olmuş?" dese, eve gitmeye artık cesaret ister. Koltukları eski şekliyle karşımızda bulsak bile, korkarım hiç birimiz " AAA Kral Çıplak !!! " diyemeyecek.
(Sevgili Yeşim, affına sığınıyorum, umarım bana kızmazsın :)
Mehtap Yıldız
(namı diğer mehtap)
Yukarı
|
Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı |
Post-Modern eş bulma yöntemleri ya da "kuruyemiş tabağı teoremi"
Malumunuz armudun çöpü, üzümün gözü derken evde kaldık (ya üzümün gözü ne ola ki? hadi armudun çöpünü anladık da, üzüm son tahlilde bir bitki, gözü olmaz ki). Hikmetinden sual olunmaz yüce Rabbim, kısmetimi belki de sanal alemde bulmamı istedi diye, biraz meraktan, biraz da umut dünyasıdır bu, belki kendime uygun bir talip bulurum diye popüler çöpçatan sitelerinden birine gittim üye oldum. Kısmet bu nereden geleceği belli olmaz di mi? Hay olmaz olaydım...
İster yerli olsun ister yabancı olsun bu çöpçatan sitelerinin ortak bir işleyiş özelliği var. İşe önce kendinizi tanıtan oldukça uzun ve sıkıcı bir formu doldurmakla başlıyorsunuz. Yaşınız, boyunuz, kilonuz, en çok sevdiğiniz elbiseniz ve sizi kime benzetirler gibi uzun bir liste. Bunun dışında kiriyatif olmanız beklenen bir sunuş başlığınız ve takma adınız olmalı. İşte kendimizce bir şeyler doldurup müstakbel eş arayışına bir tıklama ile başladım. Tamam kilo kısmında biraz oynama yaptım ama zaten herkes benim tartımın biraz abarttığını söyler. Size benzettikleri ünlü kimdir sorusuna hiç tereddütsüz "Garfield" dedim. Yani tembellikte ve uyku konusunda ona benzetilebilirim, eh kilolarımız da benzer.
Profilimi yazdıktan sonra üye oldum ve hemen uygun birini bulmak için arama sayfasına gittim. Arama için belirli kriterler belirledikten sonra (işte belirli bir yaş aralığında ve Ankara'da oturan kadınlar vs.), bismillah deyip ara düğmesine tıkladım. Abartısız karşıma 200 küsur kayıt çıktı. "Ya" dedim içimden, "madem bu kadar kadın vardı ben niye evde kaldım?". Tekrar "Mevlam kısmetimi belki burada vermiştir" deyip bir heves çıkan kayıtları incelemeye başladım. Şekerci dükkanındaki çocuk gibi heyecanlıydım ama kısa sürede heyecanım kursağımda kaldı.
Kayıtlarda takma adlar ve sunuş başlıkları yer alıyordu. Sunuş başlıklarının bir kısmı gerçekten bir tuhaftı. Kimi reklam sloganı gibi, örneğin en sık karşılaştığım "yeni dostluklara merhaba". Eeee, güzelim ne dostluğu ya? Valla kadınları anlayabilmiş değilim. Belki doğrudan ilişki kelimesini telaffuz edemediği için bunu diyor. Bunun dışında "Mutluluğa merhaba", "Elveda hüzün", "Geç otur, hayal kırıklığı", "Nerelerdesin hayırsız neşe", "vay! Depresyon baba ne haber?", "sen de hayırsız çıktın be ümit", "bir çay içmeden bırakmam melankoli" gibi garip başlıklar da vardı netekim.
Bunlar yine makul olanları. Bir de oldukça rijit sunuşlar var; örneğin "ben güzelim, sadece kendine güvenen beyler lütfen" gibi başlık hatırlıyorum. Sanki ortaya karışık mevsim salatası yap der gibi. Daha sert olanları da var tabi ki, "Achtung, achtung ! beni hak etmelisin" gibi bir başlık ilgimi çekti. Prensesle evlenebilmek için olmadık abudik gübidik şeyler yapıp sonunda muradına eren kahraman motifinin işlendiği masalları çok dinleyen yurdum kadını sonuçta böyle yerel motifler taşıyan yerli malı prenses Diana havalarına giriyor. Bu erişilmez kadını hak etmek için ne yapmamız? ne tür sınavlardan geçmemiz? nelere muktedir olmamız? gerektiği pek belirtilmiyor. Ama kesin olan bir şey var. Belli ki bu hatun öyle ya da böyle karşısındakini epey bir süründürecek ki, adamın onu hak edip etmediğine karar verebilsin. Gençlerin dediği gibi "teşekkürler ben almayayım". Güzelim sana mutluluklar! Gider yeşil berelilere ya da SAT komandolarına katılırım daha iyi. En azından biraz heyecan biraz da edele yaparım. Kaf dağından sana elma getireceğime sen bi zahmet manava git. Hem ayrıca beni takip eden okurlar bilir, ben erik severim.
Takma isimler yani nickler de pek normal gibi durmuyor. Otomobil markası gibi olanları mı? ararsınız (ahu99, leyla 2001) yoksa hangi dilde ne anlama geldiği belli olmayan tuhaf isimler mi (zabredeska). Doğrudan bir ilaç ismini kendine nick yapan bir kadın vardı. İsim olarak kullandığı ilaç da baş ağrısı ilacı! Bu ablamız baş mı ağrıtıyor yoksa sizin yaşamınızdaki acıları mı? azaltıyor anlayamadım valla. Sonra baktım, meğer eczacıymış. Biraz kiriyatif ol be abla! Ne bu şimdi? Biz de makine mühendisiyiz ama nikimiz krank şaftı değil di mi?
Bir de seviyeli muhabbet isteyenler var. "Lütfen seviyeli olanlar" yazsın ya da "seviyeli muhabbet edebilenler" gibi başlıklar dikkatimi çekti. Seviyeden kasıt ne çözebilmiş değilim. Anladığım kadarıyla "üstünde kırmızı geceliğin var mı?" gibisinden ucuz bel altı muhabbete girmeyecek adam istiyorlar. Bu en alt seviye. İyi de, seviyeli muhabbetten benim anladığım "kuantum fiziğinde yerel olmama paradoksunu" tartışmaktır. Bunu da tartışabileceğim bildiğim tek bayan Alev Alatlı. Onunla da olmaz. Şimdi bunu konuşamadım diye bu hatunlara seviyesiz mi diyeceğim? Sanırım ahlaksız tekliflerden sıkılmışlar dedim içimden.
Neyse. "Hadi" dedim kendi kendime, "yine başlama ince eleyip sık dokumaya." Bir tanesine mesaj gönderdim. Ama yalnız kalplerden ses seda yok. Gelecek olan mutluluğa, merhaba demek için acaba başka yere mi bakıyorlardı? Aradan üç, dört gün geçti tık yok. Allah, Allah nerede hata yaptık? Kiloyu biraz daha mı indirelim? yoksa gelir düzeyini bir beş yüz dolar daha mı artıralım? karar veremedim.
Neyse biri sonunda halime acımış olmalı ki cevap verdi. Heyecanla gelen mesajı tıkladım. Sadece bir "slm" vardı. Selam ya da merhaba bile değil, sadece "slm". Başka da bir şey yok. "Ekonomik davranıyor" dedim. Gereksiz harfleri kullanarak evrenin toplam entropisini artırmak istemiyordu. Çok ince düşünceli. İşte dedim, bu kadın fizikten anlıyor! Oh ne güzel, yarın tanışırız ve ertesi günde perde bakmaya gideriz. Peki bu fizikçi bayanın fiziği nasıldır? diye özelliklerine tıkladım. Fizikçi ablamız meğer dünya yarısıymış. Yani evet biçimci değilim ama bir evde bir tane dombik yeterli di mi? Hem "selam" bile yazmaya üşenen saygısız biri. Türkçe'yi böyle katleden bir kadınla mesut bir yuva kurulamaz netekim. Kilo/boy oranını öğrenince ona karşı olan düşüncemdeki ani değişmeyi yazarlığıma verin. Böyledir yazar taifesi, sürekli yeni fikirler peşindeyizdir. Orhan Pamuk da benim gibi yapıyor.
Epey bir süre yeni mesaj gelmeyince, kilomu beş aşağı indirip, gelir düzeyimi beş yüz dolar artırdım. Beş benim uğurlu sayımdır. Yanlış anlamayın, sadece bir tür psikolojik ve sosyolojik deney yapıyordum. Bu yaptığım da aslında, değişkenlerle oynayıp, olası sonuçlar üzerindeki etkilerini görmek amacıyla yapılmıştı.
Bu ince ayar hemen etkisini gösterdi. Hangi beş etkili oldu bilemiyorum, muhtemelen doların önündeki beş olabilir ama emin değilim. Para çok, huzur yok!
Birkaç yalnız kalpten mesaj aldım. Biri "Ciddiyseniz tanışalım" yazmış. Bunu Türkçe'ye çevirdiğinizde anlamı "Evleneceksek tanışalım, yoksa hiç vakit kaybetmek istemiyorum". Evet, aslında makul bir talep. Diğer mesajlarda da daha çok "yani gönlümüzdeki yatan aslanı bulamadık ama vakit de geç oldu, eh! koyunun olmadığı yerde sen Abdullah çelebi ile idare edebiliriz" havası sezdim. Ne bu ya? Kamuya mal olmuş bir yazara bu ne saygısızlık? Sen benim megamarketlere ne yaptığımı biliyor musun? Fay hatları bana abi derler. He, heyyyyt!
Bu saygısızlığa daha fazla tahammül edemedim. Şeytan diyor bir "tane daha muhteşem "5" işlemi daha yap ama istemedim. Kaydımı hemen sildim.
Yaptığım sosyolojik ve psikolojik deneyin sonucunda (ben her şeyi bilim adına, katkı olsun diye yaptım), elde ettiğim verilerden yola çıkarak şu teoriyi ürettim. Bir kuruyemiş tabağından sırasıyla önce çan fıstıklar, bademler, fındıklar, fıstıklar vs. gider. En son beyaz leblebiler ve çekirdekler kalır. Benzer şekilde belli bir yaşa kadar evlenmemişseniz, kalan beyaz leblebiler ile idare etmek zorunda kalırsınız. Sonra böyle, olur da bir fıstık bulurum umuduyla tabağı karıştırır durursunuz.
Her şey iyi hoş, millete beyaz leblebi diyorsun tamam da, peki sen nesin sarı leblebi?
Mehmet Emin Arı http://www.eminari.com
Yukarı
|
Şimdilik Misafir Kahveci : Didem Sökmen |
KORKMA ......
BİRŞEYLERİN ARKASINA SAKLANMA.....
Ölesiye seviyorum ...... lar
Vazgeçilmezimsin.....
Ömrümce seni seveceğim.....ler
Elbette yaşandıkları dönemde doğrudurlar,
yoğundurlar......
Zannedersin ki bulduğun bu aşk artık sondur bu yolda .....
Bundan sonra böyle sevemez ,
Kendine böylesine uygun birini bulamazsın....
Sanki o tektir....
Onunla yatar , onunla kalkarsın ;
Onunla yer , onunla içersin ;
an olmasın ki aklından çıksın....
Her yerde , her şeyde o vardır,
izi vardır.....
Adamışsındır kendini...
O ,
yanında seninle olmasa bile....
Karşılık alsan da almasan da ,
bir ilişki yaşansa da yaşanmasa da ,
zamanla aşkın olgunlaşır , sevgiye dönüşür .....
Ki bu artık vazgeçilmezlik boyutudur .
Evet! Vazgeçilmez sandığın vazgeçilmezlik....?
Yaşanması gerekenler yaşanır ve bitecekse biter,
sonu gelir.
Sen hala unutmama yemini edersin.
Sevmene rağmen, içinde intikam ateşi zamanla , minicikte olsa alevlenir....karşılıksız bir aşkta olsa ,
biten bir aşkta olsa ,
bu böyledir....
Hırsının içinde artık ona kendini ispatlama amacı vardır :
"Evet , bir gün görecek , neleri kaybettiğini..."
gibi mantıklar daima yol göstericin olacak sanırsın....
Onun inadına yeni aşklar ararsın ,
onun inadına yeni işler ,
yeni başarılar....
Hatta onun inadına bir evlilik...komik..:
Onun inadına , ortak hayaliniz olmayan bir yaşamda mutlu olmak.....
Zamanla hırsın azalıp ,
intikam ateşin küllenip ,
koşmaktan , inadın adına çabalamaktan yorulduğunda ,
onun inadına yaptığını sandığın şeylerin seni mutlu ettiğini gördüğünde , gerçeği şaşarak farkedersin.....
Belki bir dönem bu gerçekten kaçarsın ....
Ama gerçek bu !.... daima aynada ki yüzün gibi karşındadır;
tüm çıplaklığı ve doğruluğuyla.....
kaçma ! eninde sonunda bir gün aynaya bakarsın.....
Sen yeniden sevebilmenin ya da yaşama sıkıca sarılmanın sende yarattığı duyguları ; "ondan intikam alıyorum " ya da "onun inadına yapıyorum" un arkasına saklarsın....
Çünkü o büyük hisleri ,
yoğun duyguları,
aşk yeminlerini ,
"onunla bütünleştim" leri , vb.
unutmuş olmaktan ve bunları açıklamaktan korkarsın....
Suç gelir sana bu ....
Bitmeyeceğini sandığın bir aşkın bitmesi suçtur sana göre....
Öyle görürsün ya da görmek istersin.....
Ama unutma ki kalbin hala çarpıyor,
Sen yaşıyorsun....
Hissediyorsun....
Görüyor , öğreniyor , büyüyor ve olgunlaşıyorsun....
Korkma çık kabuğunda .
Kendine ,
Kendi kendine ördüğün duvarların ardından çık ! korkma...
O büyük aşktan geriye de , içinde kocaman bir sevgi kaldıysa hele hiç korkma !
O sevgi senin daima kılavuzun olacaktır....
sevmek ,
yeni sevgilere önceki sevgileri yitirmeden yelken açmak ,
çoğalmaktır.....
Sevgiyle çoğalacaksın bu hayata unutma !
Sakın unutma !
Asıl aşkı değil ,
sevgiyi yitirmekten kork bu hayatta.... !!!
Didem Sökmen
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_106.asp
Devamı var
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.272 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
BEN ÖLÜRSEM AKŞAMÜSTÜ ÖLÜRÜM
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Alıp başımı gitmek isterim
Bir akşam bir kente girerim
Kayısı ağaçları arasından
Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim
Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Uzaktan bir bulut geçer
Karanlık bir çocukluk bulutu
Gerçeküstücü bir ressam
Dünyayı değiştirmeye başlar
Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların
Rengi birbirine karışır
Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde bir gökyüzü
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Herşeye yeniden başlar
Ataol BEHRAMOĞLU
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
"Adem" isminin manasını biliyormusunuz?
"Adem" ismi "Adam" isminden gelir. Bu, Adam aslında bir kişi değildir, harfiyen "Arzlı" demektir, çünki "Adam" kelimesi ; Adamah, "Toprak" ile aynı kökten geldiğinden bu anlama gelir ; yani "Dünyalı". Ama terim bir kelime oyunudur çünki "kan" anlamına gelen dam, adamın "üretilme" tarzınıda yansıtır.
"İnsan" anlamına gelen Sümer terimi LU'dur. Ama kökü "insan varlığı" değil ; daha ziyade " işçi, hizmetkar" anlamındadır ve "evcilleştirilmiş" olduğu ima edilen hayvan isimlerinin bir parçasıdır. Atra Hasis metininin yazldığı (ve tüm Sami dillerinin dallandığı) dil olan Akkadca, bu yeni yaratılan varlığa LULU terimini atfeder ; Sümercede olduğu gibi "insan" anlamına gelir ama karışım kavramını da aktarmaktadır. LULU kelimesi daha derin manada "karışmış olan" anlamına gelir. Bu durum , Adamın - hem "Dünyalı" hem de "kandan olan" - yaratılma tarzını da yansıtır.
Yukarı
|
Yabancı değil
Tuzu kuru delikanlı, son model Porshe otomobille
caddede hava basıyor.
Kırmızı ışıkta durduğunda arkadaki kamyon büyük bir
gürültüyle girmiş tampona. Delikanlı hemen fırlamış dışarıya.
Kamyoncu hurdahaş tamponun önünde iç çekiyor:
- Abi bir hatadır oldu işte. Yirmi yıl çalışsam
ödeyemem ben bunu. Sana
koymaz be abicim. Yap bi delikanlılık!
Bakmış, kamyoncu perişan:
- Sağlık olsun, demiş oğlan, basıp gitmiş. 2-3 ışık
sonra yine o acı fren
sesi ve o müthiş gürültü. Bu sefer bagaj da iptal!
Oğlan ateş püskürerek fırlamış, arkada aynı kamyon. Kamyoncu dışarı
çıkmamış bu defa. Pencereden uzatmış kafayı, bağırıyor:
- Abi, benim ben yabancı degil... Devam et!..
<#><#><#><#><#><#><#>
Yavrum yazık hayvancağıza. Annesii nerde bizimkinin biberonuuu!..
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Biraz zorlandınız mı ne ? Yok, yok bence vakit bulamadınız ... :-) Yanıtım :
GELİN - GELEN - GEVEN - GÜVEN - GÜVEY
Doğru yanıtı ilk gönderenlerden; Ayşe Nur Gedik AZRAK'a ALTIN, Elvan GÖÇMEN'e GÜMÜŞ ve Erdoğan GÜLBOY'a BRONZ madalyalarını takdim ediyorum. Ayrıca; Berrin CERRAHOĞLU, Use2000, Hakan CELAYİR, Deniz Şevki KAYABAY, Uğur ALİGÜLLÜ, Bülent KUMRAL, Işık ETKİN, Şükran AKÇADENGİ, Aysel ALAÇAM OĞUR, Kemal ÖZBATUR ve Nurettin KARAKAŞ'a alkışlarımı iletiyorum...
Yeni Soru : 8 - Çocukluğumuzun en çok okunan kitaplarındandı, kırmızı ceketli urbalara hücuuum :-)
ÇELİK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - BİLEK
asesen@turk.net
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun TAHİNLİ AKŞAMÜSTÜ MİLFÖYÜ |
|
Akşamüzeri çayın, kahvenin yanına canınız tatlı bir şey çekiyor ama ne yapacağınızı bilemiyorsunuz… Dolapta milföyünüz var… Dün de tahin helvası almıştınız… Eh, işiniz tamam demektir.
Milföyleri ister bütün kare, ister ikiye bölerek üçgen çeklinde kullanabilirsiniz. Tahin helvasından küçük bir dilim keserek milföyün ortasına yerleştirin, kenarından ikiye katlayın. Üzerine yumurta sarısı sürmek gerek tabii. Dilerseniz şeker falan da serpebilirsiniz…
Fırının derecesi ve pişirme süresi için milföy paketine bakın artık :)
Afiyet olsun…
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.imece.org/siir/dalga.html
...Bulutu kestiler bulut üç parça, Kanım yere aktı bulut üç parça, İki gemiciynen Van Gogh'dan aşırılmış, Bir kadının yüzü ha ha ha. Bir kadının yüzü avucum kadar ,İki gözümle gördüm vallahi billahi, Yıldızlar vardı kafayı çekmiştim, Bu kimin meyhanesi ha ha ha. Bu Ali'nin meyhanesi bu da masa, Bu ipi kimse için gezdirmiyorum, Bir kere asılmıştım çocukluğumda, Direkler gemideydi ha ha ha... Cemal Sureya.
http://www.erkekadam.com/gez/gez.asp?mak_id=15
...Türkiye’de güneşin kemikleri hala ısıttığı şu anlarda saat on buçuk itibarıyla, Londra’da hava gri ve tüm şehri yıkıyor. Hava alanlarının insana verdiği sabırsızlık ve uykusuz geçirilen bir gecenin ertesinde kahve üzerine kahve devirip dışarıda havalanmaya hazır uçakları seyrediyoruz. Gökyüzü gri, yeryüzü gri, yağmur damlaları sabırsız bir telaşla düşüyor uçakların, kontrol görevlilerinin ve taşıtların üzerine. İçeride hemen her milletten uykusuz gözler...
http://www.diyarbakir-bld.gov.tr/belediye.asp?p=7&s=kultursanat
Diyarbakır Büyükşehir belediyesi, resmi web sitesi. ...Tarihi kent Diyarbakır’ın tarih mirasını görsel olarak tanıtmak için, surlar ve tarihe tanıklık eden bütün yapıların maketi yapıldı. Bu maketlerden, 35 m2 alanda minyatür bir kent kuruldu. Böylece Diyarbakır’a kuş bakışı bakma olanağı yaratılmış oldu. Şu an var olan ve geçmişte olduğu bilinen bütün yapıların maketinin yer aldığı maket kentle, tarihi mekanların aslına uygun tekrar inşa edilmesi ya da aslına uygun onarım yapılmasına katkı sunmak amaçlanıyor...
http://www.geocities.com/alabalikavi/makina.htm
Alabalık nasıl avlanır. ...Makinasının uzun ömürlü olmasını isteyen avcı; Alabalık, Turna, Sazan ve Denizde kullanmak için ayrı ayrı makinalar edinir. Alabalık avında kullanacağınız misina 0.15 - 0.20 hadi 0.25 geçmezken Turna için misina kalınlığı 0.30 dan baslayip 0.35 - 0.40 olur . Sazan için 0.50 - 0.60'ı bile geçtiği olur...
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
CDBurnerXP Pro v1.1.7 [8.0M] W98/2k/XP FREE
http://w1.737.telia.com/~u73702956/updates/setup.exe
İyi bir CD yazıcı programı arıyorsanız bu programı kullanmanızı öneririm. Hem de bedava. Bir CD yazıcı programdan beklediğiniz herşey ve daha fazlası var. image dosylarını kullanabiliyor. MP3 lerden kendi CD nizi encode ederek anında yapabiliyor. Tüm parçaların aynı ses düzeyine sahip olmasını sağlayabiliyorsunuz. Meşhur Nero ayarında bir program. Tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|