|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 267 |
21 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bugün de halay çekiyoruz!.. |
Merhabalar,
Dün bir paragrafta ucundan değindiğim bir konu üzerine Sevgili İlker Demir'den bir sert eleştiri aldım. Üstüme alınıp alınmamaya karar verebilmek için birkaç defa okudum ne yalan söyliyeyim. Kelime oyunları ardına gizlenmiş olması muhtemel anafikiri çıkarıp ortaya koyayım istedim ama pek başarılı olduğum söylenemez. Sonunda anlama özürlü olduğuma karar verip yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Sevgili Demir'in sert ama hoş uslubuyla kaleme aldığı yazıyı "Dost Meclisi"nde okuyabilirsiniz. Ancak bu yazıdan sonra dün accık ucundan değindiğim konuyu biraz açmakta fayda görüyorum. Aslında bunca önemli sorun arasında anlamsız bir tartışmayla vakit geçirmeyi istemiyorum ama buluttan nem kapmış yada öküz altında buzağı arayan bir adem olmaktan kurtulabilmek için sonkez konuyu kendimce biraz daha deşelemekten yanayım. Sürçü lisan edersek affola.
Tartışma aslında 19 Mayıs'ta değil 23 Nisan da başlamıştı. Küçücük yavruları şekilci kutlamalarla yormaktan vazgeçip daha anlamlı kutlamalarla(!?) bayram etmekten dem vurmuştu birileri. İlk olduğundan istedikleri yankıyı bulamamış olacak ki heveslerini 19 Mayıs'a saklamışlardı zahir. 19 Mayıs günü Meclis'e seçilerek çağrılmış bir grup genç öğrencinin hoppala dedirtecek "Gençliği 19 Mayıs'ta stadlara tıkılı kalmaktan kurtaralım." teranesinin üstüne atlayan, o beğenmediği törenlerin tek sorumlusu olan Miili Eğitim Bakanımızda "Haklısınız valla çocuklar" demek gafletinde bulunmuştu. Başı kıçı belli olmayan, içi bomboş, hangi kültüre hizmet ettiği bizce malum bu açıklamanın garabetliği hemen tepkisini buldu tabi. Tamamen düzmece bir senaryo ile sergilendiğne inandığım bu oyunun ana temasına bir göz atmakta yarar var. 23 Nisan'la başlayıp 19 Mayıs'la devam eden bu tema, rahatsızlık duyulan ulusal bayramlara bir karşı çıkış değil de neydi acaba? İşte tam burada öküzün altındaki buzağı da başını çıkarıp ben burdayım demiyor mu acep? Ulusal bayramların merkezinde ne var? Pek tabi ki Atatürk. Daha geçen yıl törenlere katılmayı zul gören, Anıtkabir ziyaretlerini kerhen yapan kara gözlüklülerin, takiyyenin dik alasıyla seçimlerden sonra gerçeği gördük hababam döndük zırvasına inanacağımızı beklemeleri saflık olmaz mıydı? Olurdu, oldu da. Saf ve temiz niyetli yöneticilerimiz, o herdaim kıvanç duydukları tabanlarına hoş görünebilmenin çözüm yollarını ararken karşılarında tepsi içinde Ulusal Bayramlar çıktı işte. 23 Nisan'da minik yavrular, 19 Mayıs'ta gençler şekilcilikten kurtulsun diyenlerin, 30 Ağustos'ta "Bu kadar da abartmayın yahu, törenlere asker katılmasın", 29 Ekim'de "Cumhuriyet'i elde etmişiz birkere istesekte veremeyiz, bu tantana niye?", 10 Kasım'da "Rahmetliyi rahatsız etmeyelim, nasılsa herzaman gideriz Anıtkabir'e, ne halt etmeye böyle cümbür cemaat gidiyoruz." demeyeceklerini garanti edebilir misiniz? ey beni ve ben gibi düşünenleri statükoculukla suçlayan kardeşlerim.
Özgürlük kavramının arkasına saklanıp, ona sınırsız sıfatını önek edenlerin, o sınırsız kavramının içinde benim de özgürlüğümün olduğunu unutmalarını hayretle karşılıyorum. Benim özgürlüğümün başladığı yerde seninki biter dostum. Benim özgür düşünme, yazma, çalışma, içme, yeme, eğlenme hakkımı gaspedip, bir diğerinin benim ulusal değerlerimi tartışma yüzsüzlüğüne özgürlük denilemez. Özgürlük, demokrasi doğru ve yerinde kullanıldığında erdemdir. Yoksa yılda 4 gün kutlanan hatırlama, öğretme, anlatma ve anlama içerikli Ulusal Bayramları tartışmaya açmak değildir. "Kutlamalara şunu da ekliyorum, bugünden sonra bunu da yapacağız." de canımı ye, ama kalkıpta kara yada puslu camların ardından, 80 yılda oya gibi işlenen bir yüce duyguyu ayaklar altına alıp tartışmaya açma. Eğer bir aksaklık varsa bunu düzeltmekle görevli merci, şu anda yapılanları savunması gerekli en üst makam sizin makamınız Sayın Milli Eğitim Bakanım. Velevki kendiliğinden çıktığını varsayalım, böylesi bir kadük görüşü duyunca atlamak yerine, devlet adamlığının desturu ile ağır bir cevap vermek yakışandı size. Ama yok mu o taban denilen tek dişi kalmış canavar, işte o sizi bile zıvanadan çıkartıyor!?.. 2004 teki baskın seçim hazırlıkları başladı anlaşılan. Türbanda yerine getirilemeyen sözlerin yerine konulacak yeni yeni buluşlarınız olmalı haklısınız.
Gelelim görüşlere saygı meselesine. Ben nacizane, görüşlere görüş olarak kaldıkları müddetçe saygı duyulmasından yanayım. Sözü edilen görüş benim özgürlük alanlarıma gözle görülür, elle tutulur bir biçim alıp tecavüze yeltendiğinde de tüm diğerleri gibi gücüm yettiğince karşı dururum. Cesaretse işte budur cesaret. Haklıdır ne yapsa yeridir mantığı devlet, ulus kavramlarıyla örtüşmez, ne Türkiye'de ne de Dünyanın bir başka Cumhuriyetinde. Griyi kabullenmemek siyahla beyazı inkar etmektir. Karşı çıkılan, karaya degrade olan gridir. Beyaza degrade griler her daim başımızın tacıdır. Sınırsız özgürlük tanımıyla benim özgürlük sınırlarımı ihlal edenler, asıl sizler çıkarın yüzünüzdeki maskeleri, görelim o griler aka mı çalıyor yoksa karaya mı? Dedik ya, sürçü lisan ettiysek affola...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Misafir Kahveci : Işık Etkin |
Kahveci anısı
Bu yazı yazma işi hem çok zevkli hemde biraz stresli.
Kahve Molası'nın ilk sayısını gördüğüm andan beri içinde garip bir yazmak isteği. Ama kendimi ikna edip gerekli cesareti bulmam bir yılımı aldı. Sende amma yavaşmışsın demeyin lütfen, oluyor işte böyle şeyler.
Yazıyı yolladıktan sonra Sevgili Edit'in mesajı inanılmaz cesaretlendiriciydi…peşine birkaç dost mesajı daha. Hay allah galiba artık yazmam gerekecek diye düşündüm. Aslında sorunum yazdıklarım kimi ilgilendirir, yeterince önemli değil gibi takıntılarımdan kaynaklanıyordu. Sonra bunu paylaştığım çok sevgili bir arkadaşım "senin için önemliyse yeterince önemlidir" dedi. İşte o an sanki bir duvar kalktı önümden. Hani o hep bizi durduran şık , yüksek, aşılmaz duvarlardan biri…kendi kendimize yarattığımız ve bunu hemen unutup geçmek adına ha bire toslayıp durduğumuz duvarlardan..işte onlardan bir tane ! Peki dedim kendime, yazıcam , korkmayacağım. Demesi kolay !
Neyse lafı uzatmayalım bulmuşken girelim konuya.
Kahve benim için Türk kahvesi demek. Bir de son yıllarda espresso içer oldum. Ama yinede şöyle bol köpüklü orta şekerli bir Türk kahvesinin yerini hiçbir şey tutamaz. Bu kahve alışkanlığı gençlik yıllarından…(yok olmadı, çocukluk diyelim ki şimdi genç olalım :-)
79-80 yıllarında garip bir kahve kıtlığı vardı bizim oralarda, Erzurum'da. Kahve bulunmaz, arada bir eş dost sağdan soldan, çoğunlukla Doğubeyazıt'tan kaçak kahve bulur getirir,o gün bayram ilan edilirdi. Çok keyifli bir apartman-komşu hayatımız vardı. Kimde kahve varsa herkes birbirine haber verir, saate bakmaz, koşar ona giderdik. Bu arada tabii kahvenin peşinde olanlar asıl anneler ama, benim gibi annesinin arkadaşlarıyla sohbet etmekten keyif alan bir iki velette ki o zamanlar orta okul lise çağları, kahvenin kokusunu takip ederdik.
Sanmayın ki kahve geldi, içilecek ve bitecek. O kadar kolay değil.
Genellikle gelen kahve kavrulmamış çekirdek halinde olurdu. Yani işi uzun. Önce şöyle güzel bir kahve kavurma seansı. Kavruldukça mis gibi kokusu başlar etrafı sarmaya. Kahveye hasret bir sürü insan tavanın başında. Ve tabii ki "dur, yapma, bekle" sesleri arasında kahvenin yarısı o esnada biter. Nasıl mı? Daha çekirdek halindeyken, hemde yeni kavrulmuşken hiç denediniz mi kahve yemeyi? Hayır mı? Öyleyse deneyin…Başka bir boyuttur "çekirdek kahve yemek" kahve sevenler için. Çıtır çıtır, sıcacık. Mis gibi kokusu, ağızda kalan kahve tadı, anlatmakla olmaz ki, denemek gerek. İşte bizde o hasret üstüne kahveyi daha kavururken yemeye başlar , ama her anın her dirheminin tadını çıkarmaya çalışırdık.
Sonra gelsin kahve değirmeni. Bizde de vardı bir tane. Annemin anneannesinden kalma. Kendi kahvesini kendi kavururmuş, ama bizim gibi yokluktan değil keyiften !. Herkes bi kez olsun döndürmek ister değirmeni. Kahveye yakın geçirilen süre ne kadar uzunsa hasret o kadar azalacak sanılır.Değirmen elden ele gezer. Anlayacağınız bir çeşit kahve ayini…sürer gider bir müddet. Sonra hadi bakalım tekrar ocağın başına. Kim en güzel yapar kahveyi bilinir, böyle nadir olunca kahve onun elinden içmek gerekir.
Eh artık bol köpüklü bir kahveyi hakkettik. Hüüüpppletmeyi unutmayın …Kolay mı, bir daha ne zaman kahve ele geçer belli değil.
Bitti sandınız di mi? Hayır bitmedi. Kahveler yapılır, içilir, hatta fallar bile bakılır. Bir tane daha deseniz başka yok. Gelen kahvenin tümü kullanıldı . Ama hasret bitti mi? Belki biraz azaldı , ama bitmedi. Öyleyse sıra kahvenin telvesinin tadına bakmakta. Denemeden karar vermeyin , telvede yenir mi demeyin.. Çekirdek kahve de başınıza gelenler bunda da gelebilir, dikkat!
Ben hala o günlerin alışkanlığı, kahvem bittikten sonra, eğer yeterince doyurucu gelmemişse kahve, zor tutarım kendimi telveyi yememek için. Hadi evde yiyorum da dışarıda pek uygun olmuyor görüntü. Kahve hasreti çekmeyen nerden bilsin? Bol kahveli günler dilerim.
Işık Etkin ietkin@compucom.com.tr
Yukarı
|
Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan |
Güler misin Ağlar mısın?
1960 lı yılların ikinci yarısındaydık.TİP’in İkici Genel Seçimlere katılması için propaganda çalışmaları yapıyorduk Güneydoğu illerimizin birisinin köylerinde, kasabalarında, il merkezinde.
İlginç bir haber geldi parti binasına:Bir köy ağası içindeki köylülerle birlikte köyünü satışa çıkarmış.Söz konusu köye gidip ağayı bulduk ve köy kahvesinde bir de çayını içip sohbet ettik kendisiyle.
Ağaya yirminci yüzyılda köyünü köylüleriyle birlikte satmanın nasıl bir şey olduğunu sorduğumuzda bakın ne yanıt verdi:
“-Arkadaşlar,bakın benim köylülerim burada.Ben sizinle konuştuktan sonra kente gidip köyümü almak isteyen biriyle pazarlığa oturacağım. Eğer değerinin yarısını verirse, köyümü köylülerimle birlikte satacağım. Diğer bir müşteri daha var.O benim istediğim fiyatın tamamını veriyor ama köylülerimi istemiyor. Çünkü onun niyeti bu köyde makineli tarıma geçmekmiş.Köylüye yarıcıya falan gereksinimi yokmuş. Burada, aha karşınızda oturan şu köylülerime dedim ki, ”gelin ben şu köyümü gerçek fiyatına satayım. Paranın yarısını ben alayım, yarısını da sizlere paylaştırayım ve köyü yeni sahibine çıplak terk edelim.”Onlar da diyorlar ki:
“-Ağa sen Allahtan korkuyorsan, köyü yarı fiyatına bizimle birlikte almak isteyene satarsın. Bizim son sözümüz bu.Şimdi ben gidip kentteki işlerimi halledeceğim. Köyümü almak isteyenlerle konuşacağım.Son söz köylümündür.Onların tercihi neyse ben onu yapacağım. Buyurun köylülerimle bir de siz konuşun” deyip ayrıldı.
Ağa kahvehaneden ayrıldıktan sonra biz köylülerle yoğun bir sohbete daldık.Bize kendi gerçeklerini, köyün gerçeklerini anlattılar ve sordular:
-“Siz bizim yerimizde olsaydınız iki öneriden hangisini kabul ederdiniz?”
Köşeye sıkışmıştık.Üçüncü bir çözüm üretemiyorduk. İlk bakışta saçma gibi görünse de köylü kendi gerçeğini, köyün gerçeğini bizden iyi biliyordu. Onlara Sosyalist sistem geldiğinde böyle sorunların yaşanmayacağını söyleyip köyden ayrıldık.
Üç ay kadar sonra söz konusu köyün köylüleriyle birlikte köy ağası tarafından acımasızca satıldığı haberini Cumhuriyet Gazetesi manşetten veriyordu ve soruyordu:
-Devlet nerede?!
Kemal Duykan
Yukarı
|
Çılgın Kahveci : Canan Şenol |
Sade Yaşamda Televizyonun Yeri
Sadeyaşam ve televizyon. Sade yaşamak ve televizyon. Televizyon izlemenin sade yaşamak ile bağlantısı. Az televizyon izlenirse ya da hiç izlenmezse veya seçici davranarak izlenilirse sade yaşanmış mı olunuyor veya çok izlense bizi sade yaşamamış mı kılıyor, bizi ne kadar etkiliyor? Sadeyaşamda daha az, seçici davranarak mı televiyon izlenmeli? Bütün bu ve bunun gibi ahiretvari sorulara cevap verebilmek için televizyonun yaşamımızdaki yerini ve önemini öncelikle belirlememiz gerekiyor.
Televizyon kelimesi dilimize teknoloji sevabına kazandırılmış, ilave edilmiş bir kelime. Konuşur ve yazışırken tv (tivi- teve) programı, tv yayını gibi garip kısaltmaları incelerek tercih edebiliyoruz.
Televizyonu 1960 – 1970 ‘li yılların çocukları, çiçek çocukları, savaşma seviş çocukları, 20.yy.’ın son çeyreğinin çocukları bir garip heyecan ve hevesle izlemeye koyulduklarında 21. yy.ın ilk çeyreğinde tv yüzünden başlarına geleceklerden habersizdiler. :)
Benim televizyon ile ilgili ilk belleğime kazıdığım anılar 1970’li yılların başına rastlar: O zamanlar televizyon yeni yeni piyasaya çıkmıştı. Siyah beyazdı, haftanın belirli günlerinde, belirli saatlerde yayınlar yapılıyordu. Şimdiki gibi üç otuz kanal, kablolusu, antenlisi vesairelisi gün 24 saat, hafta 7 gün yayın yoktu. Evimizde televizyon da yoktu. Her evde, köyde, kentte, büyükşehirli belediyelerde de televizyon yoktu zaten. Belli başlı ailelerde, kelli felli adamlarda, durumu iyi olan ailelerde vardı. Bir kelli felli komşumuzda ilk kez gördüğüm program bir müzik programı idi. Daha sonra da “Pilli Bebek” adlı çizgi filmi izlemiştim. Bilenleriniz hatırlarlar siyah beyaz grimsi görüntüyü, şimdilerde bu renk karmaşasında o renkleri nasıl izlemişiz diye sormaz mı insan kendi kendine. Sorar da cevap bulamaz mı, bulur da gülümsemez mi? Bu arada aramızda kalsın erkek adam renkli tv. izlemez, renkli takım tutmaz diyorlar, valla diyenlerin yalancısıyım.. Renklisi daha makbul... Hafta sonları sadece Cumartesi gecesi babam bir ödül gibi televizyon izlemeye askeri gazinoya götürürdü bizleri. Haftada 1 gün sadece akşamları. Şeker tadında günlerdi o günler. :)
Peki ne yapardı babam haftanın diğer günlerinin karlı, soğuk Doğu Anadolu (Erzurum) ve İç Anadolu (Ankara) gecelerinde? Tahmin edin... Etmeyin etmeyin zahmet etmeyin şimdi sizin işiniz başınızdan aşkındır ben söyleyeyim.... Babam yere otururdu, annem de yanına eeeee biz de yanına ya da divana (o zamanlar kanepeler, oturma grupları da yoktu) sıralanırdık, uzanırdık ve babam o asker sesiyle, o asker edasıyla bize kitap okurdu....
“Denizler Altında 20.000 Fersah, 80 Günde Devr-i alem, Lassie (Hani şu sadık köpek Lassie’nin maceraları), Çocuk Kalbi vbg. (Edmondo de Amicis - Bilmeyeniniz ya da okumayanınız yoktur)” ilk babamın bize kazandırdıkları, ilk tatlar, ilk dokular... Bunlar bana okumayı, çok okumayı, okumazsam başımı ağrıtmayı aşıladı.
Sonra gezmeler vardı televizyonsuz günlerde. O karlı kış gecelerinde gitmeyi değil de misafir gelmeleri severdim çocuk ruhumla daha çok, üşümemek için olsa gerek. Anne babalar sohbet eder bizler de oyunlar oynardık. Yazın her hafta sonu piknikler düzenlenirdi yakın ilçelere, köylere, kasabalara.... Yılbaşı gecelerinde belirli resmi gayriresmi gün ve gecelerde eğlenceler düzenlenirdi ordu evlerinde katılırdık, çekilişler olurdu, şarkıcılar gelirdi, babam sunucu olurdu, komiklikler yapardı (şimdilerde CMYLMZ ve Yılmaz Edoğan, Beyaz vs. gibi baba adamlar yapıyor) ve herkes gülerdi babama ve ben bir köşede neden herkes babama gülüyor diye de ağlardım...
Sonra bir de hani şu açtıktan bayağı sonra ısınınca yayına başlayan iri boy kasalı radyomuz vardı, radyomuzda da Perşembe geceleri dırırın dırırın dın dı dın dın, dırırın dırırın dın; (burada bekleniyor) dırırın dırırın dın dı dın dın dırırın dırırın dın müziğiyle başlayan “Radyo Tiyatrosu” saat başı ajanslar, hafta sonu maç yayını, yurttan korolar, solo ve koro türküler, ziraatla ilgili sohbetler, vs. “Demirbank iyi günler diler.” Hatırlayanınız varsa başka şeyler ilave edin sevinirim valla.
Sonra o zaman babalar ve anneler çocuklarının okulu ile dersleri ile ilgilenmeye daha çok vakit bulurlardı çünkü tv. onların gününü gecesini şimdiki gibi doldurmuyordu.
Sonraları “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” misali tv icat oldu apansız girdi hayatımıza. Bize birşeyler getirirken birşeyler alıp götürdü yaşantımızdan.
“Her seçiş bir vazgeçiş, her kazanış bir kaybediştir” misali mi desem ne desem biz televizyonu seçtik ya da seçmek zorunda kaldık birçok güzel şeyden vazgeçtik, kazandığımız çok şey oldu ama çok şey de kaybettik. Televizyona ayırdığımız saatlerde kitap okumuyoruz, sohbet etmiyoruz, tembelciliğe alıştık, abur cubur yiyip kilolar alıyoruz, zihnimize düşünmek için fırsat kalmıyor, herşeyi kolayca alıyoruz, buluyoruz, araştırmıyoruz. Bi de tv. sayesinde ününe ün katmak, kolay reklam almak, vermek, testiyi su akarken doldurmak var o da başka bir yazıda artıkın...
Televizyonu tamamen hayatımızdan çıkarmamız mümkün değil. Televizyon yanında bu bilgisayar, internet, sinema, telefon, araba vs, için de geçerli. Teknolojiden yararlanırken teknolojinin içinde kaybolmak da var. Sakın yanlış anlaşılmasın televizyonun aleyhinde değilim. Bilakis lehindeyim ama bilinçli bir izleyici olarak tv.nin yanındayım. Bilinçli olmak gerekiyor azizim bilinçli olmak gerekiyor. Kişisel gelişimimize katkıda bulunacak ve gündemi takip etmemize yarayacak programlar dışında tv ile haşır neşir olmamamız en doğrusu. Başka uğraşlar içine girelim. Televizyon karşısında geçireceğimiz hareketsiz saatlerde elişi yapalım, kitap okuyalım, flüt çalalım, ahşap boyama yapalım, deniz kenarında yürüyelim hatta dağlara tepelere tırmanalım, çayın yanına arkadaş sohbeti katık edelim, eskileri ve küçülmüşleri atmayalım dağıtalım vbg.... Tabi ki bunlar benim nacizane fikirlerim.
Çocuklar şimdilerde televizyonu izliyor hem de pek çok izliyor. Aslında bu konu da başka bir yazıyı gerektiriyor ama kısaca değinelim. O temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konulan tekrarları dahi büyük bir keyifle izliyorlar. Peki ne yapmak gerekiyor? Kapatmak gerekiyor ya hep birlikte kitap okumak gerekiyor ya da konuyu açıklayıp başka ortak uğraşlar yapmak gerekiyor. İşimiz zor.
Yazdıkça yazılanların aynısını yazdığımı açıkladığımı farkediyorum, yazdıkça yazamadığım pek çok şeyin olduğunu da farkediyorum açıkçası. En iyisi yazılamayanları başka yazılara bırakmak, siz sevgili kahveseverlerle başka yazılarda buluşmak.
Sağlıcakla kalın. Sadelikle kalın. Sadelikler içinde kalın.
Sade Canan
cozentr@mynet.com
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_108.asp
Devamı var
Yukarı
|
NE KADAR STATÜKOCUSUNUZ!
Kimin canı kavga istiyor? Ara sıra yenen sopaları hatırlayıp bu soruyu sormaya fit misiniz? Yoksa, hayır insanım, hakkıma dair ne varsa onun yanındayım mı, diyorsunuz? Özgürlükle ilgili tüm sözcük, terim ve kavramlara ve bunların yaşam içindeki duruşlarına yaklaşımınızda bir 'sa' ya da 'se' ile başlayan şartlı bir cümle var mı? Soruların yanıtları ilk sorunun tarafını anlamada önemli veri olacak. Öyleyse, neden statükocusunuz siz?
Bu ülkede gri ve tonları hayatın içine katılamayacak mı? Siyah ve beyazın dışındakiler hep kırk katır, kırk satır ikileminde potansiyel suçlu mu kalacaklar? Ekstremlerden kurtulmamız mümkün olmayacak mı?
Ne olmuş? Bir grup genç ne yapmış, ne yapmış? 19 Mayıs törenlerine alternatif üretmeye yeltenmişler. Eğitimle ilgili Bakan da gençleri desteklemiş. Ba-ba-ba şunların yediği naneye bak! Bakan nasıl destek vermiş? Demiş ki, biz de kutlamaları stadyumdan çıkarmak istiyoruz. Vay Çelik Bey vay! Tüm statükocular mevzilerinden çıkıp yaylım ateşinde. Carcurda ne kadar Cumhuriyetçi mermi varsa hedefe doğru. Bakan süt dökmüş kedi gibi süklüm büklüm, bir klasik AKP tavırsızlığıyla, onu demedim, bunu demedim, kastım şuydu, yanlış anlaşıldım oryantalinde.. Dağarcıkta ve bilinç altında ne varsa, hepsi dışarıda bir ağızdan: Vurun yobaza! Kültürü sözcük içinde hapise hedef tahtası…
Demokratlarımız nerede? Büyük fırtına geçene dek sessiz herhalde. Hele bir durulsun ortalık. Şu anda şiş de yanar kebap da. Kolay mı yani, özgürlükleri yansız, onu bunu gözetmeksizin savunurlar da, irticanın işine yararlarsa, durumları ne olur! Ya yarar tesbit edilip de, bir muhabette, iş üstünde tavrı önüne konulursa, o, statükoculara ne yanıt verir! Literatüre paralel söylemek gerekirse, ilk tahlilde ve her devre uygun olarak haksız sayılmazlar! Hukukun üstünlüğü, insan hak ve özgürlükleri ve çevre, ulus, din sınır, parti v.b. hiçbir önverisiz savunulmalıdır, tüm dünyanın anayasası olmasına çalışılmalıdır. Aksi halde hatlar değil haklar karışır, standartlar katmerlenir. Bırak ağzı olan konuşsun, kalemi olan yazsın… Herkesi kendi doğruna(!) mahkum etmeye çalışma boşuna!
Peki, görüş ayrılığınız size gurur veriyor mu? Başka görüşlere hoşgörüyle mi, hoş bir görüyle mi yaklaşıyorsunuz? Bu bam tellik bir soru. Statükoculara yaklaşımınıza bir veri olacak belkide. Kimin, kimi hoş görme, görmeme hakkı var? Görüşü ifade, kimin, kime lütfudur? Bu bir cesaret işi midir? Maalesef evetse yanıtınız, işiniz zor. O zaman, siz ip atlayamaz, sek sek oynayamazsınız çocuklar gibi. Hatta siz, bir şair gibi pembe bulutlarda gezinip hayal de kuramazsınız. Oysa, fazlasını yapmaya hakkınız var. Ama siz, evet siz, sayın statükocular, kavga çıkarıp haklarımızı gasbetmeye hakkınız yok! Lütfen barış içinde kalın…Demokrat gözükmeyin, demokrat olun. Hadi şu griye evet deyin. Ha gayret…Bu kadar zor mu? Ne kadar statükocusunuz!..
İLKER DEMİR
il_demir@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Rating: 9 Kahveci oy vermiş. |
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Fotoğraf: Şeref Bilgi
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.256 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
OYUN BİTTİ
Zamanı yakaladın
hayatını yaşamaktasın
yaklaşmak ya da yaklaşabilmek gibi bir yerde
düşleri kovalıyorsun
oyun tekrar başladı
ve bütün kartlarını oynayıverdin
tüm kartlarını oynayan sendin
şimdi şaman duasından gelecek yardımı
bekleyen de sen
oyun bitti
Cem Güneş
<#><#><#><#><#><#><#>
GÖZLER ARAYIŞTA
Kıştı göğün şavkında
sert ve haşin birini arıyordu gözler
tepeden tırnağa, havadan yaprağa
sudan toprağa
yiten bir "yakın sıcaklık" aranıyordu zamanlarca...
soğuk yaşamaya alışılmış o bembeyaz küçük
dünyada
bir yaşam süregeliyordu kışlarca
usanmadan
aydınlık ormanın ardında
dik yamaçlarda, ahşap çitlerin gerisinde
şöminenin, yemeklerin ve cocukların sıcaklığı
karışırken birbirine
unutuluyordu donmalar, çetinlikler
anılar canlanıyordu mumların aydınlatamadığı
karanlıklarda
çelik parlaklığında ay ışığının vurduğu o "koca
ayna"da
ki o anılar kısa yazlarca canlanmaktaydı
genççe, canlı ve berrak günlere dairdiler
günlerce güneş görmüş yaylada, av sonrasına
sabahları umutları başladığı
her birinin birbirinden zorluğu unutulmuş koyu gri
günlerde
yaşanmış... yaşanmamış... olanlar
yeni hayatlar kazanıldığında
yaşlar dökülür müydü büyük patiklere
doğan ve yitenin adına, sevincine...
yeni gün doğarken
yeni hayat gelirken
aryalar
donmuş toprağa, suya, yaprağa meydan
okurcasına
haykırılırdılar
"O yakın sıcaklık", "sert ve haşin gözler"
her yerde aranılırdılar
Cem Güneş
Yukarı
|
Gereksiz Bilgiler : Derleyicibaşısı Bahçıgöz |
Erkeklerin düğmeleri niçin sağdadır?
Sağ elini kullanan bir insan için, sağdaki bir düğmeyi soldaki iliğe geçirmek daha kolaydır. Bu nedenle erkeklerin düğmeleri daima sağdadır. Peki kadınların düğmeleri niçin solda? Eskiden düğmeler pahalı idi. Düğme alabilecek zengin kadınlar da, elbiselerini hizmetçilerinin yardımıyla giyebiliyorlardı. Hizmetçiler de düğmeleri sağ ellerini kullanarak daha hızlı ilikliyebiliyorlardı.
Yukarı
|
ATM Kullanma Kılavuzu
Önümüzdeki yıldan itibaren tüm bankalar arabaya servis bankacılığına hız vereceklerinden, yani müşterilerin araba ile yanaşıp para çekebilecekleri bankamatikler yaygınlaşacağından bu yeni uygulamaya uyum sağlanabilmesi için Kanada'dan gelen ATM Kullanma Kılavuzu'nu sizlere aktarıyoruz:
Erkekler için :
1- Aracınızla ATM'e yanaşın
2- Sol ön camı açın
3- Kartınızı yuvaya sokup şifrenizi girin
4- Çekmek istediğiniz tutarı girin
5- Kartınızı, paranızı ve fişinizi alın
6- Camı kapatın
7- Yolunuza devam edin
Bayanlar için :
1- Aracınızla ATM'e yanaşın
2- Geri vitese takıp camla makinenin aynı hizaya gelmesi için gereken miktarda geri gelin
3- El frenini çekin, camı açın
4- Çantanızı bulun, kartınızı bulmak için ön koltuğa boşaltın
5- Radyonuzu veya teybinizi kapatın
6- Kartı makineye takmaya çalışın
7- Arabadan bariz miktarda uzakta kalan makineye daha rahat ulaşabilmek için arabanın kapısını açın
8- Kartı yuvaya yerleştirin
9- Doğru tarafindan tekrar yerleştirin
10- İç kapağında şifrenizin yazılı olduğu telefon defterinizi bulmak için çantanızı tekrar ön koltuğa boşaltın
11- Şifrenizi girin
12- İPTAL tuşuna basın ve DOĞRU şifrenizi girin
13- Çekmek istediğiniz tutarı girin
14- Yan aynadan makyajınızı kontrol edin
15- Paranızı ve fişinizi alın
16- Çantanızı tekrar ön koltuğa boşaltarak cüzdanınızı bulun ve paranızı içine koyun
17- Fişinizi fermuarlı bölüme yerleştirin
18- Makyajınızı tekrar kontrol edin
19- 1 metre ilerleyin
20- ATM'e doğru geri geri gelin, kartınızı alın
21- Çantanızı tekrar döküp kart cüzdanınızı bulun ve kartınızı uygun yere yerleştirin
22- Arkanızda söylenmekte olan erkek sürücüleri kızdırmak için uygun el hareketini yapın
23- Motoru tekrar çalıştırın ve yola devam edin
24- 5-6 kilometre ilerleyin
25- El frenini indirin
<#><#><#><#><#><#><#>
Ne şirin komşumuzdun sen beyamca!...
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Yeni Soru : 8 - Çocukluğumuzun en çok okunan kitaplarındandı, kırmızı ceketli urbalara hücuuum :-)
ÇELİK - ..1.. - ..2.. - ..3.. - BİLEK
asesen@turk.net
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun ARMUT KURABİYE |
|
125 g margarin (oda sıcaklığında)
2,5 su bardağı un
1 yumurta
½ su bardağı pudra şekeri
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
Hamuru yapmak çok kolay. Bütün malzemeyi karıştırıyorsunuz. Kurabiyelere armut şekli vermede. O sizin el becerinize kalmış artık. Hamurdan küçük parçalar kopararak yarım armut şekli verin. Hafif yağlanmış fırın tepsisine dizin. Armutları büyük büyük yapmadıysanız ortalama 20 adet yarım armudunuz olmalı.180 derece fırında pişirin. Ama dikkat edin çok kızarmasınlar.
Armuda benzetmek için…
3 yemek kaşığı armut marmeladı
½ su bardağı toz şeker
10 adet karanfil
10 adet yaprak (herhangi bir bikrinin yaprağı olur ama armut yaprağına benzeyenler tercih edilir tabii ki)
Fırından çıkardığınız yarım armut şeklindeki kurabiyelerinizin alt kısımlarına marmelat sürün. İki kurabiyeyi birbirine yapıştırın. Sap kısımlarına birer karanfil koyun. Şimdi armuda benzemiş olmalı.
Küçük bir kaseye su koyun. Bir fırça yardımıyla bu sudan kurabiyelerinizin etrafına azıcık sürün ve şekere bulayın. Kuruması için bir süre bekleyin. Kuruduktan sonra yaprakları da yerlerine koyun.
Afiyet olsun…
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ogrenci.com/uyari.htm
Bilgisayar başından ayrılmayan ve hatta internette sürekli sörf yapan çocuklarınıza mutlaka okutun. ...Aşağıda okuyacağınız önlemler, FBI tarafından çocuklar için hazırlanmış bir yazıdan Türkçe’ye çevrilmiştir... Burada verilen bilgileri dikkatle okuyun ve asla aklınızdan çıkarmayın. Internet’te yalnız başına sörf yapan çocuk ve gençler için bu uyarılar son derece önemlidir...
http://www.ufukturu.net/anasayfa.asp
Mersin bölgesinden ve Türkiye genelinden haberler. ...Bu yaklaşım, desteklenmesi gereken bir karardır.Çünkü bu karar her şeyden önce kaynak israfına son verecektir.Düşünün aynı kentte, aynı sınırlar içinde birden fazla belediye, aynı zamanda o oranda (İlçe teşkilatlarının olduğu yerlerde ) ilçe merkezleri, mal müdürlüğü, nüfus müdürlüğü vb. demektir...
http://www.aksehirim.com/
Akşehirlilerin ve Akşehir'i sevenlerin buluştuğu bir site. Bölge ile ilgili hemen hemen her türlü bilgi mevcut. Siteye ilk girdiğimde Nasrettin Hoca'yı görmek hoşuma gitti. Sayfada ilgimi çeken bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum: "Bu site Akşehir Belediyesi'nin resmi sitesi değildir. Belediye ile ilgili soru veya sorunlarınızı www.aksehir-bld.gov.tr adresine yazınız."
http://w3.balikesir.edu.tr/~aduymaz/balikesir_yemekleri.htm
...Balıkesir halk mutfağı, yani mahalli yemekleri oldukça zengindir. Bu yemekler özellikle düğün, hayır gibi törensel mahiyetteki toplantılarda hazırlanmakta ve davetlilere sunulmaktadır. Bu yemekler arasında tirit, börülce, sura, manav tarhanası, saçaklı mantı, keşkek, mafis, güveç, peynirli patlıcan, düğün çorbası, zerde gibi yemekler ile Balıkesir Kaymaklısı, höşmerim, kalbura bastı gibi tatlılar dikkati çekmektedir...
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Cfont Pro v1.7 [2.8M] W98/2k FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105136
Sistemdeki fontlarla başetmek zaman zaman güçleşir. Hele yüzlerce font yüklemişseniz hangisiniz kullanacağınızı kolaylıkla şaşırabilirsiniz. Bu program tüm fontları görsel olarak görmenizi, örnek yazılar denemenizi, yeni font yükleyip eskileri çıkarmanızı sağlıyor. Bilgisayar fanatiklerine tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|