|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 273 |
30 Mayıs 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Teşekkürler... |
Merhabalar,
Dün yazdıklarım için hepinize bir özür borçluyum. Hem sizi hem Kahve Molası'nı gereksiz işlerle meşgul ettiğimi anlamış bulunuyorum. Bana mesajlarıyla destek olan tüm gönül dostlarıma tekrar tekrar teşekkür ederim. Gece mahmurluğunda verilen duygusal tepkinin sonucu klavyeden dökülen lafları bir daha etmemeye kendi kendime söz verdim. Anladım ki artık Kahve Molası benim olmaktan çıkmış çoktan bizim olmuş. Bundan büyük mutluluk olabilir mi? Alınma, kızma dönemini çoktan aşmış olan bu gazetenin bildiği yolda yürümeye devam edeceğini, bir daha gayriciddi hiçbir mesaja aldırış etmeyeceğini bildirmekten gurur duyuyorum. Boş işlerle uğraşmaya paydos...
Bugün gene kendime yer bırakmamışım. Güzel yazıları kesmeye gönlüm elvermediğinden ben kısa bir Aydın havasıyla gözünüzün önünden kaybolacağım. Yalnız bir kısa notum var. Kahve Molası gezginleri artık çok olmaya başladı. Gidip gördüklerini anlattıkları yetmezmiş gibi bir de yediklerini anlatmaya başladılar. Bu durumdan hemen bir vazife çıkarıyor ve gezi yazılarına ayrı bir başlık altında sitemizde yer açmanın vakti geldiğine inanıyorum. Önümüzdeki hafta ilk icraatım bu olacak. Şimdi sizleri aşağıya doğru gözlerinizi kaydırmaya ve kahvelerinizden bir yudum almaya davet ediyor, hafta sonunuzun mutlu ve pırıl pırıl geçmesini diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Merhaba Sevgili Dostlar,
Türkiye'nin başarıları ile dolu güzel bir haftanın ardından, yeniden bu Cuma burada buluşmak gerçekten çok güzel... Cannes seyahatimi sizlerle yoğun bir şekilde paylaştım ancak sonuçlarla ilgili yorumlarımı bugüne sakladım. Gerçektende herşey beklediğimiz gibi gelişti, 'Uzak'ın bu ödülü, gerçekten en sonuna kadar hakettiğine inanıyorum. Birde görmeyenler için, sinemalarda yeniden gösterime girdi, kesinlikle kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.
Bu yazımda Cannes'da gördüğüm filmler ile ilgili olarak seçtiklerimi sizlerle paylaşacağım. Çünkü bu seçtiğim filmlerin çoğu Türk dağıtımcılar tarafından satın alındı ve tahminimce önüzdeki sezon başında gösterime girecek. Öncelikle izlediğim tüm filmlerin yarışma filmleri olduğunu belirtmeyim. Yarışmada bir Türk Filmi olunca, haliyle rakipler merak ediliyor. Ancak şunu belirtmeyim ki, Lars Von Trier'in Dogville'ini izleyemedim, bilet bulmak imkansızdı. Çok çeşitli yorumların yapıldığı bu film konusundaki hislerimin şu anda çok objektif olduğunu belirtmeliyim. Yani bir önceki filmi Karanlıkta Dansçı da olduğu gibi beklentilerim yüksek değil, ama merakla bekliyorum. Çünkü sinemada farklı yaklaşımlar denemeyi adet edinmiş Lars Von Trier, her zaman önemli bulduğum bir yönetmendir. 'Dogville', Umut Sanat tarafından henüz yapım aşamasındayken alınmış ve umuyorum yakın gelecekte izleyeceğiz. Ancak bildiğiniz üzere bu film, eleştirmenlerden festival sırasında en yüksek puanı toplayan filmdi. 'Uzak' hep onun bir puan altında gidiyordu, gerçekten bence büyük sürprizlerden biri 'Dogville' e ödül çıkmaması oldu. Benim izlediğim filmler içerisinde en sevdiklerimden bir tanesi olan Kanada'lı yönetmen Danys Arcand'ın 'Barbar İstilaları' , film boyunca bizi aslında çok hüzünlü bir hikayenin trajikomik taraflarıyla güldürdü, sonunda göz yaşlarımıza engel olamadık ama çok güzel ve kaliteli bir yapımdı. Dolayısıyla 'En iyi Senaryo ' ödülü'nünde sahibi oldu. Yine önemli bir yönetmen olan Hector Babenco'nun 'Qarandruo', bir hapishanenin içerisindeki yaşanan olayları, hapishane doktorunun anılarından yola çıkarak,doktorun perspektifinden anlatılıyordu. Oldukça sert bir uslup taşıyan film çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Altın Palmiye'li 'Fil'in gerçekten çok güçlü bir film olduğunu belirtmeliyim. İran'lı genç yönetmen Samira Makbahalf'ın son filmi,
'Öğleden sonra saat Beş' yine kendine özgü uslubuyla yapılmış önemli bir politik filmdi. Bir rahip ile travestinin ilişkisini konu alan 'Tresia' isimli film ise, oldukça klişe ve zorlamaydı.
Özetle yarışmanın içinde, burada göreceklerinizden yaptığım derleme ile ilgili kısa yorumlarımı bu şekilde sizlerle paylaşıyortum. Zira, bildiğiniz üzere sinema eleştirisi yapmak , sinemanın her dalında uzmanlaşmak gibi çok önemli ve zorlu bir süreçtir. Birikim ve bilginin yanısıra önemli ayrıcalıklar gerektirir. Dolayısıyla burada sizlerle paylaştığım görüşler, sinema eğitimi almış bir film yapımcısı olarak sadece 'bana ait' görüşlerdir. Çünkü o filmlerin arkasındaki maddi ve manevi emeği bilen biri olarak, her filmi izledikten sonra, hiç sevmeseniz bile, bir çırpıda karar vermemenizi öneriyorum.
Yazın tadını çıkartacağınız planlarınızı yapmaya başlayın, bu arada tango dersleri çok güzel gidiyor. Araya festival seyahati girmesine rağmen, açığı hızla kapatmak için çalışıyorum. Ve geçtiğimiz baharda bu kararı verip uygulamış olmaktan çok mutluyum. Hala herkese tavsiye ediyorum.
Seyahat boyunca sizle daha önce de önerdiğim, Engin Geçtan'ın 'Hayat' isimli kitabını bir kez daha okudum. Her cümle çok önemli detaylar içeriyordu, hatta zaman zaman sizi kendinizle karşı karşıya getirebilecek aynalar tutuyordu. Çok etkilendiğimi ve yararlandığımı belirtmeliyim. Sevgili Dostlar,
Bu yolculuğun tüm detaylarını size anlatmaya çalıştım, önümüzdeki hafta sizlerle yaz tatili ile ilgili, kitap, CD, etkinlik duyurularımla bir arada olacağım.
Hepinize, içinizde 'yaz sevinci'ni hissetmenizi diliyorum...
Sevgiler,
Zeynep ÖzbaturYukarı
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu |
Işık Dağı
Işık Dağı, Ankara ve çevresinde trekking ile uğraşanların en favori yerlerinden biridir. Her yer çam ormanları ile kaplıdır ve tamamen yeşilin hakim olduğu bir bölgedir. Yaklaşık 9 aydır Ankara'da bulunuyordum, daha önce 2 defa buraya gitme fırsatım olmuştu fakat bir türlü gidemedim. O haftasonu planımı yaparken, GÜDAK (Gazi Üniversitesi Dağ Arama-Kurtarma) grubunun Işık dağına gidecekleri haberi geldi. Hiç düşünmedim bile…
Her yaptığım gezi de bir yenilik veya bir ilk vardı şu ana kadar, yeni yüzler, yeni yerler görüyordum; bu geziyi de ilk defa bir üniversite grubu ile yapıyor olacaktım.
Pazar sabahı Gazi Üniversitesinin Beşevler kampüsünde buluştuk. Bu geziyi ayarlayan 2 arkadaşımla tam saatinde oradaydık ama bizden başka kimse yoktu!! Bir süre sonra öğrenci yurtlarının olduğu bölümlerden akın akın gençler gelmeye başladı. 1,3,5 derken bir toplandık ki yaklaşık 50 kişi olmuştu. Cıvıl cıvıl bir topluluktu, eşofmanları, spor ayakkabıları ile, yürüyüşten çok futbol maçına veya pikniğe gider gibi bir halimiz vardı.
Üniversitenin 0302 Mersedes servis otobüsü ile yola düştük. Okul gezilerinde arka sahanlıkları bilirsiniz bütün 'yaramazlar' orada toplaşır, enerji otobüse oradan yayılır. Bizlerde hemen arkaya yerleştik. 5 kişilik sahanlıkta 7 kişi oturmaya başlamıştık. Bu antika otobüs ile yolculuk gerçekten çok yorucu olacaktı. Şarkılar, türküler, fıkralar, üniversite maceraları falan derken 2 saat yolu yedik.
Kızılcahamam - Çerkeş yolundan ayrılıp ormanlık bölgeden içeriye girdik. Herkes otobüsten indi ve 25'er kişilik 2 gruba ayrıldık. Her grubun bir rehber, öncü ve artçıdan oluşan 3'er lideri vardı. Yaylalar bölgesini geçerek, orman yolunu takip edecek ve oradan da Işık Dağı zirvesine varacaktık.
Minik ordumuz yürüyüşe başladı. İlk dikkatimi çeken, grubu yöneten arkadaşların, 'tek sıra' yürünmesi konusunda ki dikkatleri oldu. Bu kadar kalabalık bir grubun yürüyüşü sırasında olabildiğince daha az ayak izi bırakmak, daha az zarar vermek için herkes önündekinin izinden gidiyordu.
Molalar çok komik oluyordu, bu kadar kalabalık bir grubu bir arada tutmak çok zor olduğundan, ön taraf mola için durduğunda, arka grup o bölgeye varıyor ve ilk grup yeniden harekete geçiyordu. Kocaman bir tırtıl gibi ilerliyorduk.
İleride Işık Dağı göründü. Burası bölgenin en yüksek noktası idi.
Yukarıdaki resime dikkatle bakarsanız zirvedeki yansıtıcı ve aktarıcıları görebilirsiniz. TRT ve GSM'cilerin bu teknoloji heykelleri gözümüzü ve gönlümüzü kirletiyordu ama yapacak birşey yoktu.
Yaylalar mevkiine vardık. Piknikçiler bizleri gördüğünde, kaçıp kaçmamak arasında tereddüte düşüyorlardı. Çamura saplanan bir minibüsü çıkarmak hiç zor olmadı. Top oynayanlara bulaştık, hemen 2'de devre, 4'te biter mini turnuva yapıldı.
Rap Rap Rap, Geliyor GüüüDak...
Son su molasını burada verdik. Yaylalardan hemen sonra eteklerden başlayan ormanın içinden tırmanışa başladık. Ormanlık bölgenin içinde, güneş almayan ağaç diplerinde, 20 derece sıcak havaya rağmen, hala erimeyen kar ve buz öbekleri vardı. Önden giden grup bu kar tepeciklerinde iz açıyor arkadan gelen grup da bu izlere basarak emniyetli geçiş yapıyordu.
Oldukça dik bu ormanlık yamacı yavaş yavaş aşıp, ormandan çıktık. Gençlerin kondisyonu fena değildi ama hocaların durumu pek iyi sayılmazdı. Işık dağının zirvesi kafamı kaldırdığımda tam orada duruyordu, GSM antenlerine rağmen yine de çok güzeldi
Kaç arpa boyu yol gitmişiz, nereden çıkmışız, nereye gelmişiz anlamak için, teknolojinin ağaçlarına sırtımı döndüm ve bastım makinemin düğmesine, işte ayaklarımızın altında ki manzara;
İnanılmaz değil mi? Ankara bölgesinin tavanına çıkmıştık. Çevredeki bütün zirvelerin üzerindeydik, zirvelerin zirvesindeydik. Tamam bu bir Everest değil biliyorum ama herkesin 'Everest'i farklı olamaz mı? Yıldızları hedefeyip, güneşe varmak böyle birşey olamaz mı?
Sırtımı teknoloji kulelerine dönüp manzaranın keyfini çıkarttım. Aşağılarda yanlarından geçtiğimiz piknikçiler minicik gözüküyordu. 180 dereceden fazla görüş açısı vardı. Yeşil ve mavi'nin renk tonları içinde yüzüyorduk.
Zirve bir alemdi. Herkes var, TRT, GSM şirketleri, barakalar vs... Jeneratörün korkunç sesi de bunları tamamlıyordu. Işık dağının öteki yamacına bakan çimenlik alanda mola verip soluklandık. Tam uykuya dalıcam, bizim gurubun artçısı geldi, dikildi başıma;
- Cüneyt Abi gidiyoruz.
- Hay bin kunduz!!!
İniş başladı hala yemek molası vermedik, fazla değil, yanımda hiçmi hiç yiyecek birşey yok. Guruptan ise hiç ümidim yok, herkes öğrenci, bir sürü 'Junk Food' var, dolma, börek falan hak getire.
Dağın öbür yamacının eteklerinde geniş bir yayla da yemek molası verdik. 50 kişi çiçek tarlası gibi yayıldı yemyeşil yaylaya. Günün süprizi, beraber geldiğim arkadaşlarımın getirdiği peynirli börek oldu. Ne varsa silinip süpürüldü, sular tazelendi, yorulan vücutlar dinlendirildi, bu uzun ve keyifli moladan sonra yeniden yola düşüldü.
Öğleden sonra sıcağı iyice bastırmıştı. Geçen hafta Aktaş vadisinde yaptığımız dere geçişini hatırladım. Valla da billa da bir dere geçişi olsa bu sefer en önce ben geçecektim.
İlerledik, ilerledik... Köyler geçtik, kazlar, inekler, eşekler geçtik ama o dereyi bulamadık. Gençler iyicene sıcaklanmıştı.
Veee sonunda dereden de güzelini bulduk. Bir şelale.
Öyle ufak göründüğüne bakmayın. Hemen botlar çıkartıldı ve altına girildi. Nasıl soğuk, nasıl güçlü... Vücutlar cozzz etti suyun altında. Suya giremeyenler, ayaklarını ıslatıp serinlediler. Offf ya müthiş bişi. Oradan ayrıldıktan yarım saat sonra kurumuştuk bile.
Bir offroad parkuru vardı önümüzde. Zaman zaman kaybolduk hissi veren bu orman parkurunu geçip Karagöl'e varmamız yaklaşık iki saat sürdü. İğne çamların ve kurbağaların çevrelediği bu göle kış zamanı başka bir rotayı kullanarak gelmiştim ama bahar görüntüsü ayrı güzeldi. Yolun biraz ilerisinde bir dağ çeşmesi vardı. Herkes kendini göl kenarındaki çimenlerin üzerine bıraktı, mavi gökyüzü, kuş ve kurbağa seslerinin karışımı ile rahatladık.
Işık Dağı, çıkış bölümü orman yollarından, iniş bölümü de ormanın içinden geçtiği için çok zorlayıcı olmayan, doğası görülmeye değer güzellikte bir rota. Beklediğime değecek güzellikte bir gün olmuştu.
Dönüş yolunda artık GÜDAK ekibi ile iyicene kaynaşmıştım. Onlara bakıp yıllar önceki üniversite yıllarımın çoğu zamanını nasıl 'güdük'çe harcadığımı da farkettim. Olsun, 3 çeşit yaş varmış. Nüfüs kağıdında yazan, görünen ve hissedilen. Bence insan hissettiği yaştadır ve ben bu 'gençler' ile daha çok 'Zirve' yaparım.
Hissetiğiniz anları, hemen yaşayın, ertelemeyin, erteletmeyin. Çok fırsatınız olmayabilir yeni zirvelere çıkmak için, belki Everest'e hiç çıkamayacaksınız ama elinizin altındaki, 'Zirveleri' de ihmal etmeyin.
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@usa.net
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Mehtap Yıldız |
GEÇMİŞTE GEZİNTİ..TÜM YAŞAMLAR GİBİ...
Kalemimi özgür bıraktım... İçinden geldiği gibi seçsin harfleri kağıt üzerinde...
Kah sevinç ve umutlarda yol alsın, kah buruk hüzünlerde devam etsin kopuk kopuk da olsa...
Koca bir yaşama ite kaka sığdırılan her şeyi anlatsın... Ön yargısız, sınırsız ve gerçekçi... Tüm yalınlığı ile...
Bazen çocukluğuma insin, kaygısız, tasasız mutlu günlere... Ağabeyimin meraktan küçük bir operasyonla içini deşip samanlarını döktüğü anımsadığım ilk bebeğimin yerine koymaya çalıştığım, çöplerden derip çatıp, kara kaşlar, kara gözler, kıpkırmızı boyadığım dudaklarıyla, rengarenk patiskalarla, pazenlerle sarıp sarmaladığım bez bebeklerime dokunsun, usulca, incitmeden...
İlkokul öğretmenim askere gittiğinde, anneme;" sen de ağlasana" diyerek döktüğüm çocuksu ter temiz gözyaşlarında gezinsin...
Güneşli, pırıl pırıl bahar sabahlarında gözümü açtığımda, küçücük bedenimde duyduğum yaşama sevincinde; "ben asla ölmeyeceğim, nasıl ölebilirim ki kendimi bu kadar iyi hissederken !" dedirtecek denli tazelikte duygularla dolu yüreğimin pır pırlarında dolaşsın...
Para ile ne kadar geç tanışırsak o kadar iyi olacağını düşünen sevgili annemin, okul dönüşünde harçlığımız karşılığında verdiği teneke kutulardaki tazecik kurabiyelerden, çıtır leblebiden ve kuru üzümden de söz etsin...
Babacığımın ilk okul yıllarımızda verdiği yirmi beş kuruşluk simit parasını, abimin hemen hemen her gün "yine paramı düşürdüm" diye kendine acındırıp, nasıl elimden aldığına değinsin de, aldanmaya taaa o yıllarda meyilli olduğum çıksın ortaya...
Oyunun saatle olmadığı, acıktığımızda evden alelacele kaptığımız, üzerine toz şeker ekilmiş sana yağlı ekmeklerimizi, dünyanın en leziz yemeğini yermiş gibi büyük bir iştahla atıştırıp saklambaça devam ettiğimiz, soğuktan kıp kırmızı ellerimiz, nemli burnumuz, sırıl sıklam üstümüz başımızla; kar topuna, kardan adama, kayağa, hastalanıp günlerce yataklara düşme pahasına doymak bilmediğimiz, şimdiki her biri birer mahalle olan "apartman çocuklarının" kolay kolay tadamayacağı düş gibi geçmişe de uğrasın...
Evcilik oyunlarımın bir metreye iki metrelik mini mini taş duvarlarla çevrilmiş, çamurdan karıp yaptığımız eşyalarla dolu iki oda bir salon düş evinin toprak avlusunda, mutlu mesut yaşayıp giden oyun arkadaşlarımın konuğu olsun, soluk alsın beş dakika...
Cinselliğimizi keşfetmenin gizemiyle, kuytu köşelerde büyüklerimizden gizli saklı nasıl da hem korku, hem de merakla bedenlerimizi karşılaştırdığımızı ele versin bir ihbarcı gibi...
Cumartesi öğleden sonraları babacığımla buluşarak, anneciğimin özene bezene hazırladığı kuru köfteler, zeytin yağlı dolmalar, böreklerle dolu piknik sepetiyle Gençlik Parkında geçirdiğimiz, bastıran sağanakla tepeden tırnağa sırıl sıklam ıslanıp, arkasından yeniden yüzünü gösteren güneşin sevinciyle, Lunaparkta bugi bugi, dönme dolap, çarpışan otomobil derken son kuruşumuza dek harcadığımız, annemin babama, babamın anneme güvenip yanlarına fazla para almaması yüzünden dolmuş ücretini utana sıkıla eve ulaştığımızda kapıp getirdiğimiz, şimdi çok ama çoook uzaklarda kalan o günleri de anımsatsın tatlı bir gülümseme ile...
Anneciğim çocukluğumuzda bana ve kardeşlerime hayatta hiç kötü insan olmadığını bütün insanların hem iyi hem de güzel olduğunu anlatmıştı. Öyle inanmıştım ki ona, komşumuzun epeyce çirkin ve spastik kız kardeşini ilk gördüğümde koşa koşa annemin yanına gidip, güzelliği üzerine övgüler yağdırıp durmuştum, söylediklerime kendimi de inandırarak.
Yazsın da, gerçeklerin hiç de böyle olmadığını; sokakta, oyunda, okulda, evde, işte, arkadaşlıklarımda, aşklarımda...derin sancılar çekerek, ağır, hak edilmeyen bedeller ödeyerek, nasıl anladığımı yüzüme vursun bir kez daha buruklukla...
Simon & Garfunkel, Joan Baez, Deep Purple, Uriahheep ve Santana'ların bir zamanlar haftalık çıkan "Hey Şarkı Sözü" dergisindeki tüm şarkılarını tek tek nasıl ezberleyip, su bardağından mikrofonum elimde aynanın karşısında tek kişilik konserler verdiğimi, yıllar sonra da çok yer işgal ettikleri gerekçesi ile hepsini acımadan bir çırpıda nasıl yaktığımı ve şimdi yeni yetmelik anılarımı yok ettiğim için ne denli pişman olduğumu da eklesin.
Uzun yaz gecelerinde coşkumuzla aydınlattığımız, bir türlü bitmek bilmeyen oyunlarımızdan, saatler saatler süren, doyumsuz, neşe dolu, özlenesi duvar üstü sohbetlerimizden dem vursun.
Beş yaşındayken yaptığım çapkınlıkları saymazsak, on üçümde yaşadığım ilk ama hem gerçek, hem de platonik aşkımı... Dört yıl boyunca, yaklaştıkça büyüsü bozulacak diye kaçtığım, uzaklaştıkça onulmaz kalp acıları çektiğim, şimdi çok komik gelen anılarıma da sevecen bir merhaba desin...
Bıçak sırtında geçen, acı ile anımsadığım üniversite yıllarımı, o zor yılları pas mı geçeceksin? Ne çok şey kattı o yıllar, bir o kadar da götürdüğü her şeye karşın...
Saygısızlık olmaz mı yaşananlara, yitip gidenlere? Hala yanmıyor mu yüreğimin kıyıda köşede kalmış mini minnacık bir noktası...
Öyleyse onları da yazsın, yazsın ki geçmişte kalan güzel insanları, onurlu yaşamları taşısın, anlatsın yeni kuşaklara...
Sonuçta hangi yaşta olursak olalım hep yeni bir şeyler öğretmiyor mu yaşam?
Nasıl devrildiğini anlayamadığım yıllarda, sayısız güzellik ve çılgınlığı paylaştığımız can arkadaşlarımızla artık daha bir kendi kabuklarımızda yaşar olsak da, sevgi bağlarının daim olduğunu " ne güzel, hep birlikte yaşlanıyoruz " diye dört sözcükle özetleyen dostumun gerçekçi sözlerinin de hakkını versin bir ara...
Ne o, neden durakladı? Bitti mi?
Ne çabuk!
"Birlikte yaşlandığımız" dostlarımızın altısıyla, salt birikim olsun diye şaka gibi yıllar önce başlayan; düşten gerçeğe, dubleksten dört katlı konağa dönüşen, elimiz ayağımız tutarken beş on yıla dek bitmezse de giderek huzurevine dönüşecek o mütevazı(!) kooperatif evinde, bedenlerimiz eskise bile, hep şen, biraz huysuz, ama çokça da çocuk kalacak ruhlarımızla, ortak yaşama adım atma şansını yakalarsak, paylaşacak ne çok şey, anlatacak ne çok anı çıkar oysa...
Ama ona karışamam ki !!... Sözde özgürlük vermiştim anımsarsanız...
Mehtap Yıldız
Yukarı
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Etimoloji |
|
Ne zamandır bir etimoloji sözlüğü edinmek istiyordum. İnternetten sipariş ettim ve Pandora kitabevinin hızlı servisi sonucunda, iki gün içinde sözlük elime ulaştı. Ara sıra bakıp, hengi kelime nereden girmiş dilimize, ya da hangi kökten türemiş, öğrenebilme olanağına kavuştum.
Bilenleriniz olacaktır, 'Akdeniz'in en güzel küçük otelleri, ya da Ege'nin en güzel lokantaları' vb adlarla yayınlanan, ve her yıl yenilenen bir kitap var, Sevan Nişanyan adlı bir yurttaşımız tarafından yazılmakta bu kitaplar. Büyük emek ve titizlikle hazırlanan bu kitabın yazarınca hazırlanmış, bahsettiğim bu sözlük de. Az sonra aşağıda, gerçekten ilginç ve bir o kadar da ders çıkartılacak bir ibret abidesi gibi olan sunuş yazısını okuyacağınız bu sözlük, çok emek çekilmiş olmasına karşın, yeterince kapsamlı gelmedi bana, bu nedenle acaba başka bir kaynak var mı diye araştırmaya başladım, ve sonunda henüz ilk cildi yayınlanmış olan devasa bir anıtsal esere rastladım bir kitapçıda, Andreas Tietze'nin hazırladığı toplam yedi cilt olarak tasarlanmış olan muhteşem bir başyapıt görünümüdeydi sözlük. Ve ne yazık ki, henüz sadece ilk cildi yayınlanmış olan bu sözlüğün birinci cildi yetmişbeşmilyon liraya satılmaktaydı! Yedi cilt olunca, demek ki toplam 500-600 milyon gibi bir bedel ödemek gerekecekti.. Bu da beni aşıyor, bu nedenle sadece sayfalarını karıştırıp yutkunmakla yetindim..
Burada ilgimi çeken konu aslında başka bir şey, bulabildiğim kadarıyla, bu konuda çalışma yapmış olan yazarlardan, neredeyse hiçbiri Türk değil, Alman, Avusturyalı, ya da Ermeni kimseler. Türklerin dillerine bu derece uzak olmalarını, ya da kapsamlı bir araştırma yapmamış olmalarını yadırgadım.. Belki de yadırgamamak lazım aslında, neden mi? Okuyalım bakalım Sevan Nişanyan neler demiş, kendi sözlüğünün sunuş yazısında;
SÖZLERİN SOYAĞACI
Çağdaş Türkçe'nin Etimolojik Sözlüğü
Sevan Nişanyan
Gözden Geçirilmiş 2. Basım
Adam Yayınları
Şunat 2003
'Bedros Keresteciyan'ın 1912'de yayımlanan 'Materiaux pour une dictionnaire etymologique de la langue Turque' ünden bu yana geçen yüz yıla yakın süre boyunca, yaşayan Türkçe'nin ciddi ve yeterli bir etimolojik sözlüğünün yapılamamış olması, başlıca iki sebebe dayandırılabilir. Bu sebeplarden birincisi Türk Dil Kurumu ve ardıllarının malum ideolojik yaklaşımı ise, ikincisi Türk dili çalışmalarının bugüne dek genellikle Türkoloji disiplininin dar sınırları içinde ele alınmış olmasıdır. Oysa çağdaş Türkçenin kelime haznesi içinde dar anlamda Türki unsurun payı %15 veya 20'yi aşmaz. Çağdaş Türkçe'nin etimolojik etüdü için, Türkolojinin yanı sıra, en azından Ararp, Fars, Fransız, İngiliz, Latin veYunan dili disiplinlerine hakim olmak gereklidir. Bir etimolojik sözlük hazırlama cesaretini bana veren de, bu disiplinlere bir miktar vakıf olabilmiş bulunmamdır.
On yıla yaklaşan bir çalışmanın ürünü olan bu eseri, 2001-2002 yılında, kamuoyunun bildiği haksız nedenlerle kapatılmış olduğum Selçuk cezaevinde tamamlama fırsatını buldum. Kaderin cilvesi, hapse girmeseydim, belki bu sözlüğü bitirme imkanını hiçbir zaman bulamayacaktım. İstemeden de olsa, bana bu imkanı veren küçük taşra bürokratlarına, ve bilhassa Selçuk Müzesi sabık müdürlerinden Selahattin Erdemgil'e teşekkür borçluyum. Sağolsunlar.
Bu sözlüğün bir başlangıç olabileceğini ümit ediyorum. Eksiklerim çoktur. Yanlışlarımın da az olmadığını tahmin ederim. İlerki baskılarda yanlışların düzeltilmesi ve eksiklerin telafi edilebilmesine yönelik her türlü katkıyı minnetle karşılayacağım.
Sevan Nişanyan
Şirince Ekim 2002'
Böyle bir sunuş yazmış Nişanyan, eserinin başına.
Okuduklarımızdan anladığımız kadarıyla, ve böylesi çetin bir işe kalkışmanın belli bir birikimi şart koşması gerçeğinden yola çıkarak, yazarın boş birisi olmadığını tahmin etmek zor değil. Ve bu memleketteki ceberrut 'küçük taşra bürokratı' zihniyetini ve bunlardan çektiklerimizi de üstü kapalı bir biçimde ortaya koymakta yazar.
Sevan Nişanyan, küçük bir Ege köyü olan Şirince'de, (ki Sabahattin Ali'nin çok hoş bir hikayesi de vardır burasıyla ilgili, ve yine bir not daha, o kadar hoş ve güzel bir yerdir ki Şirince, eskiden, köye nazar değmesin diye ismi bir dönem 'Çirkince' olarak değiştirilmiş, çok sonraları asıl ismine tekrar kavuşmuştur..) gerçekleştirdiği birkaç köy evi restorasyonu sebebiyle, tarihi eserlere zarar vermek ya da benzer bir suçlama ile, bu gecekondular deryası, bu doğa ve arkeoloji talancısı memlekette hapse mahkum edilmiş belki de tek örnektir.
Aydınlarımıza sahip olamadığımız, onları teşvik edemediğimiz ölçüde, medeniyet yolunda geri düşmekteyiz. Aydın ve üretken insanları küstürmediğimiz, yaratıcı aklı desteklediğimiz bir Türkiye özlemiyle sürüyor yaşam.
aaltan@superonline.com
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_113.asp
Devamı var
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.311 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
ELİNLE
Seninle sabahların aydınlığı otların ışıyışı seninle
Sonsuzlukla arınmış ovada çığlıkları koşup giden atların
Kirimi pasımı suyu sabunu bol bir teknede yudun yıkadın
Aldın kaba doğayı düzenledin yeni baştan bir güzel elinle
Su kuşlarıyla allı pullu donanma fenerleriyle ardıçlarla
Bezedin düşsel gelinler örneği bir boydan öbür boya evreni
Adım atmak yeniydi seninle uyumak uyanmak solumak yeni
Mutlulukların çiçek açan denizi göz gördüğünce giden tarla
Kanat vurur başının üstünde döner durmadan bir mavi güvercin
Aydınlığında gecemin boy atan yabanıl bitkilerime azık
Yaşantımı sürdürme gücüm benim günüme geceme düşen ışık
Özgürlük dileğim kara ağaçlar değin köklü ölüm isteğim
Sabahattin Kudret Aksal
<#><#><#><#><#><#><#>
DENİZE KARŞI
Adam oturmuş denize karşı
Elinde oltası yıldız tutar
Çeker çıkarır bir bir geceden
Çeker çıkarır tadına bakar
Ardında ışık içinde çarşı
Bir kız geçer arkadaki yoldan
Bir eda bir çalım akça pakça
Ağzı yüzü bir delice türkü
Vurur kokusu uzaklaştıkça
Öyle bir dişi ki beter gerçekten
Dalmış gitmiş işine beriki
Vız gelir çarşı türkü vız gelir
Çocuksu bir bakış gözlerinde
Bir başına rıhtımda oturur
Ne geçer içinden bilinmez ki
Sabahattin Kudret Aksal
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun TÜRK KAHVESİ KEKİ |
|
125 g margarin
2 su bardağı un
2 yumurta
1 yemek kaşığı Türk kahvesi
1 su bardağı toz şeker
½ su bardağı süt
½ su bardağı yoğurt
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
1 limon kabuğu rendesi
Margarini kısık ateşte eritin. Dikkat edin, yanmasın.
Bir kapta yumurtaları ve toz şekeri çırpın. Süt, yoğurt ve kahveyi ekleyin. Kabartma tozu, vanilya, limon kabuğu rendesi ve unu da ilave ederek kek hamurunu hazırlayın. Hafif yağladığınız kalıba dökün. 180 derecede yarım saat pişirin.
Servis önerisi verelim bir de… Bir fincan orta şekerli Türk kahvesi pişirip kekin üzerine gezdirin ve öyle servis yapın.
Afiyet olsun…
Yukarı
|
Cinsi sapık
Adamın tiki var, tek gözünü sürekli kırpıyor, bir işyerine müracaat etmiş..Yonetici:
-"Beyefendi okuduğunuz okullar harika, sizi hemen işe alırdık ama gözünüzü sürekli kırpmanız müşterileri rahatsız eder diye korkuyorum". Bunun üzerine adam:
-"Bir saniye, ben iki aspirin alırsam göz kırpmam duruyor" demiş. Ceketinin ceplerini karıştırmaya baslamış; karıştırırken bir prezarvatif çıkmış, sonra kırmızı bir prezervatif, sonra yeşil bir prezervatif, mor prezervatif, sarı prezervatif, fosforlu prezervatif... Sonunda iki aspirin tabletini bulmuş, yutmuş ve göz kırpması geçmiş.
-"Beyim, iyi güzel de bizde bir çok bayan çalışıyor,sizin gibi bir cinsi sapığı işe alamayız!" demiş. Bizimki:
-"Ne sapığı kardeşim, ben çok mutlu evliliği olan bir adamım."
-"Madem öyle bütün o prezervatifler ne demek oluyor?"
-"Siz hiç eczanede, eczacıya göz kırparak, -İki aspirin- dediniz mi?"
<#><#><#><#><#><#><#>
Kabahat hangi hayvanda dersiniz?
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Yeni Soru : 9 - Şu HAMAM'a bir NATIR bulmamız gerekiyor.. :-)
HAMAM - ..1.. - ..2.. - ..3.. - ..4.. - ..5.. - NATIR
asesen@turk.net
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.superbulmaca.com/
...Zorlu bir günün sonunda yada öğle tatilinde tüm işlerin stresini atacağınız, zevkli dakikalar geçireceğiniz bir yer arıyorsanız hoşgeldiniz. Burada neler mi var? Hergün yenilenen kare bulmacalar, aramaktan bıkmayacağınız "Kelime Avı", keyifli ama zor sorularıyla "Bilgi Yarışması", dostlarınıza gönderebileceğiniz özel "süper bulmaca" e-kartları vb...
http://www.hazirkod.com/default.asp
Yazılımcıların bazı dönemlerde tembellikleri tutar ve "yahu şu uygulama için hazır bir kod bulsam, ne kadar iyi olur" diye söylenirler. 500'ün üzerinde hazır kod'u arşivinde bulunduran bu eğlence dolu site umarım faydalı olur. Üye olmayana kod yok, ona göre...
http://www.geocities.com/lazmp3/
Gülbeyaz dizisinin ve aynı zamanda karadeniz yöresi türkülerinin de popüler olduğu son günlerde bir kaynak araken rastladığım bu sayfayı sizlerle paylaşmak istedim. Özellikle Lazca parça mp3 arayanlar için küçük bile olsa hoş bir kaynak. Deneme yaptım ve herhangibir problem ile karşılaşmadım.
http://www.tt-market.gov.tr/dept.asp?dept%5Fid=110
Caller ID özellikli telefon cihazları piyasaya çıktığından bugüne ne gelişmeler oldu? Telekom altyapı konusunda hangi aşamada? Ya da en doğrusu, "ben Caller ID özellikli telefon alırsam nerelerde kullanabilirim?", sorusunun cevabını merak edenler için en doğru kaynak sayfa adresini ekte veriyorum.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Free Wave Editor v1.7 [26k] W98/2k/XP
http://www.mywebattack.com/a/getapp.php?id=106276
Bu program ücretsiz bir wav dosya editörü. Kaydetme, çalma, kopyalama ve kesme gibi işlemleri kolaylıkla yapıyorsunuz. İhtiyacınız yoksa bile deneyin, eğleneceksiniz.
Yukarı
|
|
|