|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 274 |
2 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
İyi haftalar,
Ohhh be en nihayet bitti. Son 10 haftadır içimi burkan, bitsede gitsek dedirten lig sonunda bitti de bende huzura erdim. Bundan böyle ikibuçuk ay boyunca gelecek senenin hayaliyle avunacağım. Tarihinin en kötü 2. sezonunu geçiren takımım Avrupa'yı bilerek isteyerek taammüden reddetti ve kendini annesinin ligine hazırlayacak önlemleri şimdiden aldı. Gelecek sene bu zamanlar 2 köprü arasına gerilecek sarı lacivert bayrağımız salına salına sallanacak bende altından geçerken "Allahım bu günü bana gösterdin ya artık ölsem de gam yemem" diyeceğim. Diyemem mi? Derim yahu. Bırakın da hiç olmazsa hayalini kurayım. Üç teknik direktör yerine bir taneyle geçinmeyi öğrenip ayağımızı yorganımıza göre uzatırsak, 9-10 tane top cambazı alıp kule yapmayı öğretirsek, medya ve federasyonla iyi ilişkiler kurup hayır dualarını alırsak, bireysel yeteneklerden medet umacağımıza takım ruhunu damardan şırınga edebilirsek, neden olmasın? Olur tabi? Olacak zaten başka yolu yok! Şubuo değil şampiyon bu şampiyonnn..
Şubuo dedimde aklıma shubuo geldi, gördünüz mü şimdi? Günlerdir muhteşem teaserlarla beynimizi titreten dağ fare doğurdu gibi sanki. Aslında yarın açıklayacaklar ama dünden beri duymayan kalmadı sanırım. İşte bu işi bukadar uzatırsan olacağı budur. Ancak henüz bu haberleri cep telefonlarımıza almak için para ödeyip ödemeyeceğimizi öğrenemedim. Bedava vereceklerse bu kadar yaygara niye? Yok para virdim aldım diyeceksek ürküttüğünüz ördeğe değecek mi? İkidebir de ciyk ciyk ötüp gelecek haber mesajına dayanabilecek miyiz? Diğer operatör "Sende şubuo varsa bende bizsizonlar var" deyip parsayı toplayacak mı?
Bakalım dikkatle izleyip göreceğiz, ayrıntılı bilgi ass sonraaa!...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Cafe Azur : Suna Keleşoğlu |
Taşınma kolilerimin içindeki kendim
Merhaba,
Şu günlerde yaşadıklarımı, anılarımı, giysilerimi, kitaplarımı paketliyorum. Her ev taşınma macerasında böyle kalabalık, dağınık ve kolili görüntüler vardır. Bizim evde şu günlerde o halde. Oysa buraya ilk geldiğimizde ne azdık.
Eşyaları ile duygusal bağları olanlar tarafındayım. Kanepe, koltuk, televizyon falan değil ama yani ne bileyim yıllardır biriktirdiğim kalemlerim mesela. Ne kullanabilirim, ne atabilirim. Bazıları artık yazmaz olmuşlardır. Sonra teneke kutularım vardır, renk renk, içi dolu dolu. İçlerini boşaltıp ve o teneke sesleri ile kolilerde yerlerini aldılar bile. Artık üzerime uymayan eski giysilerimden kurtulmam kolay olsa da hala kutusunda ilk günkü gibi duran ayakkabılarım için kaç koli yapmam gerekecek.
Her kolinin üzerine içinde ne olduklarını yazarken, içimde olanlar akıyor. Uzun süredir ev taşımamış olan durağanlığım ile koliye doluşan eşyalarım, yeni evde dışarıya çıkmayı bekliyorlar. Acele etmeden yavaş yavaş toparlanıyorum. Etrafı toparlarken eşyaların üzerine sinen kendi kokumu, kendi yüzümü buluyorum. Onlar beni ele veriyorlar. Tıpkı çantalarımız gibi, tıpkı ceket ceplerimiz gibi, tıpkı yatak başı çekmecelerimiz gibi...
Ağırlaşan koliler yanyana dizildikçe gözüm korkuyor. Annemin sözünü hatırlıyorum.
-Kafanı ve çekmecelerini çok karmaşık tutmayacaksın. Çekmecelerimin nispeten dağınık olmadığını bilen annemin sözü aslında kafamdakilerle ilgilidir, bir anlamda kızım sana söylüyorum gelinim sen anla anlamında. Yine de kafamın içi olur olmaz ile karışmaktan kurtulmaz. Dünya meselelerine takılırım, insan ilişkilerine takılırım, zaman zaman isimler ve telefon numaraları akar beynimden. Kelimeler karışmaya ve noktalarla başlangıçların arası uzamaya başladıkça bir soluk alırım. Bir mola...
Keşke renk renk koliler olsaydı. Hepsine ayrı ayrı işlevlerine göre yerleştirebilseydim eşyalarımı. Herbirinin üzerine içindekilerin ne olduğunu belirten notlar yazıyorum. Şimdiye kadar bu kolilerin üzerine en az yirmi defa falan "kitap" diye yazdım. Odadaki kütüphanelerin tüm rafları boş. İlk önce onları yerleştirdim sessizce. En sağlam kolilere yavaş yavaş, her birine ellerimin izini bırakarak, dokunarak...Şimdi yerlerinde boşluk. Ve soluk kahverengi kutuların içinde taşınmayı bekliyorlar, tıpkı benim gibi. Önceliği neden kitaplarıma verdim diye sordum kendi kendime. Sonra cevaplarını buldum kendi önceliklerimle...
1-Yeni evin heyecanını ilk onlarla paylaşmak istedim.
2-En sağlam ve yeni kolileri seçtim onlar için, sonlara kalıp eski kolilerde yıpranmasınlar diye.
3-Onlarsızlığın ne demek olduğunu anlamak için.
O kadar özledim ki, bir an evvel şu taşınma faslının sona erip kavuşma vaktinin gelmesini bekliyorum.
Sırada diğerleri var. Albümleri yerleştireceğim. Yine yavaş yavaş ve sessizliğime eski şarkıları dinleterek. Defterlerim, ajandalarım, orada burada duran dosyalarım inatla tıkışacaklar kolilere. Kışlıkları valizlere yerleştirirken kıs kıs gülen yazlık giysilere gelecek sıra. Sonra CD'ler, video ve audio kasetler, DVD'ler...Sonra mumlarımı koyacağım..Havlular, nevresimler, terlikler, ayakkabılar derken mutfağın içinden kaç bardak kırıp çıkabileceğim?
Ve koliler doldukça ev boşalacak. Duvarlardaki anılarımı indireceğim, çercevesiz olarak gölgeleriyle asılı olanları. Koliler doldukça ben azalacağım. Yaşamımın beş yılını geçirdiğim bu bahçeli evin her köşesini beynime kazıyarak, bir sonun hüznü ile başlangıcın heyecanını aynı cümlede buluşturabilmeyi umut edeceğim.
Sonra işte o an gelecek ve tüm eşyalar yeni bir evde hayat bulmaya başlayacak. Bu eve ise yeni eşyalar, yeni yüzler ve yeni hikayeler gelecek. Beni, bizi bekleyen boş ev ise bizim eski eşyalarımızla yeni bir hayata başlayacak. Ve ben her koliyi açtığımda, kapatırken ki duygularımı hatırlayıp gülümseyeceğim.
Zamana sığan, sığmayan böylesi taşınmaların her seferinde kendimle taşıyabildiklerimin muhasebesini yapıp, ağırlaşmanın mı yoksa hafifleşmenin mi ruhuma iyi geldiğini tartışacağım. Sonra kitaplarımdan ayrılamayan tarafım ağır basacak ve ben saatlerce ağır koliler yapacağım. Vazgeçeceklerim, vazgeçemeyeceklerimle kıskançlık kavgalarına girecekler. Hayatım boyunca tek bir sırt çantasıyla yolculuk yapabilme hayali kurup duracağım. Tıpkı hafif taşınmalar hayali kurduğum gibi.
Kafam gibi, çekmecelerim de annemi hatırlayarak sık sık gözden geçirilecek. Yatak başucumdaki küçücük çekmeceye sığan şeyleri ne boşaltabileceğim ne de boş bırakabileceğim. Çantamda her daim bulunan suyum gibi, lolipop şekerim gibi bana ait, aslında benim onlara ait olduğum şeylerle dolu olacaklar.
Kalın siyah bir kalemle yeni bir kolinin üzerine not düşüyorum "vazgeçemeyeceklerim". İçinde neler olduğunu ben de sizler gibi yeni eve taşınınca öğreneceğim.
SunA.K. Mougins-01.06.2003
skelesoglu@eudoramail.com
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
SAHİBİNDEN, DOKTORDAN, BAYANDAN - 2
Arabayı haftalar geçmesine rağmen bir türlü kıyıp satamadım. Hala kapının önünde yatıyor. Birkaç defa çok ayaz gecelerde üzerine yorgan örtmeyi falan düşündüm ama bütün mahallenin diline düşmeyi göze alamadım. Arkadaşlar arada bir çalıştır, gez dolaş dediler. Durduk yerde aküsü falan bitermiş. Akşamları işten gelince en tenha, en az kasisli, yokuşu dik olmayan güzergahlarda onu fazla yormadan gezdiriyorum. Lastiğinin dişleri arasına kaçan çakılları çıkarıp, camını da sildikten sonra yine yerine çekiyorum.
Size yazdığımdan beri geçen sürede bir iki müşterisi çıktı. Adamların tiplerini, giyimlerine, konuşmalarına baktım. Fiyatını biraz abartarak söyleyip onları müşteri olmaktan caydırdım. “Benim şaka yapar gibi bir halim mi var kardeşim.” Müşterilerin ikisi de at hırsızı gibi tipler. Benim arabamı alacak adam malının kıymetini bilen, oturaklı, tumturaklı, aklı başında birisi olmalı. Paraları var diye acımadan bu araba insan kılığında gezen orman kaçkınlarına veremem ki. İki günde kaportasını çizer, amortisörlerini patlatırlar, koltukların leş gibi yaparlar. Hatta bununla kalsalar yine iyi de gidip okul yolunda çoluk çocuğun kanına bile girerler. Benim gönlüm buna razı olmaz. Benim sahip olduğum her şeyle aramda duygusal bir bağ oluşur. Şimdi alt tarafı bir makine işte diye düşünüyorsunuz. Eskiden belki de öyleydi, şimdi anılarımız, başımızdan geçen ufak tefek olaylarda kader birliğimiz oluştu. Şükrü Bey benim için “ kız mı evlendiriyor, araba mı satıyor,” demiş. Milletin ağzı torba değil ki büzesin. Bizde böyle aga, sen nasıl istersen öyle sat.
Araba sevdası bende akıl fikir bırakmadı. Oysa ben size Gözde’yi anlatacaktım. Bizimki benim tahminimden daha becerikli çıktı. Araba kullanmakla kalsa gene iyi, başımıza trafik cambazı olup çıktı. Üşenmeden gidip Cemile Hanım’a Gözde’ye direksiyon çalıştırması için ricada bulundum. Sonradan öğrendim ki bizimki Cemile Hanım’ın yanına bile uğramamış. Kadıncağız sözde benim hatırımı kırmak istemedi. Sen kime anlatıyorsun arkadaş... Bana arabayı gösterip hava atışının üzerinden bir hafta geçti geçmedi, pazara giderken rastladım. “Araba kullanma işi nasıl gidiyor?” diye sordum. “Arkadaşımla mesai sonrası Sopalı Köyü yoluna gidip çalışıyorum. İşi epey ilerlettim,” dedi. “Cemile Hanım’a gitmedin mi , ben senin için ondan rica etmiştim, seni çalıştıracaktı,” dedim. “Boş ver şimdi Cemile Hanım’ı ben hocamı kendim buldum,” demez mi? Söyleyişinde öyle muzip, öyle fetbaz bir hal vardı ki mesajı almam çok zor olmadı. “Anlaşıldı, kim bu arkadaş?” diye sordum. Neymiş efendim, bizim Tayfun’un bir arkadaşıymış, Kıtıroğlu Eczanesinin sahibi, adı da Yakup’muş, Tayfun rica etmiş, O’da bunu kıramamış. Biliyorum, öyle sizin kolay anlayabileceğiniz mışlar değil bunlar. Gözde yeni bir araba, yeni bir fırsat, yeni bir neden, yeni bir aşk lazım şarkısına kendince klip çekmeye başlamış bile.
Son zamanlarda zaten evliliğe de iyice taktı. O’da kendince haklı. Yirmi sekiz yaşına gelinceye kadar aklını başından alacak, şöyle gözlerinin içine bakınca ayakları yerden kesilecek aşkını aradı. Tanıştığı erkeklerin hepsinde aradığı aşkın olup olmadığına baktı. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum öyle veya böyle kızı terk edip başka kızlarla ya nişanlandılar yada evlendiler. (Gül gibi kızı bırakıp hep o sümüklülere gittiler.) Artık kızcağız da yatırlara, türbelere niyet çaputları bağlayacak, adaklar adayacak, kısmet açtırma duası yaptırmak için cinci hocaların kapısını aşındıracak hale geldi. Yakup işini sağlama almak, ortada istediği gibi bir aşk falan olmasa da bu kez nikah masasına ulaşmayı başarmak niyetinde. Son günlerde bambaşka biri olup çıktı. Saçı, başı, makyajı, giyinişi, davranışlarıyla tepeden tırnağa kendine yeni bir imaj yaptı. Arabayı nasılsa yalnız başıma kullanamıyorum diye akşamları ve iş saatlerinde oğlana bırakıyormuş. Kendi arabası gibi çekinmeden rahat rahat kullanabilsin diye... Oğlan da eşek değil ya anlasın artık. Kızcağız sana güvendiğini, ne kadar içten ve paylaşmaya açık olduğuna daha nasıl anlatsın?
Siz hala arabanın basit bir mekanik düzenek, makine olduğunu düşünebilirsiniz. Bana sorarsanız sizinle aynı görüşte değilim. Araba insanı düşlerine götürebilir, yeni ve hayırlı başlangıçlara vesile olabilir, yanlışlıkla ezdiğiniz birinin ailesini ömür boyunca acı içinde yaşatabilir yada mutluluğu yakalamanız için size tahmin edebileceğinizden çok sayıda fırsat yaratabilir. Türk filmleri uzmanı olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; fabrikatörün kızıyla evlenmek için O’nun şoförü olmanız çoğu zaman yeterlidir. Dünyada iki çeşit insan vardır. Otomobili olan şanslı kullar ile hala bir otomobil alamamış bahtsızlar.
Seyfullah
Yukarı
|
Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan |
TİP'in Doğuşu ve Batışı - İkinci Bölüm:
Milletvekili pazarlıkları
TİP’in hızla gelişmesi, (AP’nin tek başına iktidara gelmesini önlemek için CHP’nin geliştirdiği) son derece demokratik seçim sistemi, parlâmentoya seçilecek TİP milletvekili adaylarını da hareketlendirmiş, kurulu düzenin hemen her türlü hastalığı kısa zamanda TİP’i de sarmaya başlamıştı...
İstanbul’dan umduğu ilgiyi (TİP’in genel merkez binası o zaman İstanbul da bulunuyordu) göremeyen bir arkadaş, varlık durumunun iyi olmasından yararlanarak Gaziantep’te TİP’in milletvekili seçiminde liste başı olmak istiyor ve bazı arkadaşları araya koyarak, eğer istediği yer kendisine sunulursa partinin seçim masraflarına büyük ölçüde katkıda bulunacağını,aksi halde yatırımını, ona bu hakkı tanıyan başka bir ile kaydıracağını hiç utanmadan sıkılmadan önerebiliyordu...
Bu arada sendikacılar da hareketlenmişler,partililer tarafından çok sevilen bir tıp doktorunun (fakir bir semtte kurduğu muayenehanesinde,hastaların yüz de doksanından para almadan bakardı. Partili olmadan hatta sosyalizmi benimsemeden önce de bu durum aynıydı)garanti gözüyle bakılan liste başılığından ayağını kaydırmak için diğer partilerde de görülen edepsizliklerden tümünü uyguluyorlardı...
TİP’in parti tüzüğünde iyi niyetle konulmuş bir madde vardı; partinin her teşkilatında işçilerin sayısı aydınlardan bir fazla olacaktı. Örneğin benim gibi demirci ustası olan bir arkadaş aday olmak istediğinde, sendikacılar şiddetle karşı çıkıyor,üretim araçlarına sahip olanların işçi kesiminden sayılamayacağını ileri sürüyorlardı. Üretim araçları dedikleri de nedir bilir misiniz: yarım beygir gücünde motorla çalışsan bir körük...Diğer araçların hemen hemen hepsi el yapması... Bir demirci ustasının kan ter içinde günde on iki saat çalışarak elde ettiği paranın dört katını devletin çimento fabrikasında yan gelip yatarak alıyorlardı emekçi sayılan arkadaşlarımız. Ölüm,hastalık,doğum,yakacak yardımı,ücretli izin ve daha başkaları da cabası... O devletin çimento fabrikasında çalışıyor varsayılan işçi sayısı olması gerekenin en az altı-yedi kat fazlasıydı ve Antep içinde kurulan tek devlet yatırımıydı. Daha sonraki yıllarda devlet bu tek yatırımını da satıp aldığı paranın üzerine de para koyarak işçilerin tazminatını ödemek zorunda kalmıştı...
Gaziantep belediye başkanlığını uzun zamandır sürdüren ve başarılı olduğu hemen herkes tarafından onaylanan, altmış sekiz kuşağının sol kesiminden olan Celal Doğan’ın, yabancı konuklarının bir sorusuna verdiği yanıt ünlüdür:
”Nasıl olup ta Antep’te bu kadar hızlı bir kalkınma gerçekleşebiliyor?” sorusuna:
”Çok basit;çünkü Antep’te Hiçbir devlet yatırımı olmadığından insanlar tembelliğe alıştırılmamışlardır. Bu Antep’in ve Antep'lilerin en büyük şansıdır...
”Kamucu ekonomi"yi savunanların sesini duyar gibiyim:
”Dönek!”
Dönelim konumuza:
Hele işçiden sayılan sendikacıların altındaki arabalar,o zamanın değme varlıklılarını bile kıskandırırdı. Örneğin benim her gün köşe yazıları yazdığım sol eğilimli , günlük Sabah Gazetesinin (Antep’te yayınlanır) sahibi aynı zamanda matbaa makineleri sahibi olmasına rağmen, basit bir binek arabası aldığında olay olmuştu...Ayrıca bu sendika ağaları arada bir Amerika’ya da davet edilir, orada sendikacılık kursu görür ve de Amerikan sisteminin nimetlerinden de yararlanırlardı...
Bir-iki çırak/kalfa çalıştıran berber, tamirci, tornacı, terzi, elekçi, marangoz (birkaçını da partiye ben kazandırmıştım) bu sendika ağaları tarafından dışlanıyorlardı. Partinin bütün ağır işlerini yapan bu arkadaşlar yönetim kurullarına seçilme söz konusu olduğunda , ne işçi ne de aydın sayılmadıklarından, yok sayılıyorlardı... Nasıl, bu sendika ağalarının sosyal adaletini de sevdiniz mi? Sakın ola yanlış anlaşılmaya , çünkü o madde bana uygulanamıyordu, benim gazetecilik tarafım da olduğundan (ilkokul mezunu olmama rağmen) “aydın”sayılıyordum; yani benim için sorun yoktu... İsteseydim milletvekili adayı olabilirdim hatta seçilebilirdim de; kendim istemedim. Böyle şeylerin meraklısı değildim, şimdi de değilim.
Aslında benim TİP’e girişim kendi isteğimden değil de, dayımın bitmez tükenmez ısrarlarından oldu. Dayım çok istemsine rağmen kendisi TİP’e giremiyordu,çünkü o da on yedi yaşında komünizm propagandası yapmaktan hükümlüydü. Yaptıklarının ne olduğunu da anlatayım da şu Özal döneminde kaldırılan 141-142 nin nasıl kullanıldığını da öğrenmiş olun:
Bir gurup solcu (çoğunu sonradan tanıdım,solun alfabesinden bile haberleri yoktu)bir bildiri yayınlamak istemişler,dayıma:
” Hadi erkeksen sen de imza koy “demişler:O da erkekliğineyedirememiş,imzalamış. Çok yıllar sonra söz konusu bildiriyi bulup inceledim. Özet olarak işçilerin günde sekiz saatten fazla çalıştırılamayacağını, sosyalistler iktidara geldiklerinde bunu uygulayacaklarını vurguluyorlar. Üniversite öğretim üyelerinden oluşan bir bilirkişi raporunda bunun Marx’ın manifestosuyla paralellik kurularak değerlendirildiğinden mahkeme heyeti hepsini de birer yıl hapis cezasına çarptırmış,dayımın yaşı on sekizden küçük olduğundan on ay kadar yatıp çıkmış...
İşte disiplin altında yaşamaya hiç yatkın olmamakla beraber, bu yüzden partiye girdim. Sosyalist partilerde hem de en demokratı olan TİP’te bile nelerin olabileceğini anlatınca şaşırıp kalacaksınız;ama daha önce şunu söyleyeyim: TİP’e girmek istemeyişimin nedeni aynı görüşleri paylaşmadığımdan kaynaklanmıyordu. Sadece partili olmanın getireceği disipline yatkın bir insan değildim. Bunun dışında günlük köşe yazıları yazdığım gazete de sürekli olarak partiyi destekleyen yazılar yazıyordum, neredeyse TİP kurulduğu günlerden beri...Bu nedenle günlük köşe yazarı olduğum gazetenin demokrat kişiliği oluşmuş sahibine olmadık baskılar yapılmasına rağmen direniyor ve köşe yazarlarının yazılarına dokunamayacağını, bunun demokrasinin kalbine kurşun sıkmak olduğunu, gazetenin birinci sayfasından ilân ediyordu...
Evet,gerçek gazeteciliğin ne olduğunu Anadolu’nun yerel gazetelerinden öğrenebilirsiniz;devleti soymanın gazetecilik olduğunu sananlardan değil...
İkinci Bölümün Sonu
Kemal Duykan
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_114.asp
Devamı var
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.311 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
İlkyaz Manisi
Güle gel
Yaprağa gel güle gel
Bin yıl oldu gelmedin
Söylemedin gülmedin
Söyleye gel güle gel
Muzaffer İlhan Erdost
<#><#><#><#><#><#><#>
Eğer Yaşıyorsa Kardaşın
Eğer yaşıyorsa kardaşın
Dışarda da olsan
İçerde de
Acın derin değildir arkadaş
Eğer yaşıyorsa kardaşın
Hücrede de olsan
İşkencede de
Acın tükenmez değildir arkadaş
Eğer yaşıyorsa kardaşın, soluyorsa göğü, güneşi
Sesin boğulmuş da olsa
Ayakların yaralı ya da prangalı
Acın sonsuz değildir arkadaş
Bir gün, nasıl olsa bir gün
Çürür ayağındaki zincir
Çöker seni ören duvar
Çözülür dilindeki sürgün
Ve bir gün gülebilirsin nasıl olsa
Şu anda ne denli yansa da gövden, yüreğin, bilincin
Nasıl olsa bir gün bir elmayı gülerek ısırabilir
Gülerek geçebilirsin ağaçlar altından
Eğer yaşıyorsa kardaşın
Acın tükenir bir gün
Eğer yaşıyorsa kardaşın
Arkadaşım
Muzaffer İlhan Erdost
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun ÇİKOLATALI LİKÖRLÜ SUFLE (GİRİŞ) |
|
“Sufle tarifi yok mu?” diyenlerden bıktım usandım artık. Olmaz mı… Var tabii… Üstelik birkaç tane… Israrlara dayanamıyorum ve bu hafta çok çok özel bir tarif veriyorum size. Ama önce sufle yapmak için hazır olup olmadığınızı bilmeniz gerek. Sufle yapıyorum diye kabarıp sonunda işi yüzüne gözüne bulaştıranların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Sufle yapmak mutfak acemilerinin işi değildir. Sufle pastacılığın doruk noktasıdır ve iyi sufle yapmanın bazı püf noktaları vardır. Onları bilmeden sufle yapmaya kalkışanların sonuçta ortaya çıkan suflemsi şeyle idare etmek zorunda kalacaklarını baştan belirtelim.
Bu nedenlerle sufle tarifini GİRİŞ, GELİŞME ve SONUÇ olmak üzere 3 parçada vereceğim kusura bakmazsanız. Hem, ustadan bu özel tarifi alana kadar atmadığım takla kalmadı. Bir amuda kalkmadım. Hal böyle olunca, ben de işin keyfini çıkarmak istiyorum tabii ki.
GİRİŞ bölümünde bugün malzemeleri bulacaksınız.
GELİŞME bölümü çarşambaya. İyi sufle yapmak için bazı püf noktaları var.
SONUÇ bölümünde de suflenin nasıl yapıldığını anlatacağım size. Eh, hafta sonu bir sufle yapar, afiyetle yerken de bir haftalık zahmete değip değmediğini görürsünüz.
Burada bir de not düşelim: Bu çok çok özel bir tariftir. Öyle yemek dergilerinde yazan tariflere falan benzemez. Ricamı kırmayan baba bir pasta ustasının meslek sırrıdır. Bu nedenle kadrini kıymetini bilmenizi, öyle mutfak çekmecelerinin bir köşesine atıp kaybetmemenizi öneririm.
Eh, bu kadar lafazanlık yeter artık. Şimdi malzemelerimize bir bakalım.
SUFLE HARCI İÇİN
Bu malzemelerle 8 kişilik sufle yapılır ama kimselere göstermeden bir tek kişi de yiyebilir tabii ki. Ben orasına karışmam.
500 ml (2,5 su bardağı) süt
5 yumurta sarısı
150 g (1,5 çay bardağı) toz şeker
70 g (1,5 çay bardağı) un
5 damla vanilya esansı (veya yarım çay kaşığı toz vanilya)
½ su bardağı kakao
100 g bitter çikolata
2 yumurta sarısı (ek olarak)
8 yumurta beyazı
Kalıbı yağlamak için
1 yemek kaşığı tereyağı
½ çay bardağı toz şeker
Tamamlamak için
4 tane Savoyard bisküvisi (Tembellik edip evdeki pötibör bisküvileri falan koymaya kalkmayın sakın. Savoyard hemen hemen bütün pastanelerde var.)
2 yemek kaşığı likör (Herhangi biri olur. Hangisini isterseniz.)
Üzerine:
2 yemek kaşığı pudra şekeri
Yukarı
|
MAAX...!
Oldukça varlıklı döşenmiş bir oturma odası, geniş bir cam sehpa, ev sahibi bir koltukta, misafiri karşısında. Misafirin koltuğunun hemen yanında evin köpeği (iri bir bernhardiener).
Misafirin karnı hayli şişkin, nerdeyse konuşurken bile barsaklarının gerginliğini hissediyor. Üç laf, beş laf derken caart diye bir ses.
Ev sahibi:
- Maax diye sert bir şekilde sesleniyor köpeğine.
"Oohh atlattık, adam köpek yaptı zannetti" diye düşünüyor misafir.
Bir süre idare ettikten sonra, huylu huyundan vazgeçmez misali
bir caartt daha.
- Maaax !
"Bu sefer de atlattık " diye rahatlıyor misafir.
Gel gelelim adamın içi kötü. Durmuyor ki durduğu gibi. Bir caaartt daha.
- Maxxx, aptal köpek !
Adam tepene edecek sen hala aynı yerde duruyorsun !! denizce.com
<#><#><#><#><#><#><#>
Ortadaki siyah noktaya gözlerinizi fokusladıktan sonra yüzünüzü ekrana yaklaştırıp uzaklaştırın. Buna optik illüzyon diyorlar işte.
Yukarı
|
Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte |
Çok seçenekli bir soru idi, işte çözümler :
HAMAM - HARAM - HARAR - HAZAR - NAZAR - NAZIR - NATIR
HAMAM - HARAM - HARAR - HAZAR - HAZIR - HATIR - NATIR
HAMAM - HARAM - HARAR - HAZAR - KARAR - KATAR - KATIR - NATIR
HAMAM - HAMAK - YAMAK - YATAK - YATIK - YATIR - NATIR
Doğru yanıtları ilk gönderenlerden; Mert POLATAY'a ALTIN, Berrin CERRAHOĞLU'na GÜMÜŞ ve Serpil YILDIZ'a BRONZ madalyalarını takdim ediyorum. Ayrıca; Uğur ALİGÜLLÜ, Burhan ARBUŞ, Deniz Şevki KAYABAY, Sevin A., Elif Şeref ARTUN ve Mehmet Ali ÜNSAÇAR'a alkışlarımı iletiyorum...
Yeni Soru : 10 - Özel imalat olarak; KATIR'dan SUCUK yaptım, ama işin içine biraz BALIK, biraz da MALAK karıştırdım ve öncesinde de biraz SALAM yaptım :-) Her kelimeyi sadece 1 kez kullandım, iyi haftalar...
KATIR - ..(2).. - BALIK - ..(2).. - MALAK - ..(5).. - SALAM - ..(3).. - SUCUK
asesen@tnn.net
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ibb.gov.tr/jeoloji_uyari.cfm
...Bulunduğunuz mahalle, cadde veya sokağın genel zemin yapısı hakkında bu haritalardan bilgi alabilir; yapılacak olan herhangi bir plan tadili veya yapı için; hangi yer mühendislik etütleri yapmanız gerektiğini öğrenebilirsiniz. Zemin ne olursa olsun, gerekli önlemler alınarak inşa edilen bir yapının depreme karşı güvenli olduğu unutulmamalıdır... İstanbul belediyesi tarafından hazırlanan jeolojik yapı bilgileri.
http://www.haydarinyeri.8m.com/htm/GUZ.htm
...Bir zamanlar uzaklarda bir ülkede çok yakisikli bir prens yasarmis.... Ancak prens daha küçükken ülkedeki kötü kalpli cadinin lanetine ugramis, ve üzerindeki bu lanet yüzünden her yil sadece 1 kelime konusabiliyormus.... Mesela prens 2 kelime söyleyecegi zaman bir yil boyunca susuyor böylece ertesi yil da 2 kelime söyleme hakki oluyormus...
http://yayim.meb.gov.tr/yayimlar/145/alisinanoglu.htm
...Çocukluk yılları insan hayatının en hızlı gelişim yıllarıdır. Bu yıllarda fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimin temelleri atılır. Çocuk çevresini tanımaya çevresindeki ilişkileri kendince anlamaya, olaylara karşı bakış açısı kazanmaya ve olayları yorumlamaya çalışır. Bu gelişim süreci içinde çocuğun içinde bulunduğu çevresel koşullara göre kaygı düzeyi de şekillenmeye başlar...
http://kolesterol.ada.net.tr/kolesterol.html
...Kolesterol, yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol, beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur... Daha fazla bilgi almak için tıklayınız efendim.
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Keynote v1.6.1 [1.6M] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106440
Çok amaçlı bir notdefteri. Genişleyebilir ve birçok özelliği bünyesinde barındırır yapısıyla pek çok işinizi görebilecek bir program. Denemenizi öneririm.
Yukarı
|
|
|