KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 275

 3 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Cep Kardeşliği!..


Merhabalar,

Haziran ayı geldi mi alır beni bir müteessir. Karalar bağlar, doluyu kaldırır boşu koyar, boşu kaldırır doluyu koyarım. Hesap eder kitap eder işin içinden çıkmaya çalışırım. Okullardan dem vuruyorum. Hani şu vermezsen olmaz, verirsen süründürür özel okullar çıkmazından. Köşedeki mahalle mektebini unutalı yıllar oldu. Elde çanta koşa düşe okula gidişlerin yerini servis cambazlığı aldı. Bir önlük, bir kalem, bir defter, bir çanta devri kapandı, çok forma, çok servis, pentium bilgisayar devri açıldı. Zorunlu eğitim sorunlu eğitim, bedava öğretim dolarlı öğretim oldu. Özel okullar devletin öğretmenlerini kaptı, bize de onların kapısında kul olmak kaldı. Eskiden eti senin kemiği benim derlerdi analar babalar, şimdilerde neka ekmek oka köfte, para verdim boru mu diye salınıyorlar. Haksızlar mı? Değiller tabi. Yıllardır ite kaka yürüyen Milli Eğitimimizde pes edip yuları özel okullara kaptırdı işte. Ben yiyemedim bari onlar yesin zihniyeti egemen oldu. Eğitimde fırsat eşitliği masaldı efsane oldu gitti yerine cep kardeşliği geldi. Dertliyim dertli.

Çocuklarımız herşeyin en iyisine en güzeline layık bu tartışılmaz. Tartıştığım bizleri bu açmaza sürükleyenler. Eğitime gereken önemi sözde değil özde verselerdi bugün konularımız çok daha farklı olurdu. Müfredatı uygulama sürecinde 0 ila 15 milyar arasında bir yeri seçmekle karşı karşıya kalan velinin düştüğü durumları anlamak için evliya olmak gerekmez. Kuş kondurduğu için 15 milyar isteyen okulların başarısı ile kondurmadan düz vites çalışan mahalle mektebinin yetiştirdikleri arasındaki farkı görmekte öyle kolay değil. Sonuçta pahada hafif yükte ağır okul seçeceğimize yükte hafif pahada ağır seçimlere zorlanıyoruz vesselam. Sorunda soruda çok ama seçenek fazla yok. El mahkum kesemize uygun bir okul bulacağız sonunda. Sonuçta kazanan yavru olursa ne ala, aksi olursa alsana bir başka derd-i azam.

Anladınız belki bizim minik Ege ilkokula başlıyor. Yeteneklerini ortaya çıkaracak, ileride adam olmasını sağlayacak okulla cebimin analitik koordinasyonunu sağlamaya çalışıyorum. 7 ile 15 milyar arasında değişen özel okul fiyatları liste halinde önümde, bulabildiğim okul başarı yüzdeleri cebimde, mekan ve olanakları aklımda, hop oturup hop kalkıyorum. Fazla da vakit yok. Cuma'ya kadar bir karar vermek lazım. İşin içinden çıkamazsam, alacağım Ege'yi karşıma, dökeceğim önüne seçenekleri, olmazsa gidip yerinde inceleme yaptıracağım. En uygun kararı gene o verecektir eminim.

...........

Kahve Molası'nı hazırlarken en zevk aldığım günler sizleri yeni yazarlarla tanıştırdığım zamanlar oluyor. İşte bugünde o güzel günlerden biri. Sevgili Rana Aslanbay 30 sene sonra Kahve Molası aracılığıyla biraraya geldiğimiz bir arkadaşım. Araya giren yılların ardından birikimlerini bizlerle paylaşmak için ilk adımı attı. Gerisi hızla gelecek eminim. Bir diğer yazarımız sevgili Didem Sökmen. Daha önce bir kere yazan Didem'le Kahve Molası'nda değişik tatta mekan hikayeleri yazması konusunda sözleştik. Her ikisine de hoşgeldin diyor sizleri bugünkü sayımızla başbaşa bırakıyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Mekan Hikayeleri : Didem Sökmen


HASANBOĞULDU

Öncelikle merhaba tüm Kahve Molası okuyucularına. Yayınlanmaya başladığı ilk günlerden bu yana, ofiste güne başlarken zevkle okuduğum; etrafımda hemen hemen herkese önerdiğim, özel bir kitlesi olan böyle bir gazeteye bir gün dahil olmak çok güzel. Üniversitedeyken yazmaya karşı hevesim çok daha fazla artmıştı; bir gün değerlendirilecek bir yerlerde yazacağımı biliyordum. Bu çok güzel bir duygu....
Neyse coşkum o kadar fazla ki bana ayrılan bu köşede sırf bununla ilgili yazabilirim.

Evet gelelim bu köşeye. Efendim bu bölümde sizlere Türkiye'nin bence gezilmesi ve görülmesi gereken yerlerinden bahsetmeye çalışacağım. Ama bu yazılar-okudukça da göreceğiniz gibi- tatil önerisinden biraz farklı olacak. Amacım sizlere o yerleri efsaneleriyle, öyküleriyle, hikayeleriyle anlatmak. Biraz benim gözümle görmenizi sağlamak. Şimdi sizleri duyar gibiyim "vakit mi var gezmeye" gibi yakınmalarınız vardır mutlaka; ama bununda çözümü var. İstanbul'da da ya da İstanbul'a günü birlik mesafelerde de gezilecek, dinlenilecek çok yer var. Onları da sizlere anlatacağım. Babam gezmeyi çok seven bir insan, şanslıyım bu yüzden. Yaşıtlarımın görmeye fırsat bulamadığı birçok yeri gezdim. Senede üç dört sefer geziye çıkan bir aileyiz. Zamanla yazılarıma ailemle gezilerden anılarda eklemek istiyorum. Ayrıca sizlerden gelecek çeşitli önerilere ve kaynaklara da açığım. Evet artık başlayalım:

"Ben bir gezginim işim sürekli gezmek, gezemediğim yerleri ise hayal etmek... Tüm gezmeyi sevenler Haydi !! Sizde benimle birlikte gelin bu yolculuklara; sizde hayal edin benim gibi... Dünya, Türkiye, yaşadığınız şehir ayaklarınızın dibinde olsun... Haydi daha fazla bekletmeyin beni yolumuz çok uzun..."

İlk olarak sizlere İstanbul' a yakın bir yerleri anlatmak istedim ama Hasanboğuldu'nun hikayesi beni çok etkiledi. Senelerdir Kaz Dağı'nın eteklerinde Küçükkuyu'da tatil yaparım, fakat bu bölgenin bu kadar etkileyici olduğunu bilmiyordum.

Kaz Dağı aslında bir hazine... Neredeyse her köyünün, her metrekaresinin, her taşının, bir hikayesi bir efsanesi var. Antik çağlarda "İda dağı" olarak bilinmektedir. Mitolojide üç büyük tanrıça arasında geçen ünlü güzellik yarışmasının yapıldığı dağ olmasının yanında yarışmanın yargıcı ve Troia Savaşı'nın çıkmasına neden olan Çoban Paris'in büyüdüğü dağ olarak bilinir. Bu ayrı bir yazımızın konusunu oluşturacak kadar güzel bir hikaye; o yüzden kısa bir tanımlamayla geçmek istiyorum şimdilik. Kaz Dağı, Edremit Körfezine hakim, eteklerinde, Küçükkuyu, Akçay, Altınoluk, Güre gibi hepsi başlı başına birer cennet olan yerleri barındırmaktadır. Çanakkaleye yaklaşık bir saatlik uzaklıkta bulunmaktadır. Türkiye'nin oksijen deposu olarak adlandırılmaktadır.

Zeytin ağaçlarıyla dolu bu cennetin hikayelerinden biridir Hasanboğuldu. Edremit'ten başlayarak Zeytinli, Beyoba, Sutüven rotasında devam edip, sonradan adı Hasanboğuldu Büveti olan Gök Büveti'nde sona ermektedir.

Hasan'ın boğulduğu görülmemiş sadece söylenmiş... Hasan Zeytinli'de bahçıvanmış. Ufak bir bahçesi varmış; anasıyla yaşayıp gidermiş. Daha gencecikmiş. Düğünde, bayramda rakıya, oyuna oturmaz, anasından başka kadına bakmaz, yani kız gibi oğlanmış Hasan.

Bir gün Bostanları (kavun-karpuz) sattığı Edremit Pazarı'nda Yüksekoba'dan Emine Hasan'ı görmüş. Emine güçlü kuvvetli, dağ gibi kızmış. Babsıyla çalışır, her işe koşarmış. Çocuklarla da arası çok iyiymiş. İşte bu Emine, Hasan'dan bostan almış. Hasan bostanları Emine'nin heybesine doldururken, "Kaz Dağı çetin yoldur, yörük kızı nasıl çıkaracaksın bu bostanları ?" demiş. Emine gülmüş:"ne sandın düz ovalı, biz dağlıyız, bundan çok daha fazlasını taşırız." demiş.

Ertesi hafta emine bostanlar çok iyi çıktığı için Hasan'a bir teneke bal getirmiş. Hasan mahçup olmuş. Pazar bitimi köye dönerken Hasan, yolda Emine'yi görmüş. Heybesini eşşeğe yüklemesini rahat gitmesini söylemiş; ama Emine sonrasında yolu uzun olduğundan kabul etmemiş. Az konuşmuşlar, çok bakışmışlar ve gönülleri birbirini sevmiş.

Artık her hafta pazardan birlikte döner olmuşlar. Emine arada Hasan'ın bahçesine uğrayıp, bal, süt getirir olmuş ona; Hasan'da bu yörük kızına dut silkmiş, vişne kiraz toplamış. Bunu görenler olmuş; aralarındaki bu yakınlık konuşulmaya başlamış. Hasan'ın anası bakmış olacak gibi değil, almış oğlunu karşısına, "Baban öleli erkeği oldun bu evin. Artık bu eve bir kadın lazım. Ben bu gün varım yarın yoğum. Ben sana köyden bir kız isterdim ama sen bu yörük kızını sevdinse, ben obasına gidip isteteyim. Güz yaklaştı, zeytinden sonra da düğünü yaparız." demiş.

Dile getiremediği, uzun süredir de içinde olan bu isteği Emine'ye söylediğinde, kızın yüzü sapsarı olmuş, "Kış derdi senden önce benim içime çöktü. Ne ben köyde yapabilirim ne de sen obada. Biz bir günah işledik. Artık sen beni unut, ben de seni" demiş. Hasan'ın ellerine sarılması kar etmemiş ve yörük kızı Emine Hasan'ın yanından koşarak gitmiş. Ardında bakakalan bir Hasan bırakmış. Hasan'ın artık yüzü gülmez olmuş. Ne yaptığını bilmez bir halde yaşar olmuş. Dayanamaz olunca da Yüksekoba'ya giden yolun üstünde Emine'yi beklemiş. Yörük kızını görünce sarılıp "Ben de geleyim senle ananla babanla tanışayım. Sen köyde yaşayamazsan ben obada yaşarım. Emine bunun mümkün olmadığını, Hasan'ın yörük hayatına dayanamayacağını anlatsa da diller dökse de inandıramamış Hasan'ı. "Peki "demiş. "Haftaya beni burada bekle cevabımı al."

Bir hafta su gibi akıp geçmiş. Hasan anasıyla helalleşmiş. Yolun başında Emine'yi beklemeye başlamış. Sırtında sanki içinde pamuk varmış gibi hafif duran bir çuval varmış. Emine ailesinin ona deli kız dediklerini, ama bu tuz dolu çuvalı, Hasan hiç durmadan yörüğe kadar götürürse ancak o zaman evlenebileceklerini söylemiş. Hasan kabul etmiş ve yola düşmüşler. Beyobası'nı geçtiklerinde ayakları kuş gibi uçan Hasan'ın yüzü gözü ter içinde kalmış, rengi atmış. Emine" Hasanım etme eyle , yazık etme kendine, ver çuvalı bana ben yoluma gideyim. Sen de köyüne dön." Hasan'ı ikna etmek ne mümkün. Yola devam etmişler. Sutüven'in oraya geldiklerinde Hasan biraz durmak istemiş. "Eminem tuz yaktı sırtımı, bu zulümdür. Gel birlikte köye dönelim." Demiş. Emine "Durmak yok, kavlimizde durmak yok" demiş. Emine'nin içi parça parça olmuş ama içini dışarı dökmemiş. "Sen dön Hasan ver çuvalı bana ben yoluma gideyim." Hasan son bir gayrete gelmiş. Ama Gök Büvet'in orada dizlerinin üstüne çökmüş. Emine tek söz söylemeden çuvalı alıp yoluna devam etmiş. Hasan arkasından bağırmış:" köyüme dönemem obaya da gidemiyorum. Ben burada ne ederim. Bırakma beni Emine "demiş. Ama nafile. Emine yoluna devam ederken Hasan'ın bağırdığını duymuş. "Emine ben senin ardından gelemedim, sen benim ardımdan gel!! " Emine soluk almadan obaya varmış. Çuvalı sırtından atıp olduğu yere yığılmış. "Duydunuz mu? Hasan beni çağırıyor." Hasan'ı Gök Büvet'in orada bıraktığını söyleyince dellendiğini zannetmişler. Oradan buraya kimin sesi duyulur ki!! Emine ısrar edince gitmeye zor tutmuşlar o gece Emine'yi. Gün ağarırken Gök Büvet'e gitmiş Emine. Aramış, taramış. Bir de ne görsün Hasan'ın dallı çevresi koca çınarın su içindeki dallarına takılmış yüzüyor. Onu oradan almış, koynuna sokmuş ve "Hasan'ım neredesin ses ver. Yanına geleyim." Dağlar taşlar ses vermiş: "Emine ben senin ardından gelemedim, sen benim ardımdan geleceksin !!" Yemeden içmeden üç gün boyunca Hasan'ı aramış her yerde. Zeytinli'ye gidip anasına sormuş. Ama sonunda Hasan'ın Gök Büvet'te öldüğüne inanmışlar.

Emine'yi ise kimse inandıramamış öldüğüne, o hala "Hasanım beni çağırıyor" dermiş ; kaçıp kaçıp büvetin oraya gider Hasan'ı ararmış. Anası babası peşine düşmüş, üstüne kilit vurulmuş ama yine de kaçıp gidermiş. Bir gün anasına "Hasanla biz sözleştik, Gök Büvette buluşacağız" demiş ve kaçıp gitmiş. O akşam üstü dönenler Emine'yi koca çınarın dalında Hasan'ın çevresiyle asılı bulmuşlar.

Hikaye aslında daha uzun, biraz da hüzünlü. Emine'nin Hasan'ı ararken, beklerken yaktığı ağıtlar var. Hikayenin geçtiği yol boyunca gezeken yaşıyorsunuz sanki bu aşkı, etraftan soyutlanıyorsunuz; ayrı bir yer orası... Doğal güzellikleri anlatılamaz etkileyici. Her adımda bir akarsu, dere, şelale karşılıyor sizi. Yürüyüş parkuru olarak çok uygun. Edremit' e gidip de sakın görmeden dönmeyin. Bu bölgede konaklamak için çok fazla seçenek var. Ama sizlere ben köylerdeki ya da kasaba merkezleri dışındaki küçük otellerde ya da pansiyonlarda kalmanızı önereceğim. Hem fiyatları makul hem de oranın doğallığını rahat yaşamanız için. Bence yaşayın bu yeri hem de doyasıya... Şu zamanda böyle duygulara fazlasıyla ihtiyacımız var. İstanbul'da da olsanız başka bir şehirde de olsanız en azından bir hafta sonunu ayırmaya değer emin olun.

Şimdilik bu kadar. Bir sonraki yerde buluşmak üzere. Gezmekten asla sıkılmayın, geziye çıkmaktan şüphe duymayın. Gezi bitiminde emin olun yorgunluğunuza değecek.

Öykünün kaynağı: GEZİ Dergisi (sayı -11)

Didem Sökmen
ddmskmn@mynet.com

Yukarı

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


Şehir Hikayeleri/Şehrin Yalnızlığı

Bütün şehirler birinin aynısı mı? Evler, sokaklar, caddeler, meydanlar… Hepsini birbirinden ayıran sadece ebatları mı? Daha yeşil, daha çok çiçekli olanlar, daha iyi süslenmiş olanlar daha mı güzel oluyor? Ya da içinde en çok insan gezen en güzeli mi? Parlak neonlar, kocaman spotlar, fosforlu renkler daha mı güzel kılıyor şehri?

Ya da çok daha derine mi bakmalı insan? Duygulara, yaşamlara, inançlara, fikirlere mi bağlı şehrin güzelliği? Genel geçer yargılardan uzaklaşıp, kalın puntoyla altı çizilen yalanlara kulaklarını tıkayıp, işaret edilenden çok saklanana odaklanıp, öze indiğinde kentleri birbirinden ayıran ayrıntıları daha mı net görebilirsin? Ben, biz neredeyiz, nasıl bir kaosun içinde sürüklenmekteyiz, gittiğimiz yer neresi veya aslında nereye gitmek istiyorum diye kendi kendine sorduğunda daha mı kolay olur şehrin ruhunu, dilini, anlattıklarını, hissettiklerini anlamak?

Şimdiye kadar gördüğüm kentlerin hepsi birbirinin aynı gibi geliyor. Kiminde binalar daha büyük. Eskiden han denirdi bunlara, şimdi plaza diyoruz daha asortik olsun diye. Camdan sarkıp kapı komşuyla konuşmak bir yana, kapı komşunun kim olduğu bile bilinmiyor çoğu zaman. Kiminde evlerin bahçesi oluyor hep. Bahçede tahta bir masa, yanda saksılar içinde sardunyalar, masanın üzeri sarmaşıklarla kapatılmış. Bir kısmı buram buram yalnızlık kokuyor. Tüm sokaklarını dolaşsanda selam verecek/alacak bir Allah'ın kulu ile gögöze gelemiyorsun. Ama malum, insan burnu 4 dakikadan sonra kokuya karşı hissizleşiyor. Sonuçta herbirinin bir diğeriyle aynı olduğu hissine kapılıyorum. Farklı olan tek şey o zamandaki ben yalnızca.

Peki yalnızlık, yalnızlık heryerde aynı mı? Aynı insan kalabalığı içinde aynı derecede mi yalnızlık herkeste? Kimsenin kimsesi yok mu yoksa? Etrafımızda dolaşan 'seni seviyorum' oyunları sadece iyi kurgulanmış dramalar mı? Belli başlı birkaç isim dışındakiler akışı bozmamak için mi eşlik ediyor bu oyuna? Bu kentte değilde bir diğerinde olsaydık, mesela evleri hep bahçeli olanda, o zaman birbirimize ve kendimize bakışımız daha mı farklı olurdu? Ya şu yalnızlık kokanda hep birlikte yaşasaydık birbirimizin ellerinden tutarmıydık, tutabilirmiydik? Yoksa zaman ve mekan mefhumlarını hiç dikkate almadan aynı hayatları mı sürerdik farklı maskeler altında? İçimizdeki yalnızlık duygusunun varlığında, büyüklüğünde kentlerin rolü var mıdır, var ise nedir?

İnsanın içindeki boşluk ne garip bir şey. Sadece bende değil, herkes bir parça yabancı galiba hayata. Hepimizin kafası bir parça karışık. Tamam, bu böyledir diye kesin yargılarla isimlendirdiklerimize bile şüphe ile bakabiliyoruz kimi zaman. Bir soru işareti hep biryerlerde asılı kalıyor. Arada bir kendini gösterip köşesine çekiliyor sonra. Kapkaranlık bir gecede bir el fenerinin ya da bir lüks lambasını aydınlattığı kadar yeri görebiliyoruz sadece. Gerisi kocaman bir boşluk, bir muamma. Bu muammanın içinde tek başımıza kalıveriyoruz bazen. Cevapları yada cevaplara ulaşmak için doğru soruları tek başımıza bulmak zorunda kalıyoruz. Hepimizde biraz var bu içsavaştan. Yoksa yalnızlık şarkıları herkesi aynı derecede etkilermiydi?

Ne çok soru buldum yine kendime. Afferin bana.

BeT
bet_ayh@mynet.com

Yukarı

 Şimdilik Misafir Kahveci : Rana Aslanbay Aydın


10 PUAN

Kahve Molası'na bir yazı yazmaya niyetlendiğimde ilk yazıyı yazmanın gerginliğini bu denli güçlü yaşayacağımı düşünmemiştim doğrusu. Oldum olası, yazmayı severim. Konuşurken çok heyecanlandığımda ya da çok üzüldüğümde, boğazıma koca bir yumru tıkanıp kendimi ifade etmemi engellediğinden olsa gerek, yazmak her zaman bana daha çekici gelmiştir. (Tabii bu cümleye bakarak beni hiç konuşmayan, sessiz sedasız biri sanacaksınız eminim ama bazen kendi sesimi fazla duymaktan ben bile sıkılırım.) Kimi zaman yazma isteği o kadar abartılı bir biçime gelir ki, sanki o anda oturabilsem raflar dolusu yazabilecekmişim gibi hissederim. Günlük koşuşturmamın arasında, kendime ayırabildiğim küçücük bir zaman aralığında yazmaya kalktığımda ise sanki kelimeler bir yerlere saklanmışlar da ben bir türlü onları bulamam.

Kahve Molası ile tanışmama yol açan sevgili arkadaşım Nuray İnöntepe'nin yazılarını okuyunca, o akıcı anlatımından o kadar etkilendim ve anlattıkları gözümün önünde öyle bir canlandı ki, yine döktürme duygularım kabardı. Aslında kıskandım yani. Lakin, gel gör ki, bir gerginlik üzerimde, bir çekingenlik.......Bu arada bir de Nuray bana okuyucu olarak 10 puan verince daha da gerildim. Ya ben o kadar iyi yazamazsam, ya bana 10 puan veren çıkmazsa ve yazarlık hayatım en başında sekteye uğrarsa ?????? diye düşünürken, kendimi klavyenin başında buldum. Aslında zaten klavye başındaydım ama yazdıklarım hep resmi raporlar, yazışmalar ve hesaplamalardan öte gitmediği için, farklı bir iş yapmaya başlayınca sanki klavyem de farklılaştı. O simsiyah, çok ciddi görünüşlü klavye birden renklendi, az ötede oturan mühendis arkadaşın sahaya gömdürmeye çalıştığı yakıt tanklarını taşerona tarif edişi bile kulaklarımı daha az tırmalamaya başladı.

İstanbul'da yaşayan herkesin yakından bileceği gibi, bu muhteşem şehir, sıradan yaşantıları olabildiğince sıkıntılı hale getirmekte pek ustadır. Hele bir de işkolik bir yapıdaysanız, yandınız demektir. Bir şeyler kaçıyormuş gibi, koşa koşa işe gelip, bütün gün telefon, bilgisayar, fax vs vs ile didişmek, biz işkoliklerin bütün gününü alır ve eve posanızı gönderir. Ne eşinize ne de çocuğunuza ayıracak bir tebessüm kalmıştır, ne de kendinize ayıracak bir saat. Bu tempoyu 19-20 yıl kadar yaşadıktan sonra, aniden eter koklatılmış gibi uyanıp neleri kaçırmakta olduğumu farkedince, artık işi "iş" olarak görme lüksünü elde ettim. Ve artık işi de hareketlendirmek, biraz daha seyreltebilmek için araya bir şeyler serpiştirmeye gayret ediyorum. Bu günden itibaren bu serpinti malzemesine yeni bir konu daha ekliyorum ve kahve molalarıma Kahve Molası'nı ilave ediyorum.

Sık sık buluşmak ümidi ile.

Rana Aslanbay Aydın

Yukarı

 Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan


TİP'in Doğuşu ve Batışı - Üçüncü Bölüm:

Güner Samlı


Güner Samlı, Antep merkez ilçesinde TOPLUM adında sosyalist bir gazete çıkarıyordu. O da pek sosyalist gibi daha on sekiz yaşını doldurmadan siyasi görüşleri nedeniyle hapsi boylayanlardandı,ancak hükümlü değildi...Tanıştığımız zaman benimle aynı yaşlardaydı yirmi-iki yirmi üç civarında yani... İnanılmaz derecede namuslu,çalışkan, bir koltukta dört karpuz taşıyan,arkadaş canlısı aynı zamanda gerçek bir gazeteciydi. İstanbul da yayınlanan Sabah Gazetesi köşe yazarlarından birisi , geçenlerde Güner Samlı’dan söz eden bir yazısında ”tanıdığım en namuslu en büyük gazetecidir; öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum” demişti. Türk basınının bu gerçek kahramanlarından hemen hiç söz edilmez.... Yazıyı okuyunca içim burkulmuştu...

Güner Samlı’nın çıkardığı ve hemen her işini kendisinin yaptığı TOPLUM gazetesinin konuk yazarlarından da birkaç isim vereyim: Aziz Nesin, Çetin Altan, İlhan Selçuk ve diğer ünlü sol yazarlar... Ucuza mal etmek için normalden biraz küçük ebatta basılan, dört bazen altı sayfalık haftalık gazetenin yer darlığı,yazar çokluğu nedeniyle gelen yazılar,yukarıda adlarını saydığım ünlülerden bile gelse sıra beklemek zorundaydılar...Ben de kendi yazdığım gazete de işim bittiğinde biraz da Güner’e yardım etmek ve sohbet etmek için onu ziyarete giderdim. Her karşılaştığımızda “yahu,ortağım hep Sabah’a yazacağına biraz da TOPLUM’a yazsan olmaz mı” derdi; sanki gazetesinde yazacak yer kalıyormuş gibi;gene de onu kırmamak için arada sırada bir yazı gönderirdim. Güner bütün dost bildiklerine “ortağım”derdi...

Bir önceki bölümde kendisinden söz ettiğim (artık yaşamadığı için adını yazmıyorum) Milletvekilliği satın almak için Antep’e gelen kişi, partililere yaptığına benzer bir öneriyi de, TOPLUM’da kendisini desteklemek koşulu ile Güner Samlı’ya önerince, kızılca kıyamet koptu... Sevgili Güner biraz da kekeme olduğundan öyle tepesi atmıştı ki sakinleştirmek uzun zamanımı aldı, diğer arkadaşların da yardımıyla şaşkına dönen milletvekili aday adayını elinden zor kurtarmıştık...

Anadolu da yayınlanan yerel gazetelerin içinde öyle gazeteciler var ki, tanısanız, siyasi görüşlerine düşman bile olsanız, kişiliklerine saygı duyarsınız... İşte Sevgili Güner Samlı dostum bunların en seçkinlerinden biriydi... Dayanılmaz yoksulluğa, inanılmaz baskılara göğüs germek yetmiyormuş gibi bir de nerede ise her gün ya savcılıktan çağırıyorlardı yada mahkeme de duruşması vardı;hem kendisinin hem de başkalarının TOPLUM’da çıkan yazıları dolayısıyla...

Güner Samlı da TİP’e girmemekte direniyordu. “Ben parti disiplinine katlanamam” diyordu. TOPLUM’da çıkan yazıların neredeyse tümü TİP’i destekler nitelikteydi. Haberlerin de çoğu TİP’le ilgili diğer basının vermediklerinden oluşuyordu. Böylesine TİP için mücadele veren Güner Samlı,bazı partili arkadaşlar tarafından soğuk karşılanıyordu; özellikle de dedikodu üretmekten başka bir şeyle iştigal etmeyenler tarafından...Bunlar toplumumuzun her kesiminde bolca bulunduğu gibi TİP’te de yeteri kadar , hatta fazlasıyla vardı... İster inanın ister inanmayın dedikoducular diğer partilerden daha fazla sol partilerde bulunur...

Bir gün TOPLUM’da yayınlanan bir haber röportajda Lise son sınıf öğrencisi bir densizin camilerle alay eder gibi bir cümlesi, neredeyse memleketi ayağa kaldırdı... Aslında Güner böyle akla ziyan yazıları gazetesine koymazdı ama, insan hali boş bulunup atlamış... Gazete daha çok TİP’liler tarafından okunduğu, hatta diğer bazı illere de partililer tarafından gönderilip satıldığı için, TİP’in basın organı gibi bir izlenim yaratmıştı... Oysaki gazetenin sahibi, baş yazarı,her şeyi olan Sevgili dostum Güner partili bile değildi... Bu yüzden kimisi onu korkaklıkla suçluyor kimisi de “burjuva kökenli bir adamdan ne hayır gelir ki” diyordu...

Ailesinin burjuva kökenli olması sanki Güner’in suçuydu... Oysaki Güner solcu olduğu için ailesinden dışlanmış da olduğundan gazete satışlarından elde ettiğinden başka bir geliri yoktu, o da bir demirci ustasının gelirinden fazla değildi... Örneğin en büyük keyfimiz ayda yılda bir en ucuzunda bir iki şişe şarap alıp biraz de leblebi-melengiçle gazete bağlandıktan sonra, gece yarısına doğru ufaktan kafaları tütsülemekti...Hele bir de karpuz yada kavun, yanına da domates, yeşil biber, siyah zeytin, beyaz peynir alabildiğinde, Güner Samlı dostumun keyfine keder bulaşamazdı: ”Ortağım bugünkü nevalemize diyecek yok!”der, zevkten dört köşe olurdu; ben de...

Yoksulluğu derinlemesine yaşarken mutlu olunabilir mi? Hem de nasıl!.. Böylesine mutlulukları ancak yaşayanlar bilir... Bizim yaşadığımız mutlulukların yüzde birini holding sahiplerinden pek çoğu rüyasında bile göremez...

Üçüncü Bölümün Sonu

Kemal Duykan

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_115.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.311 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


KİMLER KALIR

Oturuşundan bellidir bazısının kalkıvereceği..
Belki ilk sıkıldığında canı, belki de başka bir mekân istediğinde..
Oturuşundan bellidir bazılarının kalkıvereceği..
Belki de; oturamayışından.
Ama bakarsın ki, biri “köşe yastığı” gibidir sedirin başında.
Ve bakarsın, biri de su küpü gibi meydandadır,
Hani şu adam boyu olanlardan.
Ve içi dolu doludur, içsen, bitiremeyeceğin kadar.

“Oturuşundan” bellidir yani bazısının kalkacağı,
gidici olduğu..
Bazısının da kalıcı olduğu bellidir yine, duruşundan..

Gidenlerden sonra kalanlardır, evin sahipleri.
Gidenlerden sonra kalanlar; evin sahipleridir…

Sahiplenmek… Sahip olmak…Sahip bilinmek…
Belki yüktür;
Ama, büyüklüktür…
“Sahip” olandır sahip çıkan..
Sahip olan, sahip çıkandır..
Sahiplik; sorumluluktur.
Sahip olmak;
Kendine sahip olmaktır önce..

Sahip bilinmek için, kendini sahip bilmek yetmez…
Misafirler, gidicidir zaten, ilk sıkıldığında
giderler..
Kalanlar, “yorulmaya talip” olanlardır..

Hancılar, “hanı beğenmeyenlere bile” hizmet ederler.
Hancılar;
Hân’ı beğenmeyenlere bile,
Hizmet ederler...

Muammer Erkul

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Adamın biri!

Adamın biri sabah evden işe giderken ilginç bir cenaze kafilesi farkeder. En önde yürüyen köpekli bir adam. Arkasında bir tabut ve onun 10 metre arkasında bir başka tabut. Bunları takip eden, tek sıra olmuş 200'den fazla adam.Meraklanır. Kafilenin başındaki köpekli adam hiç kuşku yok ki cenazenin sahibidir. Yanına yaklaşır ve sorar:
-Beyefendi, bu üzüntülü gününüzde hatırlatmak istemem ama ölenler neyiniz oluyor?
Adam yanıtlar:
-Öndeki karım, arkadiki de kayınvalidem
-Vah vah, başınız sağolsun. Nasıl oldu?
-Köpeğim karıma saldırıp öldürmüş. Kayınvalidem de karıma yardıma gelmiş. Köpek onu da öldürmüş.
Adam biraz düşündükten sonra sorar:
-Beyefendi, köpeğinizi ödünç alabilir miyim?
-Sıraya geç!!!!!!!

<#><#><#><#><#><#><#>


Dikkat et abicim düşeceksinnn. hevvv!...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Yeni Soru : 10 - Özel imalat olarak; KATIR'dan SUCUK yaptım, ama işin içine biraz BALIK, biraz da MALAK karıştırdım ve öncesinde de biraz SALAM yaptım :-) Her kelimeyi sadece 1 kez kullandım, iyi haftalar...

KATIR - ..(2).. - BALIK - ..(2).. - MALAK - ..(5).. - SALAM - ..(3).. - SUCUK

asesen@tnn.net

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.denizce.com/baliktakvim.asp
Balık avlama ve/veya yeme meraklıları için balık takvimi... Ayrıca diğer sayfalarda denizcilik, su altı ve hatta bazı canlıların anatomik yapılarıyla ilgili genel bilgilere ulaşmanız da mümkün. Örneğin: ...At kafasına benzeyen bir başı, uzayarak hortum biçimini almış burnu, küçük ağzı, birbirinden bağımsız hareket eden gözleri, kemik plakalarla kaplı vücudu, öne kıvrılan kavrayıcı kuyruğu ve yüzgeçleriyle denizatları...

http://www.haciabdullah.com.tr/Rehber/balik.htm
Balık avlamaktan çok satın alıp yemeyi tercih edenler için ...Yapacağınız yemeğin tatlı ve sağlıklı olması için balığın alınmasının ve saklanmasının çok iyi bilinmesi gerekir, çünkü kırmızı etlerde olduğu gibi uzun süre dinlendirilmeye ve terbiyeye gelmez. Tazeyken veya tazeliğini muhafaza ederken tüketilmesi gereklidir. Bu nedenle dondurulacak balığın da satın alınırken taze olması gerekir...

http://hermetics.org/vejetaryen.html
...Beslenmenin Ezoterik Yönü ve Vejetaryenlik. "You are what you eat" - "Siz ne yerseniz osunuz". Beslenme dediğimiz an aklımıza çeşitli yiyecekler gelir. Oysa, ezoterik açıdan farklı besinler de vardır. Unutmamak gerekir kadim öğretilerde bir kaç bedenden söz edilir, dolayısıyla insanın çeşit çeşit beslenme gereksinimi vardır. Bu konuda Gurdjieff epey durmuştur... Eee hepimiz etobur olmadığımıza göre(?)

http://karamizah.20m.com/metin/syf02.htm
...- Afedersiniz hostes hanım! - Buyrun beyefendi? - Eee...şey ben uçağı kaçıracaktım. - Şimdi olmaz efendim, servise başlıyoruz. Servis bitsin, rahat rahat kaçırırsınız. - Pardon hostes hanım! Bitti mi servis? - Ha evet. Çok özür dilerim, siz uçağı kaçıracaktınız değil mi? Pardon unuttum - Önemli değil şimdi müsait mi acaba? - Siz rahatsız olmayın ben bir kaptana sorup geleyim. - Afedersiniz Kaptan, içeride uçağı kaçırmak isteyen biri var. - Yine mi!...Nereye kaçıracakmış? - Bi saniye Kaptan sorup geleyim...

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


ScrubXP v1.1 [351k] 2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106333
Windows XP de kullanabileceğiz bir ağır hizmet temizlikçisi. Ardınızda bıraktığınız ne var ne yoksa silip size tertemiz bir bilgisayar bırakıyor. IE Geçmişi, IE Geçici Dosyalar, IE Kurabiyeler, Son kullanılan dosya listesi, Çöp Kutusu, Kendiliğinden tamamlanan girişler. Ayrıca, Çalıştır, Son dökümanlar, Arama asistanı, Girlmiş URL'ler, Media Player, Real Player gibi yardımcı programlardaki son kullanılan dosya listelerini bir bir yok ediyor. Sildiği sadece isimler dosyalara birşey yapmıyor merak etmeyin. Windows açıldığında devreye giriyor ve yukarda sözü edilen tüm temizliği yapıyor. Ek temizlik istediğinizde üstüne çift tıklamanız gerekiyor. Konfigürasyon gerektirmiyor. Birden fazla insanın kullandığı bilgisayarlar için tavsiyeye şayan.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030603.asp
ISSN: 1303-8923
3 Haziran 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com