KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 277

 5 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : "Ben buradayım"


Merhabalar,

Salı gecesi bir güzel diziye daha güle güle dedik. Sizleri bilmem ama ben çok sevmiştim "Biz size aşık olduk"u. Hoş bir konuyu sıkmadan fazla örselemeden sunan, birçoğumuza hatırlattığı anları, duyguları kıvamında bir oyunculukla sergileyen yapımcı ve oyunculara teşekkür etmek istiyorum. O eski Türk filmlerindeki tadı doyasıya yaşatıp kah ağlatıp çokça güldüren, sonunu da "Mutlu Son" la bağladıkları bu güzel yapım için hepsinin ellerine emeklerine sağlık.

.......

Ercan Arıklı'nın zamansız kaybına neden olan kazanın yankıları halen sürüyor. Nedenleri arasında ilk sırayı alan ihmal, olayı daha da dramatikleştiriyor. Sevgili Cumhur en yetkin olduğu konuda duygu ve düşüncelerini çok güzel dile getirmiş. Mutlaka okuyun. Hepimizin düşünüp cevap bulmaya çalışması gereken soruları var.

.......

Üçbini çoktan aşan kahvecilerin arasında kimbilir kimler var diye düşünürken, dün kısacık bir e-posta aldım. "Sayfamı üyelerimizin gezmesini arzu ediyorum. İyi yolculuklar dünyama." diyordu Sevgili Sevgi Çağal. Eğer bir adım öne çıkıp "Ben buradayım" demeseydi kendisinin Kahve Molası dostları arasında olduğunu bilemeyecektik. Online sergisini mutlaka gezmenizi istiyorum. İlgili linkleri "Kıraathane Panosu"'nda bulabilirsiniz. Kimbilir aramızda daha kimler var? Lütfen ses verip "Ben buradayım" demeyi unutmayın. Unutmayın ki, bizler sizin de aramızda olduğunuzu bilip haklı gururunu yaşayalım. Önemli olan ünlü olmak değil, üretiyor olmak yeterli. Eğer ürettiğiniz herhangibirşey varsa lütfen bana yazın. Sizleri bu sayfalarda tanıtmaktan duyacağım mutluluk kelimelerle anlatılmaz.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Siz ağlarmış gibi yapın arkalarından..

Ünlü gazeteci Ercan Arıklı'nın da bir trafik cinayetine kurban gitmesi, ülkedeki trafik güvensizliğini üstelikte bu kez unutkan ve umursamaz medyanın çığrışlarıyla ancak kuşkusuz geçici olarak yeniden gündeme taşıdı.

Yakınlarının ve dostlarının acısına saygısızlık etmemiş olmayı umarak; binlerce benzer kaybın ardından olduğu gibi Arıklı'nın da arkasından akıtılan yaşların önemlice bir bölümünün kendi evlatlarının trafik terörüyle bitip tükenmesini seyreden ilgisiz ilgililerinin ve medyanın timsah göz yaşları sayılması gerektiğini söylemek zorundayım.

Bu ülkenin nice değerli evladı, babası, annesi, yaşlısı genci kurban verildi karayollarındaki trafik terörüne.. Hangi birini saysak.. Vedat Dalokay'dan başlasak, İlhami Soysal'da soluklansak, Hande Mumcu, Barış Selçuk'ları ansak.. Saymakla bitirebilir misiniz, hele kamuoyunda tanınmayan insanlarımızı da katacak olursak. Bir gerçekçi kestirime göre son onbeş yılda 150 bin ölü, iki milyonu aşkın yaralı, sakat vermişiz bu garabete..

Buna karşılık sizler neler yaptınız ülke politikacıları, karar vericileri?

Ulaştırma politikasızlığımızı ortadan kaldıracak, karayollarına yüklenmemizi hafifletecek adımlar mı attınız, planlar mı yaptınız?

Büyük Millet Meclisi'nin hazırladığı Raporu tartışırken Genel Kurul'da kaç kişiydiniz? Bu Rapor'da öngörülen hususlardan herhangi birini üç yılda hayata mı geçirdiniz?

Ülkenin kısıtlı kaynaklarıyla ve yurt dışına ödenen kredilerle gerçekleşen bu alandaki ilk ve tek bilimsel, uluslararası işbirliği ürünü "Trafik Güvenliği Projesi" çerçevesinde hazırlanan "Ulusal Proğram" i uygulamaya mı koydunuz?

Bütün büyük kentler yıllarca ve hala karayolu ve taşıt öncelikli çözümsüzlüklere mahkum edilirken, trafik güvenliğiyle zerre kadar ilgisiz, üstelik bilgi almayı da kabul etmeyen yerel yöneticilerin sırtlarını sıvazlamaktan, onlara kol kanat germekten vaz mı geçtiniz?

Yaş gruplarına uygun, trafik risk ve paratiklerine yönelmiş yeni eğitim, bilgilendirme proğramları mı deniyorsunuz?

Kaza sonrası acil yardım hizmetlerinde koordinasyon mu sağladınız?

Polisin denetim olanaklarını mı geliştirdiniz, üzerlerindeki politik baskıları mı kaldırdınız?

Araç muayenelerini mi düzelttiniz? Okul servislerine mi el attınız? Sürücü kurslarını mı daha sıkı denetliyorsunuz?
Trafik güvenliğinin değişik disiplinlerinde yetkin insan gücü yetiştirilmesine, bunların istihdam edilmelerine yönelik proğramlar mı geliştirdiniz, bunları uygulamaya mı koydunuz?

Koordinasyondan sorumlu, yasada tanımlanmış Trafik Güvenliği Yüksek Kurulu'nu yılda iki kez toplamaya mı başladınız?

Yıkıcı rekabeti disiplin altına alacak ve çalışma koşullarını düzenleyecek kararlar mı aldınız, bunları israrla izliyor musunuz?

Ya, siz bireyler, bayanlar baylar..

Çevrenizde, yanıbaşınızda, ailenizde insanlar birer ikişer trafikte ölürken, şehiriçlerinde hız yapmaktan vaz mı geçtiniz ? Kaldırımların üzerine park edip, çoluk çocuğu yollar üstünde yürümeye zorlamıyor musunuz artık?

Karayollarında radar yerlerini birbirinize keyifle anımsatmıyor musunuz yoksa?

Mecliste hız cezaları yumuşatılırken, siz ne yaptınız? Sivil toplum örgütlerinde uğraşlar mı verdiniz?

Sevgili medyam, ya siz ne yaptınız?

Sahife sahife yeni model araçların bilmem kaç saniyede kaç km hıza eriştiğini ballandıra ballandıra vermekten vaz mı geçtiniz?

Televizyonlarınızda, basın organlarınızda trafik güvenliğinin sağlanmasına ilişkin bilgilendirici, yönlendirici yayınlar mı yaptınız?

Yapmak isteyenlere kulak mı verdiniz? Sabaha karşı usulen verdiğiniz üç beş dakikalık görüntüleri kaç kişi izliyor diye merak mı etmeye başladınız?

Yüzlerce televole proğramı, abuk dizileriniz ile bitmez tükenmez spor, birbirinizi yaralama tartışmalarınızla geçen milyonlarca dakikanın çok küçüçük bir bölümünün trafik güvenliğine ayrılması gerektiğini mi düşündünüz?

Ne yaptık? Ne yaptınız? Hiiç..

Öyle ya.. Ülke ve dünya gündemi çok dolu.. İnsan hayatı hala çok ucuz..

Bunlara henüz sıra gelmedi… Lafa, akıl vermeye, suçu ona buna yıkmaya devam.. Devam..

İnsandan, yetişmiş beyinlerden bol ne var ki? Bırakınız onar, yüzer ölmeyi sürdürsünler efendim..

Siz üzgünmüş gibi davranın, ağlarmış gibi yapın arkalarından..

Cumhur
cumhura@atilim.edu.tr

Yukarı

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


Bisikletin üstünde giderken hiç iki elinizi de bıraktınız mı?

Sarı saçlarını sevimli bir şapkanın altına kıvırmış güzel kadın yokuş aşağı bir bisikletin üstünde giderken yüzüne güneş çarpar ve gözleri kamaşır. Sonra uzaktaki bir kuşu görür gibi olur, dışarıda ormanda yada ruhunun içinde. Nereden geldiğini bilmediği bir ilhamla birden ellerini bisikletin üstünden çeker ve iki yana doğru mutlu bir leylek gibi açar. Sanki kanatlanmıştır. Yüzüne vuran muzip güneş bu sefer yana geçmiştir. Arkada deli bir orman koşar güzel kadının yanı sıra. Mutlu bir sevişmenin terli sevincine benzer bir mutlulukla kadın başını geriye atar. Onu izlerken yaşamı anladığını biliriz çünkü yüzünde ancak yaşamı ve aşkı anlayabilen insanlarda görülebilecek o gülümseme vardır. Bisiklet yokuş aşağı mutluluk ve bilgelikle giderken kollarını açmış bu mutlu meleğin gökyüzüne uçmasını bekleriz. Bisiklet gider. Kadın kendi içinde kanatlanmıştır. O artık mutluluğun bile gölge kabul edildiği ışıklı bir yerdedir.

Orayı, sadece gidenler bilir....

Aslında yazıya şöyle başlamalıydım, "bisiklete binmeyi biliyor musunuz? Eski okurlarımın "yine mi bisiklet" dediklerini duyar gibiyim. Evet yine bisiklet. İki tekerlek ve metalden oluşma bu taşıma aracına nedense anlaşılması güç uzak doğulu bilgeler gibi bakıyorum. Gerçekten de öyle sanırım. Bir çok kitaptan ve bir çok insandan daha çok şey öğretmiştir bana bisiklet.

Konumuza dönelim. Hiç bisiklete binerken iki elinizi de bıraktınız mı? yani kontrolü tamamıyla bırakıp bisikleti kendi akışına bıraktınız mı? Belki çocukken?

Bisikletin üstünde giderken birdenbire iki elinizi de bırakıp, kollarınızı yana açmak, kontrolü bırakmak ve sonra bisikletin kendi seyri içinde gitmesine bırakmak biz yetişkinler için inanılmaz zor bir şeydir. Hani neredeyse imkansız gibidir. Bu işin gerçek hayatta karşılığını yapmak ise çok daha zordur; yaşamınızın gidonunu bırakıvermek, ruhsal olarak yaşadığınız hayata güvenmek, ona inanmak, kontrolü bırakmak zordur. Bahsettiğim Türk usulü içip içip alkol duvarına tırmanıp rezalet çıkarmak değil. Çok daha farklı ve özel bir şeyden bahsediyorum.

Biz yetişkinler her zaman için gidonu tutmak ve bisikleti kontrol altında tutmak isteriz. Gidonu bırakınca dengemizin bozulmasından ve ardından yere düşmekten korkarız. Hem de ölesiye korkarız. Yere düşmenin çok bir zarar vermeyeceği çimenli bir yolda bile düşmek bizi korkutur.

Bisikletin üstündeyken elinizi bırakmak teknik olarak çok zor değildir. Sanıldığı gibi bu dengeyle falan da alakalı değildir. Bir çok insan gidonu tutarak bisikletin dengesini sağladığını düşünür. Yanlış bir düşünce. Bisikletin dengesini sağlayan onun akışıdır. Daha önceki "bisiklet bilgeliği" yazımı okuyan okurlarım hatırlayacaklardır, bisiklet gittiği müddetçe dengede kalır. Yani dengeyi sağlayan öncelikle bacaklarınızdır, yani gücün kaynağı. Durduğunuz anda bisikletin dengesi kaybolur ve düşer yada devrilirsiniz.

Gidonun asli görevi yönlendirmedir. Yönlendirmenin denge üstünde etkisi vardır. Aslında bunu öğrenmek yetişkinler için çok zordur. Belli bir yaşın üstündekiler bisiklete binmeyi bir türlü öğrenemezler çünkü bisiklet belli bir yöne doğru dengesini yitirip o yöne doğru devrilmeye başladığında "sağduyulu" insanlar gidonu ters yöne doğru telaşla çevirirler ve pat diye düşerler. Aslında yapılması gereken tam tersi şekilde gidonu devrildiği yöne doğru yöneltmektir. Bisiklet şaşırtıcı bir şekilde dengesini bulur. Çocuklar bunu hemen öğrenir ama büyükler bir türlü beceremezler. Kontrolün, kontrolsüzlükten geçtiğini bir türlü kabul edemezler. Sonuçta yere düşen bir sürü komik yetişkinin etrafında ona bisiklete binmeyi öğreten azimli çocuk topluluğunun komik görüntüsü oluşur.

Bisikletin üstündeyken elinizi bırakmak, altınızda akıp giden yola, akışa, bisiklete, tekerlere, gelip geçen arabalara ve tümüyle o ana inanmak, güvenmek ve tümüyle her şeyi olduğu gibi kendi haline bırakmanın gerçek yaşamdaki karşılığı nedir? Gelin isimleri, terimleri ve kavramları değiştirelim. Yaşarken (bisikletin üstündeyken) bütün kalbinizle yaşama inanmak (tümüyle bisiklete güvenmek), yaşamın akışına kendini bırakıvermek (bisikletin gidişine güvenip ellerinizi gidondan çekivermek) düşüncesi bile yetişkinler, şehir insanı ve özellikle kadınlar için bir kabustur. Onlar için değil bunu yapmak, denemek ve hatta deneme düşüncesi bile imkansızdır. Hele bazı kadınlar ve erkekler... Kontrol ettikçe boğdukları yaşamlarla her şeyi kokuturlar. Önce ruhlarını sonra çevrelerini. Bir tahta çamaşır mandalına on tanesini değişirim. En azından mandal burnumu kapatıp ruhlarından sızan kötü kokuyu duymama engeller. Neyse bu ayrı yazı konusu.

Tıpkı bisiklette olduğu gibi, yaşamın ve özelde ruhlarının dengesinin ellerinde tuttuklarını sandıkları kontrolden geldiği sanırlar. Oysa tıpkı bisiklette olduğu gibi yaşamda da dengeyi sağlayan kesintisiz akıştır, iradi çaba yada kontrol değil. Bunu en güzel sanırım Mevlana söylemiştir;

"Her gün bir yerden göçmek ne güzel
Bulanmadan donmadan akmak ne hoş"

Kontrolü bıraktığınız anda değil, durduğunuz anda düşersiniz. Durmamak sanıldığı gibi deli danalar gibi koşuşturmak, bir toplantıdan bir toplantıya gidip, sürekli zamanın baskısı altında yaşamak değildir. Kendi içinde yaşamla birlikte akıvermektir.

Bisikletin üstündeyken elinizi bıraktığınızda düşeceğinizden korkarsınız. Benim gibi ilk denemelerinizde elinizi fazla uzağa koymadan, hele hele yanlara açmak gibi o an için çılgınca gelen düşüncelerden uzakta denediğinizde pat diye düşeceğinizi beklersiniz. Ama düşmezsiniz. Dengeniz bozulur ama bunun nedeni elinizi bırakmanız değil, panik halinde "kontrolü ele alma çabasının" sonucudur. Zamanla bu gereksiz kontrolü ele alma çabasını bırakınca denge yerine iyice oturur.

Bunu yapmak için alabildiğine alçak gönüllü olmanız gerekir. Bisiklet, yol ve sizden oluşma bir bütünün parçası olmanız gerekir. Aksi takdirde yapamazsınız. "efendi benim" dediğiniz anda bisiklet, yol ve kenardaki ağaçlardan oluşma bütün sizi hemen dışlar ve dengeniz bozulur, düşersiniz.

Bütün bunları okuduktan sonra haklı olarak bana şunu sorabilirsiniz "ya bisiklete binerken elini bırakıp iki yana açmak çok mu önemli? Yada bisiklete binmek önemli mi? Konforlu ve güvenli arabalarımız var. Ne o çocuklar gibi ellerini açmak falan. Rüzgarsa rüzgar, açarsın arabanın penceresini dolar içeri.

Bisikletin üstünde giderken hiç ellerinizi bıraktınız mı?

Bu yaşantı kelimelerle anlatılmayacak kadar yaşadığınız ana özel bir mutluluk ve sevinçtir. Her şey kendiliğinde oluşur. Nereden geldiğini bilmediğiniz tanrısal bir bilgelikle yaşam bulmuş ve canlanmış bisiklet yolda akmaya başlar. Kollarınızı iki yana açtığınızda sizde bu bütünün bir parçası olduğunuzu hissetmeye başlarsınız. Bütünün önce bisiklet ve siz olduğunu sanırsınız. Tek kale maç oynamaya katılan sevinçli çocuklar gibi rüzgar da aranıza katılır. Saçlarınızı, alnınızı ve yüzünüzü okşar. Yolun asfaltı, gökyüzündeki beyaz bulutlar, gıcır gıcır ses çıkartan tekerlek, yanı başınızdan geçip giden buram buram kokan hanımelleri, ayağınıza yapışmış makine yağı lekesi, uzanıp giden sonsuz ufuk, size merakla bakan insanlar ve tabi hayretler içinde gözlerini açmış o minnacık bebek. Her şey bir bütün olur, her şey anda kaybolur. Bütün bu an içinde, artık "ben" demeyi bırakırsınız. Ortada bir "biz" de kalmaz. Her şey tek olur.

Hiçbir lüks arabanın veremeyeceği bir yaşantıdır bu. Rüzgarın, yolun, asfaltın, hanımellerinin ve kocaman gözlü bebeklerin efendisi değil, rüzgarın kardeşi, yolun çocuğu, asfaltın abisi, hanımellerinin sevdalısı ve bebeklerin babası olursunuz. Bebekler de sizin öğretmeniniz.

Yaşamın içindeyken, bisiklette olduğu gibi ellerinizi bırakmak neye benzer? İnanın ben de bilmiyorum. Herhalde bebek gibi olmaktır. Durduk yerde uçan bir kuş görünce ellerinizi hızla çırpıp gülümsersiniz. Ağzınızın kenarından akan salyayı umursamadan elinizi ısırırsınız.

Sonra gülümsersiniz, gülümsersiniz ve gülümsersiniz....

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

Yukarı

Ahmet Altan

 Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan


   Lavorare Stanca (*)

Cesare Pavese'nin bir kitabını okuyorum, 'Yaşama Uğraşı'.
Bir saplantı haline getirdiği intihar etme olgusu ile yıllarca yalnız ve uzak yaşamış bir edebiyatcının, bu amacına ulaşmadan önce, sözkonusu kitapta yer alan yazılar dışında tüm yazdıklarını yaktığı, ve bir otel odasında sessizce içtiği uyku ilacı ile yıllarının amacına ulaşmasından sonra yayınlanmış olan günlüğü. Kitap güzel. Edebi yönden de psikolojik açıdan da okunmaya değer gidiyor şimdilik.

Pavese, yazdıkları ile İtalyan edebiyatında seçkin bir yer edinmiş kendisine. Ve önemli bazı ödüller de almış. Kitaplarından birinin adı bu, 'Lavorare Stanca' Bana hoş bir ilham verdi ve nicedir yazmayı planladığım, ama bir türlü kotaramadığım, buruşturulup çöp sepetine atılmış bir sürü kağıda malolmuş olan bir temayı yeniden ele almak cesaretini verdi bu isim, 'Lavorare Stanca'.. (*)'Çalışmak Yorar'...Kitaplarından birinin adı bu..

Bir süredir, eski hobim olan kutsal kitap okumaya geri dönmeye çalışıyorum. Oysa uzun çabalarla da olsa bir kez, tüm kutsal kitaplardan hatim indirmiş birisi olarak, ve okunacak bu kadar kitap varken bir daha bu zorlu uğraşa dönmek.. ürkütüyor da beni. Gene de tutamıyorum kendimi. Özellikle eski ahitte, gizli birşeyler olduğu saplantısından kurtaramıyorum kendimi.

Mesele şu, Musa'ya on emir mi indi, yoksa oniki mi? Kitapta yazılanlara bakacak olursak, on emir inmiş. Hatırlamak isteyenler için tekrar edelim;

Benden başka tanrın olmayacak
Put yapmayacaksın-puta tapmayacaksın
Adımı boş yere ağzına almayacaksın
Şabat gününü kutsal sayacaksın, altı gün çalışacak bir gün dinleneceksin
Anneni babanı sayacaksın
Öldürmeyeceksin
Zina etmeyeceksin
Çalmayacaksın
Yalan yere tanıklık etmeyeceksin
Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine ve hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin

Evet, eski ahitte bu kadar yazıyor. Oysa bana sanki oniki emir inmiş olmalı gibi geliyor. Musa son iki emri, ya yanında getirmedi, gizledi... ya da yolda gelirken yitirdi.. Bu konuya tekrar döneceğiz, şimdi insanın yaradılışından hemen sonra gelişen olaylara bakalım. Malum, insan yaratıldıktan sonra aden bahçesine yerleştirildi. Burası yeşillikler içinde, rahat ve insan doğasına çok çok uygun bir yerdi.

'Burada 'görüntüsü zevk veren ve yemeye uygun olan her türlü ağacın, ve aralarında bahçenin ortasında Yaşam Ağacı'nın ve ayrıca İyi ve Kötüyü bilme ağacının topraktan bitmesini sağladı'...

'Tanrı adama bir emir verdi 'Bahçenin tüm ağaçlarından serbestce yiyebilirsin' dedi.'ancak, iyiliği ve kötülüğü bilme ağacından yeme, çünkü ondan yediğin gün kesinlikle öleceksin!'

Tanrı 'Adam'ın yalnız olması iyi değil, Ona kendisine uygun bir yardımcı yapayım' dedi. ... 'kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı. Tanrı, adamdan aldığı kaburga kemiğini bir kadın şeklinde inşa etti ve onu adama getirdi. Adam 'Şimdi bu, kanım ve canımdır. İsmi 'kadın' olsun ('İşa') çünkü adamdan ('iş') alındı.' Dedi. Bu sebeple bir erkek, babasını ve anasını bırakıp eşiyle birleşmelidir ve tek vücut haline gelmelidirler.

Adam ve eşi-ikisi de çırılçıplaktılar; ancak bu durumdan utanmıyorlardı.
Yılan, Tanrı'nın yapmış olduğu tüm vahşi hayvanlar içinde en hilekarıydı. Kadına 'Tanrı gerçekten bahçenin hiçbir meyvesinden yiyemiyeceğinizi mi söyledi?' diye sordu.

Kadın yılana 'Bahçedeki ağaçların meyvesinden yiyebiliriz' diye cevap verdi. 'Fakat bahçenin ortasındaki ağacın meyvesinden ise; Tanrı 'ondan yemeyin ve dokunmayın bile , yoksa ölürsünüz' dedi'

Yılan kadına' Kesinlikle ölmezsiniz!' dedi. 'Aslında tam ondan yediğiniz gün gözlerinizin açılacağını ve Tanrı gibi, iyiyi ve kötüyü tanır hale geleceğinizi biliyor'.

Kadın, ağacın yemeye uygun, gözler için arzu uyandırıcı olduğunu ve ağacın zeka elde etme konusunda çekici olduğunu gördü. Meyvesini aldı ve yedi. Kendisiyle birlikte kocasına da verdi ve Adam da yedi. İkisinin de gözleri açıldı ve çıplak olduklarını anladılar. İncir yapraklarını birbirlerine diktiler ve kendilerine önlük yaptılar. '


Bundan sonra Tanrı Aden bahçesine geliyor ve Adem'i ortalıkta göremeyince çağırıyor ve nerede olduğunu soruyor. Adem çıplaktım, korktum, utandım ve gizlendim diyor. Tanrı çıplak olduğunu nasıl farkettiğini, yoksa o meyvadan yememesini söylemiş olmasına karşın yedi mi diye soruyor. Adam da, bana bunu yanıma verdiğin kadın verdi diyor! Bunun üzerine Tanrı kadına dönüyor ve nedir bu yaptığın diye soruyor, kadın da ' Beni yılan aldattı!' diyor.

Tüm bu olaylar üzerine Tanrı öfkeleniyor ve önce yılanı lanetliyor. 'Karnın üzerinde sürüneceksin, ve hayatının tüm zamanlarında toz yiyeceksin! Kadınla aranıza ve onun çocukları ile senin çocukların arasına düşmanlık koyacağım. O nerede sana rastlarsa senin başını ezmek için hamle yapacak, sen de onun topuğuna saldıracaksın!' diyor. Kadına 'Istırabını ve hamileliğini fazlasıyla artıracağım. Acı içinde çocuk doğuracaksın, Tutkun kocana olacak ve o sana egemen olacak.' Adam'a ise 'Eşini dinlediğin ve sana özellikle emrederek 'Ondan yeme' dediğim ağaçtan yediğin için, toprak senin yüzünden lanetli olacak' dedi. 'Hayatının tüm günlerinde, ondan ıstırapla yiyecek çıkartacaksın, Senin için diken ve çalı yeşertecek ve sen yabani ot yiyeceksin; çünki sen ondan alınmıştın; çünki tozsun sen ve toza geri döneceksin!'
Tora, 1. kitap Bereşit, Sayfa 17-27

Bundan sonra, insan bir de Yaşam ağacının meyvesinden yemesin, böylelikle sonsuza kadar yaşamasın diye, Aden bahçesinden kovulur ve Dünya'ya gönderilir. Dünya da öyle aşırı kötü ve katlanılmaz bir yer değildir muhakkak. Her ne kadar bu gezegene cezasını çekmesi için yollanmışsa da insan, Tanrı gene de sevdiği kuluna acımasız davranmamış, onun kendi yolunu bulması için gerekli ve yeterli ortamları da vermiştir. Ne var ki, Musa Tur dağına çıkıp Tanrı ile görüştükten sonra yanında on emir ile dönmüş, işte benim saplantım da tam burada başlıyor. Tanrı Musa'ya oniki emir vermiş olmalı. Bu iki emirin nerede ve ne şekilde yok olduğunu anlayabilmiş değilim ben. Son iki emir 'Üretmeyeceksin' ve 'Tüketmeyeceksin' olmalı. Kesin böyleydi bu. Tamam ben orada değildim, ama düşününce, bunun böyle olması gerektiğini anlamak zor değil.

İnsanın bu günkü yaşantısına baktığımızda, temel mutsuzluk nedeninin sadece bunlardan oluştuğunu görüyorum. Tamam üretmeyeceksin dediğimiz zaman, hiçbirşey yapmadan yan gelip yatacaksın demek de istemiyorum. Ama 'verimlilik' , 'kar' , 'fayda' ve benzeri konuları şöylece bir düşündüğümüzde, hele hele günümüz insanının üretim sürecinde çektiği sıkıntıları düşününce, ve ürettiklerinin büyük kısmının ihtiyacından değil, zorunluktan olduğunu ve kendisine yarardan çok zarar getirdiğini düşününce.. Onbirinci emrin 'Üretmeyeceksin!' olması mantıklı. Onikinci emir de bununla bağlantılı, çekilen sıkıntıların çoğunun, aslında gerçekten gereksinim duymadığımız şeyleri, gereksinim duymadığımız miktarlarda alabilmek için, sahip olabilmek, elde edebilmek için tükettiğimizi düşününce de onikinci emir bu olmalı diyorum.
İyi de, bu iki emir nerede ve nasıl kayboldu, buna aklım ermiyor bir türlü.

aaltan@superonline.com

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_117.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu - Kapadokya 2001

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.311 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BİR ALIP
BİR SATICI GÖNÜL


Düştüm bir öylesi çekilmez derde
Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu
Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde
Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.

Hasret nedir bilmezken o kadar
Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim.
Çünkü daha görmediğim güzellikler var
Öyle bir yürek koymuşlar ki içime neyleyim
Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar!

Ben deli miyim bilmem mi neler ettigimi.
Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar
Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen
Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar.

Ah... bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı
Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir.
Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı
Gönül her yerde bir kardeşim güzel her yerde bir

Enver Gökçe

<#><#><#><#><#><#><#>

MEMLEKETİMİN ŞARKILARI

Ben, bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu'nun.
Güzel şeylere hasrettir memleketim
Güzel şeylere hasret bu dünya.
Yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
Yanan şehirlerin
Ağır tankların tekerlekleri arasında.
Biliyorum
Yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce
Pasifik kıyılarından Volga'ya kadar.
Benim arzumanım kaldı
Hürriyet boylarında tank oynatanlarda.
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, islam içinde, küffar içinde
Mülhit, mümin ve vatanseverim.
Fakir, cefacı topraklarım içinde
Mendil tutanım, diz vuranım, baş çekenim
Zeybekte, halayda, tamzarada...
Ben küçük Yusuf'um Çit köyünde
Çapak çapak ela gözlerim;
Kıl keçim kısır, annemin memesi yara.
Benim saçlarım belik belik
Bıyıklarım burma burma
Gözlerim kara kıyma renginde, ama
Erzincan oynamış ağlamışım
Irgatlık etmişim el kapısında.
Dolu vurmuş bahçelerimi
Çekirge inmiş tarlarıma.
Ben bir yolcuyum hemşeri
Manisa bağlarından geçtim
Aydın incir tarlalarından.
Çığlıklar getirdim
Üzümleriyle beraber çürür gibi düşen
İnsanlarımdan.
Sıcak tuzsuz gevreklerinizi yemişim
Alaca karanlıkta... Buca'lı işçilerim.
Unutur muyum seni
Derdini, ekmeğini bölüştüğüm
Türküleriyle bizi ağlatan memleketlim.
Karadeniz'in Rumelikarı tütünü
Bende türküler oldu ağlamaklı
Bende türküler oldu dizim dizim.
Doldurdum sineme, ciğerlerime
Doldurdum derdi mihneti
Pamuk tozunu, kömür tozunu;
Memleketimin şarkıları kadar acı çektim.
Ben Ahmet Çavuş'um
"Attığım kurşunlar gitmezdi boşuna
"Şimdi kuzgunlar iner taze leşime".
"İki kere kesemden everdiğim"
Dost dediğim kıydı bana.
Ben Kürtoğluyum derim ki "Yiğitlik kadim"
Ben Nazif'im "Urfa'ya karşı vurdular beni"
Ağlasın Urfa.
Ben şairim
Halkların emrinde, kolunda, safında.
Satırlarım vardır kahraman,
Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı.
Ahdim var:
Terli atlet fanilalı göğüslerden
Püfür püfür geçeceğim.
Bir de aşıkım, kanlıbıçaklı
Yar için serden geçeceğim.
İnan ki ciğerparem, inan ki sevgilim
Bu hususta:
"Üçten, beşten, senden geride kalan değilim"

Enver Gökçe

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Merdiven çıkmak

Adam evinin merdivenlerinden çıkarken düşüp, bacağını dört yerinden kırmış. Hemen hastaneye kaldırılmış, doktor bacağı boydan boya alçıya almış ve:
- "Beyefendi bundan sonra daha dikkatli olun, en azından alçınız çıkana kadar merdivenlerden inmek çıkmak yok", demiş.
Üç ay sonra kırıklar kaynamış, alçı çıkarılmıştı. Adam bu arada doktora:
- "Doktor bey artık merdivenlerden inip çıkabilir miyim?" diye sormuş, doktor da:
- "Tabii, ancak yine de bir süre daha dikkatli olmalısınız", demiş. Adam doktorun bu cevabı üzerine sevinçle bağırmış:
- "Oh be şükürler olsun, üç aydır eve su borusundan tırmanarak girip çıkmaktan anam ağlamıştı."

<#><#><#><#><#><#><#>


SARS'ıcı Çin Modası!...

Yukarı

 Birlikte Oynayalım : Presented by Enishte


Yeni Soru : 10 - Özel imalat olarak; KATIR'dan SUCUK yaptım, ama işin içine biraz BALIK, biraz da MALAK karıştırdım ve öncesinde de biraz SALAM yaptım :-) Her kelimeyi sadece 1 kez kullandım, iyi haftalar...

KATIR - ..(2).. - BALIK - ..(2).. - MALAK - ..(5).. - SALAM - ..(3).. - SUCUK

asesen@tnn.net

Yukarı

 Kıraathane Panosu


Sevgi Çağal

  Sevgi Çağal

   http://www.sevgicagal.com


RÜYA



  • 1957 (17 Şubat) New York, U.S.A.
  • 1974 1978 - New York Üniversitesi, Fransız Dil ve Edebiyatı FakültesiB.A. (Bachelor of Arts)
  • 1976 N.Y.U. Paris, Fransa - Sanat Tarihi
  • 1980 M.A. (Master of Arts) New York Üniversitesi - Fransız Dili ve Sanatı
  • 1985`den itibaren İstanbul`da yaşamaktadır.
  • 1990-1998 yılları arasında çeşitli sanat hocalarıyla ve sanatçılarla resim çalışmalarını sürdürmüştür.
  • 1997`den bugüne, kendi atölyesinde serbest çalışmaktadır.
  • UPSD üyesidir.
  • Sanatçı İngilizce ve Fransızca çeviri yapmaktadır, Ekrem Kahraman,Tanju Demirci`nin de aralarında bulunduğu sanatçıların kitaplarını çevirmiştir.

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://members.fortunecity.de/bitmeyenturku/index.htm
Prometheus, Yunan Mitolojisi’nde tanrilara baskaldirmanin simgesi olan bir kahramandir. Denilebilir ki Yunan Mitolijisi’ndeki en ilginc kisilik Prometheus’dur. Öyküde Prometheus... Bitmeyen bir türküdür yaşamak.

http://www.geocities.com/yimacjb/nereli.htm
Radyo dinlerken duyduğunuz bir parçayla kaderinize küser ağlamaklı olur, ondan sonraki parçayı duyar kalkar fıkır fıkır oynarsınız... Türk olmak cesaret ister.

http://www.sandik.8m.com/
Bir serçe yuvasındaki malzemeyi merak eden bir adam şunları bulmuştur. 630 at kılı , 1715 daha kısa kıl , 195 kök parçacığı , 1 tül parçası , 3 yonca yaprağı , 20 değişik yaprak , 45 iplik ve 35 gram koyun yünü... Özel fakat ilginç bir web çalışması.

http://www.kapkac.com/
Yeni keşfettiğim portallardan biri. Şöyle bir inceledim gerçekten geniş içerikleri var. Faydalanabileceğiniz birşeyler mutlaka çıkacaktır.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


File Watcher v0.8.5 [121k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106488
Bazılarımızın çok işine yarıyacak bir küçük program daha. Örneğin bir program install ederken bilgisayarınızdaki hangi dosyalar değişikliğe uğruyor öğrenmek istiyorsunuz yada network üzerinde paylaşılan bir klasördeki dosyalarda ne gibi değişiklikler yapılmış bilmek istiyorsunuz, öyle tam size göre. Program yönlendirdiğiniz klasörü sürekli denetliyor ve loglar halinde önünüze getiriyor. Özellikle network kullanıcıları için kullanılmaya değer bir program.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030605.asp
ISSN: 1303-8923
5 Haziran 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com