KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 280

 10 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : ÖZELLEŞTİR-ME?!..


Merhabalar,

20 sene kadar oldu "Özelleştirme" zat-ı kavramı ile tanışalı. Devleti küçültelim, Devlet üretici değil denetleyici olsun hoş sözleriyle çıkıldı yola, ama kaç arpa boyu yol gittiğimizin hesabını yapabilene aşkolsun. Özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanlıkları ihdas ettik, komisyonlar oluşturduk, hayaller kurduk amma velakin beceremedik. Neden? Çünkü özelleşmeyi içimize sindiremedik. Özelleştirme ile peşkeş çekmeyi, korumacılıkla arpa ambarı işletmeciliğini bir sandık. Velhasıl istemedik özelleşelim. Hadi genelleme yapmayalım. İstemedi büyüklerimiz gönülden diyelim de işin sorumluluğundan kurtulalım. THY, Türk Telekom, Petkim, Tüpraş, Tekel özelleşmeye karar verdiğinde doğanlar bugün 20 yaşında yağız delikanlı, gelinlik kız oldular. Biraz daha beklesek, onlarda iş güç sahibi, zengin olsalar, ihalelerde pey sürseler keşke.

Geçen süre hep aleyhimize işledi. Milyarlarca dolar değer biçtiğimiz Türk Telekom "güneş"ti, parçalayıp yıldız yapıp sürümden kazanalım derken evdeki bulgurdan da olduk. Değeri artsın diye küçük hesaplar peşinde koşup altyapı yatırımı yapmak yerine bila servis servis sağlayıyıcılığa soyunduk. Neye bulaştıysak elimizde patladı. Sonunda yıldızları birer ikişer kurtulma bahasına evlendirmek zorunda kaldık. Petkim listeye alındığında pazar payı %90 lardaydı, geçen 18 yılda nasılsa satılacak teranesiyle tek bir çivi çakılmadı, pazar payı %30'lara, değeri tek şubeli hortum banka fiyatına düştü. İhaleye çıktı, 70 milyonluk Türkiye'nin tek Petkim'ine topu topu 3 alıcı pey sürdü. Onlar da yerli malı sanayiciler. Nerde yurtdışındaki yatırımcılar? Madem değeri 3-5 milyardı hani dış kaynak? Geçti Bor'un pazarı... İstikrarsız ekonomik yapıyla, isteksizce çıkılan ihaledede üçün biri kaldı, ikisi bıraktı. Beklediklerinin dörttebirine razı olacaklar mı hiç sanmam. Büyük olasılıkla kurul kararıyla ihale bir başka bahara ertelenecek, arpa ambarı böyle gelmiş böyle gidecek. Hem satıp kurtulursan, çaycıyı, ocakcıyı, berberi nereye yönetim kurulu üyesi yapacaksın? Binlerce amca dayıoğluna nerde iş bulacaksın? Dedik ya niyet başka.

Sırada Tekel, Tüpraş ha bir de Milli Piyango var. Hani şu her hafta piyasadan hazineye 5-6 trilyon sıcacık, çil çil TL akıtan Milli Piyango. Nasıl bir hesapla satacaklar aklım ermiyor ya neyse. Altın yumurtlayan tavuğu kesip ziyafet çekecekler sonrada karşılıklı lades tutup vakit geçirecekler korkarım.

Tamam özelleşelim, devleti hafifletip babasal konulara yönlendirelim, sevelim, sevilemem amenna. Amma böyle özelleşeceksek, ben istemiyorum ÖZELLEŞTİR-ME kardeşim. Hiç olmazsa büyükler arpa ambarında nasiplenirken sağa sola saçılan tanelerden birkaç garibanın karnıda doymaya devam eder, fena mı?

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


BİR TAŞINMANIN ANATOMİSİ

Belki hatırlarsınız, evimin satıldığından, yeni ev sahibimin evi kendisinin kullanacağından ve çıkmam gerektiğinden bahsetmiştim. Emlakçım arayıp sabahın köründe vermişti müjdeyi. Hani yeni ev sahibim pek ulu bir insan halkın arasına pek çıkmıyor, henüz müşerref olamadık demiştim. Bu arada haberleri bizim salak emlakçı getiriyor, bende kafasını karıştırıp geri gönderiyordum. Epey bir zaman ses çıkmadı emlakçımdan, bende hiç sesimi çıkarmadan efendi efendi oturuyordum evimde. Bir taraftanda ufak ufak ev bakıyorum, çıtır biyer denk gelirse kaçırmayayım diye ama hiç de acelem yok. Nasılsa yeni ev sahibime ancak yaza çıkabilirim diye haber gönderdim onunda sesi çıkmadı ya, sükut ikrardan gelir diyerek vicdanım gayet rahat.

Derken 2-3 hafta önce yeni ev sahibim bana ilk ziyaretini yaptı eşi refakatinde. Meğer bizim salak emlakçı zeka seviyesi yine normal bir insanın altında olmakla birlikte zannettiğimiz kadar salak değilmiş. Evi satarken benim zaten evden çıkacağımı, bir aya kadar evi boşaltacağımı söylemiş. Adamcağız da buna güvenerek almış evi. Ben yaza kadar oturacağım ya, saf saf emlakçıdan ev sahibinin hesap numarasını bekliyorum ki, kiramı göndereyim. Zavallı ev sahibim de ha bugün çıktı ha yarın çıkacak diye oyalandığından utanıp kirayı isteyemiyor. Öyle idare edilmişiz epey zaman karşılıklı.

Neyse ev sahibiyle konuşup bir aya kadar evi boşaltmak üzere anlaştık. Ben mehter taksimi ile yaptığım ev bulma çabalarımı rap müzik eşliğinde yaparak, işime de yakın olsun diyerek İstinye'de bir ev buldum kendime. Ev arama sürecinde zaten eşyaların büyük kısmı ve beraberinde hayatımın bir kısmı kolilendiği için taşınmaya zaten hazırım. Gazeteden bir taşıma şirketi bulup ertesi gün için randevu aldık. Macera da bundan sonra başladı. Ertesi sabah verilen saatte taşıma şirketinin arabası geldi. Taşıma işlemleri için 4 kişi beklerken 2 kişi ile karşılaşınca 'hadi yaaa' olduk ama dert diil tabi bizim için. Nasılsa eşyaları taşıyacak olan onlar. İster 2 kişi taşırlar ister 22 kişi.

Gelen adamların eşyaları beğenmemesiyle 2. dumuru yaşadık. Eşyanın çokluğundan şikayet edip şirketin bize ilk verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyat istediler. Nuh diyor, peygamber demiyor adamlar. Ben adamların gözünün ortasına bir tane patlatıp camdan atma isteği ile yanıp tutuşurken babam olayı güzellikle çözme çabasında hala. 'Ya kardeşim biz alo dedik, sizin adam bize şu fiyatı verdi, noooluyo şindi' diyoruz 'cık, eşya çok fazla' diyorlar. Bu arada belitmeden geçemeyeceğim, yalnız yaşıyorum ve benim çok eşyalı saray yavrusu evim öğrenci evinin bir üst modeli. 'İyide siz fiyat verdiğinizde biz eşya az bile dememiştik' diyoruz, bu sefer sadece 'cık' diyorlar. Baktık olmuyor 'tamam kardeşim geri gidin siz, başka şirket yok değil ya' dedik. Olmadı kapıdan bir kamyon 2-3 tanede hamal çeviririz olur biter. Zaten toplama-yerleştirme yapmayacaklar. 'De hadi siz gidin o zaman' diyoruz cevap gene 'cık'. Neymiş efendim, şirketi bizim arayıp bu adamları sevmedik dememiz gerekiyormuş, yoksa mağdur olurlarmış. Laaa havle çekmekten bir hal oldum. Şirket arandı, eşyaları taşıtma konusunda ikna edildik, amcalar binbir nazla taşımaya başladılar ama acaba gıcıklık olsun diye bişeyleri biryerlere atarlar mı diye gözüm de üzerlerinde. Bu arada taşıyanlardan biri 15-16 yaşlarında bir çocuk. Bilgisayarı indirirken 'abla bundan sizde fazla var mı? Bana lazımda' deyince güleyim mi ağlayayım mı bilemedim, bir tuhaf oldum valla.

Eşyalar kazasız-belasız arabaya yüklendi, biz önde kamyon arkada yeni eve gelindi. Annemle babam destek kuvvet olarak yanımda, eşyalar yukarı çıktıkça valide sultan yönergelerini iletiyor, ona göre büyükbaşlar konuşlandırılıyor. Küçükler ortaya bırakılıyor, onları sonra ben istifleyeceğim. Kırık-çıkık olmadan hepsi yukarı taşındı, yemek yendi, adamlara paraları verilip gönderildi ve biz hallaç pamuğu gibi atılmış evde kaderimizle başbaşa kaldık. Babamın 'hadi bir çay koy' komutuyla mutfağa yollandım.

- Anneeeee demik nerdeeeeeee?
- Orda biryerlerde olacak. Mutfağın kolileri orada.
- Bulamıyooooom
- Hey Allah'ım!!! Al işte bak burda, ben odaya gidiyorum, biraz oturiim.
- Anneeeee çay fincanları nerdeeeee?
- Orda biryerde, üzerinde cam yazıyo.
- Anneeeee şeker nerde?
- Orda biryerde üstünde ufak tefekler yazıyo.
- Anneeeeeee…
- Bir daha anne dersen gelecem oraya
- Valide sultaaaaanıııım…
- Uyuduuuuuuu…
- Ay ben daha çayı soracaktım…
Binbir çabayla çay demlenip odaya gelebildiğimde baba bilgisayarı kurma çabası içindedir.
- Anaaaaaa!!
- Annem uyumuş, öyle diyo.
- Hiç boşa şebeklik yapma, kasayı düşürmüşler.
Bir bakarım bir ucu prize girecek olan kablonun diğer ucunu elimizde tutmaktan başka şansımız yok, çünkü kasayla buluşturmak için yapabileceğimiz tek şey bantlamak.
- Anneeeeeee kontrol kalemi nerde?
- Uyudu dedik dimi.
- Anne valla çok ciddi bir konu bu.
- …..

Kontrol kalemi bulunup kasa açılınca düşürülmediği, CPU ve harddiskin 'ödünç alındığı' anlaşılır. Hemen şoför aranıp oralara düşmüş mü(!) diye sorulur. Olmadığı bilgisi alınınca şirket aranır. Kamyon gelince haber verileceği bilgisi alınır. Birkaç saat sonra şirket tekrar aranır, kamyonun hala gelmediği bilgisi alınır. Görüşmek istenir, adres alınır, baba Kartal'a gider. Kamyon'un sanayiye gittiğini öğrenir. Sanayiye gidilince eşyaların Ümraniye'den İstinye'ye patlak frenle taşındığı öğrenilir (kaç dumur oldu ben sayamadım valla). Eşyaları taşıyan çocuklara durum anlatılırken ufak olan 'he abi o bilgisayarın beyniymiş' deyince kendilerini ele verir. Hemen şoför çağırılır. Şoför 'Abi bunlar düşmüş, arabada buldum' diye elinde bir torbayla gelir. Üstünde 8 vida olan birşeyin kapalı kasadan nasıl düşebileceği şoföre sorulduğunda cevap alınamaz, merak içinde geri dönülür. Eve gelip edevatlar gerekli yerlere takılır, makine çalışma çabası içindedir ama ekran gecenin körü… Ekran kartı canhıraş sökme çabalarına dayanamayıp ayvayı yemiştir. Üstüne bir de ekran kartı yenilenir. Bu arada mağdure (yani ben) o kadar hengamenin içinde 'ulan bir de bu şerefsizlere yemek ısmarladık' stresindedir. E ne yapayım birşeylere takmam gerekiyordu:)

Hani vücudunuzdaki adrenalin miktarı sizi kesmezde acik stres isterse canınız, şirketin adı Lider Nakliyat. İsteyen olursa telefonlarınıda verebilirim, ajandama kaydettim belki bir gün bir yerleri soymaya karar verirsem lazım olur diye. Arkadaşlar tecrübeli nasıl olsa. Ama derseniz ki taşınmanın sıkıntısı bana yeter, siz siz olun mümkün olduğunca referans alabileceğiniz şirketlerle çalışın. Aman diyim yani:)

BeT
bayhan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Gönülden Kahveci : Aylin Çukur


SEVGİYLE KALIN,TUTKUYLA YAŞAYIN...

Deli bir mutluluktur yürekleri saran... Heyecan doludur insan, kalbi dışarı çıkacakmış gibi atar... Yüce bir umut,şevk sarar yürekleri nedensiz...Ama zincirleri kırarcasına,bulutların üstünde uçar insan... Anı yaşar, tüm umutsuzlukları, mutsuzlukları sineye çeker ve farkeder ki yaşamak lazım; her şeyin tadına vararak,bir arı gibi her çiçekten tadarak!

Hırçın sevgilerde yaşanmalıdır. Belki biraz acıtır ama sevgidir o, kişiye göre öyle yansıtılır. Eğer biliniyorsa sevildiği işte o her şeye bedeldir. Zaten sevginin başı sonu yoktur, sonsuzdur;nerde ve nasıl başladığı uç noktalardır,kırılma anıdır,ama yaşanır çaresiz...

Mutluluk yorgun düşürür kimi zaman insanı,serseme çevirir ama tatlı bir yorgunluktur... Zevk verir insana ve üstelik ''yeter'' dedirtmeyecek kadar büyüler insanı! Bazen sıkıldığını sanar kişi ama sevgisiz olmadığını anlayınca acı bir pişmanlık yer bitirir içini...

Samimi olmalıdır kişi sevgilerinde, mutluluklarında; açmalıdır kalbini sonuna kadar... Maskesiz saf güzelliği sunmalıdır. Tereddütsüzce uzatmalıdır elini, onunla bir gizini paylaşıyormuşçasına özel olmalıdır!

Zordur o sevgiyi elinde tutmak ya da mutluluğu ama fark vardır aralarında derin bir çizgiyle belirli;o da sevgi derinlemesine ve karşılıksız ama mutluluk anlıktır; yaşadın yaşadın, yaşayamazsın mahvolur büyü...

Sımsıkı tut ikisini de elinde, taşı yüreğinde, tutkuyla sev her şeyi çünkü tutku bağlılık yaratır,kopamazsın tüm güzelliklerden kolay kolay!Tutku, içindeki çılgınlığı gün gibi apaçık ortaya koyar,ayna gibi yansıtır seni daima...İzin ver sevginin ve tutkunun seni sarmasına...

AYLİN ÇUKUR
acukur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


SAHİBİNDEN, DOKTORDAN, BAYANDAN - 4

Arabama eli, ayağı düzgün, iyi aile terbiyesi görmüş, helal süt emmiş, zararlı alışkanlıkları olmayan isteğim gibi bir müşteri çıkmadı. Ekşimez, kurtlanmaz, varsın dursun kapının önünde. Satıp parasını borsaya mı yatıracağım, repo mu yapacağım. Zaten savaş çıktı çıkacak. Böyle maceralara atılmanın ne gereği var. Varsın Avrupa olmasın, sıfır kilometre olmasın, ölüsü de para dirisi de. Hiçbir yere gitmesem bile açarım kapısını, teybine bir kaset koyup, koltuğu iyice geriye yatırıp müzik dinlerim.

Haberlerde “bütün Türkiye kar altında, yurdun bazı bölümlerinde ulaşım güçlükle sağlanıyor,” dediler. Düşündüm, arabamız olduğuna göre zincir de lazım. Bakarsın dolaşırken kar aniden bastırır, yolda izde bari kalmayalım. Kar yağarken göz göre göre zaten yola çıkmam. Sanayideki araba parçası satanları dolaştım. Benimkinin tekerlerine uygun takmatik yada yere serilerek takılan mahmuzlu zincirlerden sordum. Hepsi de fırsatçı bunların. Yetmiş milyondan bir kuruş aşağı düşmediler. Bir zincirlere baktım, bir de elimdeki paraya alamamaya karar verdim. Fırsatçıların ekmeğine yağ mı süreceğim? Yetmiş milyona kıydıktan sonra ben onun aynasına takmak için altın zincir bile alırım. Zincirler takılıyken yolda çıkmak arabanın balans ayarını bozarmış. Canım arabam, ben senin safir mavisi bakışlarına kurban olayım. Benim gönlüm senin rot-balans ayarlarının bozulmasına razı olur mu?

Geçen Cumartesi günü öğleden sonra Gözde telefonla beni aradı. Resmen salya, sümük ağlıyor. Ne oldu kız, yeni mi kaza yaptın?” dedim. “Çok kötüymüş, içi acıyormuş, ölmek istiyormuş.” Sesi yüreğimi parçaladı, üzüldüm valla. “Dün akşam ayrıldık, bitti,” diyordu. “Ne olur görüşelim, konuşmaya çok ihtiyacım var. Yarım saat sonra Evim Kafe’de buluşalım,” dedi. “ Sen böyle zırıl zırıl ağlarken kafeye falan gidilmez, arabana atla, sahile gel,”deyip telefonu kapattım.

Yarım saat sonra Gözde inci gibi göz yaşı dökerken, ben karşısında ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemez halde oturuyordum. Mesele öyle karmaşık, içinden çıkılmaz bir şey değil. Bunlar birkaç arkadaş akşamları önce bir yere gidip çay içiyor, oradan da müzikli danslı başka bir yere geçip geceyi vur patlasın, çal oynasın bitiriyormuş. Gözdenin arkadaş grubunda aynı apartmanda komşu oldukları başka bir kız daha varmış. Bunlar her zaman birlikte takılıyorlar.

Eczacı Yakup’la öteki kızın arkadaşı Öğretmen Kuddusi ‘de çok eskiden beri zaten arkadaşmış. Komşusu olan kız bizimkine haber vermeden o akşam erkenden dışarı çıkmış. Gözde önce O’nu evinde aramış, sonra da telefon etmiş. Kız evde yokmuş, telefonunu da kapatmış. Üzerinde fazla durmadan, hazırlanıp evden çıkmış. Her zaman oturdukları kafeye gitmiş. Arkadaşlarını orada bulamayınca “beni resmen sattılar” diye düşünüp öfkelenmiş. Ekip o akşam çay içme, laflama faslını atlayarak direk çalgılı, çengili yere gitmiş. Bizimki sinirlendiği için içeri girer girmez kız arkadaşını “niye haber vermedin, telefonunu niye kapattın” tarzından paylamış. Eczacı Yakup, eski pavyon adabı tahsillisi gibi ayağa kalkıp “benim olduğum masada kimse bağıramaz, kimse böyle saygısızlık edemez” diyerek Gözde’ye çıkışmasın mı? Masadaki her kesin suratı asılmış, ortamın tadı iyice kaçmış. Yarım saat sonra Yakup, “kusura bakmayın, ben biraz rahatsızım, izninizi istiyorum,” deyip masadan kalkıp gitmesin mi? Bizimkinin başından aşağı kaynar sular dökülmüş.

Ertesi gün araları daha da tatsızlaşmasın diye, olan biteni unutarak Gözde, “Geçmiş olsun, şimdi nasılsın?” demek içir Yakup’a telefon etmiş. Oğlan almış eline sazı; ilişkilerinin yürüyemeyeceği dair delilleri, Gözde’nin aslında ne kadar iyi bir kız olduğunu, O’na ne kadar saygı duyduğunu bir bir anlatmış. Oysa O, aşık olmak istiyormuş ama yaşadığı bir aşk değilmiş. Bundan gayrısını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Hep aynı bildik son. Konuşma “buraya kadar, bu ilişki zaten yürümez ” ifadeleriyle son bulmuş.

Arada bir “ bak sen, yok yahu, deme be, ne var bunda, anlayamadım ki” gibi canı gönülden dinlediğimi açık anlatan ifadeler kullanıp “ ağla ağla güzelim, sıkma kendini, açılırsın, rahatlarsın” gibi sözcüklerle kızın safrasını atmasına yardım etmeye çalıştım. Üst üste sigara içip durmadan, dinlenmeden iki saate yakın konuştu. Neden böyle olduğunu bana onlarca kez bıkıp usanmadan sordu. Ben de; “ eğer tanışmak için peşinden günlerce koşsaydı, sen kendi çabanla bu arkadaşlığı başlatmasaydın, böyle olmazdı. Sayenizde kendilerini bir halt sanıyorlar. Bütün kızların kendileri için yanıp tutuştuğunu düşünüyorlar. Dayanılmaz erkek olduklarına inanıyorlar. Ama bunda senin de katkın var. Resmen adamın peşinden koştun. Bir dediğini iki etmedin. Üzerine titreyip, gak deyince et, guk deyince su verdin. Bu kadar üzülmene değmez. Senin altın gibi bir kalbin var ve o senin ne kadar güzel bir insan olduğunu görecek kadar sabırlı değildi,” dedim. Hepsi değil ama son söylediğim cümle onu biraz teselli etti.

Halbuki her araba aşka gitmez. Her yeni elbise, ayakkabılar, küpeler ve kolyeler de. Gördüğünüz her sakallı babanız olmadığı gibi tanıştığınız her erkekte aşkınız değildir. Yazıma kulağınıza küpe olacak, hepinize kıssadan hisse alınacak bir son çağırayım. Yola çıkmadan önce aracınıza “usta bu bizim yağımız değil mi?” bakımı yaptırın. Direksiyonda sakin olun, yolların kurdu Ford’lardan uzak durun. Fazla hız yaparak el kızını üzmeyin. Emniyet kemerinizi takarsanız hem yollar, hem kızlar size hasta olur. Karlı ve buzlu yollarda takın zinciri, büzmeyin inciri.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_120.asp

Devamı var

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.327 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Ben seni her yerde

Ben seni çocukluğumun yaz günlerinde buldum,
bayram sabahlarında köylerin
yatır taşlarıyla ovulurken bedenim
bağlanmış dilek çaputlarında yoksulluğunu gördüm de
durup birdenbire utanmam
ve türkülere yaslanmam bundandır.

Zerrin Taşpınar Ben seni panayır çadırlarında buldum
zar sallamalarda, kasnaklarda
bezginliği gizleyen allıklarınla
hisseli tiyatroların yayılan çığlıklarında
dost beslemelerde buldum da düğüm düğüm
dalıp saçındaki gülü düşünmem
yağmur akşamlarında üşümesi kollarımın bundandır.

Ben seni dağlarda, ovalarda buldum, kentlerde
kliniklerde upuzun, kan içinde
gecekondu sokaklarında, genelevlerde
adli tıpta -kolları mühürlü.
Ben seni her yerde ayrı güzel -ayrı tutuklu
yıllardır ben seni can içinde.

İnatla kadınlığımı bilemem
ve yüksek sesle konuşmam bundandır.

Zerrin Taşpınar

<#><#><#><#><#><#><#>

Turkuaz

Düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
Seni nasıl sevmeli?

İpeksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?

Düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu Afganistan

Karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.

Toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha.
Seni nasıl sevmeli..?

İnsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
- kil ya da kaburga kemiğinden değil -
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu...

Sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
Turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?

Düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.

Dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.

Kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli..?

Zerrin Taşpınar

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Derrlerrr, Derrrlerrr

Vakti zamanInda İstanbul'da Sarayburnu ile Büyükada arasında 2 kişilik kayığıyla bir nevi taksicilik yapan Ali isminde yiğitlerden bir yiğit, yakışıklı mı yakışıklı çapkınlığıyla da dillere destan bir kayıkçı varmış.

Müşterileri çoğunlukla son vapura yetişmesi asla mümkün olmayan, Büyükada'da ikamet eden Kumkapı meyhanelerinin gayr-i müslim konsomatrisleriymiş. Konsomatris dediysek, sakin ola umumi kadın ile karıştırılmaya.. Dönemin konsomatrisleri, efkar dağıtılan meyhane ve pavyon sofraları müdavimlerini daha ilk kadehi yudumlamadan sarhoş edecek kadar güzel ve bir o derece de namuslularmış. Müşteriyle ilişkileri sadece ve sadece müessesenin onları kolayca sövüşleyebileceği kıvama kadar sarhoş etmekmiş.

Lakin bu kadınların ortak bir ince karınları varmış ki o da bizim Kayıkçı Ali'ymiş. Ali'nin kayığına binip de, Büyükada'ya varmadan, Heybelinin hemen arkasında mehtap altında, dalga üstünde Ali'nin tezgahından geçmeyen yokmuş. Ali de Ali'ymiş hani.. Boy, pos, yanık ten, güç kudret... Öylesine bir çekicilişi varmış ki Kayıkçı Ali'nin, kayığına müşteri olup da kürek çeken kaslı kollarını, ayışığında parlayan kavruk tenini gören daha Kınalı'ya bile varmadan Ali'nin karşısında bir mum gibi eriyormuş. Eee Kayıkçı Ali de müşteri velinimettir anlayışıyla hiç birine hayır demiyor sessizce işini görüyor, ve lakin kayıkta olanı biteni asla ve asla hiç bir mecliste mevzu bahis etmiyormuş.

Günlerden bir gün, Çukurova'nın güzelliği ve dirayeti dillere destan, uğrunda bıçaklar çekilen kurşunlar atılan, mekanlar basılan Afet-i Devran Neriman'ı Kumkapının en ünlü meyhanelerinden birine transfer olmuş. Bu Neriman venüs kadar güzel, lakin Rahibe Teresa kadar da frijitmis. Rivayet olunurmuş ki Neriman'ı tezgahından geçirecek er kişi henüz ahir zamana intikal etmemiş, o mübarek ana o yavuz yiğidi daha doğurmamıştır..

Her nasılsa Temmuz gecelerinden bir mehtaplı gecede , Afet-i Devran Neriman'ın Büyükada'ya gitmesi icab etmiş. Çevresindekiler acele etmemesini sabahı, ilk vapuru beklemesini önermişler. Dinlemeyip ısrar edince de Ali'nin namını anlatmışlar. Şuh bir kahkaha savurmuş Neriman,

Hahahayyyyt, demiş, O kayıkçı parcası mı beni üfleyecek ?? Aman yapma etme büyük konuşma demişler, Ali'nin kayığına binip de donuna dokunmadan inen yok demişler.. Dinletememişler.

Nihayet binmiş Neriman Ali'nin kayığına.. Çek demiş Büyükadaya.. Hayhay demis Ali.. Vira bismillah çekip asılmış küreklere.

Moda burnu hizasına geldiklerinde , Neriman dayanamayıp göz ucuyla kaçamak bakışlar atmaya başlamış Ali'ye ... Bir yandan Ali'nin namının hiç de haksız olmadığını düşünürken bir yandan da içinde kıpraşan karşı koyamadığı arzuya gem vurmaya çalışıyormuş..

Bir kac kez göz göze gelmişler... Ali hiç ses etmemiş.

Derken Neriman'ın kaçamak bakışları sıklaşmış.. Zaptetmeye çalıştığı arzuları coştukça coşuyormuş.. Öte yandan da uğruna erkeksiz yasadığı belki de eline erkek eli değmeden mundar olup öte aleme hicretine sebep olacak namı geliyormuş aklına... O içinde böyle fırtınalar yaşarken, Ali sessizliği bozuvermiş , bir yandan küreklere asılırken bir yandan da nasihat verir gibi of ceker gibi mırıldanmaya başlamış;

- derleeeeeer, derleeeeeer, derleeeeeer, derleeeeeer...

Ses etmemiş Neriman..

Ali devam etmiş ,
- derleeeer, derleeer, derleeer, derleer

Neriman zaten hormonlarıyla amansız bir cenk halinda, Ali'nin umursamazlığı ve derleeer derleeer şeklindeki hu çekmesi iyice sinirlerini bozmuş ve çıkışmış:

- Ne derler be !? Ne derleeeer ??

Ali sakin, türkü kıvamında, sanki kendi kendine sesli düşünüyormuş gibi devam etmiş..

- Derleeer Derleeeer. Ali'nin kayığına bindin bir kere Neriman. Vermesen de verdi derleer...

Not: Resmin hikayeyle bir ilişkisi yoktur. Neriman'ı resimdeki "Pembe Balina" ile bir tutanlara yazıklar olsun...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.miniaturk.com.tr/
...Türkiye gibi köklü bir tarihi kimliğe ve zengin kültürel mirasa sahip ülkeler, tanıtımları iyi yapıldığında, tüm dünyada ilgi görmekte, turistik bir cazibe merkezi haline gelmektedir. Binlerce yıl çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, mimari ve sanatsal eserlerini koruyup günümüzde de ayakta tutmayı başarmış ülke veya şehirlerin derinlemesine incelenmesi, kıyı bucak gezilmesi oldukça uzun zaman alır. Bu tür uzun turistik gezi veya tatiller yapmak, günümüz koşullarında neredeyse imkânsız...

http://at.netster.com/games/bounceout/bouncy.asp
Bu oyunu ilk oynadığınızda pek anlamlı olmuyor. İkinci defa oynadığınızda hafiften heyecanlanmaya başlıyorsunuz. Üçüncü kez oynama sabrını gösterirseniz ciddi bir alışkanlık yapmaya başlıyor. Eğer farkına varmadan 15-16 defa oynamışsanız vay halinize dostlar, kurtuluşunuz yok demektir. Ben dördüncü defadan sonra zor bırakabildim.

http://www.yorumcu.com/tr/dream/
Eski çağlardan beri insanları ilgilendiren rüyalara ilkel toplumlar da çok önem vermiştir. Rüyaların korkulan tanrılar tarafından verilen armağan veya cezalar olduğuna inanılmıştır. Bu sayfalarda gördüğünüz rüyayı yorumlayabilmeniz için tanımlar ve bir sözlük bulacaksınız. Ne olursa olsun yorumları takıntı haline getirmemenizi tavsiye ediyorum.

http://www.karalahana.com/karadeniz/makale%20-%20yayla%20senlikleri.htm
...Bugün yörede gördüğümüz araba yolları yapılmadan önce en uzak yaylalara bile yaya gidilirdi. Yaylası uzak olanlar bir veya birkaç gün önce, yaylası yakın olanlar ise yaylaya çıkış günü erkenden yola çıkar ve öğleye doğru yaylaya varırlardı. Yolda kalabalık gruplar halinde gidilirdi. Kadınlar, erkekler düğün - tören giysilerini giyer sığırlar, buzağılar purunçalar ve nazarlıklarla süslenir...

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


RKRun v1.1 [770k] W9x/2k/XP FREE
http://www.raykrueger.net/Software.asp
Windows'un "Run" "Çalıştır" komutunun bir başka versiyonu. Aynı mantıkla çalışıyor ama aplikasyonalara kısa ad vererek çağırabiliyorsunuz. Örneğin Kahve Molası web sitesine gitmek istediniz. tüm URL'yi yazmak yerine KM diyorsunuz hop sitedesiniz. Aslına bakılacak olursa bana pek vakit kazandırıyor gibi gelmedi ama eğlenceli bir uygulama olduğu kesin. Vakti olanlar deneyebilirler.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030610.asp
ISSN: 1303-8923
10 Haziran 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com