|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 281 |
11 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kudurtan kurtlar!.. |
Merhabalar,
Birkaçgündür bir belalı kurtçukla uğraşıyoruz. Kimileriniz tanıştı, kimileriniz dikkat etmediği takdirde er yada geç tanışacak onunla. W32.Bugbear.B@mm ismiyle maruf bu kurtçuk aklıevvel bilgisayar kurtları tarafından özellikle finansal bilgileri ele geçirmek için yayılan bir virüs. Kendisi bir email ile teşrif ediyor, yanılıp çalıştırdığınızda da iş işten geçiyor. Çok yeni olduğundan güncellenmemiş virüs programlarının yakalayamadığı bu kurtçuk aynı zamanda çalışan virüs programlarını da etkisiz hale getirdiğinden elinizi kolunuzu bağlıyor. Yaptığı iş daha önceki "mass mailer" kurtçuklarla hemen hemen aynı ama fazladan birde casusluk eklenmiş. Sizin mail adresinizi ve bağlantı bilgilerinizi alıyor, erişebildiği dökümanlarla birlikte şu anda keşfedilen 10 adet gizli mail adresine yolluyor ve bu işi kısa aralıkla yaparak bilgisayarınızda ne var ne yok bulmaya çalışıyor. Bununla da kalmıyor, kendini bilgisayarınızda bulduğu mail adreslerine ilştirip yolculuğuna devam ediyor. Tüm bu yollama işlemlerini kendi SMTP sunucusunu kulllanarak yaptığından sizin ruhunuz bile duymuyor. Son derece hızlı yayılan bu kurtçuğun neden olduğu zararları henüz kestirmek mümkün değil.
Öncelikle kurtçukla tanışıp tanışmadığınızı kontrol etmelisiniz. Bunun için virüs programınız varsa çalıştırmayı deneyin, çalışmıyorsa kurtçuk midenize inmiş demektir. Yada herzaman kullandığınız email hesabınıza bir türlü bağlanamıyorsanız hemen şüphelenebilirsiniz. Bilgisayara zarar vermek için değil, bilgi yürütmek için programlandığından erken teşhiste korkmanıza gerek yok. Temizlenmesi kolay ve iz bırakmadan yapılabiliyor. Ve bilgisayarınız ilk günkü tertemiz haline geri dönebiliyor.
Temizlemek için önce aşağıdaki adresten Symantec tarafından geliştirilen dezenfektan programını indirmeniz gerekiyor. 160KB büyüklüğünde olan bu programı görünen bir yere koyuyorsunuz.
Dezenfektan programı: http://securityresponse.symantec.com/avcenter/FixBugb.exe
Dha sonra bilgisayarınızın internetle ilişkisini ve varsa Lokal Ağınızla olan bağlantınızı kesiyorsunuz. Sonra makinayı kapatıp "Safe Mode" "Güvenli Kip" te açıyorsunuz. Dezenfektan programı çalıştırıyor ve arkanıza yaslanıyorsunuz. İşlem tamamlandığında herşey eski haline dönmüş oluyor. Bu söylediğim Windows 98 için geçerli, diğer işletim sistemleri ile ilgili temizlik yönergelerine aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz. http://securityresponse.symantec.com/avcenter/venc/data/w32.bugbear.b@mm.removal.tool.html
Neyseki bu aklıevvellerin hakkından gelebilecek dahaaklıevveller var. Allah onlardan razı olsun. Siz siz olun gelen ek'in uzantısını kontrol etmeden açmaya çalışmayın. Burada önemli olan son 3 harftir yanılmayın. Tehlikeli olanlar "exe", "scr", "pif", "com", "bat" gibi program uzantılarıdır. Mesela bu kurtçuk kendini "music.jpg.pif" olarak yollayabiliyor. "jpg" ye aldanıp açarsanız nezle oluyorsunuz ona göre. Virüs programlarınızı güncel tutmaya özen gösterin.
Bir küçük not, olaki abone@kmarsiv.com adresinden bir mail aldınız ve Kahve Molası alışılmışın dışında bir durumda, sakın ola gelen eki açmaya çalışmayın. Kahve Molası ek olarak değil, saf text olarak yollanmaktadır ve içinde herhangibir script barındırmamaktadır. O yüzden ekli gelen molaların müessesemizle bir ilişkisi yoktur, saygı ile duyurulur.
Bir diğer önemli konu internet bağlantılarımızda yaşadığımız yavaşlık ve erişilmez durumlar. Deprem arızası Türk Telekom'a göre bugün çözülüyor ama bir rivayete göre de daha 10 günü var. Merakla bekliyorum bakalım ne olacak. Türk Telekom'um çaresizliği kimbilir kimlere nelere maloldu. Dilerim biranevvel çözülür ve dertlerimiz biter. Hepinize kurtçuklarla boğuşmadığımız aydınlık günler dilerim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Her Biri Başka Dünya, Kitaplar
Eve yeni bir kitaplık geldi. İşte şimdi en keyifli iş, dolaplara sığmayıp bir köşeye yığılan kitapların bu raflara dizilmesi. Yığın halinde durduklarından ne zamandır aradığım hiçbirşeyi bulamıyordum. Raflara dizerken de kimi hiç okunmamış, kimi uzun zamandır tekrar elden geçmemiş bir kaç kitabı, okunmak üzere kenara ayırdım: Reşat Nuri'nin Son Sığınak adında, çok bilinmeyen ama çok içten, sevimli ve hüzünlü bir romanı ve Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın çok şaşırtıcı Ben Deli Miyim adlı kitabı. Elbette Damdaki Kemancı. Kesin bir başucu kitabı; Sütçü Tevye'nin hayata ilişkin görüşlerinden her gece yatmadan önce almalı. Quareschi'nin Don Camillo serisinden bir iki tanesi ve Oğlum Kızım Hele Karım' ı.
Ayırdıklarım içinde çok sevdiğim bir kitap daha var: Sabahattin Ali'nin Değirmen/Dağlar ve Rüzgar adlı iki kitabının birarada basımı. Varlık Yayınları tarafından Ekim 1965'te basılmış kitabın ilk sayfasında, güzel bir elyazısıyla yazılmış bir not var: 'Mutlu yıllar dileğiyle 25.4.1966.' Demek doğumgünü armağanı olmuş otuzyedi yıl önce, demek eski kitap satan bir yerlerden almışım.
Ben Sabahattin Ali'yi Kürk Mantolu Madonna kitabıyla tanıdım. Yazarın ilk okuduğum bu hikayesi (bence roman ama kendisi büyük hikaye diye adlandırıyor.) beni çok etkiledi. İlk eğitimini Edremit'te yapan Ali, bu yöredeki yaşantıyı hikayelerine konu etmiştir sık sık.
Elimdeki kitabın Değirmen bölümünde kısa hikayeler, Dağlar ve Rüzgar bölümünde ise şiirler yer alıyor. Özellikle hapishanedeyken yazdıkları ile ruh halini anlattığı şiirleri çok güzel. Edip Akbayram'dan dinlediğimiz "Başın öne eğilmesin, Aldırma gönül aldırma, Ağladığın duyulmasın, Aldırma gönül aldırma. Dışarda deli dalgalar, Gelip duvarları yalar, Seni bu sesler oyalar, Aldırma gönül aldırma" dizelerini Sinop Hapishanesinde yazmış, "Beni en güzel günümde, Sebepsiz bir keder alır. Bütün ömrümün beynimde, Acı bir tortusu kalır" ve "Seneler sürer her günüm, Yalnız gitmekten yorgunum, Zannetme sana dargınım, Ben gene sana vurgunum." dizelerinde de melankolik ruh halini anlatmıştır.
İşte sevdiğim bir başucu kitabı daha: Alphonse Daudet, Değirmenimden Mektuplar. Ondört yaşında eser vermeye başlayan, yardımcı öğretmenlik yaparken romanlar, oyunlar, gazetelere makaleler yazan Daudet, kısa zamanda Paris'in edebiyat çevresinin içine girer. Yirmidokuz yaşındayken (Binsekizyüzaltmışlı yıllar) büyük şehirden bıkıp, Fransa'nın kırsal Provence bölgesinde yirmi yıl önce terkedilmiş bir değirmen alıp, yerleşir. Bu değirmende ilk hikayelerini yazar. Bu hikayeler daha sonra Değirmenimden Mektuplar adı altında toplanır. Bir eleştirmen Daudet'nin en güzel hikayelerinin bu kitapta yer alanlar olduğunu söyler. Hikayelerinin konusu, o bölgede yaşayan basit insanların basit yaşamlarıdır; kah çocuğunu kaybeden bir anne, kah karısı kaçtığı için alay edilen bir fırıncı, bazen büyüklerin onaylamadığı bir aşk, iyice kocamış bir çift, içkici bir papaz, doğaya aşık kaymakam, bazen de fabrikaların kurulmasıyla işsiz kalan bir değirmenci... Çoğumuzun bildiği Mösyö Seguin'in Keçisi hikayesi de Daudet'nindir.
Benim hiç değişmeyen başucu kitabım İlyada'dır. Bunun dışında en iyi başucu kitaplarının hikaye kitapları olduğunu düşünürüm. Her hikayede başka bir dünyanın içine girip, farklı insanlarla tanışmak, bir nevi kısa bir mola vermek her zaman iyi gelir.
Kütüphanecilik hakkında hiç bilgim yok. Acaba kitaplar neye göre raflara dizilmeli? Konularına, yazarlarına, alfabetik sıraya... bilemedim? Ben şu anı kitaplarını aynı rafa dizeyim. Son yıllarda üstüste çok anı kitabı yayınlandı. Genellikle seçkin ailelerin çocukları anılarını kaleme aldı. Çoğunda adı geçen kişiler ortaktı. Çok da büyük olmayan bir grubun yaşantısıydı anlatılanlar. Osmanlının son zamanları, Cumhuriyet'in ilk yılları eşliğinde, birbirine benzeyen yaşamlar; köşkler, dadılar, Fransızca, piyano, keman dersleri, otoriter, sıradan, sanatçı, aydın kişiler... Yoksul veya orta halli yaşayanların yazdığı anılar yok mu derken iki kitapla karşılaştım: İrfan Orga'nın Bir Türk Ailesinin Öyküsü ve Adnan Binyazar'ın Masalını Yitiren Dev'i. Bindokuzyüzlü yılların ilk yarısının Türkiye'sinde ayakta durmaya çalışan, oldukça yoksul insanların gerçek yaşam öyküleri. Her ikisi de yazarlarının ve ailelerinin bizzat kendi inanılmaz öyküleridir.
Bronte kardeşlerin yanına Jane Austin'i koymalı. Hah işte ne zamandır arıyordum, Yaşar Kemal'in medyada çok yer bulmayan ama benim en sevdiğim kitabı: Al Gözüm Seyreyle Salih. Bir Karadeniz kasabasında etrafıyla ilgili, meraklı ve hayalgücü oldukça kuvvetli küçük Salih'in hikayesi.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın ne zaman aldığımı hatırlamadığım hala okunmamış Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Yılmaz Karakoyunlu'nun başlayıp başlayıp ilerleyemediğim Üç Aliler Divanı, Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ı... bunları ilk okunacaklar sırasına koymalı.
Yıllar önce TRT'de bir dizi vardı. Galiba BBC yapımı, Roma İmparatorluğu zamanında geçen, deli numarası yaparak iktidara gelmekten kaçan Claudius'un hikayesi. Dizinin adı Ben Claudius'tu. Çok geç yayınlandığı için her bölümünü izleyememiştim. Yıllar sonra bir kitapçıda kitabıyla karşılaşınca ne kadar da sevindim. Robert Graves yazmış. Şimdi o da okunacaklar sırasında.
Kitap alırken böyle sürprizlerle karşılaşıyorum. Giritli Mustafa, Girit'te doğup büyüyen, mübadele sırasında Anadolu'ya göçe zorlanan insanları anlatan bir kitap. Hikayenin sonunda, yıllar sonra Girit'e giden yazar, Girit'te yaşamış Yunanlı bir yazarın kitabından, aynı olayla ilgili görüşlerini aktarır. Giritli Mustafa'yı okumayı bitirdikten bir kaç gün sonra bir kitapçıda bu Yunanlı yazarın sözügeçen kitabını bulmayayım mı? Ne kadar sevinmiştim.
Bir arkadaşım bana "Ben kitap satın alma hastasıyım. Kitaplarımın çoğu okunmamıştır, tam tersi olması gerekirken." demişti. Ben de bu dengeyi biraz bozmuşum son yıllarda.
Neyse ki tatil mevsimi geldi. Deniz kenarında yapılacak en güzel şey bir şemsiyenin altında, hafif esinti eşliğinde kitap okumaktır. Kitaplığı düzenlemek uzun sürecek, tatil dönüşüne bırakayım.
Şimdi tatilde okunacakları ayırma zamanı...
Selcan Lafçı selcan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın |
CANİCE DÜŞÜNCELER
2003 geldi geliyor derken Haziran oldu bile. Kırklarını yaşamakta olanlar iyi bilir, bir yaştan sonra zaman eskisine oranla çok daha hızlı akmaya başlıyor. Okul hayatı, mezuniyet, iş bulmak, evlenmek, çoluk-çocuk vs. Derken birgün bakıyorsunuz ki artık hayatınızda herşey bir düzene girmiş dolayısıyla da monotonlaşmış. Oysa ki insan okul hayatından kurtulup hayata pırıl pırıl bakmakta iken, bugünlere ulaşmak için uğraşıp didiniyor ama bugünlere ulaşınca da bu sefer monotonluktan sıkılmaya başlıyor.
Ben 2000 yılını büyük bir heyecanla beklemiş, 40 yaşında olmanın nasıl bir şey olacağını çok merak etmiştim. 40 yaş ile birlikte müthiş değişiklikler yaşayacağımı sanmıştım oysaki 20 ya da 30 yaşımdan farklı bir şey olmadı. O andan itibaren ileriki yaşları merak etmekten vazgeçtim.
Annem 17-18 yaşımdan beri bana hala "şöööle kibar bir hanım olamadın gitti" diyor. Zavallı kadıncağız yıllardır, hanım hanımcık bir kız evlat sahibi olmanın hayaliyle yaşadı ama derler ya "insan yedisinde neyse yetmişinde de odur" diye, ben bunun canlı bir örneğiyim herhalde.
Bundan 10 gün sonra nasıl bir gün geçireceğimi de şimdiden tahmin edebildiğime göre, büyük sürprizler ve heyecanlı dakikalar olmadan da güzel yaşamak için programlar yapmaya başladım. Çok çok yorgun olmadıkça, mutlaka iş çıkışında hoşuma giden birşeyler yapmak için ya da yapmak zorunda olduklarımdan hoşlanmak için çaba harcıyorum. İnsan çok sıradan işlerle bile mutlu olabiliyormuş meğer.
Eve gidip akşam için yemek yapmak zorundayım diye kahrolmaktansa, "akşama ne yapsam da ev halkını -artık biraz da biz yemek yapalım- dedirtsem diye canice planlar yapmaya başladım. Bunu yaşayan herkese tavsiye ederim, üç beş korkunç yemekten sonra, ev halkı yemek hazırlamak için can atmaya başlıyor. (annem haklı tabii, ben bir türlü hanım olamadım ve ev işlerini de sevemedim)
17 yaşındaki oğlum geçenlerde şöyle bir cümle kurdu "anne, yemek yapmak için bu kadar zahmete giriyorsun da neden sürekli yemeği yakıyorsun, anlamıyorum".
Hani insanlar hep "nerede o annemin yemekleri" derler ya, benim oğlum bu cümleyi hiç kurmayacak, eminim. Ama o da "annemle Counter Strike oynarken......" diye başlayan hikayeler anlatır artık. Biz oldukça şanslı anne-babayız galiba, oğlumuz bizi her zaman anlayışla karşılayabiliyor.
Tabii canice olmayan faaliyetler de var programımda. Sanat ve spor faaliyetlerine de zaman ayırıyorum. Bu arada şunu da belitmeden edemeyeceğim; 05-Haziran-2003 Perşembe akşamüzeri İstanbul-Fındıklı'da Tophane-i Amire binasında gezilmeye değer bir sergi açıldı. Görmenizi tavsiye ederim. Eşim, seramik sanatçısı Yrd.Doç. İrfan Aydın'ın da bir işi sergilenecek. (Bu kadarcık reklam yapmanın zararı yoktur, değil mi?)
Bütün Kahveci'lere heyecanlı ve hareketli günler dileğiyle.......
Rana Aslanbay Aydın rana@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Görmüş Geçirmiş Kahveci : Kemal Duykan |
Avrupa Birliği ve Türkiye - 1 -
Avrupa Birliğine Türkiye’nin alınıp alınmayacağı yada girip giremeyeceği yakında yine gündemi teşkil edeceği için İçerik Sitesi de olayı gündem maddesi olarak seçti. Aslında bu komedinin daha ne kadar süreceği belli olmamakla beraber her iki tarafın da ipi daha fazla germeden mevcut durumu danışıklı dövüş biçiminde tutacağı anlaşılıyor.
Önce olayın Türkiye ayağından başlayalım. Türkiye Avrupa Birliğine girmek istiyor mu? Hem evet hem hayır; daha açıkçası isteyenler de var istemeyenler de...Bu konuda yapılan çeşitli kamuoyu araştırmalarına göre halkımızın genelde % 70’inden fazlası AB’ye girmekten yana. Ancak her ne kadar BMM’ndeki kocaman harflerle yazılmış panoda “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” deniyorsa da devletimizi oluşturan kurumlar ve o kurumlarda görev alanlar, o yazıyı yazı gibi okumak yerine, her bakan tarafından farklı algılanabilen bir çeşit resim olarak görmeyi yeğlediklerinden halkımızın tercihi ülkemizin de tercihi sayılmamaktadır. Daha evvelki yazılarımda da uzun uzun anlattığım gibi bizim devletimiz başıbozuklarımızı, yani sivil halkımızı reşit görmemekte direnmektedir. Bu nedenle Atatürk’e ait olan söz konusu cümle Türkiye’de bugüne kadar anlam kazanamamış, sadece Mustafa Kemal’in gerçekleşemeyen rüyalarından biri olarak duvarları süslemekle kalmıştır. Yani irade gücü henüz kabul görmeyen başıbozuklarımızı geçelim. Çünkü onların devletin yapısını değiştirmeye güçleri yetmeyeceği gibi pek fazla istekli oldukları da söylenemez...O büyük çoğunluk gücünün bilincine varıp kendisine düşeni de cesaretle yapmaya başladığı andan itibaren Türkiye’nin nasıl değişip geliştiğini hep beraber göreceğiz...
Politikacılarımızın çok büyük bir bölümünün AB’ ye girmek istemediğine kesin gözüyle bakabiliriz. Çünkü kişisel çıkar için politika yapmak AB’ ye üye bir Türkiye’de çok zor olacaktır. Siyasi Parti liderlerimizin hiç birisi istemez, çünkü partilerini padişah gibi yönetmeye alıştıklarından demokrasiyi sevmezler,sever gibi görünürler...
İş adamlarımızın “mavi kanlılar” bölümü (yani devletten beslenenleri) istemez. Medya patronlarımızın devletten beslenenleri istemez. İsterseniz özetleyelim devletten geçinenlerin (küçük memurlar,işçiler vs. dışında kalan)çok büyük bölümü istemez. Derin devleti besleyen odaklar hiç istemez.
Varlıklarını askerlerimizin varlığı ile özdeşleştirmiş cumhuriyetçilerimiz de istemezler, çünkü demokrasi gelince geri adım atmak zorunda kalacaklarını benden iyi bilirler. Söylemeye gerek var mı bilmem, şeriatçılarımız da istemezler. İstemezükçülerin devamı var ama etkinlikleri olmadığından onları da geçelim.
Ha,Cumhurbaşkanımız ister mi? Hayır,O Sultan Süleyman olmak ister, ama milletten ayıp olmasın diye bütün diğer istemezükçüler gibi, istiyormuş izlenimi vermekten de geri kalmaz...
Şimdi istemezükçülerin hepsini bir kalemde tekrar toplayalım: Bugünkü kurulu düzenden yararlananlar veya bir gün kendilerinin de yararlanabileceğini sananlar Türkiye’nin AB’ ye girmesini istemezler. Çünkü AB’ ye girmiş bir Türkiye’de mevcut konumlarını sürdürmeleri olanaksızdır...
Pekâla bu istemezükçülerin etkinliği ne kadar ? Türkiye’yi şu anda onlar yönetiyorlar haberiniz yok mu?
Ya Avrupa Birliği Türkiye’yi ister mi? Yanıtım olumsuz olmasına olumsuz olacak da, vaktimiz kalırsa onun da ayrıntılarını başka bir yazı konusu yaparız... Benden şimdilik bu kadar...Ha, konuyu kapatmadan önce kendi düşüncemi de söyleyeyim: ben isterdim, keşke mümkün olsaydı...Büyük çoğunluk değişim talebini (riskini de göze alarak) yoğunlaştırdığında, Türkiye zaten Avrupalıdır; Avrupa Birliğine girse de girmese de...
25.11.1999 - Kemal Duykan kduykan@kahveciyiz.biz
NOT: Bu dizi yazı bölümlerinin altında görülen tarihlerde bazı dergilerde yayınlanmıştı.Yeniden yayınlamak isteyişimin nedeni, o günlerden bu günlere AB konusunda alınan/alınmayan mesafeleri bir kez daha gözler önüne sermek içindir.
Yukarı
|
Mekan Hikayeleri : Didem Sökmen |
DÖRDÜNCÜ KATTAKİ DÖRT ODALI EV
Ah o ev ....
Okuldan , yürüme biraz mesafesi olan o ev....
Dördüncü kattaydı evimiz . Dört odası vardı . Kapıdan girince geniş bir antre karşılardı seni ; solda ilk önce mutfak vardı ve yanında işte o oda...
Güneş zaten bir başka batardı şehirde ,
O dördüncü kattaki dört odalı evin ilk odasında bir başka ...
Gün batarken o odada şarkılar bir başka dinlenirdi...
Kar zaten hüzünlü yağardı o şehre ,
Odanın penceresinden ise kar bir başka hüzünle izlenirdi....etrafı kaplarken hüzünlü beyazlık , o odaya başka bir hüzün verirdi...
Yağmuru farklıydı o odanın....
Hele geceleri bir başkaydı....o odada gece bizim gündüzümüz sayılırdı .
Biz o odada gece yaşardık....
Şehri seyretmesi bir başkaydı o odadan .... bulutlara anlam vermeye çalıştığımız camından her bakışta farklı izler farklı keşfederdik şehri....
Yalnızlığı bir başkaydı o odanın ,
Kalabalığı bir başka ...
Lambası farklı yanardı ,
Mumları bir farklı....
Kahve keyfi bir zevkti,
sohbetle gelen dakikalar ....büyüsünün bozulmasını istemediğim....
Hiç nefes almadan , kafamdaki her şeyi , içimden geldiği gibi konuştuğum o odadaki zamanlara ,
...bazen gözyaşları
...bazen kahkahalar eklenirdi...
Olgunluk vardı bazen o odada ,
bazen çılgınlık ve eğlence ...
Aşk vardı o odada ....ayrılık zamanlarına katlanamayacağımı bildiğim ,
ayrılığı yakıştıramadığım o oda....
Kapısından içeride yalan yoktu....
Maskelerini kapısında bırakmalıydın o odanın ,
yoksa zaten içeri giremezdin...
Tüm bunların yanında dostluk vardı fıstığım ,
paylaşımın en koyusunun yaşandığı dostluk vardı o odada ....
....o odanın duvarları şahitti tüm yaşananlara ; hani derler ya
" duvarların bir dili olsa da" ....anlatsa bir dostluğun nelere kâdir olduğunu
Anlatsa o odanın duvarları , tüm gün sefer yapmış yolcu gemileri gibi limana çekildiğimizdeki sakin , suyun hafif kıpırtısına kapılmış halimizi....o hallerimizin yanındaki fırtınalarımızı , lodoslarımızı ve meltemlerimizi....
Hepsinden de öte ,
anlatsa o duvarlar , dostluğumuza erişilmesin , ona kimseler zarar vermesi diye,
o evde kaldığımız süre boyunca
ince ince işleyip , dostluk bağımızın etrafına ördüğümüz asıl duvarları...tüm dünyaya açık , şeffaf , eren ve erişebilinen dostluk duvarımızı....
Anlatsa o duvarlar....
Bizi birbirimize hediye edişini...
Teşekkürler dördüncü kattaki
Dört odalı evin ilk odası
Çektiğin için bizim kahrımızı.....
Didem Sökmen didem@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.327 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
KÜÇÜK İSTASYONLARDA
AKASYA AĞAÇLARI
Bir akşam sofrasında birdenbire
Küçük istasyonların kokusu
Duyarsanız birdenbire
Postalar makasa girdiğinde
Çocuklarınızın tren pencerelerinde
Gözleri yedi renk kırk ikindi sonu
Yağmur yağmış kırların kokusu
Ömrünüzce gezdiğiniz
Oradan oraya askerlik memurluk başka işler
Birdenbire
İstasyon akasyalarının kokusu
Treniniz kalkıp gider
Akgedik, Güllübağ, Tecer
Hepsi de küçük istasyonlar
Kalırlar dağlar ardında
Bir akşam sofrasında onlar
Birdenbire
Makasçı karısı çocukları
Akasyaların kokusunu duyarlar
Geçip giden trenlerin rüzgarında
Çocukların gözlerinde adı bilinmeyen dereler
Vadilerdeki istasyonların sessizliğinde
Ceyhun Atuf Kansu
<#><#><#><#><#><#><#>
TEYZE KIZI
Teyzemin kızı Zehra
Duruyor kuyu başında
Mürdüm eriği gözleri
Işıldıyor biraz daha
Çekmiş suyunu bırakmış
Kuzu kulağı topluyor
Ben erik ağacındayım
Baktı mı yüreği hopluyor
Al sana bir can eriği
Bu yaşta bilinmez kötülük
Güzelim dört yanından baksam
Mührün olmuş, gönlüme basmış o belik
Emmim de teyze kızını almış
İnce dallara çıkıp erik attığında
On dördünde o da aşık değilmiş
Evlenmişler dört çocukları olmuş
Ceyhun Atuf Kansu
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun ÇİLEKLİ PORTAKALLI SANDVİÇ |
|
Bugünkü tarifimizin yanda ahududulu bir fotoğrafı görülse de şimdi tam çilek zamanı. Minik minik, hormonsuz, kokulu reçellik çileklerle muhteşem bir tat yaratabilirsiniz.
Sandviç için:
2 yumurtanın beyazı
125 g toz şeker
1 portakal kabuğu rendesi
Yumurta beyazlarını kar haline gelene kadar mikser ile çırpın. Şekerin yarınsı ekleyin ve çırpmaya devam edin. Şeker eridikten sonra kalan yarısını ve portakal kabuğu rendesini de ilave edin ve bu şeker de eriyene kadar çırpın.
Fırın tepsisine yayacağınız yağlı kağıdın üzerine geniş bir bardağın ağzı yardımıyla kalemle daireler çizin ki sandviçler yuvarlak olsun. Hazırladığınız yumurtalı şekerden birer kaşık alarak bu dairelerin içine yayın. Bütün karışım bitince 100 dereceye ayarlanmış ılık fırında yaklaşık 1 buçuk saat pişirin. Soğumaya bırakın.
Sandviçin içi için:
250 g çilek
2 yemek kaşığı pudra şekeri
125 g light yoğurt
125 g sıvı krema
Çileklerin yarısını sandviçlerin üzerini süslemek için ayırın. Kalanları dörde bölün ve üzerine iki kaşık pudra şekeri dökün.
Yoğurdu ve kremayı iyice karıştırın. Pudra şekeri serptiğiniz çilekleri de karışıma ekleyin.
Hazırladığınız bu sosu ve pişirip soğuttuğunuz yumurtalı şekeri kullanarak sandviçlerinizi hazırlayın. Ayırdığınız çilekleri üzerlerine yerleştirin. Pudra şekeri serperek servise sunabilirsiniz.
Afiyet olsun…
elif@kahveciyiz.biz
Yukarı
HAPİS CEZASI
Kadın, gece yarısı yanından kaybolan kocasını bulmak için kalkar. Evde yalnızlık içinde, aşağıdan bir ses duyar. Aşağı iner ve tekrar dinlemeye başlar, ama kocasını bulamaz.
Biraz daha aramak için aşağı depo'ya iner, orda kocasını dizleri üstüne çökmüş, duvara dönmüş ağladığını görür... Ve merakla sorar:
- "Kocacığım, neyin var, ne oldu ?" Kocası:
- "Hatırlıyor musun, Baban bizi beraber yakaladığında bir soru sormuştu, ya evlenirsin yada 20 yıl hapis çekersin."... Kadın şaşırarak:
- "Eeee ne oldu?" Adam:
- "Bugün, hapisten çıkmış olacaktımm"
<#><#><#><#><#><#><#>
Aramakta haklı, ya adam uyku ilacıyla uçak kaçırmaya kalkarsa, maazallah!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.egitim.com/cocuk/0203/0203.3.asp
...Sizin bacaya konmuş allı ballı kabaklı baykuşa kürkü yırtık kel kör kirpi, öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi. Kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık dişi kel körpinin yırtık kürküne, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık erkek kel körpinin yırtık kürküne eklemişler.bizim bacaya konmuş allı ballı kabaklı baykuş demiş ki: "Nasılsın allı ballı kabaklı bay kuş? "...
http://www.doktorlarkulubu.com/itiraf/mesajoku.asp?syf=7
Doktorlardan itiraflar ...itirafım var...ben aslında doktorluğu sadece hobi olarak istiyormuşum meğer...yapabileceğim başka iyi bi işim olsa;6 sene gözümde büyümez...aslında ben iyi bi barmen ya da rock grubunda bateri çalmak isterdim(gerçi bateri çalıyorum ama)...bana iş vercek olan varsa...
http://www.komikim.com/komikyazioku.asp?fldAuto=981
...Rüyalarınız 256 renkse; Asansöre bindiğinizde gitmek istediğiniz kata ait düğmeyi çift tıklıyorsanız; Gözlükçü gözlük numaranızı sorduğunda 640x480 diye cevap veriyorsanız; İnternetten son zamanlarda sakız siparişi verdiyseniz; bu internet işini biraz fazla abartmışsınız demektir....
http://arkabahce.ada.net.tr/arsiv/zail.html
...Kimse görmemiştir, ama herkes onun orada, Azap'taki tek kapalı su parçasının kenarında, yalnız başına yürüyüşe çıktığını ve kendi kendine konuştuğunu bilir. Derler ki Zail, ulu Erk, Azap'ı yaratırken yalvarmış, Göl'ün kendisine verilmesini istemiş. Erk de Zail'in bu isteğini kabul etmiş. Zail bu dileğini ulu Erk'in huzurunda dile getirirken istemiş ki Göl'ün erki kendisi olsun, hayvanat yaratsın, denge kursun, kendisini onlara sevdirsin...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
QuickMenu v2.0 [360k] WinXP FREE
http://darksky.s21.xrea.com/sw/qm/index2.html
Sağ tuşla açılan hızlı menüye işlevsellik kazandırmak için üretilmiş bir yardımcı program. Dilediğiniz gibi geliştirebiliyor ve istediğinizde sağ tuşla çalıştırıyorsunuz. Biraz deneme yanılma yöntemi uygulamanız lazım zira açıklaması yok. Ama konvasiyonel yöntemlerle Hızlı menüye bir satır eklemekten çok daha kolay olduğunu söyleyebilirim.
Yukarı
|
|
|
|
|