|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 283 |
13 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Babalar Günü |
Merhabalar,
Baba olmanın ne demek olduğunu anlamak için, gerçekten baba olmak gerektiğini söylerdi babam ben küçükken. Hiçbir anlam veremez, hiç te anlamaya çalışmazdım onu. O benim isteklerime set çeken, kendince mazeretler bulan birinden başkası değildi benim için. Hafif sert, prensiplerine bağlı bir asker başka nasıl olabilirdi ki?
Yıllar geçti, birgün al bu senin kızın dediler. Önce dokundum, sonra kucakladım, yetmedi. İçime sokasım geldi. İşte o an anladım evladın ne olduğunu. Artık babaydım, Baba'mdım. Çocukları için elinden geleni yapan, yapamadıkları için kahrolan bir baba oldum zamanla, tıpkı Baba'm gibi. Anlamak için baba olmak gerekirmiş, doğruymuş, baba oldum, Baba'mı anladım. Şimdilerde yaşam sınavındayım, hocalarım çocuklarım. Babam girdiği sınavdan geçti. Hem de sıfırcı oğuldan en yüksek notu alarak. Bakalım ben becerebilecek miyim? Elimden geleni yapıyorum. Yapmaya da devam edeceğim. Gün gelecek onlarda bana not verecek. O güne kadar iskele babası olarak kalmaya mahkumum, tıpkı Canım Baba'm gibi. Tüm Baba ve Baba adaylarının "Babalar Günü" kutlu olsun.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
İster huzurla evinin yatağında, ister biçare hastahane döşeğinde, nerede yatarsan yat değil misin ki yüreğimde... Baba'm bana BABA olmasını öğreten Baba'm.
Ahmet Şeşen |
Babama...
Bir çocukken tüm bir elimle
sarmaya çalışırdım
Bana uzanmış sessiz elini
Sense tek bir bakışınla tutardın beni
Şimdi bir elimle sarabiliyorum
Yıllardan arta kalan
yorgun elini
Sense yine
bir bakışınla tutarsın hepimizi
Babamız...
Dünyaya açılan ilk kapımız...
Mehmet Emin Arı
|
Binlerce teşekkürler babacığım...
Bana senden daha iyi bir baba olmayı öğrenmemi sağladığın için..
ve sana söz veriyorum elimden gelen herşeyi yapacağım
oğlumun benden daha iyi bir baba olabilmesi için.
Sedat Tuvar |
"Seni çok özlüyorum babacığım..."
Bütün babaların babalar gününü kutluyorum.
Lütfen birkez de benim için sarılın babanıza....
Sevgilerimle...
Müge Ünal
|
Babam deyince aklıma gelen tek kelime emek...Onun bizler için karşılıksız yaptıkları. Düşündüğün her an gözlerim dolar, onu cok seviyorum.Tüm cocukların babalarını sevdiği gibi.
Babalar günü kutlu olsun.
Ayşegül Tuğlu |
""Babacığım seni o kadar çok seviyorum ki, oğluma her baktığımda benim için neler hissettiğini daha iyi anlıyorum.""
Tüm babaların, babalar gününü kutlarım.
Akın Ceylan
|
Babam benim. Annem kadar emek verdin sende bana. Bugün hayattaysam, yaşıyorsam bunu sana borçluyum. Teşekkür ederim sana. İyi ki varsın, iyi ki benimlesin.
Aycan Sağlam |
Ben babam için ancak şunu söyleyebilirim;
"Keşke yaşasaydın babacığım. Her gün babam olduğun için şükrederdim Allaha..."
Bütün yaşayan babalara uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum...
Sevgiyle,
Nedret Türer
|
Yukarı
|
Merhaba Sevgili 'Krema' Dostları,
Aktivitelerde dolu bir şehirde, önerilecek o kadar çok 'iyi' işin arasından bir seçim yapmak oldukça zor. Ancak geçen hafta sizlere önerdiğim, Tokyo Yaylı Çalgılar Dörtlüsü'nün Aya İrini'deki konserindeydim. Gerçekten çok başarılı bir konserdi. Özellikle birinci yarının, ikinci bölümünde çalınan Towe isimli eser muhteşemdi. Çünkü bu eser, 11 Eylül olayları için bestelenmiş, bu konudaki her eser kadar hüzünlü, duyarlı ve bir o kadar da sertti. Ancak konser öncesi, arkadaşım Aslı ile birlikte,trafiğin durumunu gözönünde bulundurarak Sultanahmet civarına biraz erken gittik. Açıkçası, tüm kafeler bakımdan geçmiş ve turistler için ciddi hazırlıklar yapılmış... Her taraf tertemiz ve bakımlıydı. Henüz turistler akın etmediği için oldukça sakindi. İstanbul'un en eski semti, İstanbullular için bu yaz gerçek bir alternatif olabilir.
14.Haziran Cumartesi gecesi, Efes Pilsen One Love Festivali kapsamında, dünyanın önemli müzisyenlerinden biri olan Moby, Maslak Park Orman'da ile hayranları buluşacak. Keyifli geçeceğini düşünüyorum.
Maslak Park Orman: 0 212 328 2000
14.Haziran Cumartesi akşamı MFÖ konseri ve 15.Haziran Pazar Akşamı, Sezen Aksu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda,saat 21.00'de...
16.Haziran Pazartesi, her ne kadar 'Asmalı Konak'ın son bölümü olsa da ve bu konuda yoğun tanıtım çalışmaları olsada , 31. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salon'da Zeynep Tanbay'ın dans projesini izleyebilirsiniz. Zeynep Tanbay önemli bir dans sanatçısı, uluslararası platformda işler üretiyor.
AKM : 0 212 251 5600
Bu arada 'Asmalı Konak', uzun yıllardır Türk televizyonlarında üretilen en kaliteli dizi olduğunu belirtmeliyim. Konu, ele alış biçimi, teknik kalitesi ile gerçekten çok başarılı bir çalışma. Yıllardır, tavandan bir ampulun sallandığı oda içlerinde geçen dizilerden sonra, farklı bir soluk getirerek, çıtayı yükselttiği kesin. Ancak medyanın içerisinde olması zaten popüler kılıyor. Bu nedenle, elbette bende dahil son bölümü bekliyorum ancak tercihimi öncelikle Zeynep Tanbay'ın dans gösterisinden yana kullanacağım çünkü gösteri 19.30'da başlıyor, bittiğinde biraz trafik stresi çekecek olsamda 22.30'da diziye yetişebilirim, en kötü ihtimal ortasından izlerim, nasılsa tekrarı gösterilir diye düşünüyorum.
Sizlere bu hafta, Oliver Sacks'ın 'Sesleri Görmek' isimli kitabını öneriyorum. Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitap, yazarın sağırlar ile ilgili yaptığı bir çalışma, okudukça işaret dilinin ne kadar önemli olduğunu kavrıyorsunuz. Çok ilginç ve farklı bir çalışma... İkinci önerim ise, benim ilk kez 1983 yılındaki doğumgünümde, sevgili abimin hediye ettiği ve o günden beri tüm eserlerini takip ettiğim Latife Tekin'in 'Sevgili Arsız Ölüm' isimli kitabı. Everest yayınları tarafından yeniden basılan kitabı, herkese öneriyorum. 'Sevgili Arsız Ölüm'ü yirmi yıl önce okuduğumda, edebiyat konusunda yepyeni bir soluk olarak hissetmiştim. Yine okuduğumda aynı duyguyu hissettim. Yıllar önce bu eseri tanımış olmanın bilgiçliği ile size bu romanın her dönem okunacak ve kütüphanenizde yer alması gereken bir roman olduğunu yineliyorum. Benim kütüphanemdeki 'ilk' versiyon, onyedi yaşındayken özel bir abiden, özel bir imza ile alınmış doğumgünü armağanı olarak sonsuza dek duracak.
Hepinize güzel bir hafta diliyorum, sevgiyle...
Zeynep ÖzbaturYukarı
|
|
Ters Köşe : Mehtap Akdeniz Babama mektup |
|
Bugün babalar günü. Eminim giyinmiş bekliyorsundur aramamızı telefonun başında. Oysa eskiden hiç umursamazdın böyle günleri. Baba olduğunu hissedeceğin somut sorumlulukların bittiğinden, baba olmaktan vazgeçirildiğinden beri dede olmayı daha çok benimsedin zaten.
Canım babam, seninle ilgili hangi anıma baksam başımı yukarı kaldırmış sana bakarken buluyorum kendimi. Hep küçücüğüm senin yanında ve hep sen çok büyük. Başımı kaldırmadan seninle göz göze gelemiyoruz anılarımda. Senin hep küçük kızın olarak kalmak istiyor olabilir miyim acaba?
Arka arkaya, başka başka yıllardan hep aynı fotoğraf flaş gibi çakıyor beynimde, başımı kaldırıyorum ve Libya-Bulgar karması sırım gibi bir delikanlı, ışıl ışıl iri kara gözleriyle gülümsüyor bana...
Yıl bindokuzyüzaltmışdört, beni en çok şımarttığın yıllar... İzmir Fuarında seninle el ele gezmeler, incik boncuk sevdasına koluna takılıp gittiğim adam baloncu çıkınca yaşadığım panik. Hemen arkasından da başımı okşayan bir el hatırlıyorum. Başımı kaldırıp bakıyorum; muzur sevgilim benim... O gün aldığımız sarı zincirli kırmızı kadife çantadan daha güzel bir çantam hiç olmadı biliyor musun?
Yıl bindokuzyüzyetmiş, anneme bir sansar kürk almıştın hani... Ve ben pek kıskanmıştım... Bana beyaz bir tavşan kürk almak için annemden gizli kemeraltına dalmıştık... Ne kadar aynıyız, düşünüyorum da ne kadar deliyiz... Bizi kürk almaktan vazgeçiren o topal bebeği hatırlıyor musun? Kürk almaya giderken vitrin süsü, tek ayağı kısa, defolu Arap bebek için vitrine yapışmıştım hani. Başımı kaldırıp bakıyorum; Arap prensim benim....O çirkin arap Topal Atike'nin yerini hiçbir bebek tutamadı biliyor musun?
Yıl bindokuzyüz yetmişaltı, Karşıyaka sokakları. Her akşam işten eve gelişin ve köşeyi aceleyle dönüşün... Cebindeki her akşam bize getirdiğin şemsiye çukulatalar erimesin diye acele acale yürüdüğünü düşünürdüm hep... Her anı, her dakikası aklımda; her akşam üstüsü bisiklet üstünde geçen yıllar. Peşime taktığım bisikletliler trafiği sıkıştırınca kalabalık dağılsın diye balkonun altına gelip "babaaaa!" diye bağırıyorum. Başımı kaldırıp bakıyorum; babacığım kızgın numarası yapan tontonum benim... 'Artık bisiklete binme, kalçaların büyür' diye kandırdın beni, ama hiç yutmadım biliyor musun?.
Yıl ikibinbiki, Gece yarısı 01:30. Karşıyaka. Annem ile başbaşa kaldığınız o mutlu kapının altındayım... Sabah bir toplantı için gelmişim memlekete. Bir elimde küçük bavul, diğer elimde kendimden ağır matbaa paketim. Tek isteğim uyku. Zile basıyorum. Benim fedakar annem, senin perin, yukarı çıkmakta zorlandığımı hissediyor. Yardıma koşuyor aşağı. Suyun öte yanından, billur gibi duru beyaz tenli, sarı ela gözlü muhteşem güzel anneciğimi kucaklamak için bavulu küttt! yere fırlatıyorum. Başımı kaldırıp bakıyorum benim tatlı serserim.. 'Eyvah! sarhoş geldi düştü' zannıyla koşuyorsun yukardan aşağı. Ah be babacığım bilmez misin? Ben içki sevmem, içsem bile oracıkta uyur kalırım, eve bile gelemem zaten. Gri eşofmanınla sen, pembe geceliği ile perin ve toplantı şıklığı ile çitlenbiğin yukarı çıkıyoruz. Kapı duvar. Kapanmış. Gece yarısı sokaktayız. telaş içinde, biz seninle gülmekten kırılıyoruz hatırlasana. Komşular uyanacak, elaleme rezil olunacak diye kapı önüne sessizce kıvrılıp uyumaya bile razı annem adeta. Sen daha önce onlarca kez başvurduğun yolu denemeye kararlısın, zaten sende biliyorsun ki çok inatçısın... İtfaiye çağrılacak!!... İtfaiye çağrıldı. Dev kurtarma aracının kepçesinnde sen. Başımı kaldırdım, kaldırdım, kaldırdım. Yanıp sönen kırmızı ışıklar ve ulu çam ağaçlarından öte göklere yükselen babacığım benim.. Sen göğe yükseldikçe 'Babam bulutlardan yüce' diye haykırdım.
Her başımı yukarı kaldırdığımda orda ol ya da olma, seni görüyorum ve seninle gurur duyuyorum biliyor musun?
mehtap@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Sedat Tuvar |
BABAMIN AYAKLARI
On gün önceydi; işler öylesine yoğun öylesine karışıktı ki, bilgisayarımın başında o hesaptan bu hesaba, o tekliften bu teklife, yemek bile yemeden çırpınıp duruyordum. Etrafımdan, eşimden dostumdan kopmuş, eve külçe gibi gidiyor farkında olmadan ömrümü çürütüyordum. Annemden gelen bir telefonla kendimi dışarı atmış, kaldırıma oturup avazım çıktığınca ağlamıştım. Annem bana babama mide kanseri teşhisi konduğunu söylemişti. Yaklaşık iki aydır onlara uğrayamamıştım. Neyse ki bulduğumuz yeni bir doktor ve onun yaptırdığı yeni tahliller sonucu içim oldukça ferahlamıştı. Annemin paniği boşuna imiş, mide çıkışında oluşan bir daralma babamı perişan etmiş çok şükür kanser riski de yoktu. 1927 doğumlu bir insanın ne olursa olsun ameliyatı riskli olacaktı. Ameliyata giderken yol boyunca ona yaptığım şakalar fayda etmemişti, korku yüzünden okunuyordu. Ben babamın korktuğunu hiç görmemiştim. Sivas'ın köklü ailelerindendir ve on bir kardeşin en büyüğüdür babam. Dedesi Sivas' a 1860'lı yıllarda Kars'tan gelmiş, O'nu tarih kitaplarında Atatürk' ün Sivas kongresi sırasında çekilen resminde görmüştüm. Soyadı kanunundan önce Karslıoğulları olarak bilinirlermiş, kanundan sonra şimdiki soyadımızı almışız. Beş vakit namazında devletine maaşla çalışmış hayatı boyunca kendi işine bakmış ,sıradan bir insandır babam.
Gerçektende onu ilk kez korkarken gördüm.Bildiğim o yalnızca Allah'tan korkardı ve bir haksızlık yanlışlık gördüğü zaman hep"Allah'tan korkun"lafı çıkardı.Ameliyata giderken gözünde gördüm o korkuyu "neydi?" diye ona soramam ,yaklaşık üç saat sonra ameliyattan çıktı ,narkozun etkisiyle inliyordu ,ben babamı inlerken de hiç görmemiştim.İçimin parçalandığını hissettim ,onun yerine bu acıları keşke ben çekebilsem .. şimdi biraz sakinleşti.Ayakucuna bir sandalye çekip oturdum , üzerine hastabakıcı ile beraber çarşaf örttük.Evet bunu daha önce çok gördüm ,okuldan çıkıp Nişantaş' ına bir saat yürüyerek babamın yanına giderdim, o zamanlar babam devlet hastanesinde hastabakıcı olarak çalışırdı,ben ortaokulda idim ,babamın hastalarını taşıdığını ,üstlerini örttüğünü ,yemekleri yedirdiğini çok görmüştüm.Babam hastalara hep güler yüzle yaklaşır, hepsinin hayatını sanki ezbere bilir gibi onlarla konuşurdu.
Bir gün onunda bu yataklarda yatabileceğini hiç düşünmemiştim.Birden ayaklarının açıkta olduğunu gördüm;
Ellerimle hemen ayaklarını kavradım ,buz gibiydi var gücümle ovmaya başladım , sanki bir bebeğin yanaklarını,sırtını ,saçlarını okşuyordum,birinin de belki ilk defa ayaklarına dokunuyordum.Ne kadarda narinmiş babamın ayakları .1967 yılında ilkokula yeni başlamıştım,o zaman daha Sivas'ta idik,babamın ayaklarının bisiklet pedalı çevirdiği yıllar,o zamanlar SSK da kurye memuru idi,bisikletin az bulunur,lüks olduğu yıllardı,akşamları mahallede babamın bisikleti ile gelişini seyreder ,arkadaşlarıma "babam geliyor "diye seslenirdim,evimiz yokuşun başında idi ve babam hiç hız kesmeden bu ayaklarıyla pedalı iter ve yokuşu rüzgar gibi çıkardı.Sağ ayağını baş parmağı tırnağının ucundan morarmış ,acaba bu neden oldu ? Kim bilir belki yaşlanan insanlarda oluyordur.Canım babam,aslan babam....
Annemin isteği üzerine tayinini İstanbul'a aldırtmıştı,şimdi düşünüyorum da ;dört çocuklu hayatta hiçbir iddiası olmayan,namazında niyazında bu mütevazı adamın İstanbul'a yeni geldiğimiz yıllarda gözünü mal mülk edinme hırsı bürümüş annemle tartışırken bizler annemizin safında yer alarak onu yalnız bırakmakla ne büyük kusur işlemişiz.O yıllarda İstanbul'a göçen ailelerde erkekler bir müddet onun yanında çalışır,
Sonra esnaflığa geçer ,belli bir süre sonra ev ve araba sahibi olurdu.Babamın böyle bir kapasitesi asla yoktu,olamazdı da...
Yedi ceddi tüccarlığı değil devletine neferliği seçmişti.
Öpülesi ayaklar;
Bu ayaklar hiç kimseye muhtaç olmadan ,yıllarca devletine hizmet vermiş ,kimsenin namusuna yürümemiş kimsenin malını çalış kaçmamıştı.İstanbul'un gücü yetmemişti bu ayakları yanlış yola itmeye ne meyhaneye ne kumarhaneye yürümemiş her iç çıkışında evinin yolunu tutmuştu bu ayaklar."Sedat "diye seslendi "efendim babacığım "dedim kalkıp başucuna dikildim,daldı gene acaba bir şey mi isteyecekti?Alnı terlemişti temizledim.Babamın ayakucunda olduğumu nerden biliyordu ? Doktorla konuşmamı duymuştu herhalde .
Doktor "Önemli bir ameliyat geçirdi çok kuvvetliymiş maşallah merak etmeyin problemi giderdik "demişti.
Üç gün sıvı gıdalar alıp ,hafta sonundan itibaren de normal yemek yiyebilecek.
Hastane yemekleri;
Oyuncak ,çikolata,şeker gibi şeyler hiç getirmezdi,çocukluğumuz onun naylon torbadan çıkarttığı gazete kağıdına sarılmış ıspanaklı börek, kuru köfte,üzüm,elma gibi kumanyaları yiyerek geçti.Hastane yemekleri onun ömür boyu menüsü idi.
Ben babamın restorant' ta yemek yediğini de hiç görmemiştim.Şu uzun yıllardır sıkça gittiğim mekanlar, hayırlısıyla bir atlatsın şu rahatsızlığını ilk işim onu bu şehrin en güzel restoranına götürmek olacak .
"Oğlum" diye seslendi, gecenin üçü olmuş. Nöbetçi hemşirenin yardımı ile terlemiş atletini değiştirdik. Bir deri bir kemik denecek kadar zayıflamış, aslında hep zayıftı; vücudunu çocukluğumuzdan kalma hamam sefalarından hatırlıyordum. Ağabeyimle beni haftada bir hamama götürürdü,babaannemin ona verdiği siyah bir kesesi vardı,onunla bir taraftan bizi keseler bir taraftan "oğlum bu ne pasak" derdi, o zamanlar nerede duş, banyo. Evlerin içerisinde su bile yoktu, ya hamam sefası ya da evde leğende yıkanırdık.
Sandalyede uyuya kalmışım;
İki gün geçmişti artık babam ayağa kalkmış, yüzü gülmeye başlamıştı.
Hayatıma hoş geldin babacığım;
Baba oğul hastane koridorlarında birlikte dolaşıyorduk. Bir doktor edası ile odalara uğrayıp, diğer hastalarla sohbet ediyor, onlara bilgiler veriyor, ara sıra bana dönüp sanki onu onaylamam gerektiğini bekler gibi yüzüme bakıyordu. Aslında bir çoğu yıllarca edindiği hasta bakıcılık bilgisinden gelen bilgilerdi. Bana da çok mantıklı geliyordu. Lise 2' de iken okulda yapmış olduğum yaramazlıklardan dolayı okul müdürümüz babamı okula çağırmıştı, bu onun okul hayatım boyunca okula ilk ve son gelişiydi. Müdür benim( şu an hiçbirini hatırlayamıyorum) kabahatlerimi sıralıyor, o sadece dinliyor arada bir yüzüme bakıp mahcupluğunu hissettiriyordu, müdüre tek söylediği "gerekeni yapacağım" gerekense çıkışta sadece bana "daha dikkatli ol" sözleri olmuştu. Şimdi düşünüyorum da o zaman bana neden hastalara bulunduğu gibi nasihatta bulunmamıştı? Sanırım müdür beyin aksine, beni oldukça sağlıklı bulmuştu. Dinine olan düşkünlüğünden olsa gerek babam müthiş bir hoş görüye sahiptir. Anlayışlı olmak, hor görmemek, yardımseverlik daha bir sürü iyi huy (ki çoğu bende de var) hep mevcuttu onda. 1970' li yılların başıydı, gecekondu semtinde oturduğumuz için, genelde komşularımız fakirdi, geceleri kapımız vurulur,sancısı tutan bir hasta olur, babam iğne vurmaya giderdi, annemin babama "neden para almıyorsun?" diye bağırdığını babamın da " yahu paraları mı var ki?" dediğini çok duymuşumdur. Bir tüccar olarak yapmıyordu bu işi, tek derdi hastanın rahatlamasını sağlamak, bir hayır duası almaktı. İşte bu ayaklarla kim bilir nice hastalar şifa dağıtmaya gitmişti, nice dualar alıp dönmüştü. Bugün taburcu oluyor. " Hayatıma hoş geldin babacığım..."
Sedat Tuvar
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Işık Etkin |
Kızlar için babaları özeldir.
Felsefeye düşkün sessiz sakin bir babayla gerçek bir Osmanlı kadını diye tarif edilen baskın karakterli bir annenin yaşayan altı çocuğundan 5cisi babam. Kalabalık bir ailenin tüm "güzel" ve "zor" anlarını doyasıya yaşamış biri o. Ablalar, abiler arasında var olmak için mücadele vermiş, çokca yenilmiş, ezilmiş, küsmüş ama var olmaktan, birey olmaktan , üretmekten vazgeçmemiş biri.
Otuzbeşinde gözlerine vurulduğu annemle evlenmiş, annem daha onyedi yaşındayken. Çok özel bir ilişkiydi onlarınki. Sevgi, saygı, özen…yıllar boyu. Sıcak sımsıcak bir yuvaydı biz üç kız kardeşe sundukları. Dayanışmayı, paylaşmayı, birlikte güç olmayı öğrettiler bize. Annem gözleriyle idare ederdi hepimizi ama babam…o her zaman farklıydı. Sohbet etmeyi, anlatmayı, örneklerle öğretmeyi çok severdi… hala da öyle.
Çocukken ben onun Altın Kız'ıydım. Bana böyle seslenirdi. Bundan garip bir haz alır, kendimi hep çok özel hissederdim. Onun en iyi arkadaşıydım…hala da öyleyim. Hele annemi kaybettikten sonra daha bir düşkün olduk birbirimize.
Zor adamdır babam!
Kolay beğenmez, iyiyi bilir, arar, buluncaya kadar var olana razı gelmez. Banada böyle öğretmiş. İyi mi etmiş bilmiyorum, bazen kızıyorum ona. Bir şey alınca iyisi olsun, bir şey yapınca yapılabilecekler sonuna kadar zorlansın, en iyi için sonun kadar mücadele. Biraz daha kolay olamaz mıydı hayat acaba ? Çocukken babamın bu zor beğenme huyundan çok memnundum. Çünkü çok emindim ki onunla zevklerimiz aynı ve ben onun için tam onun istediği şeyi bulup alabilirim. Hediye zamanı gelince atılıverirdim hemen öne. Durun! ben hallederim. Doğrusu bu ya babamda tepkileriyle sonucu onaylar, bir daha ki sefere daha da bir güvenle koşmamı sağlardı. Ne müthiş bir eğitim bir çocuğa kendine güvenmeyi öğretmek !
Sert adamdır babam!
Çabuk kızar, hemen parlar, fevridir. Ama çabuk geçer siniri. Unutur çabucak. Onu yakından tanımayanlar korkarlar ondan hep. Ciddi görünüşü, sert bakışı uzak tutar insanları kendinden. Oysa bilmezler ki benim babam Türk filmi seyreder ağlar, benim babam örümcek görür korkar, benim babam acıya dayanamaz kaçar… Yufka yüreklidir, duyarlıdır o. Göstermemek için bu yumuşak yanını sert adamı oynar tirbünlere. Ama o tam bir tatlı serttir. Sohbeti başka güzeldir. Biraz kendini rahat hissetsin bulunduğu ortamda, kırar geçirir gülmekten herkesi. Doyamazsınız anlattıklarına, sohbetine.
Aydın adamdır babam!
Karanlığın hiçbir türlüsünü sevmez babam. Bize her gelişinde evin tüm lambaları yakılır, hatta tavandan aydınlatmamız yok diye de her seferinde fırça atılır. Adımı bile IŞIK koymasından da belli değil mi? Bildiği her türlü meşru yolla daha aydınlık bir dünya için savaşmış, hocalık yapmış, siyaset yapmış, haklıyı savunmuş. Haklı olmayanın davasını bile bakmamış.
İleri görüşlüdür babam!
Çocukken bana büyük adam gibi davranırdı. Evin büyük çocuğu olarak her konuda fikrim alınır, önemsenirdim.Bana hep istediğim herşeyi yapabilecek gücüm olduğunu öğretti. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu, öğrenmenin asla yaşı olmadığını. Ve yetmiş beş yaşında bilgisayar öğrendiğini düşünürsek bunu hala yapıyor babam. Geçen gün yazıcısı bozulmuş, dilekçelerini daktilo ile yazar olmuş. Sitem etti bana halledemedim yazıcı işini çabucak diye…artık daktilo ile dilekçe kimse yazmıyor, ayıp oluyor, dedi. Dedim ya hala öğreniyor hala öğretiyor. Ve tabii ki bu yaşında hala çalışıyor.
Oğlum yok ama Işık var ! der yıllardır.
Erkek çocuk özlemi hiç bitmedi içinde. Şansız adam torunda bile yüzü gülmedi, hep kız, hep kız !
Babacığım, iyi ki varsın, iyi ki kızar, iyi ki ağlarsın. Hayatla başa çıkabilmek, ayakta kalabilmek için güç verdin bize, doğru yol için ışık verdin, ilham verdin. Kızın olmaktan, hatta birazda oğlun rolü oynamaktan hep gurur duydum. Seni seviyorum.
Işık Etkin ietkin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Cafe Azur : Suna Keleşoğlu |
Ona yazacaklarımı zaten hep kulağına fısıldarım...
Anne baba çalışırken bu görevi üstlenen dede ve anneannenin elinde el bebek büyüyen kara gözlü bir çocuktum. Tıpkı senin gibi...Sen taa o zamanlardan beri benim biricik arkadaşımdın.
Kız çocuklarının babalara düşkünlüğü bilinir. Şimdi büyüdüm, değişen tek şey birbirine sevgi akıtan ellerimiz. Benimkiler büyüdüler, seninkiler...
Dere boyunca uzanan tren yolu yürüyüşlerimizden mi başlasam? Yoksa evdeki çığlıklara aldırmadan uzun salonda yaptığımız ezeli futbol maçlarından mı?
Daha ilk okul yıllarındayken senin okuduğun kitaplara heves edişimden, senin dinlediğin müziği ninni edinişimden mi? Ernest Hemingway'in öykü kitabını John Steinbeck'in Sardalye Sokağı izlemişti. Artık kitaplarına bir ortak gelmişti, kitap kokusunu hep sevdim senin sayende. Sonra müzik kasetlerine ortak çıktı. Sessizce gülümsedin.
Denizi sevdim sayende. Taaa uzaklara giderdin, açıklara yüzerdin ve ben seni kaybetmemek için su yuta yuta yüzmeyi öğrendim. Ve sen varsın diye yanımda, o çocuk boyumu aşan sularda kulaç attım, çünkü can yeleğim sendin.
Sonra kendi köyünde ağaçlardan meyve koparmanın keyfini öğrendim gözlerinden. Taze salatalıkları, domatesleri ve halamın yaptığı sıcak tandır ekmeklerini yerken, bir yanım köyden geliyor demeyi hiç unutmadım.
Kış geceleri dedemin hazırladığı kestanelerin pişmesini beklerken İstanbul maceralarını dinleyerek büyüdüm. O zamanlarda elinde tahta bavulla İstanbul'a yatılı okumaya gelen oğlan çocuğunun gözleri gibi parladı benim gözlerimde İstanbul'u ilk kez görünce...
Yıllar geçti, benim çocukluk fotoğraflarım eskidi...Sonra sana çok yakışan bıyıklarını kestin. Ben büyüdüm, senin saçlarındaki beyazlar arttı. Ta ki o ilk büyük ayrılığa kadar elim elimdeydi, şimdi elin yüreğimde...
Ankara'da Gençlik Parkında bir semaver çayının buğusunda ettiğimiz konuşmaları, uzun otobüs yolculuklarında başımı dayadığım omzunu ve bana kendi başına yeter olmayı öğütleyişini nasıl unuturum?
Sonra yağmurlu bir sabah Maslak'ta elimizde bavullarla sırılsıklam olduk. Ayrılığımıza akan gözyaşları yağmurdandı. Üniversiteli olmanın sevinci aile özlemine karışmıştı. Ve o gün sana verdiğim sözleri tutmak için çabaladım ben hep. İyi bir insan olmak için...Tıpkı senin gibi...
Okul dönüşü her otobüs yolculuğundaki molalarda çay içmeyi, sabahsa bir ezogelin çorbası ile güne başlamayı da senden öğrenmiştim. Sabahları bana hazırladığın havuçlu, domatesli kahvaltı sofralarının hala akılmda...
Sonra beraber İstanbul kaçamaklarımız oldu. Senin yeşerttiğin sevgi ile Sarıyer'de muhallebe yemenin, Boğaz'da balık ekmeğin, Ortaköy'de simite eşlik eden çayın keyfini gönderdim sana yanımda olmadığın zamanlar.
Telefonlar, mektuplar taşıdı sevgimizi uzunca bir süre...
Şiiri de, öyküyü de hayatıma sen soktun. Sahaflarda bulduğum bir Attila İlhan kitabını kütüphanene yerleştirirken düşündüm kendi kendime...Sen bana Ankara'dan Arkadaş Kitabevinden az mı taşımıştın çocuk kitaplarını...Şimdi sıra bende...
Ben seni hiç üzmemeye, hiç hayalkırıklığına uğratmamaya çalıştım. Umarım başarmışımdır.
Sonra evlilik ve uzak ayrılık geldi. Beyaz gelinlik içerisindeki senin kızındı, siyah önlüklü yaşı nasıl geçmişti? Belki gizli gizli ağlamışsındır, sonra arkamdan içtiğin sigarayı son nefesine kadar içmişsindir.
Daha sonra bir havaalanı kafeteryasında kahve dumanına karıştı gözyaşlarımız. Daha uçakta özlemeye başladım seni. Yine alıştık uzak kalmaya. Sen benim hep kalbimdesin.
Şimdi telefonlar özlemlerimizi taşıyor.
En son kaçamağımızı hatırlıyor musun? Yok Ankara'da herkesi atlatıp İskender'in hasını yediğimiz günü değil, Ortaköy'de tulumba tatlısı arayıp döner yediğimiz günü. Özlemişimdir diye ne istersem yemem için alıyordun. Sonra tulumba tatlısını bulamayınca ne çok üzülmüştün. Nice sonra yazın ender bulunduğunu öğrenmeseydik hep aklında kalacaktı. O sene bir de kışın gelebilmiştik, o sert karlı kışa tulumba tatlısının keyfini sığdırmıştık.
Şimdi uzaklardasın, ama hep kalbimde.
Sen benim hem kahramanım, hem arkadaşım hem de sevgili babamsın. İyi ki varsın...
Ve seni çok özledim, seni seviyorum diyebiliyor olmanın şansının farkındayım. Bu yüzden beni lütfen hiç bırakma.
Şu sıralar emeklilik keyfini sürerken senden tek bir ricam var. Lütfen teneffüse* daha az çık...
Daha nice yıllara beraberce....
* Teneffüs( Anneanne ve annenin ısrarları sonunda evde sigara içemeyen babamın dışarı sigara içmeye giderken söylediği şey, eee ne de olsa o bir emekli öğretmen.)
Bugün için ve senin için çok sevdiğim soyadımızla imzam
Suna Akgündüz Keleşoğlu Mougins-12.06.2003
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu
Yukarı
|
BABAM
Mavi çakımlı tramvay
Dubaları oynuyor
Galata Köprüsü’nün
Dar-ül-fünun talebesi
Mustafa Raşit
Halep’ten gelmiş
İdadi mezunu
Geçememiş köprüden
Paralı o zaman
Banco Commerciale d’Italiana
Pera Palas
Beyoğlu Maksim
Sanoda Müzeyyen Senar
“Ferayi’dir kızın Adı…”
Ulufe aldım
Fukara Cemiyetine
Padişahim çok yaşa
Redingotum yastık
Yatağım tahta
Rehberlik ediyordum
İranlı softalara
"Ümmidi Afil"
İlk romanım
Muharrir idim
Averoff Samsun’da
Bombardıman
Gazhane yanıyor
Bin üç yüz otuz sekiz
Tarih düşürmüştüm
Kırkın çıkmamıştı daha
Tüttür tüttür zararı yok
Mis kokulu duman
Serkldoryan
Kaldır başını bak
Ankara Kalesi’ne
Beni kodun gittin
Elâ gözlü babam
Vus'at O Bener
<#><#><#><#><#><#><#>
Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdim bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
Cemal Süreya
Yukarı
|
|
Kahvenin Yanında: Elif Şeref Artun DONDURMALI KREP |
|
Krep için
150 g lor peyniri
3 yumurta
½ su bardağı yulaf unu
1 buçuk su bardağı süt
20 g margarin
Azıcık tuz
Yumurtalara azıcık tuz katıp köpük köpük olana kadar mikser ile çırpın. Un ve sütü ekleyin ve çırpmaya devam edin. Lor peynirini de ilave ettikten sonra bir süre daha çırparak peynirin topak topak kalmamasını sağlayın. Krep hamurunuz hazır…
Bir parça margarinle yağladığınız kızgın bir teflon tavada kreplerinizi pişirin. (Krepin nasıl pişirildiğini de bana sormayın artık…)
Pişirdiğiniz krepin birini servis tabağına alın. Üzerine iki top dondurma koyun. Başka bir kreple kapatın. Onun üzerine de iki top dondurma koyun. En üste bir krep daha koyarak kapatın. Üzerine bal gezdirin. Herhangi bir meyve ile süsleyebilirsiniz. Damla çikolata da koyarsanız tadından yenmez...
Afiyet olsun…
Yukarı
|
Nasıl becermiş bilen var mı?!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/arsiv/index.html
Son günlerde yeniden hortlatılmaya çalışılan ve ne yazıktırki kendisine bol taraftar toplamayı başaran "ermeni soykırımı" iddialarına en güzel cevabı trt'de yayınlanan belgesel verdi. Adreste verdiğim dökümanlar tarih boyunca Ermeni vatandaşlar için verilen haklar ve yasal bazı uygulamalarla ilgili bazı ayrıntılı bilgileri içeriyor. Okumanızı ve mümkünse tüm tanıdıklarınıza okutmanızı tavsiye ediyorum.
http://www.firolizm.cjb.net/
...Firolizm Nedir? Gerçekçiliktir; ancak günümüzde dünya toplumunlarında bir çokları insana, salak/aptal gibi tabir-i caiz olmayan yakıştırmalarda bulunmaktadır. Hiç kimse salak/aptal değildir, bu kişilik parçalanmasının zirveye varmış halidir. birliğimizin vardığı en yüce kanıda şudur. dünya üzerinde yaşayan tüm insanlar iki ve/veya daha çok kişiliğe sahiptir!..
http://abone.turk.net/sbasarir/hokkabaz.htm
Sihir ve umut üzerine yapılmış bir söyleşinin ilginç notları: ...Her devrin gerçek sihirbazlarının, krallar gibi tekil kişilere değil, topluluklara hünerlerini sergilemekten daha çok hoşlandığını sanıyorum. Bunda güçlü alkış seslerinin payı olsa da, asıl neden; sihirbazların içindeki gizemli dünyanın ve yaratıcı kişiliğin, ünvanlara teslim olmayışıdır...
http://www.lokman-hekim.com/
...İnsanlık yaşamı, gezegenimizin bitki süsüne bürünmesiyle başlamasada, anlam kazanmıştır. İnsanlığın en doğal ve vazgeçilmez yaşama alanı; arzın canlanarak bitki örtüsü süsüne bürünmesi ve canlı yaşamın başlayıp gelişmesidir. Evrende şimdilik tek yeşil örtüsüne bürünmüş olan gezegenimizin "insan-hayvan ve bitki ilişkisi", oldukça anlamlı ve hikmetli kapalı bir sistem oluşturmaktadır...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Atlantis Nova v1.0.0.65 [900k] W9x/2k/XP FREE
http://www.rssol.com/en/
Oldukça yetkili ve etkili bir çalışma. Kullandığınızda MS Word'den ayırt etmeniz zor. Ortalama bir kullanıcının Word'den beklediği herşeye sahip. Bedava sürümünde bazı fonksiyonları yok ama az bir ücretle full fonksiyonlu sürümüne sahip olmak olası. Orjinal abisiyle arasındaki fiyat farkı da cabası. Dilerseniz bu ful sürümü 30 günlük denem süresi için indirip kullanabilirsiniz. Alternatiflere ihtiyacımız var öyle değil mi?
Yukarı
|
|
|