KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 290

 24 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Samba'yı yarıda kestik


Merhabalar,

Bizim milliler gençleşmenin hakkını veriyorlar doğrusu. Oynadıkları 3 maçtada ilk yarı dökülüp 2. yarılarda coşmak gibi bir özellik ve de güzellik sergilediler. Arap atı misali sonradan açılıyorlar ama iyi açılıyorlar. Son dakika gollerine de bir çare bulduklarında bu takım daha çok iş yapar. Helal olsun gençlere ve Şenol Hoca'ya.

3 gündür yazılarımın altına neden yorum yazma fonksiyonu eklediğimi söyleyip hemen ayrılıyorum huzurlarınızdan. Efendim bu tamamen sizlerin isteği doğrultusunda oluştu. Gelen mesajlarda bana emaille eleştiri yollamaktansa diğer yazarlarımıza yaptığımız bir online yorum sistemi daha kullanışlı olurmuş, vallahi ben sizlerin yalancısıyım. Ama sizi kıracağıma dediğinizi yaptım oldu bitti. Buyrun tepe tepe kullanın. Ancak gördüğünüz üzere oy verme fonksiyonunu koymadım. Neme lazım, bana moral gerek değil mi? Hergün yorumlanacak nitelikte yazı yazmasamda, bana iletmek istedikleriniz için de kullanabileceğiniz bu yorum kısmını sürekli göz önünde tutacağım. Yalnız unutmayın oraya yazdıklarınız aramızda kalmıyor, cümle alem okuyor ona göre.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Ulusal Proğram

Üstad Hasan Cemal geçen günkü yazısında, Almanya'nın gelişen yeni ekonomik ve siyasi dengeler çercevesinde kendisini neredeyse yeniden tasarımlayacak hazırlıklar yaptığını belirtip, soruyordu: "Acaba Türkiye kendine ilişkin planlar yapmayı ne zaman akıl edecek?"

Okurken birden heyecanlandım. "Hah işte" dedim kendi kendime, "Sonunda Cemal'de ülkenin kendi geleceğini kendisinin planlaması konusunu" öne çıkarmaya başlamış. Bekliyorum ki, yazının devamında, "Ulusal eğitim, savunma, ekonomi politikalarının ve bunların orta-uzun vadeli planlamalarına ilişkin" satırlar okuyacağım..

Nerdeee.. Almanya kendi başının çaresine baka dursun, ustadın yeniden yapılanmadan kastı şu başlıklarda toplanıyormuş.. ABD ile ilişkilerin onarılması, Avrupa Birliğine geçiş sürecinin hızlanması, IMF ile yeni izleme proğramlarının yapılandırılması..

Bir çok köşe yazarının daha önce olduğu gibi önerdiği bütün planlar daha güvenceli bağımlılıklar üzerine.. Nasıl ki elli yıldır bu politikalarla başımız göğe erdi, bundan sonra da kimse bizi tutamaz artık..

Geçenlerde Ulusal Deprem Konseyi Başkanı Dr. Tuğrul Tankut'la trafik güvenliği ile deprem güvenliği'nin benzeşen yönlerini konuşuyoruz.. Dr. Tankut, Konsey'in işlevinin olmadığı gibi eleştirilere kesinlikle katılmadığını belirtiyor. Uygulama ve yaptırım gücü olmayan, olması da doğal bulunmayan bir grubun, bu gücü elinde tutan karar vericiler ve onların temsil ettiği devlet iradesinin yerine geçemeyeceğini anlatıyor..

Tankut'a göre, "Deprem'in ilgili tüm disiplinleri içeren başlıklarında ve bunların etkileşimlerinde yeterince bilgi ve deneyime sahibiz. Neler yapılması gerektiğini de biliyoruz.. Ancak yapamadığımız bunun partiler üstü ulusal programla, kesintisiz ve güçlü bir siyasal irade ile hayata geçirilmesi. İste bunu yapamıyoruz.. Yalnız depremde değil, hiç bir yaşamsal konuda yapamıyoruz.

Görüntüde herkes depremin zararlarının en aza indirgenmesinin öneminde ve gerekliliğinde hem fikir. Oysa yapılmayanlar bir yana birkaç örnekle yapılanlara bakar mısınız? Binaların yapı kontrolu, aralarında depremselliği ortaya konmus olanlar da dahil, ondört ilde geçerli kılınmamış. Neden efendim? Böyle bir stratejimiz var mıydı? Eğer varsa bu ondort ilin kapsam dışında tutulması mı öngörülmüştü?

Deprem konusundaki uzman birikimleri, aralarında onbinlerce deprem dayanımları tartışmalı (Dilimiz yok'a varmıyor.) kaçak konutu yasallaştıracak yeni imar affi anlamı taşıyan arazilerin imara açılmasını mı öngörüyordu?. Böyle bir adımın ayrıca yeni, usulsuz ve güvencesiz yapılaşmalara ortam ve beklenti yaratacağını görmüyor muyuz? Bu yönde ulusal staratejilerimiz mi vardı? Deprem stratejik planları, gecekonduları affedin, yeni rant ve talan alanları ve beklentileri yaratın mı diyor? Ne diyor?

Trafik Guvenliği Projesi'nde Türkiye'de bundan sonraki on yılda izlemesi gerekenlerin ortaya kondugu "Ulusal Trafik Guvenligi Programı" hazırlandı da ne oldu? Bu proğram, mühendislik, denetim, acil yardım ve eğitim başlıklarında izlenmesi gerekli tüm idari ve teknik stratejileri, eylem planlarını dört yıllık bir uzmanlar calışma birikimi ile ortaya koymusken, neden uygulamıyoruz efendim? Elimizden tutan mı var? Yine proğramı izleme bir yana, yeni plansızlıklar peşindeyiz.. Hangi ulaştırma, güvenlik planımızda, ikibin kilometre avare otoyol öngörülmüştü, hangisinde binlerce kilometre 'duble yol' gereksinimi tanımlanıyor, önceliklendiriliyor?

Tübitak ilginç, değerli bazı adımlar atmaya çalışıyor. Avrupa Birliği'nin yıllardır süregelen araştırma proğramlarına ilk kez Türk Araştırmacılarının da resmi olarak katılmasının önünün açılması, kuşkusuz belli bir zaman içinde daha fazla önem kazanacak. Tübitak'in bir başka özel çabası da, ülkemiz için bugün önemli ve yarın önem kazanacak alanlardan seçilen tematik öncelikli konu-sektör başlıklarında ülkemizin 2023 Vizyonlarımızın belirlenmesi.

Durun hemen dudak bükmeyin. Bu vizyonların belirlenmesi icin ülkenin yüzlerce akademisyeni, özel ve devlet sektörü temsilcisi bir araya getirilmiş. Anketler düzenlenmiş, bir yılı aşkın çalışmalar yapılmış. Amaç, yinelemek gerekirse, Cumhuriyetin yüzüncü yılında gelişen dünya dengeleri ve bu kez kestirim değil ama öngorüler çercevesinde ülkenin ufuklarını, hayallerini resmetmek, bunların stratejilere, planlara dökülmesini sağlamak..

Tübitak'in eski Baskanı Dr. Pak, vizyon çalışmalarının kamuoyuna sunulduğu ve ancak beşyüz kişilik salonda otuziki katılımcının bulunduğu oturumda yaptığı sunuşunda çok ilginç saptamalara yer veriyor. Dr. Pak diyor ki, "Evet Türkiye'nin bilimsel yayın-üretim aktivitesinin son yıllarda önemli bir artış ivmesi kazandığı bir gerçek. Ancak Araştırma ve Gelistirmeye ayrılan kaynaklar bazı artışlar izlense dahi böyle bir sıçramayı desteklemiyor. Dahası bu hareketlilik ülkenin yarınını biçimleyecek bilim ve teknoloji üretim politikalarına dönüştürülmemiş, bu yönde çabalar hiç olmamış, olmadığı içinde uygulamaları da konulmamış.."

Sizlere sormak isterim.. Ulkenin kırık dökük planları ve planlama geleneğinin de tümüyle dışlandığı son yirmi, yirmibeş yılda; herhangi bir konu başlığında ülke gerçeklerinden hareketle, dış gelişmeleri dikkate alan, bilime yaslanan kısa, orta, uzun vadeli politikalar olusturulduğu, bunların uygulamaya konulduğuna şahit oldunuz mu?

Eğitim de örneğin.. Ulusal bir eğitim politikamiz var mı? Eğer varsa, eğitim birliği, kalitenin yükseltilmesi ve yaygınlaştirılmasında başlıklarında nelerin yapılmasını öngörüyor?

Enerji de örneğin. Ulusal bir enerji politikamiz var mi? Bu politika sonucu mu, Mavi Akım sözleşmeleri yapıldı, doğalgaz çevrim santralleri yapıldı?

Ulusal üretim, istihdam, güvenlik politikalarımız.. Bunların gelişen şartlarla revize edilmesi.? Avrupa Birliğinin bizi sınavdan geçirdiği hazırlıklara da "Ulusal Proğram" deniyor ya, belki de artık "ulusal" ve "proğram"dan bunları anlıyoruz.

Kimbilir?

Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku


Yenmemiş Bir İncire Ağıt

Babam kısacıktı.
Annem babamdan da kısaydı.

Annem evlere temizliğe giderdi. Boyu öyle kısacık, öyle kısacıktı ki, cami kubbelerindeki örümcek ağlarını temizlemek için bile tabureye çıkması gerekirdi. Babam ise tamirci ustasıydı. Onun da boyu öyle kısacık, öyle kısacıkti ki, akan çatılardaki kiremitlere parmaklarının üzerinde yükselmeden yetişemezdi.

Bahar gelip de deredeki balıklar çoğalınca annem uzun, çok ama çok uzun bir sopanın ucuna bir pazar filesi takar, çağlayanların tepesindeki balıklara ancak öylelikle ulaşabilirdi. Sonbaharda, kazlar evimizin üzerinden uçarak Güney'e göç ettiklerinde babam da o uzun, çok ama çok uzun sopanın ucundaki pazar filesini kullanır, ancak o zaman bulutların üzerine yetişerek gökyüzündeki kazları yakalayabilirdi. İkisi de işte öylesine kısaydılar. Kısacıktılar.

Ve, o yaz gecesi, gecenin o dayanılmaz sıcağında, ben çimenlerin üzerinde yalınayak durarak ağaçtaki o son inciri parmağımla gösterirken, annemle babam çimenlerin üzerine bir masa koydular, masanın üzerine bir sandalye, sandalyenin üzerine bir sandık, babam sandığa tırmandı, annem babamın omuzlarına çıktı. Yine de incire ulaşamadılar. İkisi de o kadar ki kısaydılar. Kısacıktılar.

Simdi düşünüyorum da, hatırladığım kadar kısa değildiler belki de. Zamanla hafızamda küçülmüs, kısalmış olmalılar.

Ama incir. İste ondan kesinlikle eminim. İncirin o nemli Akdeniz gecesinin içinde yuvarlak bir ay gibi havada nasıl hareketsiz asılı durduğunu, çatlamış parlak siyah kabuğundan sızan tatlı nektarın ayak parmaklarımın üzerine nasıl usul usul damladığını hiç ama hic unutmadım.

Yukarı

 Rengarenk: Tuba Çiçek


SELÜLİTLİ PRENSES VE AT HIRSIZI PRENS

Yoksa siz hala ninenizin anlattığı masallara sempati duyanlardan mısınız? Tanrı bilir ya, bununla övünüp kendinizi rezil bir dünyaya rağmen, manevi değerlerini koruyanlar kategorisine de koyuyorsunuzdur. Hayallerinizi yıkmak gibi olmasın ama size diyeceklerim var...

Bugün kafayı masalcı nineye taktım ve ona iki çift laf etmeden de duramayacağım korkarım.... Yoo korkumun sebebi, onun hışmına uğrayıp, kendimi peri masallarının birinde 'zalim büyücü' ya da 'kötü kraliçe' olarak görmek değil. Kaldı ki, saflığı ve bönlüğü dillere destan prenses olmaktansa; cin fikirli ve parlak zekalı kraliçe olmayı yeğlerim.

Elbette her çocuk gibi ben de, güzel ve iyi huylu prenseslerin repliklerini ezberleyerek büyüdüm. Ve tabi beyaz atından başka sermayesi olmayan prenslerin hayaliyle vuslata erdim. Amma ve lakin beyin kıvrımlarım birbiriyle temas etmeye başladıkça, masalcı ninenin beni aptal yerine koymasına isyan ettiğimi söylemeliyim.

Yahu be kadın! Onca iyi niyetine ve sevecenliğine rağmen, tüm yaşamlarını cefa çekerek ve zulme uğrayarak geçirmiş prenseslerin sinirleri bir operasyonla alınmış mıdır? Yoksa biz dünyalılar mı fazla asabiyiz? Hem senin kraliçelerle ve büyücülerle ne alıp veremediğin var? Tavuğuna mı 'kışt' dediler, köpeğine mi 'hoşt' dediler?

Zaman zaman masalcı ninenin, bu 'İnek Şaban'ı kıskandıran ve ancak masalın sonunda talihi gülen, 'ballı prenseslerinin' güler yüzlerinden de işkillenirim ben.

Ayrıntıları pas geçersek, iki çeşit gülüş vardır. Biri şeytan gülüşü, diğeri de melek gülüşü. Şeytan, yaşamın kötü ve acımasız oluşundan kendine pay biçip gülerken; melek de evrenin kusursuzluğuna duyduğu hayranlıktan dolayı güler... Hadi şeytanı anlarım; o hep bir pislik peşindedir ve genellikle de kendine kurban bulmakta zorlanmaz. Eh kurbanlarına pabuçlarını ters giydirmesi de eğlenmesi için yeterli bir sebeptir. Lakin meleklerin bu bönlük sınırını aşmış iyi niyetleri beni canımdan bezdirir.

Üvey anne veya kötü kalpli büyücü prensesimize 'masal işkencesi' yaptıkça, bizimki "büyüğümdür saygıda kusur etmem, lay lay looom" diyerekten ve hatta tek tek basaraktan kırlara koşar, ota böcüğe karışıp, papatya toplar vs. İşte tam da bu sahnede, prensesin ağzına iki tane geçiresim gelir. 'Amma abarttın Tuba, onlar masal kahramanı' felan demeyin. Gerçek yaşantıda da var onlardan yahu. Vallahi de var, billahi de var. Ve ben onlardan birkaç tanesini tanıyorum bile. Ha, 'tanıyorum da neden ağızlarının payını vermiyorum' diye soracak olursanız; varlıklarından haberdarım, bir vesileyle tanışmışım ama mecbur kalmadıkça görüşmeme kararı almışım.

Kimi zaman da, kötü kraliçelerin hikayelerini merak ederken yakalarım kendimi.

Kimse 'kötü kraliçe' ya da 'zalim büyücü' olarak doğmaz elbette. Konuşmayı söker sökmez 'ben büyüyünce kötü adam olacağım' diyen bir çocuğa rastladınız mı? O yaşlarda, ya doktor ya da öğretmen olmanın hesabını tutarlar. Gerçi zamane çocukları televole kültürünün esrimesinde manken ya da 'playboy'luğa özeniyorlar ama onlar bile 'tamamen duygusal' kaygıların güdümündeler...

Şahsen, külkedisinin üvey annesine, şöyle mezesi, alaturkası bol bir içki masasında hikayesini anlattırmayı çok isterdim. Üvey anneyi, önce bir iki kadeh şarap ve "talihin elinde oyuncak oldum/ kader böyle imiş/ buymuş alın yazım" şarkısı eşliğinde konuşturmayı denerseniz, onun bile hüzünlü bir hikayesi olduğunu göreceksiniz. Hatta, şarabın ardından bir duble rakı verip, üstüne bir de 'kader, kime şikayet edeyim seni/ alnıma yazılmış yazısın/ derinsin silemem' şarkısını dinletince, oturup beraber ağlayabilirsiniz bile..

Eminim, üvey annenin sızmadan önceki son sözleri şöyle olurdu: "Herkesin öyküsü, kendine özel gelir. Belki farklı değildir kimsenin hikayesi diğerinden. Gerçek ve değişmez olan tek şeyse, kimsenin kendini kötü kraliçenin yerine koymadığıdır. Herkes, güzel ve iyi huylu prenses ya da kurtarıcı prenstir hikayesinde... "

Bir varmıııış.. Bir yokmuuuuuş.. Develer tellal, pireler berber iken; gri betonlar içinde, yeşil fukarası bir memlekette, kısa boylu, obez, suratı sivilceli, selülitli bir prenses yaşarmış. Kompleksli, fesat ve bencilmiş de aynı zamanda. Prensesimizin kırıştırdığı prense gelince; para ondaymış ama kıronun Allah'ıymış. Öyle çirkinmiş ki, ekin tarlasına koysan kargalar korkuluk sanıp, tarlaya dadanmazlarmış. At hırsızı gibiymiş. Söylentiye göre, beyaz atı da çalıntıymış...

Hadi saksıyı çalıştırın da masalın devamını siz getirin. Eh bir zahmet e-mail adresime de pas edin masalınızı. Bakalım hayal gücünüz ne alemde.

Ne? Karşılığında ne mi vereceğim? Önce bir masalı görelim de hele, düşünürüz bir güzellik.. Bana laf yetiştireceğinize gidin de masalınızı yazın kardeşim! Çarkıfelek mi sandınız burayı? Hebidihübüdü mobilyadan etejer, yanında kılyün marka cep telefonu ve bir adet de estekköstek porselenden üçççç kişilik yemek takımı... Töbe töbeee...

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kaşif Kahveci : Betül Ayhan


ESKİTİLMİŞ SEVDALAR ANSİKLOPEDİSİ

Yıllardır haber alamadığım bir dostu aradım bugün. Geçen zaman içinde hayatlar, mekanlar, telefon numaraları değişmiş, kolay olmadı ulaşmak. Telefonların değiştiğini fark edince aklıma Telekom'un internet sitesi geldi. Ama gel gör ki dostun soyadını unutmuşum. Daha doğrusu bir çırpıda hatırlayamadım. Dün bütün akşamı soyadı neydi diye düşünmekle geçirdim ama beynim bu soyadını 'ilerde bir gün lazım olacaklar' ile beraber depoya kaldırmış, hemen ulaşamadık. Bu sabah uyanınca her zamanki gibi tek gözümü kullanarak lavaboya gittim, yüzümü yıkarken birden aklıma geldi soyadı. Arşimet suyun kaldırma kuvvetini bulduğunda benim kadar sevinmiş midir bilemiyorum. Galiba beynim gece boyunca depoda arama-tarama çalışmaları yapmış:) Hemen oturdum makinanın başına tekrar Telekom'un sitesine girdim. Ancak telefonu elime alıp numarayı çevirmem akşamı buldu günün hengamesi içinde.

Telefonu kapattıktan sonra eski bir dostla yapılan her konuşma sonrasında olduğu gibi bir flash-back yaptı beynim ve yüreğim, tarihin tozlu sayfaları arasında. Eskitilmiş sevdalarımı düşündüm bir zaman. Eski sevgililerimi, eski dostlarımı özetle eskiden kalbimi kocaman yapan ama şimdi kendilerinden bihaber olduğum tüm eskilerimi. Kimi çekip giden, kimini bırakıp gittiğim tüm insanlarımı. Bir zamanlar onlarsız yapamayacağımı düşündüğüm, öyle hissettiğim, sanki hayatımdan çıkarlarsa nefes alamam sandığım herkesi. Gülümseyerek fark ettim ki giden dostlar, giden sevgililerden daha çok yaralamış beni, daha derin izler bırakmış içimde. Ve bırakılıp gidilen dostlar, bırakılıp gidilen sevgililerden daha çok yerleşmiş içime. Geçit töreni epey uzun sürdü. Tüm kaybedilmiş telefon numaralarının ardından gecenin sessizliğinde rüzgara minik bir öpücük emanet ettim, bilmediğim adreslere götürsün diye.

Sonra bu güne, içinde yaşadığım, havasını soluduğum ana kaydı bakışlarım. O zamanlar vazgeçemem dediğim insanlar gibi ne çok insanım vardı hala… Peki onlar biliyor mu vageçilemez olduklarını? Hımmm sanırım bilmiyorlar. Belki de biliyorlar. Biliyorlardır canım, bilmezler mi? Olsun bilseler bile bir kere daha söylemenin ne zararı olurdu ki? Tekrar aldım telefonu elime önce annemi ardım. Öyle pat diye 'Anne sen benim vazgeçilmezimsin' demek olmaz, kızım tamamen delirdi diye korkar kadıncağız diye düşünüp 'anne özlemişim kız seni hadi bir şeyler anlat da sesini dinleyeyim' dedim. Kadıncağızı korkutmayalım dedim ama kendi kendime bulduğum çözüm pek iyi değildi sanırım, bir anlık sessizlikte 'eyvah kızım delirmiş' havası sezdim yinede. Neyse ki alışkın böyle enteresan çıkışlarıma.

Sonra tüm vazgeçilmezlerimi telefon listesinden seçip tek tek hepsine aynı şeyi söyledim. 1. dereceden kan bağı olanlara torpil bile yaptım:)

Susanna Tamarro'nun Bir Çift Yürek kitabını okumuş muydunuz? Bir gecede okuyup bitirdiğim, ama sadece kitabı yarım bırakmamak için zorla ve inatla okuduğum bir kitaptı. Kitaptan bana kalan tek bir cümle oldu. Özetle ağzımda çikolatalı ve fıstıklı dondurma tadı bırakamadı kitap. Yanlış hatırlamıyorsam (yanlış hatırlıyorsam lütfen düzeltin) ninesi, ölen annesinin ardından kıza söylüyordu; 'Ölen birinin ardından üzülmemizin tek nedeni sürekli ertelediğimiz için ona söyleyemediğimiz cümlelerdir' diyordu. Ya da buna benzer bir şey işte. O günden sonra kendimi tutup sustuğum, söylenecekleri ertelediğim her seferinde kendi kendime 'düşün ki yarından sonra onu göremeyeceksin, belki de eskitilmiş sevdalar ansiklopedinde yeni bir fasikül olacak yarından sonra. O zaman bunu söylemediğin için pişman olur musun?' diye sordum. Cevap genelde evet oluyor ilginç bir tesadüfle. Her seferinde de hemen gidip söyledim içimde rezerve ettiğim cümlelerimi. Beklemeden, ertelemeden, vazgeçmeden, yani bugünün işini yarına bırakmadan. Hayatın bize nasıl sürprizler hazırladığını bilemiyoruz hiçbir zaman. Beklenmedik zamanlarda beklenmedik tepkiler alabiliyoruz hatta verebiliyoruz da. Sonra içimizde bir yumru oluyor söyleyemediklerimiz, kimi zaman söylenecekler bir telefon uzaklığında olsa bile. Eskitilmiş sevdalar ansiklopedimizi başucumuza koyup her gece göz atıyoruz uyku öncesi. Hani yarım aklımla önermek bana düşer mi bilmem ama ben derim ki siz de yapın aynısını. Tutmayın içinizde söylemek istediklerinizi. Hemen şimdi hem de. Ertelemeden. Biraz sonra geç olabilir belki, kim bilebilir ki. Sevdanız eskitilmiş sevdalarınıza karışmadan söyleyin. Zaten biliyorlar, ama olsun yine de mutlu oluyor insan sevgisini söyledikçe. Yüklerinin birazından kurtulmuş gibi bir hafiflik veriyor insana.

Ha bu arada zaten biliyorsunuz ama, sevgili tiryakiler ben sizi çok seviyorum yaaa:))

BeT
bayhan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_130.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.362 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Güne çıkış

         Sinim'e

Vecihi TimuroğluSeni yaşamımıza katan kuş
Kızıl güller diker bahçemize
Yokluğun ötesinden varlığa kayış
İkiyken dört diye yazar güncemize

Kırmızı iri güller her zaman
Büyük acıları çağrıştırır bende
Ölümleri tadılmamış yaşamları
Ve hep yarım kalmış aşkları

Yaşam söylüyor şarkılarını
Şafakla başlayan çekiş, sesleri
Girişiyor Şeytan'la alışverişine
Ve ateşe çeviriyor nefesleri

Vecihi Timuroğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Orada duran

Dün gece gördüm seni
Ay doğarken oradaydın
Bir içim suydu çocukluğun
Keşke o gün içseydim seni

Dün gece ay doğarken
Ormanda ışıkla oynaşan
Bir mor menekşeydi çocukluğun
Keşke o gün koklasaydım seni

Ay ışığı saçılırken geceye
Oradaydın saçların omuzlarında
Fırınlanmış bir meşe tahtasında
Yıkasalardı seni yeşerirdi

Keşke o gün öpseydim seni

Vecihi Timuroğlu

Yukarı

 Şarap Fıçısı (Petrus'a nazire)


Hangi şarap hangi yemekle içilmeli?

Çok iyi bir şarap, eğer uygun bir yemekle içilmezse beklentilerimizi boşa çıkarabilir, bir hayal kırıklığı yaratır ve keyif planlarımız hüsrana uğrar. Hangi şarabın hangi yemekle içilebileceğini bilmek için temel bazı bilgilere gerek duyulur. "Koyu etlerle kırmızı, açık renkli etlerle beyaz şarap" klişesi geçerliliğini çoktan yitirmiştir. Doğal aroma maddelerine önem veren, yeni ve yaratıcı yemek pişirme teknikleri yepyeni kombinasyonları mümkün kılmış ve özellikle beyaz şarapların önemini artırmıştır. Şarap ve yemek birbirine benzerse, yani yemeğin içindekiler ve hazırlanışı, şarabın kıvamı, yapısı, kokusu ve tat nüanslarına benzerse, istenen ahenge ulaşılabilir. Burada her zaman akılda bulundurulması gereken üç temel kural vardır:

1) Şarabın tadı, yemeğin tadına baskın olmamalı.
2) Şarap ve yemek sıralaması aroma, tatlar, kıvam ve yapı açısında birbirine paralel olmalı.
3) Şarabın yemek masasında üç düşmanı vardır:
    a) Sirke; örneğin çok fazla sirke katılmış bir salata
    b) Çok keskin bir ekşiliği olan yiyecek ve içecekler (limon gibi)
    c) Yağ (örneğin bazı çok yağlı yapılan balık türleri, özellikle kırmızı şaraba metalik bir tat verebilir)

Şarap ve Yemeklerin Ahengi

Alkol, tatlının ve baharatların etkisini artırır, ayrıca hazmı kolaylaştırır. Şarapta alkol seviyesi düşükse, kalan şeker kendini daha fazla gösterir. Kalan şeker içermeyen tam olarak mayalanmış şaraplar, tam olarak mayalanmış ama daha az alkol içeren şaraplardan daha yumuşak bir etki bırakırlar. Şarapta veya kavrulmuş, ızgara yapılmış ya da buğulanmış yemeklerdeki acılık veren maddeler, tatlı algılanmasını uyumlu bir hale getirirler ve ölçülü bir asiditenin algılanmasını sağlarlar. Acılık veren maddeler, yavaş yavaş algılanırlar ama uzun süre kalıcıdırlar; tanenli ve çok alkollü şaraplarla uyumludurlar.

Çok yağlı yemeklerle asidi, taneni ve alkolü zengin şarapların içilmesi önerilir. İştah açan bu üç bileşen, hazmı da kolaylaştırır.

Çok baharatlı yemeklerin tatları, alkol derecesi yüksek şaraplarla birlikte daha da kuvvetlenir. Bu yüzden, alkol derecesi yüksek şaraplarda fazla derecede asit de varsa dikkatli bir seçim yapmak gerekir.

Özellikle köpüklü şaraplardaki karbonik asit, tatlı algılanmasını biraz önler. Bu tip şaraplar, yemeklerle birlikte olduklarından daha tatlıymış gibi gözükürler. Yemeklerle birlikte sekliği fazla olan köpüklü şaraplar daha uygundur (tatlılar hariç).
Tuz, şarap ve yemeklerdeki aroma ve acılık veren maddelerin algılanmasını artırır.

Asit, tatlıyı destekler (bunu çileğe biraz limon sıkarak görebilirsiniz), ayrıca geçici olarak acılığı gizler. Asiditesi yüksek şaraplarla, fazla asitli yemekler uymaz.

Tatlı tat, şaraptaki aroma maddelerinin algılanmasının kolaylaştırır, acı ve ekşi tadı dengeler. Çok sek yapılmış şaraplar, yemeklerle birlikte daha yumuşak ve ahenkli bir izlenim bırakırlar (yemekteki tuzdan ve şekerden dolayı).

En uygun şarap-yemek ikilisinin seçiminde önemli bir dizi faktör daha vardır: günün hangi zamanı olduğu, hangi mevsim olduğu, dışarıdaki sıcaklık, içme nedeni (doğumgünü gibi), içen kişilerin yaşı ve şarap zevki, fiyat ve menü sırası.

Mümkünse aşağıdaki sırayla servis yapılmalı:

Şarap Sıralaması
beyaz kırmızıdan
sek tatlıdan
soğutulmuş normal sıcaklıktakinden
zarif ve yumuşak baharat çağrışımlıdan
hafif kuvvetliden
az alkollü çok alkollüden
genç eskiden
önce içilmelidir

Yemek Sıralaması
zarif ve yumuşak baharatlıdan
hafif kuvvetliden
tuzlu yumuşak ve hafif tatlıdan
önce yenmelidir.

Devamı var

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


SÜTANNE

Adam evlenir, 10 sene geçer çocuğu olmaz. Yurtdışına göreve gider.
Hanımından gelen mektupta hamile olduğu yazılıdır. Yurda döndüğünde ise hanımı doğurmuştur ama çocuk zencidir.
Hanımına sorar: "Hanım ne sizin sülâlede ne de bizim sülâlede zenci değil, esmer bile yok; bu iş nasıl oldu?"
Hanım "Çocuğu doğurduktan sonra sütüm gelmedi mecburen bir sütannesi tuttuk, onun sütünü emdi. Sütanne zenciydi herhalde bu yüzden böyle oldu" der.
Adam ikna olmuşa benzer ama içinde yine de ufak bir kuşku vardır ve "bunu bilse bilse annem bilir" düşüncesiyle annesine sorar.
Anne "Olmaz olur mu oğlum, tabii ki olur" der. Seni doğurduğumda benim de sütüm gelmemişti ve inek sütüyle beslemiştim.
Bak boynuzların çıkmaya başlamış bile!"

Yukarı

 Kıraathane Panosu


CATS MÜZİKALİ

CATS Ege Üniversitesi Çesme Meslek Yüksekokulu Turizm Animasyonu Bölümü'nün bu yıl için hazırladığı proje olan "CATS" müzikali, bir yıl boyunca verilen eğitimin uygulama çalışmasıdır. Üniversite ve özel sektör işbirliğiyle hayata geçirilen bu tür projelerin eğlence anlayışına yeni bir soluk getireceğine inanıyoruz. Rock bar da şov izlemenin tadına ilk kez "Tarla Kuşuydu Juliet 2002" ile varan İzmir seyircisi, şimdi de dünyanın en önemli müzikallerinden biri olan "CATS" ile tanışıyor. Her ne kadar sürç-ü lisan edersek affola... Sonuç olarak; biraz hakikat, biraz atmasyon işte karşınızda Çesme Animasyon.

Yöneten: Yonca ERDENK-Candan GÜNAY
Koreografi: Gencay CÜCE
Dekor-Kostüm: Yonca ERDENK-Candan GÜNAY

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://home.attbi.com/~bernhard36/honda-ad.html
Aslında bu bir reklam sayfası. Ama zekice düzenlenmiş bir reklam olduğu için sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilgisayarınızda flash 6.0 yüklü değilse biraz sabırlı olmanız gerekiyor. Ama merak etmeyin gerçekten beklediğinize değecek kadar güzel bir çalışma...

http://www.smiliegames.com/soccerpong/index.php3
Futbol tenisi de diyebileceğimiz bir oyun. Tamamen mouse kontrol oynanıyor. Topu kaybetmeden ve sürekli sektirerek ortadaki sayısal hedeflerden puan topluyorsunuz. Online bir oyun olduğu için isminiz listeye dahil edilebiliyor.

http://eirovizija2003.tv.lv/mconsole.asp?cat=2&subcat=2&index=23&quality=64
"Everyway that i can", Sertab Erener... Eurovision şarkı yarışmasında bir umut daha... Çocukluğumuzda televizyon ekranına kilitlenip kalırdık. Bütün hayat durur, nefesler tutulurdu. Puanlama sırasında bütün duygusal yanımız ön plana çıkardı. Son yıllarda nostalji olmaktan öte gitmeyen bu duyguları özlemedim desem yalan olur. Kısayolunu verdiğim bu sayfadan Sertab Erener'in seslendirdiği parçayı dinleyebilirsiniz. Daha önemli bir şey daha var oy da verebiliyorsunuz. Oylama sıralamasında ikinci sıradayız ve eminimki bu sıralamayı değiştirebiliriz.

http://www.tbb.gen.tr/turkce/index.html
"Türkiye Bilgi Bankası". Türkiye hakkında bilmek istediğiniz hemen hemen herşey. Görseller, kültürel değerler, turizm, ulaşım, yaşam ve daha birçok döküman. ...Türkiye eski dünyayı oluşturan Avrupa, Asya ve Afrika'nın birbirlerine en yakın olduğu ve Avrupa ile Asya'nın kucaklaştıkları bir noktada yer almaktadır. Coğrafi konumu nedeniyle ana kara parçası olan Anadolu, tarihin şekillenmesine yol açan değişik...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


I Hate This Key! v1.1 [492k] W98/2k/XP
http://www.bytegems.com/ihatethiskey.shtml
Bilmiyorum hiç başınıza geldimi? Çok hararetli bir oyuna daldığınız sırada yanlışlıkla klavyedeki Windows Logo tuşuna bir basıyorsunuz ve herşey altüst oluyor. Genelde pek kullanılmayan bu tuş birde Terminal Server kullanıcıları için sinir edici durumlar yaratabiliyor. Bu kullanmadığınız tuşu kullanılmaz hale getirmek istiyorsanız, işte size programı. Korkmayın bilgisayarınıza bir zarar vermiyor. Dilediğiniz zaman açıp tekrar kapayabiliyorsunuz.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030624.asp
ISSN: 1303-8923
24 Haziran 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com