|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 293 |
27 Haziran 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ayaklarınıza sağlık |
Merhabalar,
Hey Allahım, bizim takımın eşi benzeri var mı acaba bu dünyada? Hepsi birer arap atı. İlk 45 dakika gül, eğlen, dan dun, hata üstüne hata, son 45 dakika hepsi birer canavar. Keramet Şenol Güneş'te olmalı. O aradaki 15 dakikada n'apıyor n'ediyorsa adamları yeniden doğuruyor adeta. Gençleştirilmiş milli takımımız Fransa'ya yenildi yenilmesine ama yıkılmadı dimdik ayakta. Hani böyle oynayın, hatalar, yenilgiler bile size yakışıyor. Şenol Hoca arada yaptığını maç başlamadan önce yapmayı da başardığında iş tamam olacak. Göreceksiniz bu takım seneye final oynayacak. Cem dediydi dersiniz. Tecrübe hayatta yenilen kazıkların hülasasıymış. Hata yapıp kazık yedikçe tecrübe kazanacağız. Ayaklarınıza sağlık.
..........
Yeni yeni yazarlar aramıza katıldıkça bende bir neşe bir coşku ki sormayın gitsin. Ama yeniler geldikçe eskilerin eli klavyeye değmez oldu farkında mısınız? Tembelleştiler. Hele araya bir de yaz rehaveti girince bilgisayara küstüler sanırım. Arkadaşlarım stoklar eridi ona göre. Güzel yazılarınızı bekliyorum. Bu arada bir kahveci dostumuzdan gelen öneriyi de oylarınıza sunmak istiyorum. Yaz döneminde haftanın beş günü yerine 3 günü Kahve Molası yayınlansa da biz de konsantrasyonumuzu kaybetmeden özleyip özleyip okusak Kahve Molası'nı diyor kendisi. Ne dersiniz? Öyle ya da böyle benim için sorun değil. Zira alışmış kudurmuştan beterdir. Akşamları matbaadan ayrı kalırsam kendimi boşlukta bile hissedebilirim. Ama sizler okumakta ve yazmakta güçlük çekiyorsanız, gün aşırı daha dolu Kahve Molası hazırlamak işime de gelir hani. Bana düşüncelerinizi aktarırsanız, ortaya çıkacak arzu beyanına göre Temmuz-Ağustos yayın planını yeniden gözden geçiririm. Aşağıdaki linklerden istediğinizi tıklayıp bana boş yada dolu bir mail atın. Sonuçları Pazartesi günü birlikte değerlendirelim.
Temmuz-Ağustos döneminde Kahve Molası yayına eskisi gibi devam etsin.
Temmuz-Ağustos döneminde Kahve Molası haftada 3 gün yayınlansın.
Bu gece yaşadığım bir teknik sorun nedeniyle sevgili Zeynep'in hazırlayıp bana zamanında ulaştırdığı "Kahve Kremaları" bölümünü yayınlayamıyorum. Bir sefere mahsus olmak üzere "Kahve Kremaları"nı Pazartesi yayınlayacağım. Elde olmayan bu aksaklık için hem sevgili Zeynep'ten hem de sizlerden özür dilerim. Hepinize sıcağı kıvamında, neşesi bol, pırıl pırıl bir haftasonu dilerim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı |
Cinselliğin Büyüsü
Cinsellik üzerinde çok konuşulan her şey gibi (ekonomi ve kadınlar) çözülmemiş ve belki de yerine oturmamış bir şeydir. Yinede basit olarak seks doğanın, türü devam ettirmek için bulduğu bir tür yol, hatta bir tür kandırmacadır. Doğa bize zevki vaat ederek türün devamını garanti eder. Tabi bu işin temelidir. Ona bakarsanız şiir yada roman temel olarak kağıt üzerinde duran mürekkep lekeleridir. Seks ve cinsellik aynı şeyler değildir, cinsellik seksi içerir ama cinsellik seks değildir.
Cinselliğin, seks dışında (yalın zevk) dışında verdiği bir bütünlük duygusundan bahsetmek istiyorum.
Gerçek bir erotizmde bütünsellik ve anlam vardır. Ne olursa olsun arzuyla dolu bir erkeklik organı iktidarı simgeler ama bir o kadar da yalıtılmış ve tek başınadır. Kadınlık organı, erkeklik organının karşıtı değil onun bütünleyicisi ve tamamlayıcısıdır; tabi bu cümlenin tersini de rahatlıkla söyleyebiliriz.
Anlam ve şiir yüklü bir sevişmede yani gerçek bir sevişmede, kadınlık erkekliği sarar ve o anda, birleşme anında vücutlar birbirlerinin uzantısı gibi görünür.
Dışardan baktığınız zaman .bedenler birbirinin içine geçmiş gibidir. Gerçek bir sevişmede de ruhlar birbirinin içine dolanır ve birbirlerinde kaybolur. Bir ruhun bittiği yerde diğer bir ruh başlar. Bu olağanüstü bir anlamdır.
Meşhur Taocu simgeyi gözünüzün önüne getirin. Erkek ve dişil öğeler iç içedir, birinin zayıfladığı yerde diğeri güçlenir ama gerçek anlamda ne biri ne de diğeri üstündür . Zaten bu anlamda ortada bir üstünlük kaygısı da yoktur. Arzuyla seviştiğiniz zaman, her zaman sevişme sırasında en tahrik edici söz ne ayıpçı kelimeler ne de buna benzer şeyler değildir. Ne inlemeler ne kadının görüntüsü ne de kokusu tek başına bu büyüyü yaratamaz. Bir kadından duyacağınız şu tek cümle alabildiğine zengindir; bir erkek olarak gerçek anlamda sizi kutsar ve onaylar
"Seni içimde istiyorum"
Seni içimde istiyorum demek, ruhumu ruhumu birleştirmek istiyorum, bir bütüne ulaşmak istiyorum demektir. Bir bütüne gitmekse kendinden feragat etmek, benlikten vaz geçmek, gerçek anlamda erimek, gerçek sevginin yada aşkın bir delilidir.
Biz erkekler için cinsellik nesneye, kadınlar içinse özneye yöneliktir çünkü bir erkek olarak size yabancı bir organı kendi içinize almazsınız ama bir kadın için durum terstir. Sevişme son tahlilde kadın için bir yabancılaşmadır. Kadın bu yabancılaşmayı ancak ve ancak, kendi içine aldığını, kendinden kılarsa aşabilir çünkü o zaman yabancılaşma kalmamıştır. Bunu ise ancak birlikte olduğu erkeği sevdiği zaman yapabilir. Sevdiğiniz şey bir anlamda sizin devamınız olur ve ancak bu durumda kadın cinselliğin yabancılaşmasını aşabilir. Erkek için ise en azında biyolojik anlamda böyle bir yabancılaşma söz konusu değildir. Bu yüzden biz erkekler cinsellik konusunda daha rahatız yada kadınların deyimiyle daha kolay.
Bu açıdan baktığınızda, gerçek anlamda erotizm büyülü ve şiirsel bir şeydir. Bize sevinç ve coşku verir, yaşama inandırır. Yabancılaşmış bir sevişmede yada argo deyimiyle düzüşmede, erkeğin kadını yada kadının erkeği becerdiği durumlarda (sadece erkekler becermez çoğu zaman kadınlar da becerir. Her ne kadar becerilen erkek bunu fark etmese de. Becermek bir başka vücudu ve benliği kendi zevkimiz için yada yalnızlığımızdan kurtulmak için kullanmaksa, kadınlar da becerir) her zaman için karşımızdaki kadınlık veya erkeklik organı vücudun uzantısı değildir, yabancı bir cisim bir et parçasıdır. Size ait ve içinde biz olduğunuz bir bütünün parçası değildir. Organ nakillerinde nakledilen organın vücut tarafından reddedilmemesi için kullanılan ilaçlar gibi yalnızlıktan kurtulmak için kullanırız. İnsan bu yabancılaşmayı aşmaya çalışır ama tenimize sinen koku bir yabancının kokusudur. İşte o an kendimizi yine yalnızlıkta buluruz. Gerçek anlamda sevişmemişsinizdir. Sadece bir başka bedende erimeye çalışmış ama sonuçta yine benlik sınırlarının dışına taşamadan, sevginin verdiği kaynaşmadan uzak bir şekilde geçici olarak kendimizi kandırmışızdır. Bütün benliğimiz kalın sınırlarla çizilmiştir. Diğer insanın ruhu da kalın çizgilerle çizilmiş bir şekilde bizden ayrıdır. Her ikimizde bir birimize yabancıyızdır.
Gerçek bir sevişmede ise, doğanın mucizesi gerçekleşir. Her şey bir uyum içinde diğerini tamamlar. Karşınıza bir dans çıkar, ruhun ruhla birleşmesi, bedenin bedende erimesi; işte bu şiirdir. Gözlerinizin içinde bakan ve seni içimde istiyorum diyen kadın aslında şunu demek ister; "seni içimde istiyorum çünkü sende erimek ve seni kendimde eritmek istiyorum. Gerçek erotizm doğanın dört yapraklı yoncasına benzer. Kolay bulunmaz. Neşenin daha doğrusu yaşam sevincinin en somut dışa vurumu ve kaynağıdır.
Mehmet Emin Arı http://www.eminari.com
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Ebru Kargın |
SON ŞEHİR, AKŞAM GÖZLÜ VE KUŞ HAYAT...
Bir İzmir' li olarak, kendi memleketim haricinde hiçbir yerde yaşayamayacağımı düşünmüştüm. Hayat beni duymuş olsa gerek, sanırım, "öyle mi Ebru" dedi. İzmir Aşkımın son demlerini yaşadığımı bilmeden, çıplak ayaklı yaz çocuğu olarak yaşadım bir müddet daha. Dedim ya, hayat bir defa takmıştı, kafa atmalıydı bana. Kararlıydı ve ansızın giriverdi hayatıma, hiç hissettirmeden, usulca. Önce minik bir serçe gibi süzülmeye başladı etrafımda. Sonra deli bir şahin, sonra çevik bir kartal oldu. Gittikçe yabancılaşan ve sevimliliğini yitiren kuşları her fark ettiğimde, bir şehirden yeni bir şehre taşınıyor oluyordum. Hiç istemeyerek haritamdan, uzaklaştım, uzaklaştım, uzaklaştım... Göz yaşlarım yağmur olup düştü, sevdiğim caddelere, Kordon Boyu' na, Karşıyaka' ya... Islattı körfezimi.... Artık anlamıştım, hayat kafa atmıştı bana ve yapacak hiçbir şey yoktu. Yapayalnızdım.
Şimdilik son gibi görünen yeni bir haritadayım. İstanbul. Gibi diyorum çünkü, hayat bana demişti bir kere, "bin düşün, bin inan, bir söyle" . Gerçi ben hala, bir düşünüp on bin söylüyorum ve coşku ile bağlıyım hayata. O, varsın dilediğini söylesin bana.
İzmir Hariç, yaşadığım hiçbir şehre, iyi bir arkadaş yada tutkulu bir aşık olamadım. Bunun nedeni ben değildim, şehirlerdi tabi ki. Biri çok nemliydi uyuyamadım, diğeri çok soğuktu dondum, öbürü çok yağmurluydu kalbim ıslandı. Sondan bir önceki ise çok yalnızdı ağladım. Hayat galiba o sıralar sıkılmaya başlamıştı, birden yine uzatıverdi kafasını. Tecrübem silkeledi beni, "eyvah" demeye fırsat kalmadığını düşündüm. Ama o, anlamsızca yüzüme bakıp, "ne kadar sürer bilmem ama, ben leylek olacağım" dedi. Teşekkür etmek istedim, cayarsa diye korkup vazgeçtim.
Çok kısa bir zamanda hatta hemen, İstanbul ile İzmir ile olduğu gibi aşk yaşamaya başladım. Hatta bu İzmir' den de farklı olarak, fazladan bir başka aşkla daha.
Yeterince olmasa da selam verebilecek ölçüde tanıyordum onu. O da beni. Tanıyorduk birbirimizi de benim esas İstanbul' u bir an önce tanımam lazım geliyordu. Çünkü artık burada yaşıyordum ve tek başıma idim. Akşam gözlü adam, daha ilk gün, "buraları bilmediğin için sıkılırsın, seni gezdireyim" dedi. İnanılmaz yorgun ve uykusuz olmama rağmen ben, hemen "peki" dedim. Kaçırılmaz fırsattı, İstanbul' u tanımak ve o . Küçük ama şirin, hala nerede olduğunu bilemediğim, hafif tepe üstünde deniz gören bir cafe de, ben sıcak çikolata , akşam gözlü ise kahve içti. Biraz o konuştu, biraz ben. Gece güzeldi, o güzeldi, İstanbul güzeldi, her şey güzeldi. Ve tabi bende... Tuhaf bir huzur kapladı içimi, sıcacık oldum. Beni evime bırakmak için arabayla giderken, ben hiç konuşmadan camdan dışarı bakınıp hayatımı düşündüm. Bu güne, bu dakikaya ve akşam gözlüye kadar geldim. O, galiba anlıyordu beni ve düşündüklerimi. Ben ile benim arama girmemek için müziğin sesini kısmış sessizlik içinde arabayı kullanıyordu yavaşça. Arada sırada çaktırmadan, göz ucu ile beni kontrol ediyordu.Tam o sırada aklıma Kız Kulesi geldi. Hay Allah, nasıl oldu da atladım, halbuki ilk önce orayı görmek isterdim. O sormuştu üstelik, "nereye gidelim" diye. Ben de " yanımda, canlı bir şehir rehberi varken bana ne hacet" demiştim. Evimin önünde durduk. Teşekkür ettim ve "anlaşılan buralarda çok kibar ve sıcak insanlar yaşıyor. Buraları bir öğreneyim bende seni gezdiririm " dedim. Güldü, küçük suratlı, akşam gözlü adam. Anlam dolu bakışlar fırlattı gözüme, gözüme. Ben tam arabadan inmek için toparlanırken, "İstersen yarın seni Kız Kulesini görmeye götürürüm, olur mu?" dedi.
Ertesi gün, çok güzel uyandım. Karla kaplı, bembeyaz yeni güne sıcak ama çok sıcak gülümsedim pencereden. 20 yaşımdaydım, gülümsedim leylek olan hayata ve seslendim ona, "Lütfen zamansız dönme olur mu, hem buralar epey soğuk bilesin. Eğer leylek olduysan gerçekten, dönmezsin zaten" ...
Ebru Kargın ekargin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
SENİ KENDİMDEN KORUYAMAM
Kim olduğunu, yalnızlığımın neresinde gölgelendiğini hiçbir zaman bilmeyeceğim. Öğrenmek için ufacık bir çabam bile olmayacak. Gelişin ne kadar sade, ne kadar kıpırtısızsa gidişin de usulcacık, bu kente akşam iner gibi olacak. Adını belleğime kazımayacağım, saçların, gözlerin, endamın kendi sözcüklerden bir resim olacak. Engelleyemediğim, ne zaman gördüğümü hiç anımsayamadığım bir fotoğrafa bakışların düşecek. Aklımda bile olmadığın zamanlarda ansızın köşe başından çıkıp önümden geçeceksin. Şaşkşn ardşndan bakacağım. Nereden tanıyorum, daha önce görmüş müydüm diye düşünmekten kendimi kurtaramayacağım.
Tam kırk yıldır fener alayı tersaneden yola çıkmıyor. Topal Süleyman’in kantoları da rüzgarlara binip gittiler. Burçların gölgesi, çay bahçeleri hala yazdan yaza çocuk sesleriyle yankılanıyor. Yaz hala çok uzak, çocuk sesleri de. Kale burçları kışın sessizliği ve uykulu gözlerle limana bakıyor.. Ne gelen var, ne giden? İkindiye doğru gün döner, soğuk bir gündoğrusu Aşıklar Caddesi’ni yalayarak geçer. Helesa, ya helesa... Heyamola yesa.
Bu kent, bu sokaklar, son demlerindeki bu konaklar ayak sesleri biriktirirler. Akıl almaz bir sabırla, en incesinden yaşamlar örerler. Ayancık keteni üzerine, ipek ve sim karıştırarak. Bütün şiirler hasretlik söyler, denizi görmek için aydınlık bir sabahı beklersiniz. Alışamazsınız...
Kim olduğunu, yalnızlığımın neresinde gölgelendiğini hiç zaman bilmeyeceğim. Çakır güneşli sabahlarda yada gün batımına dogru Karakum yolunda yanımdan geçeceksin. Rüzgarda savrulan saçlarından birkaç tel dudağına asılı kalacak. Başın önünde, selamsız, aldırmadan yürüyeceksin.
Batık gemilere benzer, unutulmuşluğa dair bir küskünlük var gözlerinde. Karantina koyu masallar söylesin, inanma... Gel, etme eyleme, gençliğin var. Yalnızlık senin yaşında üç gün, bilemedin beş. Mevsimler değisir güldüğünde, yağmurlar biter... Dert ettiğin şeye bak. Sakarya caddesinden sabaha kadar otomobiller geçer. Yalnız koymazlar insanı... Sokak lambaları ışığında süzülen, sislerle bulanmış zamanın, en kaygısız çalkantısında Bekçi Şevket’in uzun düdüğü böler geceyi. Razıyım, yarım dudak bükümüne bile razıyım, gül biraz. Keder üzerinden kaldırıma akıyor. Yapma, yazık gençliğine...
Bu kente ilk geldiğinde gün ışıyordu. Lonca kahvesi surlara yaslamış bir taraftan dinlenirken, bir taraftan da size bakıyordu. Bunlar yabancı, şaşkınlıklarından belli. Garajdan aşağı inen yabancılar kararsız adımlarından, bakışlarından anlaşılırlar. Sanki her caddeye, her binaya, her vitrine bakmak isterler. Akıllarına kazımak için önemli bir nişan ararlar. Boşuna endişelidirler. Bu kentte kimse kaybolmaz, kaybolamaz. Gittiğiniz her sokak denize çıkar, martılara, maviliğe... Sen sanki üşüyor gibiydin. Sabah fazla mi serindi ne?
Kim olduğunu, yalnızlığımın neresinde gölgelendigini hiçbir zaman bilmeyeceğim. Öğrenmek için ufacğk bir çabam bile olmayacak. Gelişin ne kadar sade, ne kadar kıpırtısızsa gidişin de usulcacık, bu kente akşam iner gibi olacak. Aklımın uzak bir kıyısına koyacağım seni. Misafirleri çoktan gitmiş, kahkahaları duvarlarından bile silinmiş ıssız bir pansiyonun en uzak odasına. Karşılaşırsak günaydın demek isterim, tutamam kendimi. Adını sormak geçer içimden. Bakışların değmesin gözlerime, seni kendimden koruyamam.
Güller Beni Anlar...
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Sevin Aydınoğlu |
Sakalında Uçuçböcekleri
(Nurettin Sezer'e dostlukla)
Tam 22 yıl önce iki üniversiteli genci Kapıkule'de otostop yaparken görüp, güvenerek arabasına alan, sonra onlarla dost olan, onlara, hayatlarında hiç gitmedikleri lüks otellerde kahvaltılar ve yemekler ısmarlayan, onları, "bir daha ne zaman göreceksiniz" deyip gizlice Sofya sokaklarına dalarak ve trafik polislerini atlatarak, gezdiren, "siz öğrencisiniz, sizin paranız sınırlıdır şimdi" deyip tuvalet paralarını bile ellerine sıkıştıran Nurettin Ağabeyi dostluktan da öte duygularla anıyorum hep. Geriye dönüp baktığımda, "biz böyle bir insana rastlamakla ne büyük bir şansa sahipmişiz " diye düşünüyorum ve bugün asla cesaret edemeyeceğimiz bir maceraya, azıcık paramızla nasıl atıldığımızı, ancak, deneyimsizlik, cahillik ve gençlik heyecanı gibi sözcüklerle açıklayabiliyorum.
Nurettin Ağabey, "ben aslında arabama otostopçu almam," diyor. "Ama size kanım ısındı."
O zaman kırklı yaşlarında sanırım, belki de daha genç ama bize biraz yaşlı görünüyor nedense (!). Giderek sohbetimiz koyulaşıyor, onun, Tuncel Kurtiz'in arkadaşı olduğunu, "Gül Hasan", "Bereketli Topraklar Üzerinde" ve buna benzer nitelikli filmlerde emeği olduğunu öğreniyoruz. O zamanlar İzmir'e gelen hiçbir oyunu ve filmi kaçırmadığımız zamanlar. Bize Tarık Akan'ı, Nejla Nazır'ı ve daha bir çok oyuncuyu anlatıyor, hepsi de arkadaşı, şahane bir şey bu, ağzımız açık hayranlıkla dinliyoruz onu. Öyle babacan ve sevecen ki. Bir yandan Bulgaristan'ın çılgın yeşilliğine şaşıyoruz (Kapıkule'nin kıraçlığından aniden yeşile nasıl geçilir anlam veremiyoruz) bir yandan Nurettin Ağabeye. Biraz sonra yemyeşil ve lüks bir lokantanın önünde duruyor, "Hadi yemek yiyelim." Diyor. Biz duraksıyoruz, paramız o kadar sınırlı ki orada yemek yememiz olanaksız, o anlıyor bizi, tutup kolumuzdan içeriye sokuyor, "yemekler benden size "kebap çiçi" ısmarlayacağım." Daha da sıkılıyoruz ama o bize en yakın akrabamızmış gibi davranıyor. Zeki Müren çalıyor lokantanın içinde. Başka uğradığımız yerlerde de yine türkçe şarkılar çalıyor. Sonra o güne değin hiç yaşamadığımız harika bir yolculuk yaşıyoruz iki gün boyunca. Nurettin ağabey yaramaz bir çocuk gibi Sofya sokaklarında polislerle kovalamaca oynuyor. Sofya'nın en meşhur ve en gizemli otelini bize göstermek istiyor. Trafik polislerinin dilinden çok iyi anlıyor, "five leva komşi" diyen polislere taraklar ve tıraş bıçakları veriyor, polisler memnun bir şekilde ayrılıyorlar yanımızdan. Yoksulluk değil de bir yoksunluk durumu var sanki, anlayamıyoruz bu çelişkiyi. Türkiye'de de daha Özal dönemi (tüketim çılgınlığı) başlamamış, "Türk Parasını Koruma Kanunu" henüz yürürlükte ve yerli malı haftası kutlanmaya devam ediyorken yine de onlar bazı ürünlerden yana bizden de yoksun durumdalar. Hemen rüşvete ve yoksunluğa tanık olmakla sosyalizme inanan yüreğimiz burkuluyor hafiften.
Nurettin Ağabey bize çocukları gibi davranıyor, "sizi gideceğiniz yurda yerleştirmeden gitmem" diyor, bizi Maribor'da kalacağımız öğrenci yurduna dek götürüyor, odamızı görüyor ve "belki sizi dönüşte de alırım" diyerek bizden ayrılıyor.
Onu bir daha görmüyoruz. Onu hiçbir zaman unutmuyoruz ve ona bir daha rastlamayı, onu evimizde konuk etmeyi çok istiyoruz. İki günlüğüne evlat edindiğin çocukların büyüdü şimdi onlar senin için bir şeyler yapmak istiyorlar demek istiyoruz. O iki günde bize verdiğin dostluğu ve iyiliği hiç unutmadık, biz daha "gerçek hayata" başlamadan bize verdiğin umudu ve cömertliği senden sevgiyle aldık ve çevremizdeki gençlere aktarmaya çabaladık demek istiyoruz. Biliyorum sen hiç bir karşılık beklemedin bunları yaparken ama biz orta yaşlarımızı geçiyoruz ve senin gibi insanların çok az olduğunu şimdi daha iyi biliyoruz demek istiyoruz.
Aşağıdaki şiirimin öyküsü buydu ve bu şiir öyküsüyle vardı belki de.
Yolculuk
Önünde otobüs resimleri duran
O adamla başladı her şey
Yüzünde haritalar, trafik lambaları
Çoktandır olduğu yerde unutulmuş
Düşleri eski bir bakış
Bir bilgin keşfettik onda
Yolların ve yolculukların
İlmini yapmış
Uçak gökyüzünün çığlığıdır
-diyordu-
Kuşların korkulu düşü
Değersizdir gerçek yolcuların gözünde
Çünkü onlar ya kuşlar gibi uçmalı
Ya da hiç uçmamalıdırlar bence
Trense gecenin çığlığıdır
En hızlı sürüngeni yeryüzünün
Sayısız yağmurlar aşmış
Sayısız uykular bölmüştür
Ve şimdi önümde duran bu otobüs
Günlerin yaprağında kurutulacak
Bir dostluğun başlangıcıdır
Yorgun ve karışık yüzüne gider
Bir başka yolcunun
Sakalında uçuçböcekleri taşıyan
Gözlerinden alacalı filmlerin
En akıl almaz sevgilerini
Serüvenlerini uçuran.
Dostlukla ve iyilikle kalın.
Sevin Aydınoğlu sevin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.362 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
KÖPEK
İskelenin üstüne kızlar oturmuş
Denize sarkıtmışlar çıplak ayaklarını
Güneşin sofrasına kaldırır bacağını
Patlak pabuçlarını boyatmak için
Salyası hep öyle sımsıkı dişlerinde
Tamtamlarla uyanır sabahın çingenesi
Küçük haydut beynine vurdukça tokmağını
Kanlı elleri gibi, öylece göz önünde
Mor paslı zincirine asılır azgın suyun
Tüylü incir, kumlu kavun... o ne bulsa yiyecek!
Kumulun gölgesinde gizlenen köpek
Kesik bir tavuk ayağıyla oynar hep
Dürbünüyle çektikçe çıplak eti uzaktan
Çekilmez bir koku taşır beraberinde
Sert tetikli silahları severmiş gençliğinde
Bıyıklarını kesip nasıl da gençleşecek
Tükrüğün getirdiği şu tortu birikmese
İskele meydanında böyle her gece
Bağıra çağıra neler anlatır bize
Yosunlu pınarından içtikçe lambaların
Silinse şu kadınlar şu kalabalık
Çıplak ayaklarıyla boynuna basmasalar
Dev sinek hortumuyla soğurmasa kanını
Beynini çıldırtan su karnından akıp gitse
Mehmet Mümtaz Tuzcu
<#><#><#><#><#><#><#>
ALNAŞIM
Yazdık! Azgın yanlışın yarışına kurulduk
Ayandı: dönmez artık! Alın: o el yazısı
Kanmaz işkile bandık aşk'ile akşamüstü
Yomsuz günü göğsüne utu elvan asmıştı
Şom suyunda kem yelek: karadikenli ağıt!
O altın yığını, o ışıltı, o umut
O derin mut, o gönenç kazdırılmıştı artık
Yüz oda kıvıl katmış köz körpesi şu kırık
Dirilmeze dursadı sölpüğün seherinden
Dalgın dört damla yakut o dört can baharından
Ak kundağa gök dantel...
dikilmeseydi dipten
Işkın'iken derilip
Şavk'ile pak ovulup
Bir paytak pembelikte
perdahlanıp durmasa
gamsız gamzeli o kırk
görk goncası gülücük
- Biz ki kandıran kanın kırışında sarıldık! -
dingilder darımızda hara yuvarlanırdık
unmaz yaralı kaçak, kekre kaçıktan öte
bakmazın aynasını çıkmaz bellemiş yalpık
Kimdik? avuç kısmışı, gonca açmazı, hödük...
El elinde bahargirmez üç burgaca sorulduk
- Doğdu bizdik! büğrü kulu düz ederken yamulduk! -
"Al kızıl bir pınardın, yaşla döndü bakışın
sığın akışın dondu, sana ne oldu çocuk
ne oldu sana böyle?" diye sorduk durduk
bıkkın, bozuk yüzlerimize kaça kaça aynada
o uzun bitmez gece. Yorgunduk. Derin girmiş,
işlemiş, arınmak nedir bilmez bir pasaktı
yorgunluk. Durduk... bakışık olmaktan çıkmış
gözlerimizle. Bakıştık... elgin, ezik, upuzak,
sevgisizce. Dedik ki bu kan akak kırk bin konak
yakacak çelinmezse bu çapul! Ve anlamsızla yağı
ortası yüzü sorduk: Tutsak mı ayna size?
Löktük: en zamksız, cıvık... oydurmaza çavunduk!
Taştık parladık gerçi!.. yaşam hasmı kıl kopuk...
Sapkın hinde ökelik yedektir deliliğe
Çeliğe çarpan çığlık
sökmezse parmaklığı parmaklara yerleşir
ve kaç tırkaz pekitse tutamaz orada bunu
- Ar göçkünü ödün verip zor mu dünü ödemek?
Dipten kessek onmazı, budasak ya er gece!
ah öyle çalap soylu usturupla sinecek
gibi değil sürmede bu bitik, algın öfke
- Çiftesi pek bir oğlak çemrendiği çıfıtta
yavuz kaleşe sekiz uylukla aşk'edecek
ki bertiği otuz yaz ağartamasın köçek!..
Suyu çifte çalınmış çürük çelikli bıçak
Us sisinde kutsuzun dokular dolanacak
ve bu utsuz ucube biçtikçe tamlanacak
Gönülsüz, usanmadan, inançla, yakınarak
çöktürerek, çizerek anıdan ve yeniden
takıldıkça yakılıp suçlara ateşlere
elmayı gülsüz soyup ala vere al sıcak
yönsüz yataklıklarda bize ne oldu böyle
diye diye pustukça kıskacını gererek
zor arıyı arsızın beleyip balçığıma
inimleyen tiniyle kubursuz taburların
en dar cebi en sivri hançerine ipsizin
çatırçatlak oydurup kırdırdığı buduna
kin havliyle abanıp ilkelin ilk tadına
Vıcık yara! döl öcü! avcu yere yapışık
kellekofa! kına ki çukura uçkuraçık
azgın eti en bezgin yığınlarla apışık,
bir kayış ki ivmeçığ! zınk demeye kaç çılgın
Alın'sa işte alın: el yazısı o çalgın...
Biz bu kahpe karayı yüzmeye mi karıldık?
Mehmet Mümtaz Tuzcu
Yukarı
|
Şarap Fıçısı (Petrus'a nazire) |
Hangi şarap hangi yemekle içilmeli?
Peynir
Eritme peyniri
Yumuşak ve hafif, beyaz yarı sek şaraplar (Silvaner, Müller-Thurgau, Gutedel (Almanya)) ve rozeler
Taze ve yumuşak peynirler
Orta derece asitli, meyvemsi, beyaz yarı sek şaraplar (Riesling, Kerner (Almanya), Grüner Veltliner (Avuturya)) und roze
Yarı sert ve sert peynirler (kaşar peyniri, gravyer (gruyere-İsviçre), otlu peynir, çedar (cheddar-İngiltere), permesan ...)
Asitli, beyaz sek şaraplar ve roze veya hafif kırmızı şaraplar
Küflü ve mavi peynirler
Aromatik, beyaz tatlı şaraplar (Traminer, Scheurebe Auslese) veya baharat kokulu, zengin gövdeli kırmızı şaraplar (Bourgogne, Rhône, Piemont ve Toskana).
Tatlılar
Meyve tatlıları
Aromatik ve hafif beyaz şaraplar (Müller-Thurgau, Muskateller) veya genç kırmızı ve roze şaraplar
Kremalı tatlılar, sufleler
Zarif bukeli, yumuşak beyaz veya köpüklü şaraplar
Üstü kızartılmış veya fırında pişirilmiş tatlılar
Tatlı Weißburgunder, Traminer, Scheurebe, Müller-Thurgau Auslese şarapları (Almanya), Porto veya Sherry (Oloroso, Cream)
Yemeklerden sonra
Hamur işi ve çerezler
Kahve, armagnac, konyak, calvados (elmadan yapılan bir çeşit Fransız konyağı) ve grappa (İtalya)
Soğuk yemekler
Soğuk dilim etler
Yeteri kadar asitli, beyaz sek ve yarı sek şaraplar ve hafif rozeler
Jambon
Meyvemsi, beyaz yarı sek şarapler ve rozeler
Rozbif
Roze ve orta derece tanenli, çok ağır olmayan kırmızı şaraplar
Ilık ön yemekler ve ara yemekleri
Enginar
Baharat çağrışımlı, zarif bir meyvemsiliği olan sek ve yarı sek beyaz şaraplar.
İstiridye
Alkolü ve asidi az olmayan sek beyaz şaraplar.
Kızarmış ördek ciğeri
Beyaz yarı sek veya daha tatlı şaraplar. Öneri: Traminer, Pinot blanc (Weißburgunder).
Beyaz soslu makarnalar
Beyaz, yarı sek şaraplar.
Domates soslu makarnalar
Aromatik, beyaz, yarı sek şaraplar (Müller-Thurgau, Traminer), roze veya genç kırmızı şaraplar.
Kuşkonmaz
Çok genç olmayan, ahenkli ve biraz hafif, beyaz sek ve yarı sek şaraplar. Öneri: Riesling, Silvaner, Pinot blanc (Weißburgunder), Müller-Thurgau.
Mantar
Aromatik, hafif dolgun, beyaz yarı sek şaraplar veya kıvamlı kırmızı şaraplar.
Yukarı
|
Yerim senin Emercenseni!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.dijitalcenter.com/content_files/html/kablosuz_network/index.htm
Bilgisayar donanımları hakkında az çok bilgi sahibi olanlar için network bağlantıları hakkında da bilgi sahibi olabilecekleri bir adres veriyorum. ... Kablosuz network standartları ile ilgili olarak elde edinilebilecek bilgiler oldukça derin olup bu bilgileri hazmetmek için en iyi ortam INTERNET tir . Ancak temel olarak 3 standart dan bahsetmek mümkündür...
http://mahoni85.sitemynet.com/eglence.htm
... İki fakülte arkadaşı yıllar sonra sokakta karşılaşırlar, biri diğerini eve yemeğe davet eder. Oğlum bu ne ev böyle be, şu salonun büyüklüğüne bak! Nereden buldun bu kadar parayı birader? Duvarlarda nadide tablolar...-Gel göstereyim, gel şu pencerenin önüne..Şurada otoyolu görüyormusun?-Evet -20 milyon dolar tuttu, 25 milyon dolara fatura ettik, farkı cebe indirdik. İki yıl sonra arkadaşlar yine karşılaşırlar...
http://www.meram-bld.gov.tr/KULTUR/mevlana/eserleri.htm
... Mesnevi klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevi adı verilmiştir. Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevi türü tercih edilirdi. Mesnevi her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, "Mesnevi" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevi'si" gelmektedir...
http://w1.910.telia.com/~u91024173/examples/goldrush/blobs.swf
Buyrun size basit bir flash oyun. Mouse ile hareketli topa engeller koyarak yön veriyorsunuz. Amaç topu deliğe sokmak. Kolay gibi görünsede biraz zorlayıcı. İndirmek için .swf uzantılı adresi veriyorum.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
AdvancedBiorhythms Lite v1.1 [710k] W9x/2k/XP FREE
http://www.whitestranger.com/
Doğum gününüzü giriyor ve günlük bioritminizi ekranda görüyorsunuz. İnanıp inanmamak, uygulayıp uygulamamak size kalmış. Dün kendimde denedim. Fiziksel ritmim epeyce yükesek çıktı ama akşama doğru tüm eklem yerlerim sızlayınca bioritmik hesaplara bir nebze kırıldım. Belli mi olur belki sizin işinize yarar, bir deneyin. Ha bu arada unutmadan, program ingilizce.
Yukarı
|
|
|