|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 295 |
1 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içmeli... |
Merhabalar,
Bütün yaz dilimizden düşmeyecek nurtopu gibi bir şarkımız daha oldu gözümüz aydın. Biraz aceleye gelmiş bir görüntü sergilese de tipik Tarkan şarkılarından oluşan mini albüm tüketilmeye hazır kıpır kıpırların yanına katılmış unutulmaması gereken harika bir türkü ile de süslenmiş. Hızlı olmuş, ticari olmuş bana ne.. Ben Tarkan'la beraber günde üç öğün dudu dudu dilleri lıkır lıkır içeceğim. Haydi şerefe... ........
"Yarası olan gocunur." Evet yaram var ve gocundum arkadaş. Bir anaokulunun yıllık ücretinin 24 milyar olduğunu görünce çıkarabileceğim hertürlü nidayı çıkardım. O'yla başladım H ile sürdürdüm A ile bitirdim. Bu nemenem bir anaokuludur ki gün başına 133 milyon ücret ödemek gerekir? Her minik yavrunun başına birer Anka Kuşu kondursalar bile bu kadar eder mi? Fiyatları aşağıya çekmek için milletin gerisini yırttığı memleketimde bu arsızlığın nedenini bana açıklayabilecek bir Allahın kulu var mı acaba aranızda? Hayır öğrenmek istiyorum inanın. Bizleri özel okullara mahkum eden bu çarpık eğitim sisteminin içine dibine kadar ticaret karışmış ancak farkına varıyoruz. Kimse bana kalkıpta serbest ekonomi, alan razı satan razı edebiyatı yapmasın. Başımıza ne geldiyse keriz alıcıları kazıklayan arsız tüccarlardan gelmedi mi? Nasılsa bu parayı verebilecek 50 tane andaval vardır diyerek şişirdikleri bu paraların hesabını bu adamlardan sormak gerekmez mi? Arkadaşlar dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, en baba üniversitelerde yılda 10 bin dolara yatmalı kalkmalı, yemeli içmeli, okumalı öğrenmeli ve adam olmalı eğitim alırsınız. 17 bin dolar verdiğinizde krallar gibi yaşarsınız. İstanbul'da bir anaokuluna gidecek 5 yaşındaki çocuktan istenen bu parayı buyrun siz hesap edin. Ayrıca bu okul bir vakıf okulu. Sözde amacı ticaret olmayıp adam yetiştirmek olan köklü geçmişe sahip bir okul. Eğer getirilecek vergi muafiyetleri bu okulun da işine yarıyacaksa istemiyorum getirmesinler. Bu arsızlığa bir dur diyecek aklıselim yokmu büyüklerimizin arasında sorarım.
........
"Ben sizin kızınız da olabilirdim." diyor küçük N.Ç. Adalet Bakanına yazdığı mektupta. Mektubun bir büyüğün ağzından onun duygularını dile getirmek için kaleme alındığı aşikar ama yalan mı? Kim yazmış ne farkeder? Sayın Adalet Bakanımız da neden önce medya duyuyor bunları diye kızıyor. Kızmaya darılmaya hakkınız var mı Sayın Bakan. 12 yaşında ki bir yavrunun dramını okudukça insanın isyan edesi geliyor. Parasızlık, işsizlik, bakımsızlığı bir yana koyun, 12 yaşındaki bir yavruyu korumayı dahi beceremeyen, başına gelenlerden sonra yakalanan suçluları apar topar tahliye eden ve bu olayı basit bir fuhuş davası ile eşdeğer tutan hak ve hukuk anlayışına yazıklar olsun. Aynı yaşlarda bir kızım var. Allah göstermesin, bırakın bu olayların başına gelmesini bunu aklından geçirecek bir sapığın ona yaklaşması bile beni katil etmeye yeter. İşin bir başka acı tarafı, bu olaylara karışanların bir güzel ilimizin ileri gelenlerinden oluşması. Hayatlarına kaldıkları yerden devam eden bu sapık ruhlu şahsiyetsizleri serbest bırakan hukukçuları vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum. Varsa tabi...
Tüm denizcilerin bayramı kutlu olsun...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın "Öyle zaten!" |
|
1994'ün ilk günleri. Üzerinden neredeyse on yıl geçmiş. ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlık Binasında, diğer bazı konuklarda var, Rahmetli Hocam Rüştü Yüce ile birlikteyiz. Hoca'nın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı Adaylığı kesinleşmek üzere, büyük patron Mesut Bey'den son bir teyid telefonu bekleniyor, o gün listeler son halini alacak. Bizim sezebildiğimiz kadarı ile o sıra Bakırköy Belediye Başkanı olan Ali Talip Özdemir'de Ankara için bastırıyor. Telefon gelmişmiydi şimdi anımsamıyorum ama gerisini biliyoruz..
Dünyanın belki de en temiz, en dürüst insanı Rüştü Yüce, ANAP'tan Ankara Belediye Başkanlığına aday gösterilince, o sıralar bu parti için büyük bir oranda (yüzde onsekiz civarı) oy toplayacak; Çillerle hükümet ortaklığı için başkanlığı terkedip büyük koltuk rüyaları görmeye başlayan Murat Karayalçın'dan sonra SHP'den vitrine çıkan Korel Göymen'in milim önünde Melih Gökçek Bey ipi göğüsleyecekti..
Bundan beş yıl sonra yine benzer bir durum yaşanacaktı. Bu kez, Murat Bey iktidardan umudunu kesmiş bir kez daha belediye başkanlığına dönmek istiyor, diğer taraftan bitirilen donemde Gökçek'le mücadele ederek ses getirmiş Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen, Ecevit'in DSP'sinden meydana fırlamış.. Bu iki sosyal demokrat kapışınca aradan yine Melih Bey çıkıvermişti. Son saniyeye kadar belli olmayan soluk soluğa bir yarış sonucunda..
Geçenlerde bir akşam, Ankara'nın hem bugunünü hem de yarınını olumsuz etkileyecek ulaşım yatırımları arasında bulunan Melih Bey'in yaptırmakta olduğu bazı tuhaf katlı kavşaklardan, Yenimahalle'deki başımıza geçince, ben yine geçmişi anımsadım. "Ya Rüştü Hoca seçime girmeseydi, Bülent Bey hesaplaşmalarını yerel seçimlere taşımasaydı?" diye mırıldanıp durdum. Sanki şimdi bir anlamı varmış gibi?
Siz de düşünmez misiniz bazen? Şunu böyle yapmasaydım, bu şöyle olmasaydı, neler olurdu, yaşamınız, ülkenin yaşamı nasıl değişirdi diye dalıp gittiğiniz olmaz mı ara sıra?
Şurada okumasaydım.. Şu kızla, oğlanla o sıra karşılaşmasaydım.. Falanca iş teklifini kabul etseydim..
Ya da ülkeniz için dudaklarınızdan dökülen keşkeler.. Keşke, bazı liderlerin ülke üzerinden gelişen deneyimlerinden daha az yararlansaydık, daha eğitimli bir nüfusumuz olsaydı...
Falan filan..
Boştur ama azcık ta hoştur yani..
Ya tersine, iyi ki şöyle yapmışım, iyi ki böyle olmuş dediğimiz anlar.. Bu da az heyecanlı değildir..
Testte atıp, doğruyu tutturan öğrencinin keyfi.. Mola için istasyona giren sürücünün üç bes saniye sonra gerçekleşen kazadan kaçınmış oluşu..
Ayırdında mısınız, Atatürk'ten sonra ülke albümünde iyi ki varmışlar dediğiniz ne kadar az sayıda portre çıkmış..
Haziran'in 19. unda andığımız, Hasan Ali Yücel'in İlköğretim Müdürü Tonguç Öğretmen örneğin. Köy Enstitülerinin asil kahramanı..
Kuşkusuz dönemler, adamlarını yaratırlar.. Kötü, zor dönemlerde kahramanları. Öyle denir..
Biz yine su iyikilere dönelim.. Yaza girdik benim aklım hala Martta. 1 Mart'da Ankara'da yüzbin kişi Turkiye'nin ABD'nin Irak Saldırısına ülke topraklarını açmaması için alanlara çıkmıştı. Akşamına Meclis, ucundan da olsa şu meşhur tezkereyi red etmesin mi?
Yaşamımın en dingin uykularından birini o gece uyuduğumu söyleyebilirim. Ertesi gün kuşkular çöreklenmişti beynime yine. Ama olsun, bir gecelik rahatlıkta bir şeydir. Üstelik, sanki ben o gün alanda olmuşum da, tezkere onun icin onaylanmamış gibi düşünmüştüm.
İnanın, saf saf hala öyle düşünüyorum!
Birkac hafta sonra, tam da bizim ekibin yeniden tezkereyi ısıttığı günler. Bu kez, ODTÜ'lü bir avuç Hoca ile Anıtkabir'e yürüyoruz.. O gece, ABD artık bizden destek mestek istemediğini açıklamasın mı? Haydii, gene bir sevindirik olmuştum. Bu kez de, o gün Anıtkabir yollarını aşındırdığım için havayı değistirdiğimi düşlemiştim.. Bakın hele..
Aylar sonra, esintili bir Ankara yaz aksamüstünde bu duygu ve düşüncelerimi, azcık ta çakırkeyf olarak, sosyolog bir büyüğümle paylaşıyım istedim.
"İnanır mısınız" dedim. "Ben hala Türkiye'nin bu işe az bulaşmış olmasını, benim o Cumartesi alanda oluşuma, o Çarsamba Anıtkabir'de soluklanmış oluşuma bağlıyorum."
Ne dese beğenirsiniz?
"Öyle zaten!"
Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
YAŞASIN BATLAMYUS! YAKTIN BİZİ KOPERNİK!
Kendini beğenmişlik ve özel olduğuna dair inanış, insanın doğasında vardır. Kendimizi evrenin merkezi sanırız gizliden gizliye. Bilinç düzeyinde, evrenin merkezinde olmadığımızın idrakinde olsak da; derinlerden gelen bir ses "sen özelsin", "her şeyin merkezisin" diye sürekli fısıldamaktadır...
Evrenin merkezi olma fikri, insana dokunulmazlık, zarar görmezlik ve yok olmazlık hissi verir. İnsan öyle özeldir ve evrenin merkezinde bulunan bir yaratıktır ki; ölüm, hastalık, kötülük gibi felaketlerin onunla işi olmaz.
Özel olmak ve evrenin merkezinde bulunmak düşüncesi; başımıza gelen felaketler ya da yaşama karşı kazandığımız zaferlere verdiğimiz tepkileri de etkiler. Öyle ya; mühim bir kimseyizdir ve başımıza gelenler de mühimdir. Bunun tam aksi olarak; ötekiler bizden daha az mühimdir ve onların başına gelenler de daha az mühimdir. Bu sebepledir ki; "evren de, dünya da, yaşadığım ülke de, ailem de, arkadaşlarım da, sevgilim de, bana (evrenin merkezi olan bu çok özel yaratığa) göre kendilerine şekil vermeli" beklentisiyle yaşarız...
"Toplu taşım araçları, TV programları, iş toplantıları, hukuksal düzenlemeler, yemek saatleri, vergiler, politik kararlar, savaşlar, eğitim, sağlık, güvenlik hizmetleri, güzellik yarışmaları (bu liste uzar gider) ve sair, bütün projeler benim programıma ayak uydurmalıdır. Dünyevi umarlar dışında; evren, hayat, ölüm, doğum, doğal dengeler, varoluşla ilgili gerçekler de bana uymalı. Zira ben evrenin merkezindeyim ve çok özel birşeyim..."
Sen öyle san güzelim! Zira evren, bunu reddediyor. Acı ama gerçek olan şu ki; evrenin merkezinde değiliz ve sandığımız kadar da özel değiliz. Okyanusta bir damla su misaliyiz. Evet sinir bozucu ama öyle işte...
Bu aldanış (evrenin merkezi olma fikri), en eski çağlardan bu yana süregelmiştir. En eski çağlardan, yakın denebilecek zamanlara kadar insanlar, bilimsel olarak da Dünya'nın evrenin merkezinde olduğuna ve her şeyin onun çevresinde döndüğüne inanıyordu. Bir çeşit tümevarım ilkesiyle: "ben özelsem türüm de özeldir; bunun sonucu olarak, yaşadığım gezegen de özeldir; o halde dünya evrenin merkezidir..."
Bu konuda eskiçağ düşünürleri de faka basmıştır. Özel olma fikrinin cazibesi onların, tezlerini yeterince sorgulama gereğini göz ardı etmelerine sebep olmuştur.
Roma İmparatorluğu'nda yaşayan Batlamyus (Ptolemaios) isimli düşünürün çalışmaları, Dünya'nın evrenin merkezinde olduğu; bütün gezegenlerin, Güneş ve Ay'ın Dünya'nın etrafında döndüğü doğrultusundaydı. Batlamyus bu kanıya varmak için küçük bir deneyden yardım almıştı. Deney çok basitti: bir taşı elinden bıraktığında, taş havada hiç süzülmeden dünyaya düşüyordu. O halde gezegenler, Güneş ve Ay Dünya'dan bir türlü uzaklaşamayan ve onun çekim alanında, irili ufaklı dairelerde dolaşan cisimlerdi. Taşın hareketi Dünya merkezli olduğuna göre, gökyüzündeki nesnelerin hareketi de Dünya merkezliydi.
Batlamyus'un fikirleri ve çalışmaları büyük ilgi gördü. Ne de olsa insanı ve gezegenini, tüm evrenin merkezine oturtmuştu.
Rüya fazla uzun sürmedi... Astronomi geliştikçe düşünürler, gezegenlerin Batlamyus'un ileri sürdüğünden farklı hareketler yaptıklarını gözlemlediler. Ancak onun fikrini de bir türlü dışlayamadılar. Dünya'nın, evrenin merkezinde olmama olasılığı onları da sinirlendirmiş; 'özel olma hislerini' sarsmıştı. Batlamyus'un modelindeki dairesel gezegen yörüngelerini, kargacık burgacık yörüngeler haline sokarak gerçeği bertaraf etmek istediler. Lakin 1400'lü yıllarda Kopernik (Copernicus) adında Polonyalı bir düşünür çıktı ve Batlamyus'a ters düştü.
Batlamyus'a ters düşmek, insanın yaşadığı gezegenin (Dünya'nın) evrenin merkezi olduğu savına ters düşmek demekti ki bu hayal kırıklığının hazmedilmesi zor görünüyordu.
Kopernik, Batlamyus'un çalışmalarını sorgularken; Dünya ile gezegenlerin Güneş etrafında döndüğünü keşfetti. Bu görüş insanları öfkelendirdi. "Nasıl olurdu da gezegenimiz; başka bir cismin etrafında dönen, sıradan, diğer gezegenlerden farksız bir gezegen olabilirdi? Ancak, Kopernik'in ölümünden sadece birkaç on yıl sonra bilimciler, yeni teleskoplarını gökyüzüne çevirip onun fikirlerinin doğru olduğunu kanıtladılar.
Günümüzde, gelişen teknolojiyle birlikte, evrendeki yerimiz hakkında daha fazla bilgiye sahibiz. Kopernik'in bilmediği şeyleri de biliyoruz artık. Güneş'in de evrenin merkezi olmadığını; Samanyolu'nu oluşturan milyarlarca yıldızdan biri olduğunu; hatta Samanyolunun da evrenin merkezi olmadığını ve evrende gezinen sayısız yıldız kümesinden sadece biri olduğunu biliyoruz. Ne gezegenimiz, ne Güneş'imiz, ne de Samanyolu'muz evrenin merkezi değil. 'Çok kıymetli gezegenimiz', kozmik bir toz parçasından başka bir şey değil.
Batlamyus yanıldı... Lakin bilimsel gaflar, bilimsel gerçeklere giderken geçilen yolların sokak lambası gibidir. Kopernik, Batlamyus'un görüşlerini sorgularken gerçeklere ulaştı. Batlamyus haklı çıksaydı, elbette daha çok sevinecek, hayal kırıklığına uğramayacaktı insanoğlu. Hep dediğim gibi, bazı gerçekler acıdır.
Kimileri bu gerçekleri kabullenip yaşamını sürdürür. Kimileri de egosunun oyununa yenik düşer ve gerçekleri inkar ederek zokayı yutar. Kabul ediyorum; koskoca bir evrende, hiç de önemli olmadığımız gerçeğiyle yaşamımızı idame ettirmek fikri, kolay kabul edilir değil.
Yazık ki; ne türümüz, ne gezegenimiz, ne de yıldız kümemiz evrenin merkezinde değil. Sınırsız bir evrende debelenip duran minicik varlıklarız... Dünya, biz olmasak da dönecek ve evren, gezegenimiz olmasa da varlığını sürdürecek...
Bu durumda, önümüzde üç seçenek var: Birincisi: sonsuza kadar bunun için sızlanmak. İkincisi: bunu inkar etmek. Üçüncüsü ve en akla yatkınıysa: gerçeği cepte tutarak; minicik evrenimize, kendimizce anlamlar katmaya çabalamak...
Bak şimdi aklıma ne geldi: Neden insanlar gökyüzünde 400 Milyon yıldız var denildiğinde inandıkları halde, 'yeni boyalı' yazan nesneyi elleriyle yoklarlar? Ne alaka mı? Yıldızlar, gökbilim, insanlar ve tuhaf davranış biçimleri... Ne alaka olacak yahu? Benim de kafam karıştı işte. Kolay mı hayatın bensiz de sürebileceği fikrini kabullenmek?
Ulen Kopernik! Yaktın bizi be...
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Düş Atölyesi : Sevinç Tartıcı |
ÇÖMLEK PATLADI
En çok sevdiği oyundu saklambaç. Saklanmak güzeldi. Ama,''ebe'' olmaya dayanamıyordu.
Mahallede altı çocuktular. Altı iyi arkadaş. Her gün sektirmeden saat yedide toplanır, saklambaç oynarlardı. Annesi dışarı çıkmasın diye banyoya kilitlediğinde, O, küçük banyo penceresinden kaçıp,akşama babasının dayaktan öldüreceğini bilse de saat yedide buluşurdu arkadaşlarıyla. Onlarla birlikteyken hiçbirşeyden korkmazdı. Onlar yanındayken dünyayı fethetmeyi hayal edebilir, en akıl almaz düşlere inanabilir, dünyanın en güzel kızını sevebilirdi. Onlarla güçlü ve özgürdü. Ama onlarsız.
İşte bu yüzden sevmezdi ''ebe'' olmayı. Ebe olduğunda ellerini bir duvara ya da ağaca dayar, başını da gözleri hizasında ellerine gömer ;10 dan geriye doğru sayardı.:10,9,8.....
2,1. Gözleri açıp arkasını döndüğünde, herkesin saklandığını görür, içi daralırdı.
Oysa arkadaşları bayılırlardı onu ebe yapmaya. O ebeyken Çetin'le Metin'i karıştırırdı
hep çünkü. Her zaman aynı giysileri giyen bu iki kardeşten biri esmer, diğeri sarışındı.
Ama O ebe olduğunda uzaktan o gün giyilen giysinin sadece silüetini bile görse mutlaka ''Metin, gördüm seni boşuna saklanma ,sobe!'' diye bağırırdı. Eğer O Metinse sorun yoktu. Sobelenmiş olurdu.Ama eğer Çetinse... O zaman herkes saklandığı yerden çıkar ve hep bir ağızdan bağırılırdı:: ÇÖMLEK PATLADIIII, ÇÖMLEK PATLADIIII... Bu; bizimki ikinci kez ebe demekti.
Yine bir gün ebeydi. Gözlerini yumup sımsıkı saymaya başladı.
- 10,9,8,7.......2,1,0 Önüm, arkam, sağım, solum SOBE saklanmayan EBE!!!
Arkasına döndüğünde çok şaşırdı. Gözlerini kapatmadan önce aydınlık olan hava birdenbire kararmıştı. Mahallelerinin yerinde gökyüzünü yırtarcasına yükselen dev apartmanlar vardı. Bu sokağı ilk kez görüyordu. Gene de oyuna devam etti. Çünkü bunun arkadaşlarının bir oyunu olduğuna emindi. Uzaktan hızla geçmekte olan bir karartı gördü. Bağırmaya başladı.
- METİNNN.METİNN. sobeee.Gördüm. Sobeledim seni oğlum nereye gidiyorsun?
Birden kendi sesinden irkildi. Babasının ki gibi kalın ve sert çıkıyordu sesi. Buna bir anlam veremedi ama, üzerinde de durmadı. Tek düşüncesi sobelendiği halde uzaklaşmaya devam eden Metini yakalamaktı. Koşmaya başladı. Bütün bu oyunun da hesabını soracaktı tabii. Karartıyı omuzundan yakaladı.
- Duymadın mı oğlum beni? Metin diyorum
- İmdat!Polis! Kapkaççı , bu adam bana saldırıyor.
Hayır.Metin değildi.Zaten kocaman bir adamdı. Ne diye polis çağırıyordu ki durduk yere?
Ne yapmıştı ki ona? İki devriye polisi görünmüştü hemen. Babası yanılmıştı. Babası polislerin hep iş bitince geldiğini söylerdi çünkü. Soygun olur, cinayet işlenir, Polis gelir. Vatandaş polis aradığında bi tane bile bulamaz.''Öff.ne yaptımki ben bu salak adama. Ya şimdi beni ıslah evine götürürlerse? Nerde bizimkiler? Neden çıkmıyorlar hala??''
İki polisten biri,
- Ne yapıyosun hemşerim? Ne istiyosun adamdan?
- Hiçbirşey polis amca biz saklambaç oynuyorduk. Onu arkadaşlarımdan biri sandım.
İki polis aralarında fısıldaşıp güldüler. Onunla konuşan polis tekrar döndü.
- Peki nerde arkadaşların?
Saklandılar.Ama ben onları çıkarmanın yolunu biliyorum. ÇÖMLEK PATLADIII,ÇÖMLEK
- Sus hemşerim ne bağırıyon yav gece vakti. İşin mi yok, Allaaşkına uğraştırma bizi. Hadi
git evine artık. Fe süphan Allah...
- Ama Polis amca?..
- Ne amcası lan bak hala konuşuyo.
İki polis aralarında konuşup gülüşerek arabaya binip uzaklaştılar. Metin sandığı adamsa çoktan gitmişti. Bütün bu olanları aklı almıyordu bir türlü... Ağlamaya başladı. Bir yandan da bağırmayı sürdürüyordu.
Çömlek patladı! çömlek patladı!!! Çömlek... Nolur... Nolur çıkın ortaya.... çömlek patladı diyorum.. çömlek patladı.......
Sevinç Tartıcı dusatolyesi@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.382 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
YALNIZIM
YALNIZSIN
YALNIZIZ
kimse içimdeki boşluğu görmüyor
bir adresi yitirmek neler hissettirir insana
kalp atışlarından uzak olmak
soluğunda duyamamak mevsimleri, düşünmüyor
çok şey bilmenin hoş karşılanmadığı zamanlardayız
ciddiye alınmıyor sorularımız
gün afrikalı kalmaya kararlı
bu dünyadan olmamak da yetmiyor
ve siz geliyorsunuz, sarı elbisenizle bir silüet
hayatımdaki eksikleri gösteriyorsunuz
küçülüp silikleşiyorum, hafifliyor bedenim
yalnızlığım dağılıp çoğalıyor sesinizde
ben artık sadece kuşların şarkısını dinliyorum
Metin Celal
<#><#><#><#><#><#><#>
KÜÇÜK
ŞEYLERİN TEDİRGİNLİĞİ
karların altına saklandığında
bir garip tona bürünür bedenin
susuz kalmış güvercin bakışlı
mağrur ve yalnız gülüşün
kararlıydık birlikte çürümeye
ortak olacaktık tüm suçlarda
terk ettin manzarayı, gittin
yerini dolduramadı düşler
gözler kapalı, dudak uçlarında mırıltılar
kimbilir hangi duaya süzülüyor
eski fotoğraflardan kalma amcalar
silerek adımızı belleklerden ya da yanlış yazarak
sonunda yaşlanır yalnız kalırım diyordum
sevmeye yetenekli günlerde savrulup
kendinin sırrına erenlerin umarsızlığıyla
unuturum hayatın yorucu uğultusunu
kalkmaya hazır halk otobüsü
ve zamanı dolmuş bir paso
izin vermedi durup düşünmeye
geçip giden ne, bir sözcük bile olamayan
Metin Celal
Yukarı
|
"Ayaklar baş olmuş!" Başa n'olmuş bilen var mı?
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.sebinkarahisar.com/site/default.asp
... Aileyi ve misafiri kutsal kabul eden Şebinkarahisar yöresinin insanları yiyeceklerinin malzemelerini kiler ve ambar denilen yerlerde muhafaza etmektedirler. El kazanları, hurma ve lokma tencereleri, süt yoğurt bakraçları, oklava, tava, elek, sahan, üsküre, kevgir, leğenger, rende, bıçak kaşık, cezve, çaydanlık, bardak, fincan gibi bakır, porselen, toprak, cam ve porselen ve emaye kaplar terek denilen bölmelerde bulunmaktadır... Ben Şebinkarahisarlı değilim ama il olabilme gayretlerine hayran kaldım.
http://www.tantana.net/fikra.php
... Temel, 55 yaşına kadar canını dişine takmış çalışmıştı..Pastacı çıraklığı ile alışdığı hayata, pastane sahibi olarak devam etmiş, yetenekleri ve becerisi sayesinde Türkiye'nin en ünlü pastanesinin sahibi olmuş, milyarlar kazanmıştı.. Bir gün karısına "Paraları mezara götürecek halimiz yok. Kendimize yeni ve rahat bir hayat seçtim" dedi.."Bizim oradaki hemşerilerle konuştum... Herseyi iyice öğrendim. Kaliforniya'ya gideceğiz...
http://www.leman.com.tr/dergiler/okuz70/06alookuz.htm
... Alo Öküz'den arıyoruz, Milliyet Sanat dergisi mi? - Evet, ben Bülent Berkman. Derginizin 28. yaşı kutlu olsun Bülent Bey. - Sağolun, teşekkür ederiz. İki aydır derginizde birtakım değişiklikler göze çarpıyor. Bunun nedeni nedir? - 28 yıl, bir derginin yaşamında çok uzun bir süre. Bu süre zarfında ister istemez değişmek, çağa ayak uydurmak zorundasınız... Öküz dergisini severmisiniz?
http://www.hiphopstudyo.com/
Müzik bir meraktır. Davul çalmak apayrı bir meraktır. Davul çalmayı ve işi biraz daha profesyonelce yapmak isteyenler için bir web sayfası tavsiye ediyorum. ... 1993 yılında Be-Bop adıyla kurulan Türkiye' nin ilk davul stüdyosu, yoğun talep sebebiyle imkanlarını arttırarak kabuk değiştirmiş ve 1999 yılından itibaren Hip-Hop adını almıştır... Çalışmalara kayıt yaptırırken selamlarımı söyleyebilirsiniz.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
CapturePad v0.1b [759K] W98/2k/XP FREE
http://www.capturepad.com/
Ekran görüntülerini yakalamak için kullanabileceğiniz bir program. Webcam'inizden aldığınız görüntüleri kolayca avi formatında saklayabileceğiniz gibi, ekran üzerinde yaptığınız hareketleri avi, jpg veya swf olarak yakalayıp saklayabiliyorsunuz. Örneğin görüntüler eşliğinde bir program anlatımı yapmak istiyorsanız denemenizde yarar olabilir.
Yukarı
|
|
|