KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 302

 10 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Böyle hamama böyle tellak!..


Merhabalar,

Hani bazı utanç anlarımız vardır, hatırladıkça yüreğimiz sızlar, kanımız çekilir, ellerimiz terler, unutmaya çalışırız ama unutamayız. Zaman geçsin soğusun diye dua ederiz. Adı üstünde utanç anları, her seferinde yeniden utanırız. Başkasının bilmesine de gerek yoktur, tüm fırtınayı içimizde yaşarız. Ama son günlerde öyle bir utandık ki, yedi düvelin gözü önünde hiç olduk hiç. Milliyetçilik sınırlarım milli maçların doksan dakikası arasına sıkışıp kalsa da 5 gündür uluyorum inanın. Ulusal onurumuzun böylesine ayaklar altına alınmasına kahroluyorum. Asker çocuğu olduğumdan mıdır nedir, askerlerimizin derdest edilmesine, devlet büyüklerimizin baştan ayağa basiretsizliğine çok üzüldüm çok. Küstah ve nankör Amerikalıların her başları sıkıştığında hazır asker rolü oynayan sözde dostlarına reva gördükleri bu hayasızca saldırının açtığı yaraların sıradan Türk insanı üzerinde bıraktığı izleri silmek çok zor olacak. Onlardan yana bir derdim yok benim. Tavırlarını çok önceden belirlemişlerdi. Benim üzüntüm bizim yapamadıklarımızla ilgili. Bu denli ruhsuz olmamızı hazmedemiyorum. Sayın Başbakanımızın "Biz devlet yönetiyoruz, bakkal dükkanı değil." savunmasına gülüyorum. Evet Sayın Başbakan, Devlet bakkal dükkanı olmadığı içindir ki bizler sizi suçluyoruz. Bakkal dükkanı olaydı ne haliniz varsa görün derdik. Biz ayrımı gayet iyi biliyoruz onun için sesimizi yükseltiyoruz.

Yıllardır kursaklarından geçen her lokma için bize yatıp kalkıp dua etmeleri gereken bir avuç çapulcu peşmergeyle birlikte resmi ikametgahı basıp asker almak sıradan bir yanlış anlama olarak geçiştirilemez. Bırakın artık herşeyin güllük gülistanlık olduğu martavalına inanmayı. İstemeden de olsa geçirmediğiniz tezkerenin ardından dünya çok değişti. Amerikalı yöneticilerin gözünde zerre kadar saygı ve sevginiz kalmadığını anlayın artık. Başı kuma gömmekle görmezden gelmeye çalışmayın. Devlet politikalarını yeniden gözden geçirin. Sizin sıradan bir polisiye aksiyon olarak algıladığınız şey, aslında bir büyük planın satır araları. Görmezden gelmeyin gereğini yapın. Ben de biliyorum gırtlağımıza kadar lağım çukurunda olduğumuzu. 200 milyar borcu, askeri teçhizatta %80 lere varan bağımlılığımızı duymayan mı var. Ama bir de vatan hasletimiz ki var ki işte o herşeye bedel. Olayı duyar duymaz NATO nezdinde bir protesto çekseydiniz, misilleme blöfü gösterseydiniz, derhal Habur'u kapatıp atardamarlarına tampon koysaydınız durumumuz bundan farklı mı olurdu? Amerikalı dostlar bizi düşman mı bellerdi? Irak'la ilişkimizi mi keserdi? Peşmergeleri üzerimize mi sürerdi? Çapulcu pekakanın yeniden palazlanıp Tunceli'de valimize pusu kurmasına mı çanak tutardı? Türk mallarına kota uygulayıp yarı ambargo mu koyardı? Türk vatandaşlarına vize mi uygulardı? Vereceği 1 milyarlık sadakadan mı vazgeçerdi? Bizi dibe itecek bir kriz daha mı çıkarırdı? Ermeni yasa tasarısını senatoda kabul mu ederdi? Bunların hepsini yapmadı mı? Daha fazla ne yapabilirdi?

Hala şansınız var değerli büyüklerim, Süleymaniye soruşturması sonuçlanana kadar askıya aldıkları hibeyi arka ceplerine sokmalarını söyleyebilir, Temmuz sonunda planladığınız geziyi iptal edebilirsiniz. Eğer elinizden başka şey gelmiyorsa Kuzey Irak'ta savaş nedeni saydığınız durumlardan vazgeçer, askerlerimizi tamamen o lanet yerden çekersiniz, savunma alanım sınırlarımda biter der olası gurur kırıcı durumları önceden önlersiniz. El mi yaman bey mi göstermenin, ibrenin AB'ye döndüğünü açıklamanın tam sırası. Kaybecek canımızdan başka birşeyimiz kalmadı, onu da almaya güçleri yetmez. Bizi Afgan mücahitleri, Irak cumhuriyet muhafızları, Kürt peşmergeleriyle bir tuttuklarında başlarına geleceklerden onlar korksunlar biz değil. Bizden geçti, hiç olmazsa çocuklarımızın gurur duyacakları bir memleket bırakalım izin verin.

Hükümete yüklendik, muhalefeti atladık sanmayın. Adı var kendi yok Deniz Bey'in Ak Parti mi? AKP mi? tartışmasını da izledik. Bu nemenem bir muhalefet anlayışıdır ki eline geçen böylesi bir kozu bile değerlendirmekten acizdir. Ortalığı ayağa kaldıracağına grupta stand up yapmayı yeğlemektedir. Kel başa şimşir tarak. Böyle hamama böyle tellak yakışır tabi ki!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   'O günlere kalmak istemediler!'

Ne kadar da çok üzüntü kısacık zamana sığdı. Önce Sivas'ta on yıl önce yakılan aydınlar anıldı. Aynı gün, kimin dikkatini çekti, özel, seçkin bir insan, siyasetçi Hasan Esat Işık'ın da aramızdan ayrılışının 14. yıl dönümüymüş.. Sivas'ta yaşananlara dayanamayıp, bu olaydan bir kaç gün sonra yaşama gözlerini kapayan ünlü edebiyatçımız Rıfat Ilgaz ise doğum yeri olan Kastamonu Cide'de bir haftalık etkinliklerle anımsanıyor. Nihayet Temmuzun ilk haftası Aziz Nesin'in de ölüm yıldönümünü içeriyordu.

Ya, yeni yitiklere ne demeli? Önce Tomris Uyar öldü, Cuma günü. Pazar günü ise kentle insanı buluşturan Çelik Gülersoy aramızdan ayrıldı. Bize insan oluşumuzu anımsatan; bunun tadını, paylaştığı ürünlerle bize yaşatan insanların birer ikişer aramızdan ayrılmaları ile bizler neler yitiriyoruz acaba? Biraz daha çoraklaşıyor mu dünya?

Onlar yaptıkları hakkında neler düşünüyorlardı? Bana bu satırlari yazdıran Uyar ile Gülersoy'un kendileri ile yapılan röportajlarda kullandıklari benzer tümceler, yorumlar oldu.. Şimdi gelin önce Tomris Uyar'ın 1988 Mayıs'ında Güneş Gazetesinde "Yazmak metodlu bir delilik" başlığıyla yer alan Oya Ayman'ın gerçekleştirdiği söyleşi de neler dediğine bakalım:

"Bizim hastalığımız bir tür metodu olan delilik. Çok sıkı disiplin gerektiriyor. İyi bir ön hazırlık şart. Bu durumda hastalanmak için epey çaba harcamış olursunuz. Galiba da dünyayı kendi bildiğinizce değistirmek, yeni bir düzen ya da düzensizliğe sokmak için böyle bir kaygıyla yazıyorsunuz. Üstelik öbür hastaların sandığı gibi zevk veren bir hastalık da değil. Bazen 'Ne yazıyorum, kime yazıyorum?' dediğiniz de oluyor. Yaratırken çektiğiniz zahmet bu karamsarlığa itiyor sizi."

Çelik Gülersoy ise ölümünden yalnızca birkaç hafta öncesinde "Beton üzerine reçel döktük" dediği bir İstanbul köşesinde kendisiyle söyleşen Hatice Tuncer'e özverili çalışmaları için, "Mantıklı bir açıklaması yok. Bu bir delilik" demiş. Aynı röportajdan diğer bir ilginç sözünün daha altını çizmişim. "Tek başıma senelerce bir oyun oynadım, sonra da tuttuk kenara atıldık."

Biri özellikle öyküleriyle edebiyatımıza özgün ve sağlam bir soluk getiren edebiyatçımız, diğeri mesleki bir temeli olmamasına karşın, İstanbul'un tarihi mekanlarının onarılarak, insanların yaşamasına açılmasına öncülük eden, bir kent tarihi mimari. İkisi de yaşamlarını adadıkları uğraşlara kuşkusuz bilinçle yönelmişler, heyecanla yürütmüşler ancak son sözlerinde ürettiklerinden aldıkları onca keyfe karşın, yeterince anlaşılamama ve kabul edilmemeden kaynaklanan bir 'özel pişmanlık'in izlerini görmemek mümkün mü?

Neden? Kuşkusuz yaratıcılık bir yoğunlaşmayı gerektiriyor, bu yoğunlasmanın da sıradan bir yaşamdan, rahatlıktan, gündelikten çıkmayacağı kesin. Öyleyse sanatçıların, yaratma, üretme sırasında, hani deyim yerindeyse işin doğası gereği çektikleri acıları, yalnızlıkları kabullenmeleri gerekecek. Peki bu yaşamlarıyla, seçimleriyle bitiremedikleri hesaplaşmaya ne demeli?

Çevrelerinden, yönetimden, toplumdan gördükleri ilgisizliğin, kayıtsızlığın, umursamazlığın getirdiği üzüntü. Zevksizliğin, kolaycılığın, rantçılığın kazanmış görülmesi. En azından şimdilik. Bunlar değil mi onlara "Değer miydi?" dedirten. Cılız alkışlara ve hatta iyi şeyler yaptıklarına olan büyük inançlarına karşın, kuşkusuz ürettikleri anlamında yeterince anlaşılamamış, kucaklanmamış olmak..

Yine Gülersoy'un söylediklerine kulak verelim: "Eğitimli pırıl pırıl gençlik, ama kaç kişi. Matbaa Turkiye'ye Avrupa'dan 329 yıl sonra geldi. Avrupa'da matbaanin icadından sonra 50 bin kitap basıldı, burada 17 kitap. Artık siz anlayın durumu. Yazar eserini basılmış görmek istiyor, benim gibi cepten para veriyor. . Kanaat Kitabevi Ankara'da 1930'larda Topkapı Sarayı, Yedikule'yle ilgili kitaplar yayımlamış. Bin tane basılmış ama 1980'lerde hala duruyormuş bunlar.. Okuldan başlayacaksınız kenti anlatmaya. Çocuk kitapla barışacak."

Üstelik gazete yoğunluktan yer verememiş bu söyleşiye, ölümüyle aklımıza geldi diyemiyorlar tabii.. Çelik Gülersoy'un giderayak soyledikleri çok yürek burkucu. Toplumun henüz yaptıklarını anlamaya hazır olmadığı için kaybetmeye mahkum olduğunu kabullenmesi, bu nedenle eski belediyeyle daha fazla didişmemesi.

Bugünkü Belediye'nin yeni başlattığı 'Kentim İstanbul' projesinden çekilme nedeni için "Bunun bu kadar kolay bir iş olmadığını düşündüm. Bir şehirli olmak, toplantıyla, duvara afiş asarak olacak şey değil." demesi ise hala direndiğinin göstergesi aslında.

Adamcağız nasıl yüreği yarım gitmesin. İstanbulun hali ortada.. Başkent Ankara'da aynı günlerde neredeyse bir mahallenin yaralandığı rant patlaması oluyordu, yöneticilerin gölet kayığında müzik dinledikleri sırada..

Yalçın Pekşen ise yazısında, 'Istanbul'dan, başka kentlere en son Büyükadaya kaçtı. Şehirdeki onca kokuşmuşluğa inat, kenarında yeni güzellikler filizlemeye çalıştı. Ancak restore ettirdiği tarihi binada klasik müzik konserleri düşlerken, yandaki bina sahibi eski milletvekili'nin tacizine, adanın motorlu araçlarca ele geçirilişine tanık oldu. Belki de başka gideceği yeri kalmayınca başka dünyaya göçmeye karar verdi.' diyordu.

Çelik Gülersoy, "İstanbul, çarpık bir beton deniziyle çevrilmiş güzellikler yaşatıyor. Adacıklar ama etrafını çeviren deniz çok sağlıksız, dünyanın en kötü ve sağlıksız betonu yığılmış." diyor söyleşide. Şimdi bu ortam da bir de deprem beklentisi var. Deprem tehlikesini bu ciddiyette 1985'te kendisinin hatırlattığını belirten üstad neredeyse son sözleri olarak şunları söylemiş.

"O deprem günlerine kalmak istemiyorum"

Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Anlık Duygular : Sedat Tuvar


BOŞ DUVAR

Çok hasta ve bitkin bir halde, odanın ortasında sandalye de oturmuş, karşımdaki boş, beyaz duvara bakıyor, nasıl olmuştuda bunca zaman bu duvara asacak bir dost resmi, bir eş, ne bileyim bir çocuk yada bir köpek resmi bulamamışım diye düşünürken, duvarın ortasından pembe giysiler içinde bir kadın beliriyor, bana doğru üç dört adım attıktan sonra dimdik duruyor...
Yüzünde hiçbir mimik olmadan, hiç bilmediğim bir dilde şarkılar söylüyor.

O şarkılar söyledikçe benim vücudumda ki ağrıların yavaş yavaş vücudumu terk ettiğini hissediyor, nedense ağlamaya başlıyorum.

Ben ağladıkça onun yüzünde bir gülümseme beliriyor. O gülümsedikçe ben dahada çok ağlıyorum. Şarkılarını bitirdikten sonra usulca yanıma gelip, sağ elini sol omzuma koyup, yüzüme doğru eğiliyor.
Sol eli ile saçlarımı okşuyor, o bilmediğim dilde bir şeyler söylüyor, anlamıyorum...
Anlamıyorum ama söyledikleri hoşuma gidiyor. Başımı sallıyorum, onu anladığımı düşünüyor. Ve yanağımdan bir küçük buse alarak tekrar ayağa kalkıyor, dönerek yine aynı duvardan yavaşça yok olup gidiyor.

Ağrıyan, sızlayan bir yerim kalmıyor vücudumda, kuş gibi özgür hissediyorum.
Peşinden gidiyorum...

Sedat Tuvar
tuvar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Şair Kahveci : Filiz Güner


ARKADAŞA

İçimde kocaman bir deniz varmış ta farkında değilmişim. Gözlerime bakarsanız bunu anlarsınız. Ben tuzlu bir denizim. Yaşlarım, yolunu bulan ırmaklar gibi. Her biri tuzlu tuzlu dilime değip geçtiler. Ve her geçişte beni, senin kıyılarına çarptılar.

Altın rengi saçlarından bir tutam düşerdi alnına dağınıkça. Kısık ve renkli gözlerinde anlamlı bakışların duruyor mu hala? Hangimiz mıknatıs, hangimiz demirdik acaba? Böyle çarçabuk çekebildik birbirimizi. Bir soruyla suya dalıp, bir tercihle vurgun yedik. Neden böyle sorular sorarım yeni tanıştığım insanlara bilmem ki? Sohbet ilerledi. Konuştukça hayata bakışımızdaki can alıcı benzerlikleri görüyor, şaşırıyor ve buna seviniyorduk. Bu gezegende tek değilmişiz meğer.

Beni arayacağını beklemiyordum, yanılmışım. Sonraki gün aradın. Sevinmiştim. Hiç naz yapmadım, seni uğraştırmadım. Davetini kabul ettim ve buluştuk. Yaşadığım en güzel günlerden biriydi. Açılışımız çok müzikaldi:))) Koltukları bırakıp yere oturduk. Epeydir tanışıyor gibi yakınlık hissediyorduk. Senin de söylediğin gibi birbirimizde kendimizi bulmuştuk. Diğer insanlara anormal gelen fikirlerimiz, bize oldukça normal görünüyordu. Anlıyorduk, anlaşıyorduk. Bızla oynanan bir oyun öğrettin bana. Sere serpe uzandığımız yerde resimler çizmeye başladık. Bir sen, bir ben... Odayı donattık, yok yoktu. Birbirini tamamlayan. iyi bir ikiliydik. İlk görüşmemize rağmen sözler olmasa da anlaşabildiğimizi farkettim. Gözlerimizle, vücut dilimizle, beynimizle anlaşıyorduk. Ne kadar çocuk, bir o kadar mutluyduk. Resmimiz ne yapıyor güzel gözlü? Masamıza koyduğun çiçek kurudu mu? Tavşan koltuğun arkasındaki kapıyı yiyip bitirdi mi? Resimle birleşen ellerimize ne oldu? Her yer karanlık, nerde bu evin ışığı dediğimde evin bulunduğu galaksiye ışık yılı uzaklıkta bir mum çizmiştin. Masa varken neden o kadar uzağa koydun diye sorduğumda mumun yanına x1.000 yazmıştın. Güldüm. Çözümün gerçekten akılcı, yaratıcı ve oldukça sevimliydi. Seni gidi müzip, hınzır cin seni... Mumumuz eriyip bitti mi? Beni avlamak için uğraşan hızlı bir çapkın değildin, biliyorum. Belki buna inanmak istiyorum. Alnına bir öpücüğü çoktan hak etmiştin. Kemanlar eşliğinde yenen bir yemek ve en pahalı hediyeler böylesi bir doyum ve mutluluk veremezdi bana inan.

Sen insana dair ümitlerimin yeşerdiği sevgi ağacıydın ve ikimiz o ağacın dallarında sallanmaya başlamıştık çoktan. Kendine çok yakın bulmuştun, rahat ve mutluydun yanımda. En başından çok açık sözlü, olduğum gibiydim sana karşı. Hayata bakışımız dışında, hayatlarımız hakkında pek bir şey bilmiyorduk ikimiz de. İlk sürpriz bu bilinmezliğin içinden çıktı. Biliyorsun ki yaptığın ve bunu yapış tarzın güven zedeleyen, hoş olmayan şekildeydi. Yanlış bulmakla birlikte çok kızamadım sana. Siyah ve beyaz değildim artık, grilerim vardı. Bu ton sanırım tepkilerimi de grileştirmişti. Konuştuk sonrasında, anladım seni. Daha önceki bir sohbette söz verdiğim dostluğumu istedin benden. Şartlar bu dostluğu zor kılıyordu. Epey bir emek verdin en azından dost olarak devam edebilmemiz için. Olmayacağını biliyordum. Duygular ve etkileşimlerle başlayan bir ilişki, hala aynı şeyler hissedilirken nasıl sadece dost kalabirdi ki? İsterdim. Birbirimizi diğer şeylerden sıyırıp, yalınlaştırarak, içinden ilişkimizin sadece bir parçası olan dostluğu çekip alabilir miydik? Söyledim kaygılarımı her zamanki açıklığımla. Beklediğinin ne büyük bir fedakarlık olduğunu anlayabilir miydin acaba? Yapabiliriz dedin. Denemek istedik. Görüştük ve gördük ki ben haklıydım. İddialı olan sen eskisinden de güçlü arzularla çıktın karşıma. Sonra yine o kısır döngüye girdik. Bitirelim güzel gözlü. Telefonda ve her yerde bitirelim. Yok yok ne olur dost kalalım, olmazsa arkadaş kalalım, senin dostluğunu seviyorum, kaybetmek istemiyorum. Ah güzel gözlü görüyorsun olmuyor, ne olur zorlama. Seni yakın gördüğümü, sevdiğimi, özlediğimi biliyorsun. Ancak... bu şartlar altında olmuyor, olmayacak... Olur, yapabiliriz. Yapamayız...

Bu fedakarlığı acaba kendim için mi, senin için mi, yoksa onun için mi yapmıştım? Bir kurban olmalıydı, kendimi seçtim. Aşkın ya da aşka benzer duyguların geçmişte ne yaşarsak yaşayalım, ne öğrenirsek öğrenelim ve bundan sonra yapılmayacakların, tövbelerin listesiyle ne kadar dolarsak dolalım, bizi nasıl da her defasında yerlerde süründürdüğünü görüyorum. Bizimkisi bir aşk hikayesi değildi. İçinde insana ait her şey vardı. Bunca yılın ve bunca insanın ardından diğer yarımızı bulmuştuk. Hayatın boğucu havasında, birbirimizde soluklanmıştık. Kaybetmekten korktuğumuz, zor bulduğumuz ve belki bir daha bulamayacağımızı sandığımız diğer yarımızdı. Yoksa Nazım gibi aşka mı aşıktık? Birbirimize yüklediğimiz anlamlarla yine kendimiz miydik sevdiğimiz?

Neden duygular mantık ağıyla örülüdür? Gönül evimin örümceği yine benim, muzip cin. Ne bu duyguları duymazdan gelebiliyor, ne de mantığımla mutlu olabiliyorum. En iyi başarım başkalarının mutluluğu için, kendi duygularımın boynunu vurmak oluyor hayat oyununda. Birinin oynaması gerektiği için ben seçildim bu role. Neden? Ayrılık düdüğü çalarken çocukluğum tuttu. Gözyaşlarımdan akmayacaklarına dair aldığım sözler işe yaramadı. Kendi isteklerim için bile asil ve güçlü olamıyorum. Galiba vedalara tahammül edemiyorum. Kendi isteğim dediğime bakma. Biliyorsun bunu istemeden yapıyorum. Aşık olmak için yürekli olmak gerek. Bohçanı atıp sırtına yola koyulmak gerek. Bir süre sonra yani zamanla hafifleyecek, unutulacak... Büyük anlamlar, büyük duyumsamalar niyeydi diye sorgulanacak. Bazen yüreğim cız edecek, bazen bir tebessüm yayılacak yüzüme. Gözlerim buğulanacak, gülerken kısılacaklar. Senin de, benim de boynu bükük birer defterimiz olacak. Yazık ki sevgiden sıyrılamadığı için bir arkadaşlık harcanacak. Küçük Prens'te bir arkadaşı kaybetmenin acısı ne güzel anlatılır. "Arkadaşım koyunuyla birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin bir arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam kendimi o sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra."

Güzel gözlü. Kitapçıdayken beğendim diye sürpriz yaparak aldığın müzik cd'sini dinlerken bir yandan yukarıdaki sözleri okuyorum. Yaşadıklarımız senin için bazen bir zevk, bazen bir hayalken; benim için güzel ve değerli gerçeklerdi. Teşekkür ediyorum. Arkadaştan ayrılıp, ağlamamak mümkün değil. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin bir arkadaşı olmamıştır.

İçimde kocaman bir deniz varmış ta farkında değilmişim. Gözlerime bakarsanız bunu anlarsınız. Ben tuzlu bir denizim. Yaşlarım, yolunu bulan ırmaklar gibi. Her biri tuzlu tuzlu dilime değip geçtiler. Ve her geçişte beni, senin kıyılarına çarptılar.

Filiz Güner
filiz@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Haşmetoğlu yıllık iznini kullandığından roman yazımına ara vermiştir. Dönüşünde kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...

http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_138.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


TARKAN / DUDU

Yaz geldi yeni prodüksiyonlar birer birer ortaya çıkmaya başladı...
Özellikle beklenen bir albüm vardı ki , gerçekten de geçen haftadan beri tüm yayın organlarında büyük bir gürültü kopardı.

DUDU...

Evet TARKAN bu defa çok uzun sürmeyen bir ayrılık sürecinden sonra DUDU ismini taşıyan yeni prodüksiyonunu piyasaya sundu.
Kim ne derse desin şarkı çok keyifli. Ve başarılı.
Ben sokağa çıktığım zaman her yerde bir şarkının çalındığını duyuyorsam anlarım ki iş bitmiştir.
DUDU'da işte böyle bir şarkı.
Insanı alıp götürüyor. Sıcak, melodik bir havası var ve sözleriyle birkaç dinlemede dillerde hemen yer eden tam bir akdeniz şarkısı.
Ama bence esas bomba sonra patlayacak ...
Evet iddia ediyorum "GÜLÜMSE KADERINE "adlı şarkı çok daha fazla ilgi görecek.
Bekleyin ve görün diyorum.

Diğer 3 şarkıya gelince;
BU ŞARKILAR ADAM OLMAZ'ın sözlerini pek sevmedim ki, NAZAN ÖNCEL bir önceki albümde TARKAN'a müthiş iki şarkı vermişti "HÜP ve HER NERDEYSEN"
Onların ağırlığında ve tadında olmamış bu sefer.
BU ŞARKILAR ADAM OLMAZ'ın ilk versiyonu değil ama DEVRIM MIX'ini dinlemenizi öneriyorum !
Özellikle ONNO TUNÇ ve UZAY HEPARI 'dan sonra bence şu anda en büyük müzik adamlarından biri olan OZAN ÇOLAKOĞLU, Mix'lerde mükemmel performansını gösteren MURAT MATTHEW ERDEM...
( ki bu iki müzik adamı TARKAN'ın bir önceki KARMA albümümde de harikalar yarattılar).

"SORMA KALBIM"i ben sev-me-dim.
Ben TARKAN'ı daha batılı Sound'da dinlemeyi tercih ederim.
Çok ağır durmuş bu şarkı onun üzerinde.

Ve de UZUN İNCE BIR YOLDAYIM.
Yorum güzel ve sade.
Ama ben olsam O-KU-MAZ-DIM.
Ihtiyacı yok TARKAN'ın

Sonuç olarak DUDU bu yaz her yerde çalacak, konuşulacak ve eminim TARKAN müthiş konserlerler verecek. Yiner her yerde O'nun sesi yükselecek;

... O DA BİLİYOR :-))

Sevgi ve Selam's

BOOM / 5
1. DUDU / TARKAN
2. YALNIZLAR GARI / M.F.Ö
3. KUPA KIZI SİNEK VALESİ / TEOMAN
4. KİME ZARAR / İZEL
5. BEN ŞARKIMI SÖYLERKEN /ŞEBNEM FERAH

BOOM / Hakan GÜLER

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.402 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


GÜNÜN BİRİNDE GİTSEN

gitsen hüzün kalacak senden geriye
yarım kalacak bir şiir gibi yaşamak.
yaşamak hep böyle yarım kalacak
şiirler sevgiler dostluklar yarım.
hep bir eksiklik kalacak senden geriye
hep bir ölüm bütünleşmez bir yarım.

Sabah Kara

<#><#><#><#><#><#><#>

YÂR-SANA YÂR

bir çoban kaval çalıyor sessiz
sensizliği bir kaval çalıyor içimde
depremdir
sıkıntı yüklü dağlar
caddelerden geçiyorum bir başıma
fırtına-var denizde gemiler vardır

bir çoban kaval çalıyor sessiz
sensizliği bir kaval çalıyor içimde
ah ben nerdeyim, sen nerdesin
seni sen kadar özledim yâr
bana dar bağrım
yâr-sana yâr

bir çoban kaval çalıyor sessiz
sensizliği bir kaval çalıyor içimde
duymalısın
işte gönlüm kalk borusudur şimdi
mekkedeyim medinemsin
sana hicret ediyorum

Sabah Kara

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Aç dedim sana kapıyııı!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.vapur.com/dama/dama.asp
Tek kişilik oynanan zeka damasını bilirmisiniz? Hani ortada sadece bir boşluk vardır ve sadece bir taş kalana veya oyun kilitleninceye kadar devam edersiniz. Sonrada kalan taş sayısına göre zaka yorumları yapılır. Bu oyunda sadece zeka yorumu eksik.

http://www.ugurlama.web1000.com/mp3.html
Grup Yorum severler için grubun tüm parçalarının toplandığı bir mp3 arşivi. İster bilgisayarınıza indirip arşiv yapabilir ya da online olarak media player’ınız yardımıyla dinleyebilirsiniz. İyi eğlenceler.

http://www.zipistanbul.com/iss/02-05-16/m03/index.shtml
... Fatih semtindeyiz... İtfaiye binasının hemen arkasında kalan sokağa sapıyoruz. Elimizde ses kayıt cihazı ve fotoğraf manikesiyle zaten son derece ilgi çekiyoruz ama asıl ilgi çekmemizin gerekçesi, civardaki görünen tek kadınlar olmamız. Garip bakışlara maruz kala kala ilerliyoruz ve aradığımız yeri nihayet buluyoruz. İşte oradayız, Siirt Pazarı'nda. Bizim Siirt Pazarı olarak aradığımız yerin adı meğersem Kadınlar Pazarı'ymış... Dedim ya, pazarda görünen iki kadın vardı, o da ben ve arkadaşım Kiraz...

http://www.absolutcollectors.com/gallery/letter.cgi?l=a
“Absolut Vodka” ile ilgili tüm reklam görsellerine ulaşabileceğiniz bir site. Özellikle afiş meraklılarına duyurulur. Sayısına bakmadım ama 100’den fazla afiş arşive eklenmiş ve sizlerin beğenisine sunulmuş.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Limon Photo Album v0.5 [1.1M] W9x/2k/XP FREE
http://members.jcom.home.ne.jp/mtpsoft/limon/
Limon Photo Album, adından da anlaşılacağı gibi bir fotoğraf albümü yaratıcısı. Basit ama işlevsel bir arayüzü var. Resimlere eklediğiniz notları hızla düzeltme şansına sahipsiniz. Hazırladığı web sayfalarını sitenize yollayabildiğiniz gibi dilerseniz bilgisayarınızda da tutabiliyorsunuz. Yaz günleri bol bol resim çekilir o yüzden bu türlü bir programa ihtiyacınız olabilir. Yükleyin derim.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030710.asp
ISSN: 1303-8923
10 Temmuz 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com