|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 304 |
14 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yeni haftaya merhaba! |
İyi haftalar,
Dün gece yeni sayıyı hazırlamak için matbaanın başına geçtiğimde hoş bir sürprizle karşılaştım. 15 aydır belkide ilk defa bizim "Sohbet Odası" müşteri ağırladı. Ben de denemek amacıyla girdim, giriş o giriş tam 2 saate yakın çıkamadım. Dolayısıyla bugün yazmayı planladığım konuyu daha sonraya bırakmak zorunda kaldım. Artık kusura bakmayın. Ama "Sohbet Odası"nın çalışması bizzat benim ve 5 sevgili kahvecinin test etmesiyle onaylanmıştır, duyurulur. Fırsat buldukça girip hoş vakit geçirebileceğinizi rahatlıkla söyleyebilirim. Epeyce geç olmuş, izninizle sizleri bugünkü sayımızla başbaşa bırakıp aranızdan ayrılmak istiyorum. Bu arada Sevgili Cüneyt'in Halfeti gezisini anlattığı yazı dizisinin ilk bölümünü özellikle okumanızı istiyorum. Devamını hafta boyunca okuyabileceğinizi de belirtmekte yarar görüyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Yeni Dünyalı : Dilek A. Bishku |
ARAYIP BULAMADIĞIM
Mektup sonunda bitti.
Zarfı bantla güzelce kapatmam gerekti.
Makas lazım oldu.
Ama makas yer yarılmış yerin dibine girmiş sanki. Yok. Bir haftadır arıyorum, hala bulamadım.
Her yere baktım.
Dikiş kutusuna, mutfak çekmecelerinin diplerine, kanepedeki yastıklarin arkalarına, oyuncaklarla dolu kırmızı sandığa, derin dondurucuda geçen yılbaşı gecesinden kalma kabak tatlısını koyduğum plastik torbaların içlerine, yayıncılara yollamak yerine çöpe attığım hikaye taslaklarının arasına, hiç bir zaman takmadığım ipek fularların kıvrımlarına, arabanın kaportasının altına, tamiratı yeni biten çatıdaki kiremitlerin üstlerine, caddedeki çicek tarhlarının diplerine, komşunun boşaltılmamış çöp tenekesinin içine, oğlumun öğretmeninin masasındaki birikmiş ödev kağıtlarının arasına, çocuk bahçesindeki salıncakların tepelerine, hiç kullanmadığım likor takımının durduğu camekanlı dolabın köşelerine, yat klübündeki oymalı giriş kapısının arkasına, kocamın ofisindeki deri koltuğun altına, tavanarasındaki tozlu pencere pervazlarına, bodruma atılmış küflü okul çantalarının gözlerine, sevgilimin yatağının üzerine yığılmış kirli iç çamaşırlarının altına, onun evindeki duvarlara yaslanmış, üzerleri benim yüzümle dolu tuvallerin arkasına. Tabloların hepsinde yeşil gözlerim, ama benim gözlerim siyah, simsiyah, zeytin siyahı aslında.
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Güneş Yeniden Doğacak |
|
Hayat devam ediyor, güneş yeniden doğacak diyorlar, haklılar.. Bu sabah test ettim, evet güneş yeniden doğuyormuş, çok güzeldi üstelik. Kaz Dağları'nın üstünden görünüverdi, sabahın tatlı serinliğini dakika dakika eriterek içimi ısıtıverdi. Hep batışını izlemek büyük haksızlık, arasıra doğuşunu da izlemek gerek güneşin. Doğuşu da en az batışı kadar şairane, üstelik hüzün yerine umut veriyor, kimbilir nasıl bir gün olacak diye biraz da merakla başlıyorsun...
Acaba, ABD ile oluşan son kriz aşılabildi mi ? Kayseri mantısı yemeye gidenler mantı(k)lı bir karar verebilmek için mi geldiler Ankara'lardan ? Yoksa; mantı, pilav ve aşure günlerine katılarak konunun kendi kendine aşılmasına mı bakacaklar ? Belki de 1-2 telefon görüşmesi, hal hatır sormalar, biraz gönül koymalar.. Sesler yurtiçinden gelirse Kasımpaşa'nın kasım kasım kasılma raconu, yurtdışından geldiğinde "elbette paşam ama biraz ayıp ediyorsunuz paşam" gibi paşa paşa ayakları. Tarih yazmış bir ulusun onuru ayaklar altında iken Tarkan'dan "Kuzu Kuzu olalım Dudu Dudu duralım". İşçilere %4 zam çok bile, beğenmediğiniz %4'le biz orman alanı bile satın aldık pişkinliği, pes doğrusu. Böyle orman alanı görünce uzaktan değil yakından bakan olup "malı ye !"mişsen, önce alan üstüne biraz yalan, hafif ateşte önce pembe sonra leşince olur sana bana ve de yandaşlara talan, sırada saldıracak ne var, geriye kalan.. Ne kaldı ki geriye ? Biraz külü biraz dumanı, kazıya kaşıya uğraştıkları imanı ve de yamana yamana yama yeri kalmayan halkın, işçinin, memurun, emekçinin, emeklinin paçalı tumanı...
Bunlar geçtiğimiz haftanın fotoğrafları iken asıl dizdize-bizsize-sizbize aile fotoğrafını bu hafta gördük birdenbire, kendilerine fazla uzan-ma olunca çıkıverdi nedense arşiv dolaplarından. Bu savaş böyle sürüp gidecek, kirli çamaşırlar bir bir ortaya serilecek, lütfen çitileme işlerine halkımızı bulaştırmayın da ne yaparsanız yapın. Vergilerimizin bizlere yol-su olarak döneceğini öğretmişlerdi yıllar önce meğerse yolsuzluk olarak dönüyormuş, üstelik koca devletimin harcırahları yetersiz kalmış, müteahhitlerden takviye yapmak sureti ile durumu kurtarmışlar vah ki ne vah ! Konu yolsuzluk olunca eldeki araştırma, onu bunu şuna karıştırma, müteahhitlerden atıştırma, harcıraha katıştırma güzel oluyor da; yolsuzluklardan çulsuz hale gelen bizlerin sinirlerini yatıştırma operasyonunu kim yapacak ? Doritos'tan alaturca, Ülker'den colaturka derken eski merkez kuvvetleri komutanı Tommy Franks'da bize çıkmasın mı arka ? Bıktım zaten ben bu arka çıkmalardan, ön çık, öne çık kardeşim bir seferde, hadi ondan da vazgeçtim yan çık hiç olmazsa ! Yanımda olduğunu bilmek inan arkamda olduğunu bilmekten çok daha güç verecek bana, hem bıkmadın mı bunca zamandır bana arka çıkmaktan ? Diğer bir deyişle beni öne sürmekten ? Bak bu gidişle öne çıka çıka ben, arkamdakilerle olan mesafeyi açıvereceğim ha ! Sahi, neden bunu yapamıyoruz ? Önce 1 adım, derken 2 adım, sonra Süreyya Ayhan hızıyla elveda arkamdakiler... Nal toplatmalıyım aslında, sonuçta siz arkamda olanlar bana göre gerici, sizlere göre de ben ilerici konumda değil miyim ?
Güneş yeniden doğacak hiç şüpheniz olmasın, gece bitecek, ampul sönecek, bu ülke sadece dibine ışık veren mumla yürümez elbette. Güneş yeniden doğacak...
asesen@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Gönülden Kahveci : Aylin Çukur |
SÖNMEYEN MUM
Koşup oynardım onunla! Yanımdan hiç ayırmazdım, onunlayken başka birine ihtiyaç duyduğumu hatırlamıyorum... Geceleri sarılıp yatardık,onun nefesini hissetmek güven verirdi bana!
O kadar uysal, sakin ve duyarlıyı ki; kimsenin onun gibi olabileceğini düşünmezdim. Dedim ya, onunlayken kimseye ihtiyaç duymuyordum! Ailem arada bana kızardı, başkalarıyla da tanışmamı, arkadaşlık kurmamı öğütlerlerdi ve arada pek önemsemediğim tehditlerle bana arkalarını dönerlerdi! Fakat biliyordum ki onlarda en az benim kadar seviyorlardı onu!
Okula gitmekten hoşlanmadığımı bilirdi bu nedenle her sabah bütün o itirazlarıma rağmen ısrarla peşimi bırakmaz ben giyinene kadar beni izlerdi... Hastalandığımda evde bir çırpınma başlardı, daha hiç kimse farketmemişken o hemen anlar ve yanımdan hiç ayrılmazdı! Bütündük onunla; ne ben onsuz, ne de o bensiz olabilirdi artık...
Taa ki..
Onun daha iyi olmasını istiyordum, diğerlerinden farklı olmasını... Ailemi de ikna edip ve ayrılığı göze alarak onu eğitim kampına gönderdik! Lykia ile tam bir ay ayrı kalacaktık! Geceleri uyuyamıyordum, göğsüme kramplar giriyordu,artık onun nefesini hissedemiyordum... Resimleri elimden düşmüyordu! Bu ayrılık artık sinir bozucu bir hal almaya başlamıştı! Bazı geceler onunla yürüyüşe çıkardık; ailem o yanımda olduğu için hiç merak etmezlerdi beni... Ama şimdi yok! Hiçbir zamanda olmayacak!!!
Kampın bitmesine dört gün kalmıştı! Kamp seansı üç aydı ama bildiğim tek şey vardı bir daha kampa gitmeyecekti çünkü buna daha fazla dayanmam mümkün değildi... Komşularla onun için kavga etmeyi bile özlemiştim...
Bir gün kala kamptan aradılar ve o anda yerin ayaklarımın altından kaydığını hissettim! Köpeğim! Lykia! ÖLMÜŞTÜ!!! Zehirli bir etle Lykia ile birlikte beş köpek daha ölmüş ''kim, neden yapmış bilinmiyor'' dediler! Artık düşünemiyor, konuşamıyordum. Sadece annem ''kimmiş?'' diye sorduğunda ''Lykia öldü'' diyebildim!
Uzun bir süre kendimi toparlayamadım! Bir ay için özlemini çektiğim herşey, Lykia artık sonsuza kadar benden koparılmıştı! Bilinçli bir şekilde düşünmeye başladığımda karar verildi; kampa dava açtık, Lykia'nın çektiği acının daha fazlasını çekmelerini istiyordum! Belki de acı çekmedi ne farkeder ki ben çok acı çektim ve hala da çekiyorum ve biliyorum ki hiç kimse ya da hiçbir şey onun yerini tutamayacak ve ben her gün onun için içimde bir mum söndürmeye devam edeceğim...
AYLİN ÇUKUR acukur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu |
Fırat'a sevdalıların kenti Halfeti - 1. Bölüm
Bir arkadaşım bana Halfeti'ye gidelim deyince şaşırmış, sevinmiş ve heyecanlanmıştım. Daha önce Doğu'yu hiç görmemiştim. Okuyordum, duyuyordum, gidenler anlatıyorlardı ama biliyordum ki 'Görmeden ve Yaşamadan' anlatılanları özümsemek mümkün değildir.
Halfeti, birçok yeri görüp, hakkını vererek yaşadıktan sonra, görülesi bir yer gibi geldi bana, belleğimde çok ayrı bir yer kazandı. Orayı bütün bedenimle yaşamak; kokusunu, yaşayanların dostça, insanca ve kardeşçe birlikteliğini paylaşmak, gözlerindeki hüznü, sevinci görmek, kalplerindeki heyecanı, özlemi duyumsamak, yaşamıma .vermiş olduğum bir armağan oldu.
Eğer 'Konforlu' yaşamdan vazgeçemem, özellikle şu olsun bu olsun diyorsanız, sakın oralara gidip de lütfen, ne kendi huzurunuzu ne de o güzel insanların huzurunu kaçırmayın. Geldiğiniz yeri unutup, "Halfeti"yi yaşamak istiyorsanız, 'Patoloji'lerinizi, okuduklarınızı, TV'de gördüklerinizi, başkalarının yorumlarını, önyargılarınızı tamamen evinizde bırakıp yola çıkın lütfen.
Halfeti, Urfa ve Antep arasında, Fırat havzasının içinde, Birecik barajının yapılması ile sular altında kalan birçok köyden sadece bir tanesi. Fakat Halfeti'nin halen suyun üzerinde kalan bölümünde, ailelerin yaşadığı, "Yeni Halfeti'ye" taşınmayanlar da var.
Cuma akşamı yol arkadaşımla, iş çıkışı Kızılay'da buluşup karnımızı doyurduk ve Ankara Otobüs Terminaline gittik. Tatlıses Turizm'in Urfa arabasında arka koltuklarına yerleştik. Arkadaşıma kıyasla ben çok daha fazla heyecanlıydım. Onun, çok gerçekçi bir Doğu tecrübesi vardı ve benim gibi bir 'çaylak'a yol gösterecekti. Ama onun da gözlerindeki heyecanı görüyor, yüreğindeki kıpırtıyı duyumsuyordum.
Uzun yolda hiç uyuma problemim olmamıştı şimdiye kadar ama bu defa gözüme uyku girmiyordu. Yol arkadaşıma süpriz yapmak için yanımda 'Düğüm' çalışma ipimi de almıştım. Beraber bir süre çalıştık, 'Queens Knot', 'Gemici', 'Prusik' derken o öğrendikçe daha da bir 'bağlanıyordu'.
İlk molayı 'Aksaray Gökgözler' tesislerinde verdik. Biraz acıkmıştık, Sıcak mercimek çorbası ve sonrasında yediğimiz tatlı iyi gelmişti, bir güzel paylaşıp yeniden yola düştük.
Karanlık otobüsün camından, bize eşlik eden ay ışığının vurduğu tepelerde, dağınık duran köylerin ışıkları belli belirsiz ateşböceklerini andırıyordu. O ateşböceklerine bakarken uykuya dalmışım…
Otobüsün ışıkları yandı; ikinci mola yerine gelmiştik. Adana - Antep arasında bir yerdeydik ve mola yerindeki tek otobüs bizimkiydi. Serin ama insanı kendine getiren dipdiri bir hava vardı dışarıda. İkimizin de canı şöyle tavşankanı bir çay çekiyordu. Bomboş lokantaya bir güzel kurulduk, taze peynir, bal, tereyag ve biberli zeytinden oluşan kahvaltımızı yapmaya başladık. İşte ben orada başka bir 'Çay' ile tanıştım,,, 'Kaçak Çay'. Koyu, demli, sert,insanı kendine getiren... olması gerektiği gibi! Bir çay, bir çay daha derken, çıkışta hesabı ödemeyi unutmuşuz, arkamızdan gelen garson;
- Abi önemli değil, dönüşte ödersiniz.
Sesini duyunca aklımız başımıza geldi.
Aydınlanan gökyüzü ile çevremizde uzanan yemyeşil uzakları, sabahın erken saatlerinde tarlalarına giden rengarenk giyinmiş köylüleri izliyorduk.
Antep'i geçtik ve muavine, otobüsten ineceğimiz yer olan Mirkelam tesislerinde durmasını rica ettik.
Otobüsten iner inmez yol arkadaşım, bizi Halfeti'den gelip karşılayacak olan Şerif'i aradı. Şerif; güleryüzlü, sımsıcak, dost canlısı, pırıl pırıl birisiydi Oğlu Mustafa da gelmişti. Camları güneş filtreli arabaya en son Arabistan'da binmiştim. Sanki 40 yıldır tanıyormuş gibi sarıldık birbirimize. Oradan doğru Birecik'e gittik. Pazardan bolca alışveriş yapıldı. Heryer yurdumun arabası 'Tofaşın Kuş Serisi' ve 'Toros' doluydu. Biz arabada bekleşirken, ufaklık Mustafa sürekli birşeyler getiriyor, sebze meyve derken kucağımız taptaze yeşillikler ile doluyordu. Ben camdan ortalığı seyrederken, bir adam camdan;
- Şerif Abi yok mu?
- Yok ???
Kapıyı açtı ve kucağımda son kalan boşluğa, siyah bir torbada, buz gibi soğuk, yumuşak ve ağır birşey bıraktı.
- Yahu bu ne ola ki ? diye düşünürken ben,
Mustafa yine koştura koştura geldi, kucağıma baktı
- Hah tamam yoğurt'da gelmiş
- Nasıl yani?
Oradan 'Yeni Halfeti'ye doğru gitmeye başladık. Arkadaşım ile Şerif hasret gideriyorlar bende onları dinlerken, Halfeti insanını daha yakından izliyor ve tanıyordum.
Fırat'ın kıyısındaki yemyeşil Halfeti'den sonra, insanlar bu yeni yaşamaya başladıkları yere alışmaya çalışıyorlar. Alışmak için de, yerlerinden sökülmüşlüğün hırsıyla, evlerini, bahçelerini yeşertmeye çalışıyorlar.
Şerifin evine vardığımızda, herkesi bizi heyecanla bekler bulduk, eşi Tülay Hanım, kucağında yeni doğmuş Umut bebek ile bizi karşıladı.
Bizim geldiğimizi gören diğer Halfeti'liler, güleç yüzleri ve sıcaklıkları ile yaklaşıyorlar, elimizi sıkıyorlar ve bizi evlerinde misafir etmek için yarışıyorlardı adeta. Yiyecekleri boşalttıktan sonra, Şerif'in ailesi ile beraber arabaya yerleştik ve 'Halfeti'ye, Şerifin işlettiği 'Rum Kale' lokantasına doğru yola çıktık.
Bir tepeyi aşıp da soldaki manzarayı gördüğümde çok etkilendim. Bir ilki daha yaşıyordum… Şiirlere, ağıtlara, hikayelere konu olan Fırat'ı ve Halfeti'yi ilk defa gördüm orada. Kesinlikle insanı hüzünlendiren bir havası var. Gelmeden önce gördüğüm sağdaki resim ve karşımda duran Halfeti arasında çok fark vardı.
Arabayı durdurduk ve ilk fotoları orada çekmeye başladık. Ben o görkemli suyu izlerken, uzakta köyün meydanında, 19 Mayıs için hazırlık yapan öğrencilerin sesleri geliyordu.
Şu iki fotoğraf arasındaki farka bakar mısınız! Su tutma zamanlarından önceki Halfeti.
Suyun herzaman 'bereket' getirmediğini kanıtlar gibi. Daha sonra dinlediğim hikayelere, gördüğüm fotolara göre, o yemyeşil, gür ağaçları, suların altında kalmadan önce kesmek zorunda kalmış Halfetililer, ağlayarak… Kendilerinin ektikleri ve yıllar boyu sevgiyle, emekle, sabırla büyüttükleri o ağaçların bazılarını sökmüş ve aynı sabırla yeni taşındıkları köylerine dikmişlerdi. Ya tutarsa diye…
Köyün içine vardığımızda, Fırat'ın kıyısındaki sığlık alanlarda, bazı ağaçlar hala Fanus'un içindeymişcesine suyun altından bize bakıyorlardı. Onlar, suyun altında kalan anılar, acılar, sevinçler ve bir yaşam ile beraber orada yaşamaya bırakılmışlardı. Nasıl çağrıştırdı bilmiyorum ama, 12 Kasım 1999 depreminde, Kaynaşlı'da, binaların altında kalan cesetleri gördüğümde hissettiğim çaresizlik duygusunu orada duyumsadım.
Halfeti'de ilk durak, Rum Kale lokantası oldu. Burada, daha sonra güzel sesinden, yanık, herbiri ayrı hikayeler anlatan türkülerini dinleyeceğimiz Murat ile tanıştık. Murat, karayağız, güleç yüzlü, yakışıklı, yaşamdolu bir delikanlıydı.
Rum Kale lokantası, çok eski, yığma taştan yapılmış, kocaman bir ev. Bir bölümü tamir görmüş ama hala devam ediyor. Rastlantı bu ya, o gün açılışı yapılacaktı, Şerif ve Murat oradan oraya koşturuyor, heyecanla son hızla hazırlıkları yapıyorlardı. Onlar işlere dalmışken, biz çantaları bırakıp, o kocaman evde keşife çıktık. Avlu'ya kurulu basit barın arkasında kebapların yapıldığı ocak ve bir buzdolabı, hemen önünde de birkaç masa vardı.
İlginç olan barın yanındaki mağara girişiydi. Burası, 4-5 masanın sığabildiği, yine basit ama hoş bir şekilde aydınlatılmış küçük bir yerdi. Halfeti'den kurtarılan bazı çanak çömlekler gelişigüzel yerleştirilmişti. Duvarları, aralarında yol arkadaşıma da ait olan, fotoğraf sanatçılarının eserleri süslüyordu. Evin üst katındaki odalar, konaklamak isteyenler için düzenlenecekti. Biz böylesine dolaşırken, avluya döndüğümüzde, sabah kahvaltısı hazırlanmıştı. Taptaze salatalık, domates, kovan balı, taze peynir ve pul biber. Bütün çalışanlar ile oturup bir güzel karnımızı doyurduk. Kahvaltı sırasında, Şerif'e yardım eden diğer çalışanlar ile de tanıştık ve kaynaştık.
Değirmendere.
Saat 10:00'a gelmişti. Bütün gece süren otobüs yolculuğunun yorgunluğunu atmıştık ve Değirmendere'ye yürümeye hazırdık. Değirmendere, Fırat'ı besleyen derelerden bir tanesi ve derenin doğduğu vadi boyunca hem doğa, hem de Halfeti'liler ile beraber olacaktık. İlk başta rehberimiz, sonrasında arkadaşımız, dostumuz, babamız olacak, mert, sevecen, delikanlı öğretmen Mustafa Hoca ile orada tanıştık.
Halfeti'nin içinden geçerek dere yatağına ulaştık. Fırat yükseldiğinden beri, dere ağzındaki bazı evlerin damları suyun altından kafalarını uzatmış nefes alır gibiydi. Aşağıdaki resimde, derenin Fırat'a açıldığı yerdeki, evin damını görebilirsiniz.
Çocuklar gördüm, her insanı yoldan çıkartırcasına, o sıcak havada, buz gibi suya dalıp çıkıp, çılgınca çocukluklarını yaşıyorlardı. Yol boyunca bu 'Doğal Jakuzi'lerden o kadar çok vardı ki. Daha da güzel olanı neydi biliyor musunuz, bazı yerlerde kızlı erkekli hepsi aynı minik göletin içinde yüzüyorlardı. Zaten 'Doğal' olan birşey onlar için de o kadar doğaldı ki. Bizlere bütün marifetlerini gösteriyorlardı. Birçok 'Yetişkinin' dahi cesaret edemeyeceği 'Balıklama', 'Çömlek', 'Çivi', bütün atlayışları gösterdiler. Büyük gösteri bitinceye kadar kaldık orada.
Cüneyt Göksu cuneytgoksu@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Haşmetoğlu yıllık iznini kullandığından roman yazımına ara vermiştir. Dönüşünde kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_138.asp
Devamı var
hasmetoglu@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.402 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
BOL GÜNEŞLİ ŞİİR
Avuçların ufukla bir hatta,
Parmak aralarından güneş süzülüyor,
Karma çiçekli elbisenle doğa gibisin,
Ve ardındaki derya tonla, gül yüzlü bir melek.
Sarı sıcak rüzgarla saçların dağılmış,
Yalın ayakla, dikenli güllerin üstünde,
Bana birşeyler söylemek ister gibisin.
Sükunette, meğer aşkın tanrısı senmişsin.
Göz kapaklarımla savaşıyorum,
Geceleri boyuyor , gündüze sayıyorum.
Dileklerimle yıldız tutup,
Son rüyamdaki seni özlüyorum.
Dedim ya sükunette aşk tanrısı;
Ben ben oldum olalı
Böyle hasret görmedim.
Irmak olup,şiirle aktı gözlerim.
Deniz Umut Dereli
<#><#><#><#><#><#><#>
Düşünce
Önceleri suskundu bakışlar,
Korkuyordu zamansız üşümeler,
Konuşurken düşünür olduk,
Düşünürken kaybolduk....
Tersine dönüyor bu dünya,
Zaman amansız ve apansız...
Gölgelerin oynu rüya,
Düşündüklerim sensiz yalnız...
Deniz Umut Dereli denizumut@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
ZERRİN TEKİNDOR
http://www.zerrintekindor.com
Kimdir..
İlk ve Orta Öğrenimini Ankara'da tamamlayan Zerrin Tekindor H.Ü Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezun olmuştur. O tarihten başlayarak Devlet Tiyatrosu Sanatçısı olan Tekindor, Ferhat ile Şirin, Göğe Açılan Pencere, Büyük Aşkların Sonuncusu, Gürültülü Patırtılı Hikaye, Ölüm, Geyikler Lanetler gibi oyunlarda oynamıştır.
Bilkent Üniversitesi Resim Bölümü'ne özel öğrenci olarak dört yıl devam eden sanatçı, Halil Akdeniz Atölyesi'nde öğrenim görmüştür. Bu bölüme eğitmen olarak davet edilen Mehmet Güleryüz ve Bedri Baykam Atölye'lerinde çalışmıştır. Hira isimli bir çocuk annesi olan Zerrin Tekindor özel galerilerde sergiler açmıştır. Çok sayıda yapıtı özel kolleksiyonlarda bulunmaktadır.
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.gorselsoft.com/bisRA/
... BisRA ( Bilişim Sektörü Risk Azaltma Sistemi ) BT firmalarının kullanımına ücretsiz sunuldu. Çalıntı / Kayıp cihazların seri numaralarının paylaşımı ve daha hızlı bulunmasının yanı sıra geciken ödemeler konusunda da firmaların bilgilendirilmesini sağlayarak yaşanan riskleri azaltmayı sağlayan bisRA'nın kullanımı tamamen ücretsiz. BisRA hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız... BT firmalarının bilgi paylaşma konusunda ciddi sorunları olduğunu bildiğim için bu adresi sizlere sunuyorum.
http://www.scorpioncity.com/mscrash.shtml
Microsoft crash gallery ... which now comes automatically installed on every computer in the world and many kitchen appliances. Technically, Windows is an "operating system," which means that it supplies your computer with the basic commands that it needs to suddenly, with no warning whatsoever, stop operating...
http://www.jippii.com/singleplayer/porkkanapeli/
Tavşanlar hava saldırısına geçmişler. Her biri teker teker parşütleriyle size ait havuç tarlasına hava indirmesi yapıyorlar. Hadi bakalım tarlanızı bu sevimli ama bir o kadar da aç tavşancıklara kadar koruyabilecekmisiniz. Yön tuşları ve space bar ile oynuyorsunuz.
http://seegmillerart.com/contents.htm
Don Seegmiller tarafından hazırlanan bir sanat galerisi. Çalışmalar gerçekten hayranlık uyandırıcı seviyede hazırlanmış. Çalışmalarıyla ilgilenenler için de küçük bir not ilave etmiş. ... I am accepting freelance work for the first time in a long time. Please contact me directly if you are interested in having me work on your project...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
CM DiskCleaner v1.0.0.3 [4.3M] W98/2k/XP FREE
http://www.cmdiskcleaner.com/
Windows'un güzelliklerinden biri de sağolsun çalıştırdığı programların arkasında pekçok gereksiz dosyayı bırakmasıdır. Programı silseniz bile bu dosyalar bilgisayarınızda yer tutmakta ve kapasiteyi düşürmektedir. Bu program bu çöp dosyaları bulup karşınıza getiriyor. Tanıdık bildik dosyalarınız varsa tutabiliyor diğerlerini tamamen silebiliyorsunuz. 2 hafta önce formatladığım makinamda bu programı kullandığımda 32MB lık bir çöp olduğunu gördüm. Hatırı sayılır bir meblağ öyle değil mi?
Yukarı
|
|
|