KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu

Kahveci Soruyor?

KAPI KOMŞULARIMIZ

Xasiork Dergi

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 310

 22 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Reklama devam, Cola'ya selam...


Merhabalar,

Allah bin kere razı olsun Ülker'den!?.. Cola Turka'yı çıkarttılar, ben dahil tüm köşe yazarlarına gün doğdu. Mübarek öyle bir nesne imiş ki, nereye uzatsan oraya gidiyor, hangi kılığa soksan karizmatik oluyor. Meğerse, dokunulmazmış Coca Cola, iliklerimize kadar işlemiş bu ulu çınar kahverengi sıvı. Sanırsın baba yadigarı istiklal madalyası. Neresine dokunsan ses geliyor hasbamdan. Tamam ona bir lafımız yok, buz gibi Coca Cola'nın üstüne de yok onu da biliyoruz. Yedi düveli bu kahverengi sıvının manyağı yaptılar ona da amenna. Ama neden birileri ona rakip olma cesaretini şu ya da bu şekilde gösterdi diye yerden yere vuruluyor anlayan beri gelsin. Çekindikleri birşey olabilir mi allasen? Coca Cola çıkıp "Bizede mi lolo?" dese ve 3 ay birkaç milyon doları kazanmasam da olur deyip fiyatları aşağıya çekse, değil karşısında Cola Turka, bilumum meşrubatlar yerle yeksan olmaz mı? Öyleyse bu feveran niye?

İşin tuhafı herkes yerli kolanın tadı tuzuyla ilgilenmeyi bıraktı, sunuş biçimi ile haşır neşir oluyor. "Faşizan söylem" diyenden tutun, "Sıkıysa sen Amerikalıya hamburger yerine köfte ekmek dedirt." diyene kadar türlü buluşlarla köşeler işgal ediliyor. Arkadaşlar, konu son derece basit aslında. Memleketimin dörtbir yanını sarmış leziz içecek Coca Cola'ya rakip yerli bir ürün çıkartıyorsan, başarılı olmanın yolu milliyetçi duyguları kaşımaktan geçer. Var mı itirazı olan? Hele globalleşen dünyada kendini yalnız hisseden bireyler her ülkede milli kavramlara yönelmişse, savaşlar, terör, ekonomi insanlara "Bize bizden başka dost yok" dedirtiyorsa, ürettiğin ticari malın üzerine de "Öz Türk Malı" yazmanı kimse engelleyemez. Aklın yolu birdir. Olması gereken belli olunca bunu parlatmakta reklamcının işidir. Cola Turka'yı lanse etmekle görevli olanlar da bunu yapmış ve bu ürünü bize sevdirmişlerdir. Aksini söyleyebilen varsa beri gelsin. Amerikalı nasıl Türkleşirmiş, olurmuymuş öyle şey. Film o film gerçek değil korkmayın. Seksen yıldır biz Amerikanlaşıyoruz sesi çıkan yok, bırakın hiç olmazsa hayal ürünü bir dünyada Amerikalı da Türkleşsin kardeşim.

Kimin ne dediği hiç önemli değil. Son derece başarılı bir reklamla karşı karşıyayız. Bir aydan kısa sürede bir marka ses getiriyor, yediden yetmişe biliniyor ve hatırlanıyor, üretilen mal satılıyorsa bunun adı başarıdır. Kuyruk acılarıyla yermek yerine bir kerede yere göğe koymamayı deneseniz patronunuz mu kızar yani. Ülker'in hedefi pazarın %25'i imiş. Hayali bile güzel olmalı. Çok zor ama adı üstünde hedef. Eminim onda birine bile razıdırlar. Ne diyelim kolay gelsin.
...........

Bilmem hatırlar mısınız? Bundan 2 ay kadar önce TRT'de bir programa çıkıp Kahve Molası'nı anlatmaya çalışmıştım. Kaydı sevgili Selcan'ın çabalarıyla sonunda elime geçti. Bende "Medya" sayfamıza koydum. Dileyen Media Player aracılığı ile dinleyebilir. Üç kelimede bir "eeeee" dememi bir kenara bırakabilirseniz, fena konuşmamışım hani. O söyleşi de söylediklerimin izdüşümünü sevgili Sedat Tuvar'ın bugünkü yazısında görmekten ayrıca mutlu oldum. Teşekkürler Sedat Tuvar, tüm yazar dostlarım ve henüz yazmamış, yazıp yollamamış, düşünüp kağıda dökmemiş, hiç yazmayacak ama hep okuyacak siz değerli kahveciler... Teşekkürler hepinize.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 Anlık Duygular : Sedat Tuvar


Biryüreğin yazarı;

Birinin posta kutusuna usulca bırakılmış Kahve molasının bir sayısını bende usulca okumuştum. Hoşuma gitmişti, okumaya, her sayısını beklemeye başlamıştım. "İşte fırsat ne düşüneceksin artık, ben yazılarımı kimlerle paylaşacağım derdinden kurtuldun" demiştim. Şiir yazıyordum, hemde çok güzel, güzel yazdığımı biliyordum çünkü zaman zaman paylaşıyordum ve istiyordu eş dost "hadi oku" diye. Paylaşınca anlamıyormu insan ne yediğinin ne içtiğinin tadını, soluduğu havanın lezzetini? Yazdığımız herşeyde öyle bence. Duygu ve düşüncelerinizi bir biçim de bir yerlere yazıyorsanız belgeliyorsunuzdur ve altında mutlaka paylaşma fikri vardır. Saklasanızda birilerinin onları bulup okumasını istiyorsunuzdur. Bence kimseleri beklemeyin hemde hiç beklemeyin. Bu platform tam yeridir. Şu şiir meselesini boş geçmeyeyim çünkü bir kitap olacak kadar var ve ne zaman nasıl yaparım bilmiyorum o kitabı çıkarmak istiyorum. Editörümüzün sadece bir şiirimin yayın hakkını serbest bırakacağını düşündüğüm için araya sıkıştıralım.

Bazen dalıp gidiyor gözlerin
Bir hüzün kaplıyor yüreğini
O dakikalar, ah o dakikalar
Geçmek bilmiyor
Ömrümü alıyor bana dönmen
Hüznünü kıskanıyorum

"Kaçıyor gözlerin" bu şiirin ismi. Sevdiğinin sırt çevirdiği bir tersanenin yine kendisine sırt çevrilmiş bir gemiyi (aslında taka demek lazımdıya neyse)dört yıl misafir etme öyküsünü anlatıyor. Yaa şimdi bir çoğunuz kızar, düzeltelim anlatılmaya çalışılmış diyelim ve yazılara gelelim. Anlık duygular ismini verdik köşemize. Yıllar önce hissedilmiş ve kağıda dökülmüş, gerçektende anlık duyguları gönderdim size ve bir müddet daha göndermeyi düşünüyorum. Üşenmeyip yorumlarını yazanlara burada çok teşekkür etmek istiyorum hele ki "Beğenmedim kusura bakmayın" diyen arkadaş başta olmak üzere, özeliklede beni yüreklendiren A.N.Doksat'a. Beğenmeyenlere beğenecekleri, içinde kendilerini bulacakları bir yazı, yüreklendirenlerede daha iyileri sözüm olsun. Evet anlık duygularımı, kişinin birşeyler karşısında ilk anda hissettiklerini yani kolayca dillendiremeyeceği kendi gerçek sözünü, olduğu gibi bir kaç satırla size göndermeye devam edeceğim. Çok soruluyor bunlar yaşanmışmı diye, cevap; yaşanmıştır elbet, ama içinde ben varım, ama yokum fakat emdert (empati'nin babası) edinmişimdir. Yukarıda bahsi geçen taka'yı merak edenler için bir küçük açıklama; Taka tersanede dört yıl boyunca büyük bir titizlikle onarıldı, bembeyaz boyandı, teli duvağı takılıp açık denize bırakıldı. Bir daha hiç dönmemesi dileği ile süzüldü gitti. Ardında gözyaşı ve tebessüm ile, hüznünü unutarak. Of be gene uçtuk gittik. Gelde yazma, gelde paylaşma, zor be zor. Şimdi son söz olarak asıl önemli ve güncel meseleme gelmek istiyorum.

Son üç yıldır bir kitap yazmaya çalışıyorum, bir roman ve sonuna yaklaştım, durdum, bitiremiyorum, korkuyorum gerçekten korkuyorum bitecek ve ben birdaha yazamayacağım diye, çünkü o çok farklı, anlık duygular gibi değil "BİRYÜREK" yatıyor içinde...

Biryürek olursa iki kişi
Değişse de şekli, aynı kişileri severler
Değişse de şekli, aynı kişilerden nefret ederler
Bu da zaten bedelidir
Biryüreğin...

Diye başlayan. Biryüreğin yazarı olmak istiyorum. Bu gücü bulursam sebebi Kahve Molası olacak.

Sevgilerimle,

Not: Bildiğim bir olmuş iki yüreği anlatan başka bir kelime yok. Türkçe'de de birleşik yazılamadığını biliyor ve malesef o kelimeyi bulana dek birleştiriyorum.

Sedat Tuvar
tuvar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Ankara'lı Kahveci : Serpil Yıldız


- Hımmm! Ne demek istiyor acaba?

İnsanı insan yapan en temel özelliğin konuşabilmek olduğunu farkedebilmenin yolu eğitimden mi geçiyor ya da genetik olarak doğuştan mı biliniyor, ya da tümüyle kültürel bir edinim mi, bilmiyorum, bilemiyorum. Varoluş biçimiyle, özellikleriyle, gücüyle, gücüne güç katan araçlarıyla ya da tüm bunların nedeni akıl ve zekasıyla övünen insanın, kendini türdeşlerine anlatmaktaki zorlukları aşamıyor oluşu, kendiliğinden anlaşılmayı bekleyen yanlı ve bencil bir davranış biçiminden mi kaynaklanıyor? Kişinin anlatabilir olmakta ya da anlaşılabilir kılınmakta, kendisinin ötesinde, toplumların edindikleri gelenekler-görenekler toplamındaki kültürü mü en önemli yardımcı ya da engel?

İnsan bilimlerinin kapsadığı konuların uzağında biri olarak, bu sorularımın ve yaklaşımımın ne denli doğru olduğu da su götürmez biçimde tartışmaya açık. Yine de, insan türünde bir varlık olarak -çevremdeki herkes öyle diyor ve davranıyor, ben onların yalancısıyım; ah bir aksini duysam; insan olmaktan utandığım öyle çok an var ki- insan davranışlarını sorgulamaya, anlamaya ya da anlaşılır kılmaya becerim ya da hakkım yok mu acaba? Ya da en azından dikkatimi çeken ve aşılabilir gibi görünen bazı sıkıntıları dile getirmeye..?

Siz bunu düşünedururken ben de söyleyeceğimi, kısaca dile getirip, kararınızı ya da yargınızı dinlemeden işimin başına döneyim. "Yok yok, öyle hemencecik kaçmak yok bakalım!" diyenleriniz için e-posta adresim hizmet verecektir nasılsa...

"İmâ"lar...

İmâ'nın sözlük anlamına bakma işini size bırakırken, eşanlamlılarını birlikte okuyalım: Anıştırma; batıcı söz etme; belli etme; cinas; dokunaklı söz; dokundurma; duyurma; fark ettirme; iğneleme; ihsas etme; imleme; intak; işaret; kast etme; mecaz; serzeniş; sezdirme; sitem; tariz; taş; taşlama; telmih; temsil; üstü kapalı konuşma. Baktığım sözlükte yazılanlar bu kadar...

İstesek istemesek de hepimizin "müneccim" olduğu, olmak zorunda bırakıldığı bir toplumsal yapının içinde giderek kayboluyoruz, ya da ben böyle duyumsuyorum. Öyle ya da böyle, yaşamın her alanında, her anında anlamak, anlatmak ve anlaşılmak kaygılarıyla, her mesafede birlikte yaşam sürdüğümüz kişi ya da toplulukların söz ve davranışlarını yorumlayarak, anlam yükler ya da anlamsızlaştırır düşünce mekanizmalarını geliştiriyoruz; yaygınlaştırmamız da yetmiyormuşcasına, bu ya da bunları yaşam biçimine dönüştürüyoruz; ya da, çoktan dönüştürdük zaten. Sokaktaki adamdan, aynı ortamda çalıştığımız, aynı evde yaşadığımız bireylere kadar herkes için empati yapmaya zorlanmak, ne düşündüğünü, ne demek istediğini kavramaya uğraşmak, bakışların, davranışların, sözcüklerin arkasına gizlenen "gerçeği" bulmaya çabalamak, sözüm ona "konuşan varlık insan" için, çözülmesi kolay bir bilmece, ya da hoşa giden bir eğlence olmaktan çok uzak... Uzak ama, çoğumuz bu bilmeceyi ya da eğlenceyi (neden?) çok seviyoruz.

Basit bir dille söyleyebilenecek söylenmek isteneni, bazen farkında olmadan (!?), bazen kırmamak adına iyi niyetlerle, bazen de bilerek-isteyerek seçilmiş ketum bir tavırla, bilinçli kötü niyetlerle söyleyiveriyoruz. Sanki bir "liman"mış gibi sığınıyoruz imâlara ve onların zenginmiş gibi görünen "sığlık"larına... Sığlık, imâ ederken kullanılan sözcük dağarcığının zenginliğiyle büyük bir çelişki yaratıyor aslında. İmânın gücü, söylenişindeki beceriyle ve gizemiyle doğrudan bir ilişki içinde. Elbette, sığlaşan sözcük dağarcığı değil. Ne yazık ki, konuşarak beslenebileceğimiz kaynaklarımız sığlaşıyor, benliğimiz, ruhumuz sığlaşıyor. İmâlar yorucu; sıkıcı; itici, bıktırıcı ve daha da vahimi susturucu... Hergün biraz daha fazla susuyoruz...

Anlaşılmayan sözcüklerin fırtınalı denizinde yüzerken boğulmadan ayakta kalabiliyorsak, yaşamın kalan gerisinde, karşılaşmak istediğimiz anlatım biçimleri sıralamasında sonlarda yer alıyor imâlar... En azından, kendi sıralamam böyle. Şimdi bir kez daha düşünün; ve varsa yanıtlarınız lutfen benimle paylaşın:

İmâların arkasına saklanan ve anlaşılır olması beklenen sözcüklerin suçu ne?
Bunları hiç duymamış, bu yüzden de anlamamış bireyin suçu ne?


Serpil Yıldız
serpily@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Cafe Azur : Suna Keleşoğlu


Yandıkça...

Merhaba,

İçin için yanıyorlar...İçimizi yakıyorlar.

Yazın gelmesiyle beraber, gündem karmaşasında arada kaynasalar bile haberler arasında duymaya alıştıklarımızdandır.
-Bir sigara izmariti sonucu başlayan orman yangını şu kadar hektar çamlık alanın yok olmasına neden oldu.
-Dikkatsiz piknikçilerin yaktıkları ateşin sönmemesi sonucu çıkan yangında....
-Arazi açmak nedeniyle çıkartılan yangın hala söndürülemedi.
-Şiddetli rüzgar nedeniyle kontrol altına alınamayan yangının yerleşim bölgelerine sıçramasından korkuluyor.

Diye uzar gider bu haberler. Tatiller boyunca trafik canavarına kurban giden vatandaşlarımızın acılarına yanarken yurdumuzun dört bir yanından da yangın haberleri gelmeye başlar. Yazın keyfi kaçar...

Her yanan orman haberini aldıkça içim yanar. Oradaki ağaçların ve yeni fidanların bazen de göz göre göre yok edilmesine isyan ederim...

Yangın ve kaza haberleri duymamak için yalvarırım. Ama nafile. Bilinmez belki yine bir yerlerde bir kıvılcım bir fidanın incecik bedenini esir almıştır.

Dur demeli, durdurmalı, durmasına tanık olmalı bu yangınların. Ama nasıl?

Sadece oralarda değil, buralarda da can yakıyor kükreyen kıvılcımlar. Günlerdir burnumuzun dibindeki yangına kilitlendik Buraya çok yakın Var bölgesinde, St. Raphael ve St. Tropez arasındaki ormanlık alanda Perşembe günü çıkan yangın da uzaktan gelen iç yakan haberlere tuz-biber oldu. Cuma günü buranın en işlek otoyolunun bir bölümün kapanmasına yol açan, 1300 itfaiyecinin söndürmeye çalıştığı yangın nedeniyle özellikle bu bölgedeki kamplarda tatillerini geçirmeye gelenlerin çoğunlukta olduğu 6000 kişi yangın nedeniyle güvenli bölgelere tahliye edildi. Rüzgar nedeniyle uzun bir süre kontrol altına alınamayan yangın sonucu yaklaşık 1500 hektarı çam ormanı olmak üzere 9000 hektarlık bir orman bölgesi zarar gördü. Yandı bitti, kül oldu...

Denize yüzü dönük dağların ve ovaların nefesleri gitti...Uzun yürüyüşlerde en keyif aldığımız çam kokularını çaldı kükreyen alevler...Artık mücevherinden yoksun çıplak vadiler ve kuru topraklar arasından akacak dereler. Ve gökyüzünde kara kara bulutlar...

Şimdi pencereden karşıdaki dağlara bakıyorum. Yemyeşil ağaçların arasından bir şehrin siluetini seyrediyorum. Grasse...Adı yeşillikten...Karşımda geceye şarkı söyleyen ağaçlar...

Gidenlere ağlamak zamanı. Yanan ormanla, dünyanın neresinde olursa olsun fark etmez bir nefesimiz daha tükeniyor aldırmıyoruz. Yerine yenilerini dikmediğimiz ağaçların gölgelerindeki eski hikayeler...ve geleceğe bırakamayacağımız bizim hikayelerimiz bir bir yanıyorlar... Sadece içim yanıyor, oralarda buralarda yanan her ağacın çatırdayan sesi kulaklarımdayken bilerek yakanları ve yakılmalarına bile bile müsaade edenleri asla affedemiyorum...

Ciğerlerimde temiz bir gece havası, karşımda gecenin karanlığına yeşilini teslim eden ağaçların yapraklarının rüzgarla ahenkli dansı...

Kendimizin bundan sonrasının ve bizden sonrakilerin ağaçsız ve ormansız kalmamaları için gökyüzüne ve yağmurlara yalvarıyorum. İnleyen bir ağacın gövdesini saran kıvılcımları görüp söndürün diye...Çünkü biz hala doğayı korumayı öğrenemedik. Doğaya doğadan çare umarak, yarın yeni bir yangın haberi duymamak için yalvararak son noktayı koyuyorum.

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz

Not: Belirsiz bir tarihe kadar internet bağlantım olamayacak. Bana gelen mail ve yorumları bu yüzden cevapsız bırakmak zorunda kalıyorum. Bu geçici durum sonuna kadar istemeyerek cevapsız bırakmak zorunda kaldığım herkesten özür diliyorum...

Yukarı

 Çılgın Kahveci : Canan Şenol


NE ÇOK ŞEY ...

Ne çok şey var kafamda;
Ne çok yazı,
Ne çok sen, ne çok ben.
Ne çok senaryo,
Ne çok diyalog...
Daha neler var bir bilsen...
İstanbul’a bir kaçamak...
Trendeki deprem mağduru teyze...
“Umudum yeşermeden solacak” diyen Mine...
Ne çok Ayten ...
Ne çok Nurten...
En çok Leman...
Güldüren cümleler...
Düşündüren espriler...
Ahhhh neler var neler....
- “Nurten çok rahat etti gıızzz...”
- “ Eeeee okursan sen de rahat edersin dabiii” diyenler.
Ah bir bilseler okuyunca ne kadar rahat edilebileceğini...
Ya da edilemeyeceğini....
Bilebilseler işin kafayı çalıştırmakta olduğunu....
Bir bilebilseler....

Annesinin ardısıra ağlayan zayıf, çelimsiz kız....
Simit Dünyası’ndaki kaçamağın sahibi anne kız...
Metro inşaatı süren Bahariye Caddesi..
İskele önünde bekleşenler....
Nelerrrr nelerrrrrrr....
Sahaflarda kitap seçimi...
Binbir renk ve dünyadan insanlar....
Ölenler kalanlar yeni doğanlar....
Neler var neler bir bilsen...
Gerçek kişi olup da yazıya geçmeyi bekleyenler.
Yazıda kalıcılığa imza atacak olanlar.
Tam da kızımın istediği askılıyı satanlar.

Ahhhh aahhh İstanbul senden bir kaçamak aldım...
Aldım da yorula kaldım....
Yoruldum da yazamadım...
Ne çok şey var kafamda ah İstanbul...
Ne çok şey var bir bilsen...
Ne çok seviyorum seni bir bilsen....
Ahhhh bir de yazıya dökebilsem.....

Canan
canant@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not: Sevgili Haşmetoğlu yıllık iznini kullandığından roman yazımına ara vermiştir. Dönüşünde kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...

http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_138.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


YİNE O MÜTHİŞ SES! / NİLÜFER

Türk pop müziğinin en iyi kadın vokali bence.
Yıllardır hiç bozulmayan, O müthiş ses.
Özellikle GECELER'le başlayan müthiş çıkışını ESMER GÜNLER, SEN MÜHİMSİN albümleriyle zirveye taşıyan Nilüfer, ilk radikal anlamda değişimi bir sonraki albümünde ortaya koymuştu.

YİNE YENİ YENİDEN...

Albüm, SOV YAPMA ve HARAM GECELER gibi bir çok hit'in olduğu süper bir prodüksiyondu. Fiziğinden müziğine varana kadar müthiş bir değişimdi.
İlk klip şarkısı olan ŞOV YAPMA, Televizyonlarda TOP 10 listelerinde aylarca bir numara olmuştu.(ki hala bu rekor kırılmadı).
Sonrasında NE MASAL NE RÜYA albümü geldi. Yine ONNO TUNÇ imzalı bir prodüksiyondu. Bu albümü bir ara albüm olarak niteleyebiliriz.
Bu albümde SON PERDE isimli müthiş ADNAN ERGİL bestesi bile albümü tanıtmada pek etkili olmamıştı. Zaten Nilüfer'de konserlerinde bu albümünden hiçbir şarkı okumaz...
Daha sonrasında yeniden bir değişim, yine farklı bir ekip ve MAVİLİM rüzgarı her yerde esti.
Bir çok hit şarkıyı barındıran yine müthiş bir albümdü NİLÜFERLE...Tüm yaz mevsimini onunla geçirdik... ÇOK UZAKLARDA, NAMUSSUZ AKŞAMLAR, DEĞİŞİR DÜNYA.. vs...

Derken Hızı kesilmedi NİLÜFER'in 70 'lerde liste başı olmuş 45'liklerden çok sevilen şarkılarını YENİDEN YETMİŞE imzasıyla bir albümde topladı. Albüm sevildi, dinlendi ve çok iyi bir satış grafiği yakaladı. Özellikle bu albümle ilgili eklemek istediğim önemli bir nokta var ki, bu albüm kapak konsepti mükemmeldi. (Türkiye'de albüm kapak tasarımları maalesef artan maliyetler yüzünden çok orijinal ve nitelikli olamıyor.) Ve sonrasında bir sessizlik dönemi, ve ardından gelen BÜYÜK AŞKIM...

Ben NİLÜFER'in bu BÜYÜK AŞKIM...albümünü pek sevmemiştim. CUMARTESİ isimli ADNAN ERGİL bestesi bile albümü kurtaramadı. Gerek promosyon ve gerekse o dönemdeki müzik piyasasındaki albümlerin (hatırlarsanız TARKAN / KARMA'yı çıkarmıştı) güçlü olması, albümü yok saydı. Sanırım tiraj yönünden de en zayıf albümü bu oldu...
Bence yeni bir oksijen alma vakti gelmişti. Ama nasıl?
Yeni bir risk ...
Yeni müzisyenler...
Yeni bir başlangıç...
Olur mu ? derken,

OLUR MU OLUR MU? / GÖZÜNAYDIN diyerek, aramıza bomba gibi döndü !!!
Albüm ve fotoğraflarla ilgili bilgileri, ilk sizler gibi bende basılı ve görsel medyada gördüm...
Ardından ilk video klip GÖZÜNAYDIN...
İnanılmaz keyif ve zevkle izledim... Albüm bu sefer baştan aşağıya yepyeni!
Daha önce hiçbir albümünde çalışmadığı müzisyenlerle çalışmış.
Kayahan YEMİN ETTİM'den sonra süper bir şarkı ortaya çıkarmış.
OLUR MU OLUR MU ? adlı bu KAYAHAN bestesi ikinci bir YEMİN ETTİM...
Dinleyin.. İzleyin ve Görün..
Albüme bakacak olursak,

Şu anda gösterimde olan klip şarkısı ALTAN ÇETİN imzalı GÖZÜNAYDIN,
METE ÖZGENCİL bestesi ACILARA SON ve ERHAN GÜLERYÜZ bestesi ALNIMIN YAZISI albümün en büyük hitleri olmaya aday şarkıları.

Durun daha bitmedi (!)
Albümde 2 cover şarkı var. BİR GARİP YOLCUYUM ve SEN MUTLU OL
Bu İki şarkıda düzenlemeleriyle mükemmel olmuşlar. Sevgili AYKUT GÜREL ve OZAN ÇOLAKOĞLU'nun ellerine sağlık diyorum.

Albüm son derece dinamik ve alt yapısı çok güzel.
SELAMİ ŞAHİN bestesi HEY BAKAR MISIN ve FERDA ANIL YARKIN imzalı AŞKIM kolayca dillere düşecek gibi...
Ahhh bir de Yolcu Yolunda Gerek, Böyle Ayrılık Olmaz, Haram Geceler, Son Perde, Cumartesi gibi bir çok güzel bestesi olan ve NİLÜFER'in her albümünde yer alan sevgili ADNAN ERGİL'de bir bestesiyle bu albümde olsaydı keşkeee...Kulaklarım aradı!

Dediğim gibi NİLÜFER yine müthiş.. yine güzel...
Onu ve şarkılarını özlemişiz...
Tıpkı şarkısında söylediği gibi;
"BU OKULU HERKES ZOR BİTİRİR..."
NİLÜFER başarıyla bitirmiş...
GÖZÜAYDIN !!!

Herkese Müzik Dolu Günler ve Haftalar...!

HAKAN GÜLER


<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf: Şeref Bilgi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.427 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BİR ŞEHRİN HİKAYESİ

Şimdi Altındağ'da akşam olmaktadır
Koyun gölgeler düşmüş sokaklardan.
İşçiler, odacılar ellerinde ekmek soğan
Gecekondularına yollanmaktadır.

Bu şehir dile gelir kaldırımlarda
Garip pinekler kahvelerde hanlarda
Uykusuz, düşünceli yolcular garda
Ya gurbet ya ısla hülyasındadır

Cebeci sırtlarında hastane
Kah ümide kah ecele dönük biçare.
Askeri, memuru, köylüsü, kızı
Çilesiz sabahların rüyasındadır.

İnsanları karanlık, insanları perişan
Gecelerine çil çil yıldızlar yağan
Asude mütevekkil Yenidoğan,
Yoksul şafaklara uyanmaktadır.

İlhan Geçer

<#><#><#><#><#><#><#>

MELANKOLİ

O şehirde gene şarkılar söyleniyordur
Karşılık görmemiş sevgiler üstüne
Işıkları sönmüş odamda
Yarım kalmış şarkımı duyuyor musun
Beni sorarsan gene yapayalnızım
Sen sıcak döşeğinde rahat uyuyor musun

Boş kalan yastığımı başkası mı doldurmuş
Ellerini okşayan o yabancı kim
Öyle uzak bakma yüzüme
Seni artık yolundan döndürecek değilim
Ne o gözlerin dolmuş yoksa ağlıyor musun
Kırk yılda bir olsun beni anıyor musun

Özlediğin hayatı buldun mu bilmem
Gözlerinde hâlâ hüzün var gibi
Işık yüzün gülmüyor anlat nedendir
Gene aşksız gene bomboş mu için
Niye ellerin soğuk yoksa üşüyor musun
Mutluluğun peşinde hâlâ koşuyor musun

Kar mı yağdı güvendiğin dağlara
Seni de bir türlü ondurmadı mı kader
Üzme kendini her şeye rağmen
Dünya yaşanmaya değer
Bu yerler bu âlem her şeyden yoksun
Sana sesleniyorum duyuyor musun

İlhan Geçer

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Kaşınınca...

Adam melon şapkasının üzerinden kafasını kaşımaya çalışan bir başka adam görmüş ve yanına giderek:
- Afedersiniz, siz Laz mısınız?
- Evet, neden sordun?
- Şapkanızın üzerinden kafanızı kaşımaya çalışıyordunuz da.
- Ne olmuş yani?! Sen koçon kaşınınca pantalonunu mu çıkarıyorsun?


<#><#><#><#><#><#><#>



Kibar askerin hali bir başka oluyor!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.icep.com.tr/burslar.asp
... Yurtdışı bursları için doğru başlangıç sizin kendinizi tanımanızdan başlar. Yurtdışında burslu okumak için, öncelikle kendinizi gerçekçi bir şekilde tanımanız gerekir. Empati sınırınızı zorlayın ve kendinizi burs verecek kişi-kurumun yerine koyun. Siz, bu kurumun yerinde olsaydınız, kendinize burs verir miydiniz sorusuna gerçekçi bir cevap bulmaya çalışın...

http://www.astercity.net/~tobik/pingpong.html
Matrix filmmini ya seyrettiniz yada en azından reklamını görmüşsünüzdür. Ya ping pong oynayanlar matrix’e özenirlerse ne olur? Ya da matrix tarzı çekim yapmak isterlerse teknolojiyi hangi boyutlarda kullanabilirler sizce? Dosya boyutu biraz büyük olduğu için yükleme yapılırken lütfen sabırlı olun. Beklediğinize değecek.

http://www.arkitera.com/haberler/2002/08/19/test.htm
... Depreme hazır değiliz. İstanbul’da yaklaşık bir milyon 200 bin bina, 2 milyon 400 bin konut var. Yarısından fazlası gecekondu, yani ruhsatsız ve kayıtsız. Prof. Dr. Mustafa Erdik’in hazırladığı İstanbul Deprem Raporu’na göre İstanbul’da olabileceği varsayılan 7,5 büyüklükteki bir depremde 600 bin aile barınaksız kalabilir. Yangınlardan dolayı oluşacak kayıpları hesaba katarsak bu sayı müthiş derecede artabilir...

http://www.codemasters.com/tocaracedriver/english/etoy-playonline.php
Online olarak oynayabileceğiniz bir araba yarışı. Standart araba yarışlarında olduğu gibi, platform ve arabanızı siz seçiyorsunuz. Klavye ile oynamak biraz zor görünse de zamanla uyum sağlıyorsunuz. Eğer bu oyunun play station 2 versiyonunu isterseniz satın alabilmeniz de mümkün.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


ArtSee v1.50 [58k] W9x/2k/XP FREE
http://www.xworks.ca/artsee/
Minicik güzel bir "Slide Show" göstericisi. Görev çubuğunda çalışıyor. Tıkladığınızda size hangi klasörü istediğinizi soruyor. Resimler arası geçiş zamanı ayarladıktan sonra resimlerinizi arkanıza yaslanarak seyredebiliyorsunuz. Dilerseniz ekran koruyucu oalarkta kullanabiliyorsunuz. Bu mini programı herkese hararetle tavsiye ederim.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030722.asp
ISSN: 1303-8923
22 Temmuz 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com