|
ISSN: 1303-8923
|
|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 315 |
29 Temmuz 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Gariplik bende mi? |
Merhabalar,
Yıllarca özgür çayırlarda at oynattıktan sonra, son bir ay içinde devletin sopasını sırtına sırtına yemek nasıl bir his ola ki? Allah düşmanımın başına vermesin vallahi. Dün adamcağıza o kadar laf söyledim diye üzüldüm şimdi iyi mi? Kanalların ceza aldığını biliyorduk ama mutad usul gereği 1-2 yıl sonra ancak uygulanır diye düşünüyorduk. Oysa şak diye kestiler hepsinin sesini hem de tam 1 aylığına. Bir ay boyunca yakışıklı başkanımın elinde birtek düzenleyebileceği panayır mitingleri ile gazetesini bıraktılar. Belki onlar da yasaklanmıştır bilemem. Uygulama başlar başlamaz aklıma televizyon çalışanları düştü. Çalıştığı zaman da para tahsilinde binbir güçlük çeken emektarların 1 ay boyunca para yüzü göreceğini söylemek abesle iştigaldir herhalde. Zorunlu ücretsiz tatil yapacaklar yazık. Konunun haklılığı ya da haksızlığı biryana, RTÜK'ün kanunlarla kendisine verilmiş bu hakkı kullanırken takındığı tavır biryana, tartışılması gereken bence bu karartma olayının garabetliği. Tabiki ulusal düzeyde yayın yapan medya kanunlara uymak, gereğini yerine getirmek zorunda, burası tartışılmaz. Ancak suça verilen ceza bana göre bir demokrasi ve özgürlük ayıbı. Kaldı ki verilen cezanın gerçekten ceza olduğu da su götürür. 400 bin tirajlı bir gazetenin toplatılması veya birgün yayınlanmaması nasıl yankı bulursa, televizyonların karartılması da aynı düzeyde ses getirmeli. Ortada suç varsa ki var, buna verilecek ceza karartma değil yüklü para cezaları olmalı. Ne yazıktır ki, kararan Uzan'ın televizyonları olduğundan "oh olsun" seslerinden başka ses duyulmayacak, RTÜK'ün bu kanuni hakkı tartışılmayacak. Alınan kararın 15 gün içinde neden uygulanmaya konulduğu konuşulmayacak. Bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz ama benim midem bulanıyor hafif hafif. Bir işe başladın mı sonuna kadar gitmek tamam da, tüm olanları paçal edip baktığında bir siyasi çıkar çatışması varmış gibi durmuyor mu? Bilemiyorum işte, midem bulanıyor, üzülüyorum. Elinde sopa olanın da, sırtına sopayı yiyenin de adına sinirleniyorum. Gariplik bende mi yoksa dünya mı bir garip anlayamıyorum...
.........
315 gündür sizlere bu köşeden sesleniyorum. Çoğu zaman ipe sapa gelmez, havadan sudan bahsediyorum, bazen de hayat görüşümden yola çıkarak beynimde oluşan düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum. Bazılarına hassaten tepki göstermenizi bekliyorum. Ama bakıyorum benden başka tüm kahvecilere yorum yazdığınız halde bana pintilik ediyorsunuz. Alınıyorum söyliyeyim. Bunun 3 anlamı olabilir. Ya okumuyorsunuz, ya okuyup başınızla kendi kendinize onaylıyorsunuz, ya da okuyup gene saçmalamış deyip tepki vermiyorsunuz. İyi de tepki vermezseniz ben saçmaladığımı nasıl bileceğim? Sükut ikrardan gelir diye aynı düzlemde yazmaya devam edip gideceğim haberiniz olsun. İstiyorum ki, bazı şeyleri birlikte tartışalım, birbirimizden birşeyler öğrenelim, yerinden çıkan taşları yerlerine koymaya çalışalım. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır artık. Bir adım öne atıp tepki verin, ben buradayım deyin, olur mu?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci Ozan : Ozan Özkaracan |
Sorgu
Yılın önemi yok, ne de ayın, mevsim yazmış.. Mevsimsiz yazılmış tüm acılar, tüm mutsuzluklar, yürek günceme.. İşten, aşktan istifa ettiğim, dostan, düşmandan vazgeçtiğim kupkuru bir takvim eskitişi şimdi sadece zaman.. Boynumda ipi çekilmemiş bir ilmek, alnımda namlusu tetiklenmemiş bir silah, bileklerimde vurulmamış jilet izleriyle, yitirilmiş bir yaşam sevinci iklimi şimdi sadece yaşam...
Gündüzüm karanlık, gecem gürültülü, tüm zamanlar akrepsiz yelkovanız.. Her günüm pazar.. Yaşam demek, doğmak, büyümek, ölmek demek.. Doğ(ur)mak için yatmak, büyümek için uyumak, ölmek için hiç uyanmamak gerek.. Nasıl bir tutarsızlıktır bu yaşam dedikleri, nasıl bir denklemsizliktir.. Yaşamı sevmek, yorgan altı, yastık üstü, kefen içi gülümsemek gibi, doğmayı, büyümeyi ve ölmeyi kayıtsız kabullenmek gibi birşey mi..?
Kokuşmuş et yığınlı bir salhane çağı, etobur sevgisizlik diyeti aşk.. Herkes beyninde çizdiği bir resmin peşinden koşmayı sevgi arayışı adlediyor.. Aşk dediğin fiziği sevip kimyayı kovalamaksa, ne gereği var bir çocuğa edebiyatı, müziği, resmi öğretmenin.. Aşk, bir yalnız yüreğin kalem, nota, fırça üstatlığı, yalnızlık, doğanın yedi ses, yedi rengine başkaldırının ta kendisidir.. İsyanlarından firar ettirdiğindir aşk, yalnızlık, yüreğini paylaşmandır, aşk biraz yalnızlıktır...
Bir bilinmeze hapsedilmiş sanki gövdem, sanki parmaklıksız bir hücrede ışığa kör gözlerim.. Önünü göremeyenlerin yazgısı bugününü yaşayamamakmış.. Geçmişe sarılsan üşüyorsun, geleceğe tutunsan düşüyorsun, zaten, kimin, ne maksatlı icadıdır bu üçe bölünmüş tarih çizgisi, kestiremiyorum..! Yılların, ayların, haftaların, günlerin, saatlerin, anların ne önemi var ki, hepsinde nefes alıp veren, hepsinde seven, sevmeyen, ağlayan, gülümseyen aynı senken, ve ne önemi var mevsimlerin, her biri bir diğerini aratırken..? Tüm isimlendirmelerden soyutlanmış bir yaşamdır özgürlüğün gerçek tanımı.. Anne, baba, kardeş kavramlarını sözlüklerden silebilseydik, yürek kelepçelerimizi çözer, aitlik, sahiplik gibi angaryaların yükünü atabilirdik belki paylaşım bildiğimiz tutsaklıklardan, ama hepimize sorumluluk rolleri biçiyor yaşam, istesek de, istemesek de, ya anneyiz, ya baba, ya da kardeşiz..
Hiç ruh gözünle bakmayı denedin mi etrafına..? Sevgiye dokundun mu yüreğinle, acıya ellerinle merhem oldun mu..? Anneliğinden, babalığından, evlatlığından istifa ettin mi..? Sevgilini sevgilin diye değil, kim olduğu için sevdin mi..? Rolsüz, sıfatsız bir dünya düşledin mi..?
Hayır mı..? Ne acı, yatmayı, uyumayı ve hiç uyanmamayı yaşam kabullenmişsin demektir...!
Ozan Özkaracan
Yukarı
|
AMAN HATUNLAR DUYMASIN!
Şşşşt sessiz olun! Etrafınızda ne kadar dişi kişi, dişi kurt, dişi börtü, dişi böcük varsa uzaklaştırın hemen. Neden mi? Bugün bir değişiklik yapıp hatunları çekiştirelim istiyorum. Ne var bunda? Dedikoduyu severim ve erkekleri hasım tutmak da işime gelmez. Onları seviyorum ve şimdi onlara hemcinslerim hakkında tüyolar vereceğim...
Laf aramızda, hatunların şerrinden de korkmuyor değilim. Kıymetimi bilin! Siz erkekleri aydınlatacağım diye göze aldığım riske bir bakın hele. Özellikle de, beni feministlerin hışmından koruyacak bir kudret var mıdır bilmiyorum. Eh artık ben de size sığınacağım mecbur. (Bakarsınız, bu sığınakta dişime uygun bir çıtır da bulurum ha!)
Biliyorum, hayatınız kadınları anlamaya çalışmakla geçti. Belki siz de birçok er kişi gibi feminizmden medet umdunuz ve mor iğneyi poponuza yediniz... Belki kendinize dişi kankalar bulup, onlardan ipuçları alacağınızı sandınız... Kitaplar okudunuz, Uçan Süpürge Film Festivalinin müdavimi oldunuz, terapiler gördünüz ama işe yaramadı değil mi? Eh haklısınız, ben bile bazen hemcinslerimi anlamakta zorlanıyorum.
Kadınların, dolambaçlı ilişkilerden hoşlandıkları, kendilerine ait gizemler yaratıp anlaşılmaz (komplike) kadını oynadıkları, anlaşılmayınca da tepindikleri artık bir sır değil. Bence bu arızanın en büyük sebebi, komplekslerine erkeklerden daha fazla düşkün olmaları.
Ne istediklerini net ve direk olarak söylemektense; karşı cinsi müneccim olarak görme ve anlaşılmayı bekleme eğilimindeler. Bu eğilim, erkeğin aşkını sınama manevrası olarak da düşünülebilir. 'Erkek kadını anlamak için ne kadar çok kafa patlatırsa, o kadar sevgi doludur' gibi ahmakça bir tutumları var. Samimiyet ve netlik, hatun kişinin incilerini döker!
Hatunların kendilerini böyle 'uzmanlık isteyen yaratıklar' olarak görmelerinde 'budala' erkeklerin payı olduğunu da göz ardı etmemeli tabi. (Kadın bilicisi Ahmet Altan'ın kulakları çınlasın...)
Şimdi diyeceklerimin benimle ilgisi olmadığını söyleyerek, 'ben' hariç diğer hatunları çekiştireceğim ki bu da kendimi -en azından kadınlar arasında- 'özel' hissetmeme sebep olacak. (Her kadın gibi, benim de özel olduğumu sanmaya hakkım var değil mi?) Benim arızalarımı başka bir gün çekiştiririz artık.
Aslında iyi niyetlidir hemcinslerim ama biraz ezbere yaşarlar. Alev Alatlı'nın "...sevdikleriyle sevişemediler, seviştiklerini sevemediler..." tespitine katılmamak mümkün değil. Durumun sosyolojik, biyolojik ya da fizyolojik boyutunu bilmem. Lakin seçmektense, seçilmeyi tercih ettiklerini ve seçilmiş olmanın sarhoşluğuyla akıllarını kaybettiklerini söyleyebilirim.
Biraz özgüvenle alakalı olsa gerek, 'işte bu benim adamım' deyip sürünmeyi, pencere önlerinde serenatlar yapmayı ve platonik aşkı dibine kadar yaşamayı yemezler... Esasoğlan gelir, esaskızla ilgilendiğini gösterir, ilan-ı aşk eder ve işte kadının aşk dediği teslimiyet orada başlar. Esasoğlana değil, onun ilgisine, 'göz kamaştırıcı' güzelliği karşısındaki acizliğine, yani kendisine duyduğu aşka 'aşık' olur şapşal kızımız.
Sonra, ona 'Evet' diyerek öyle bir lütufta bulunduğunu düşünür ki, esas oğlanı köle olarak görmeye başlar. Öyle ya; adam ona aşık olmuştur, peşinde koşmuştur, yalvarmıştır ve 'evet' demesinin tek suçlusu da odur. Cehennem biletini kendi elleriyle kesmiştir esas oğlan!
Hal böyleyken, esasoğlan arada bir eşine, dostuna, işine de zaman ayırmaya başlar. Ne de olsa, 'eşi benzeri bulunmaz hatun kişi' ceptedir artık... Ammaaaa cepten yemektedir, o ayrı... Sen hem kıza 'evet' dedirt sonra da git bireysel gelişiminin peşine düş, olacak iş mi? Bittin oğlum sen!
Tabi ki istisnaları kenara koymak gerek. Lakin, karşı cins ilişkilerinde benim hemcinslerim açısından gözlemlediğim en traji-komik sahne budur. İlişkiyi ayakta tutan aşktır ama erkeğin aşkıdır bu aşk... Erkeğin aşkında ihmaller, gel-gitler, dozaj düşüşleri olduğu andan itibaren de ilişki çığırından çıkar zaten. Vaziyeti şöyle formüle edebiliriz belki:
AŞK (erkeğin yakarışı) + KARŞILIK (kadının lütfu) = İLİŞKİ
Formüldeki AŞK (erkeğin yakarışı), birkaç saniye bile hızını kesecek olsa, karşılığı yoktur...
Cinsi erkek olan bir dostumla bunları konuşurken, "Kadınlar, sevildikleri için ya da yalnızlıklarını paylaşacak birine ihtiyaç duydukları için severler... Bu aciziyet ve teslimiyet benim kanıma dokunur... Seçildiğim için 'fit' olmak bana göre değil... Ben seçerim baba ilişkiye gireceğim adamı, kimse zahmet etmesin" demiştim. O da bana demişti ki, "Böylesi çok zor. Ama unutma ki, kendi istedikleri için değil, mecburiyetten dolayı senin durumunda olan milyonlarca zavallı erkek var. Biz seni anlıyoruz ve bunun ne kadar çetin bir yol olduğunu biliyoruz..." Cevabım şöyle olmuştu: "Milyonlarca zavallı erkek ha! Bu eğlenceli bir ittifak olacak. İşbirliği ve empati ayağına birkaç tanesine göz koyabilirim..."
Bir de, kadınların hangi koşullarda ve hangi erkeklerle yattıkları konusunda tüyolar vereyim size...
...
...
...
...
Ne? İnandınız mı yoksa? Ben nereden bileyim kardeşim? O sırada yanlarında olmuyorum ki. Tamam hemcinsleriyim, onlara çok yakınım ama yatak odalarına da almıyorlar beni yani... Lakin neden yatmadıkları konusunda bir iki ipucu verebilirim:
- Evlenmezsen yatmaz
- Arkadaş ayağına yatmaz
- İçkili değilse yatmaz
- İçkiyi fazla kaçırdıysa da yatmaz
- Ayaküstü yatmaz
- Paran yoksa yatmaz
- İşin yoksa yatmaz
- İşin çoksa yine yatmaz
- Arkadaşının yattığıyla yatmaz
- Abuk bir iç çamaşırı giymiştir yatmaz
- Kıl olur yatmaz
- Kıllı olur yatmaz...
Bilmem anlatabildim mi?
Aslında bu konu, daha çoooook dedikodu götürür de, bir an önce kendime kaçacak bir delik bulmalıyım... Hele ortalık bir yatışsın, kadınların ipliğini pazara çıkaracağım. Ve bütün erkekler de bana kalacak... Hah hah haa...
Hadi artık ben kaçar, hepinizi öper...
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Gönülden Kahveci : Aylin Çukur |
SİSTEM BU MUDUR?
Öğrencilerin sıkıntılı bir hayatları vardır.Sürekli çalışmanın gerekliliğini bilirler,belki çalışırlar belki de çalışmazlar ama hayat standartları göz önüne geldiğinde geleceğe doğru bir yolculuğa çıkarlar düşüncelerinde...
Ülkemizde eğitim-öğretim şartları o kadar kısıtlı ve zorken öğrencilerin yaşamları ebeveyinlerin ya da iş-güç sahibi bireylerin yaşamlarına kıyasla daha baskıcıdır.Dayatmacı bir eğitim politikamız var,her şey ezbere dayalı,üstelik ÖSS yüzünden de öğrencilik hayatı tam anlamıyla cehenneme dönüyor!Okul-dershane arasında mekik dokuyan öğrenciler üstüne üstlük bir de okulda ya da dershanede öğretmenlerle evde de velilerle başediyorlar!
ÖSS'ye son üç ay kala öğrenci zaten kendini kaybediyor sınavın ciddiyetini daha iyi kavrıyor.Bir de velilerin ''tamam yavrum sıkma kendini,kazanamasan da önemli değil'' ya da ''ne oturuyorsun?çalışsana!'' gibi sözleri öğrenciyi iyice çileden çıkarıyor!
Son bir ay kala ipler iyice geriliyor,öğrenci geceleri uyuyamaz hale geliyor,çoğu zaman 4-5 saatlik uykuyla güne başlıyor.Az önce bahsettiğim veli tipleri öğrenciden daha çok telaşlanıyor haliyle öğrencinin panik anları artıyor!
ÖSS günü gelip çattığında veliler kapılarda beklerken öğrenciler 11 yıllık okul hayatlarını 3 saate teslim ediyor!Sınav bitince veliler soluğu öğrencinin başında alıyor;''Nasıldı yavrum?'',''iyi mi kötü mü?'',''zordu değil mi?'',''ben sana çalış diye boşuna mı söyledim,dinleyen kim?''...vb. daha bir sürü dırdır!Kimin umurunda öğrenci psikolojisi,o da ne?!
YÖK,ÖSS ve ÖYS sistemini öğrencilere sevimli göstermek için açılımlarını öğrenci seçme sınavı ve öğrenci yerleştirme sınavı olarak adlandırmış; size bir sır vereyim, onun açılımı öyle değil; öğrenci sevdim seni ve öğrenci yedim seni!!! Çoğunluklada ömrümüzü yiyorlar ama kimin umurunda, onlara göre öğrenci milleti nankördür! Hep merak etmişimdir YÖK başkanı ve yakın çevresinin çocukları nerelerde öğrenim görüyorlar ya da görmüşler?!
Bir süre önce bir öykü okumuştum,hatırladığım kadarını sizlere aktarmak istiyorum...
''Honore De Balzac büyük çileler çekerek hazırladığı ilk eserini bitirince hemen kız kardeşi Laura'ya okudu.Laura bu eseri pek beğenmedi ama yine de ağabeyinin hevesini kırmamak için ona bir şey söylemedi.Ancak babalarının ısrarı üzerine bir zamanlar Balzac'ın edebiyat öğretmeni olan Andrieux'a danışmaya gittiler; Andrieux eseri okuduktan sonra şöyle dedi; ''Keşke böyle piyesler yazacağına vaktini daha iyi şeylerle değerlendirseydi.''
Andrieux eserin edebi yönünü çok zayıf bulmuş ve kitaba küçük bir kağıt iliştirmişti.Kağıtta şu cümle yazıyordu; ''Bu eserin yazarı ne yaparsa yapsın, fakat yazarlığa kalkışmasın.''
Bu hükmü duyan Balzac sinirlendi ve tepkisini şu sözlerle dile getirdi; ''Gerçek sihirli lambanın çalışma olduğunu öğreninceye kadar kaç sihirli lamba kırmak gerekir... Yılmayacağım. Açık gözle gördüğüm rüyaları gerçekleştirinceye kadar ,adımı dünyaya duyuruncaya kadar çalışacağım. Bu amacıma ulaşmak için kendimi öyle kaybedeceğim ki, sanki bir başka dünyada uyuyor gibi olacağım. Uyandığımda kendimi ün salmış bir yazar olarak bulacağıma inanıyorum.''
Balzac bir şeylere gerçekten inanmış.Peki öğrenciler neye inanmalı?!Bu sistemin öğrencileri geleceğe hazırladığına mı?!Balzac inandığı yolda ilerlemiş ve gerçekten uyandığında istediği üne sahip olmuş.Peki ya öğrenciler uyandıklarında Balzac gibi olamazlarsa???
AYLİN ÇUKUR acukur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın |
EGE TURU - 2
Gemi turumuzun ikinci günü sabah erkenden Rodos'a ulaştık. Burada limana girebildik ve doğrudan iniş yapabildik. Rodos'a uzaktan bakarken bile, ne kadar dolu bir tarihi olduğu hemen anlaşılabiliyordu. Limanın hemen karşısında surlarla karşılaştık. Sahil yolunun hemen yanından yükselen surların iç tarafına geçebilmeyi sağlayan pek çok kapının birinden kale içine girdik. Karşılaştığımız manzara turistik bölgelerde çokça gördüğümüz hediyelik eşya satıcıları, kafeler ve minik barlardan oluşan bir kale içi yerleşimi idi. Yürürken Türk olduğumuzu anlayan ada halkından "komşi hoşgeldin" diyerek yanımıza yaklaşıp bize bir şeyler satmaya çalışanlarla Türkiye'de karşılaştıklarımızın tarzları tamamen aynı idi. Fiyat politikası da çok benzerdi. 80 Euro ile başlayıp, "komşi için" 40 Euro'ya düşen fiyatlar bize Türkiye'yi hiç aratmadı doğrusu.
Rodos'ta adanın kendi kültürü yanısıra Ceneviz ve Osmanlı etkileri açıkça görülüyordu. Ceneviz şövalyelerinin yaşam biçimi, bıraktıkları binalar büyük bir saygı ile korunmuş. Osmanlı birikimi için de farklı bir muamele yapılmamış. Tarihi değeri olan en küçük bir taş bile dünya kültür mirası olarak kabul edilip saygı gösterilmiş. Ne eski yapılarda ne de yeni yapılarda bir abartı, bir çelişki, bir saçmalık bulmak mümkün değil. Bu durum Avrupa Birliği'nin bir katkısı mı yoksa ada halkının genel tavrı mı, bunu ayırdetmek pek mümkün değil ama şu da bir gerçek ki; Avrupa Birliği'nin sağladığı gelirler yerinde kullanılmış ve birilerinin cebine ve banka hesaplarına sıkışmamış.
Resimde görünen meydancık, kale içinde yer alan pek çok meydancıktan biri. Mini dükkanlar ve birşeyler yiyip içebileceğiniz kafecikler var. Bu kafelerin de sahipleri ile konuşursanız mutlaka bir Türkiye bağlantıları olduğunu farkediyorsunuz. Kafelere müşteri çekmek ile görevli olan personel ise çok alışık olduğumuz gibi, insanı neredeyse kolundan sürüyerek oturtan fazlaca sıcak davranışlı tipik turist avcıları. Kimileri için bunaltıcı olabilir tabii, ama biz hiçbir şekilde keyfimizin kaçmasına izin vermeme niyetiyle bu tura başladığımız için, bunlarla da eğlenebilmenin yolunu hemen bulduk.
Şovalye yolu diye adlandırılan bu yol, Ceneviz kalesinden sahile kadar uzanıyor. İki yanında tarihi binaların sıralandığı bu yol tamamen taş kaplanmış, çok estetik bir görünüşü var.
Adada restore edilmiş ve ziyarete açık bir Osmanlı kütüphanesi var. Pırıl pırıl korunmuş minik bir kütüphane. Osmanlı'nın Rodos geçmişi ile ilgili bazı dokümanlar da sergileniyor. Bu arada, cehaletimi mazur görün, Namık Kemal'in 4 yıl boyunda Rodos valisi olduğunu burada öğrendim. Ders kitaplarımızda buna rastladığımı hiç hatırlamıyorum. Kütüphanenin içi, dışı, çevresi o kadar özenli ve temiz ki, çok etkilendim.
Bu resim de gözüken bina ise Müslüman okulu. Halen kullanılmakta olup, restorasyon nedeniyle yaz boyunca kapalıymış. İnşaat alanlarını çevreledikleri perdeleme sistemi bile (resimde de görüldüğü gibi) çevreye çok saygılı.
Kale çevresinde güvenlik için kullanılmış olan hendek ise yeşillendirilmiş ve dolaşıma açılmış. Bu hendeği aşıp kaleye ulaşan çok hoş köprüler var.
Sur dışı yerleşim ise modern bir hayatı yansıtıyor. Ancak bu yaşantıda da abartılı hiçbir şey yok. Eski binalar bakımlı, yenileri ise eski ile yarışmayacak şekilde tasarlanmış ve adanın tarihi dokusunu ortaya çıkartmış.
Rodos'ta görülmesi gereken yerlerden biri de adanın bir ucunda yer alan akvaryum. Mini bir müzenin yanında, çok dekoratif olarak hazırlanmış hoş bir ortam içinde gezdirilen bir sürü akvaryumun içinde pek çok deniz canlısını izleyebiliyorsunuz. Akvaryumu bulabilmek için oldukça uzun bir yol katettik ama değdi doğrusu.
Arkası yarın
Rana Aslanbay Aydın rana@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
Editör'den Önemli Not: Sevgili Haşmetoğlu yıllık iznini kullandığından roman yazımına ara vermiştir. Dönüşünde kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_138.asp
Devamı var
hasmetoglu@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Biliyorum
Çok yakınız ne kadar uzakta olsak birbirimizden
Yüreğimizden daha fazlası kopup gelemezdi
Sonsuza dek güveniyoruz kendimize
Ve başka hiçbir şeyin yok önemi
Kendimi asla bu şekilde açmamıştım
Yaşam bizimdir kendi tarzımda yaşıyoruz onu
Bütün bu sözleri öylesine söylemiyorum
Ve başka hiçbir şeyin önemi yok
Güveni sende arayıp buluyorum
Her gün yeni bir şey getiriyor bizim için
Açık görüşlüyüz farklı bir bakış açısı için
Ve başka hiçbir şeyin önemi yok
Onların yaptıklarını asla umursamadım
Onların bildiklerini asla umursamadım
Ama ben biliyorum...
Murat Gör
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.427 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
BİR SABAH ŞARKISI
Açıyorum gözümü
Karşımda sen
Toprağın kokusu üzerinde
Geldiğin yolları sormuyorum
Mavi bir sabah
Kuş cıvıltılarından bir taç alnında
Oturuyorsun yatağımın kıyısında
Yüzün yumuşak
Bekler gibi bir öpüşü.
Sessiz bir sabah
Gözlerinin pınarından çekip alıyorum sözcükleri
Yüreğinde bir sitem var söndüremediğim
Yaksın istiyorum beni o ateş
Tek sen üzülme.
Ellerin sabah mahmurluğunda
Bir insan yüreğinde olabilecek tüm duygularla
Şafağın ilk ışıkları gibi beyaz
Dokunuyor yanaklarıma
O anda dünyada
Sevgiden başka bir gerçek..
Bugün ağlamayacağım
Yaşadığımı düşünerek.
Turgay Fişekçi
<#><#><#><#><#><#><#>
BİR SOLUKLU ŞİİR
Baharın bu ilk gülüşünde
Bugün, şu an nerdesin
Aklıma düştün
Mum ışığı yalnızlığımın içinde
Yeşil kınalı ördeklerin yüzdüğü gözlerin
Çocuk ezgileriyle uçuşan eteklerin
Dokunmak istiyorum boynuna şu an
Terini emen bir mendil gibi
Dokunmak istiyorum alnına
Toprağa bir gizimi döker gibi
Sürmesini istiyorum şu hüzün anının
Ne zamandır böylesine özlemedim seni
Hayatımız adanmış, durmak pas ve kir
Nöbette bir sigara içimi
Şu hüzünlü dakikalar, şu özlem, şu şiir
Yanıbaşımdan akıp gidecek biraz sonra
Hayatın denizi yutacak bu hüznü
Kanla dolu o deniz
Bahar da olsa yaz da
Tükenmeyen acıların denizi
Anacığım dudaklarım titrer
Sıralasam isimlerini
Tüm güzelliklerimizi akıttık o denize
Bu ülkede tek şey güzel
O denizin rengi şimdi
Turgay Fişekçi
Yukarı
|
Erzurum'dan insan manzaraları
Erzurum'lu bir hanım telaşla koşarak Belediye otobüsünü durdurmaya
uğraşıyor. Halk ıslıklıyor. Şöför acı bir frenle duruyor.
Kadın:
-Gardaş bu otubüs iliçeye gidir mi? "
Şöförün canı burnunda, araba dolu, zor durmuş, kızgınlıkla
-Hayır bacı, getmez ''
Kadın:
-haydaaaa eleyse niye durdun !"
<#><#><#><#><#><#><#>
Yorumsuz!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://212.175.64.11/h-ozel444.html Bir çok kuruluş 444’lü numaralarla müşterilerine hizmet veriyor. Bu numaraların tam listesini verdiğim kısayolda bulacaksınız. 444’lü özel servis numaraları olarak adlandırılan bu listenin faydalı olacağına inanıyorum.
http://www.ankarapazarlari.com/simit.php
Özellikle İstanbul’luların özel kahvaltı menülerinin baş tacıdır simit. Hele eritme peynir ve çay ile harika olur. Civarında simit bulamayıp da imrenenler için özel bir tarif sunuyorum. Ama bilinki İstanbul simit’inin en önemli üç ana özelliği şehir suyuyla yapılması, bol susamlı ve irice olmasıdır. Hele bir de gevrek olanından da alırsanız keyfine doyum olmaz...
http://www.gelirler.gov.tr/gelir2.nsf/Plakaal?OpenForm
Arabanızın vergisini yatırdınızmı? Ya ehliyetinizde kaç ceza puanınız birikmiş durumda? Gelirler genel müdürlüğünün resmi web sayfasından geçmişe dönük tüm kayıtlarınızı taramanız mümkün.
http://212.175.30.30/nsk/163.html
Kullanmakta olduğunuz ev ya da iş telefonunuzu borcunu kontrol etmek için kullanabileceğiniz bir site. 163 borç sorma servisinin internet versiyonu.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Exposed! v130 [1.7M] W9x/2k/XP FREE
http://www.reddragonsoftware.com/
Bilgisayarınızda zamanla biriken multimedia dosyalarının tamamını görüp, dilediklerinizi saklayıp dilediklerinizi silebileceğiniz bir nevi çöpçü program. Siz ne kadar benim bilgisayarım temizdir deseniz de bu programı kullandığınızda ne kadar çok çöp barındırdığınızın farkına varıyorsunuz. Mesela ben bu programı kullandığımda makinamda 126.000 tane resim, film, ses dosyası buldu. Geçici internet dosyalarını temizlememe rağmen yeniden araştırdığımda 451 tane resim ve 346 tane web sayfası daha buldu. Anlayacağınız burnu iyi koku alıyor. Makinasının yavaşlamasından yakınan herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|