|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 322 |
14 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Merhabalar,
Gazetelerde "Ercan Arıklı'nın katili 2 ay sonra serbest" haberini görünce infial duymamak, "Hay böyle adalete..." dememek mümkün mü? En verimli döneminde elim bir trafik teröründe hayatını yitiren bu vatan evladının kanı yerde kalmamalıydı değil mi? Onun yaşam hakkını elinden aldığı varsayılan adamın da yaşama şansı olmamalıydı. Abartmanın sonu yok. "Taksim'de sallandıracaksın" dan tutun "Kör kuyulara atacaksın"a kadar türlü beddualar sıralanabilir. Oysa ne kazın ayağı ne de gerçekler böyle diyor. Trafik, hak olan yaşamın bir parçası. Sosyal yaşamın en önemli öğesi. Ulaşmak için binmeli, sürmeli, yürümeli, uçmalı velhasıl hareket etmeliyiz. Hareketi tüm kurallarına uygun halde yapsak bile riskleri herzaman göz önünde bulundurmalıyız. Trafikte hareket etmekte başlı başına bir risk güzel memleketimde. Adı üstünde kaza. Nereden nezaman geleceği belli olmayan, sonuçları meçhul bir muamma. Kazanın oluşumunda suçu yalnızca devasa boyutlu, güçlü mekanik aleti saatlerdir kanter içinde kullanan genç adamda yada zorlu geçen bir günün akşamında, kafasında bin türlü düşünceyle dalgın arabasına ulaşmaya çalışan Arıklı'da aramak doğru mu sizce? Sıcak, yorgunluk, bir yolcunun feryadı, reklam tabelaları, biranönce eve ulaşma telaşı, 3 kişi daha fazla alabilmek için durağa seyirtme, olmayan trafik ışıkları, boyası silinmiş yaya geçidi, uzaktaki otopark, oradan oraya koşuşturan, olur olmaz yerde araba durduran insanlar hiç mi suçlu değil? Daha birsürü suçlu biraraya gelip dörtkol çengi yapıyor ve sonra küt... Bir değerli insan yaşamdan kopuyor, bir diğer ekmek savaşçısı katil ilan ediliyor.
Hangi aklıbaşında insan bir diğerinin canına kast edebilir? Hangi aklıbaşında insan bir diğerinin hayatıyla oynayarak aylarca belki yıllarca dört duvar arasında kalmayı göze alabilir? Unutulmamalı ki, o değerli insanın ardından gözyaşı dökenler olduğu gibi, o genç adamın da ardından ağlayan ana babalar vardır. Hem gidene hem oğluna ağlayan ana babalar. Bunu çok iyi biliyorum. Çünkü bende yaşadım bu acıyı. En yakınımın bir gece vakti, kör karanlıkta, yayaya kapalı otoyolda, işinden evine dönerken kestirmeden karşıya geçmeyi deneyen bir babanın ölümüne sebep olmasına tanık oldum. En yakınımın 2 ay dört duvar arasında kalıp, aynı Türk filmlerindeki gibi bembeyaz saçlarla özgür kaldığını gördüm. Çekilen acının, vicdan azabının 2 ay değil, yıllarca sürdüğüne şahit oldum. Tıpkı Arıklı'nın ölümüne sebep olan genç adam gibi. İşte bu yüzden, o gün bugündür, bu tip kazalarda suçlu aramaktan vazgeçtim. Kader dedim, kötü şans dedim geçtim. Bazen birkaç saniyeyle atlattığımız tehlikeleri, birgün gelir atlatamayız diye düşünmeyi bıraktım. Hayatı tehlikeli virajları ile sevmeyi, riske girmeyi, önlem almayı öğrendim. Güzel memleketimde tüm önlemlerin alındığı, bu tür kazalarda tek suçlunun ancak ve ancak insan faktörü olabileceği günlere ulaşmayı düşlüyorum. Elimden ancak bukadarı gelebiliyor n'apayım. Kazasız, belasız, acısız günler dilerim hepinize...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın Çağdaş eğitimin yolunu açacak mıyız? |
|
Seksen yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hepimiz uzun ya da kısa bir bölümüne tanıklık ettik. Özellikle son yirmi yıl, çoğumuz icin yakın tarih. İletişimin, bilgi ve enformatik devriminin baş döndürücü bir hızla gelişmesi, Sovyetler Birliğinin dağılması, piyasa ekonomisinin egemenliğini pekiştirmesi.. Farklı kaynaklardan beslenen terörün ülkeye verdikleri zararlar. Bu hareketlenmelerin önlenmesi adına yapılanlar. Sosyal devletin çöküşü, dışa bağımlılığının artması. Üretimin düşmesi, dış ve iç borçla ekonominin döndürülmeye çalışılması.. Bankaların içinin boşaltılması, enerji ve ulaştırma sektöründeki yanlış yapılanmalar.. Irak krizleri.
Bunların herbiri için dağarcığımızda bazı bilgi kırıntıları, oluşmuş farklı fikirler ve yargılar var.. Onbeş yılda otuz bin insanını Güneydoğuda yitirmiş, seçkin onlarca aydını öldürülmüş, birkaç kez bir gece içinde yüzde elli yoksullaşmış, borçları yüzmilyonlarca dolara varmış, yıllardır yüzde ellilerin altına düşmeyen bir enflasyonla sürekli kriz ortamında yaşamaya çabalayan bir ülkenin insanının aklı karışmaz mı?
Bir yandan 'ulus devlet' tartışmaları, diğer yandan Avrupa Birliğine giriş çabaları.. Değişik görüşler, yorumlar.
Bu toz bulutunu nereden, nasıl aralayacağız? En azından bu ülkenin "okumuş-yazmış" insanlarının, sonrasında "ortalamasının" hiç olmassa bir konuda ortak bir tesbite, analize ve yönlenmeye ulaşmaları da mı olası değil?
Bütün bu dağınıklığın ve ne yazık ki belli bir yoğunlukta oluşan vurdumduymazlığın en önemli nedeninin insanların eleştirisel düşünme yetisine sahip olmamaları; bu birikimlerinin, geleneklerinin bulunmaması olamaz mı?
Eleştirisel bir akla nasıl sahip olabiliriz? Bu sorunun bir tek yanıtı yok mu? Evet var..
Eğitim ve öğretimin dogmalardan uzak, toplumun her kesimine, uzun süreli ve kaliteli bir temel eğitimle verilmesi; teknoloji ve bilim üretmeye yönelmiş bir yüksek eğitimle pekişmesi. Nitelikli, çağdaş eğitim aynı zamanda, ekonomik olarak toparlanmamız ve ülke bağımsızlığını ayakta tutmamız için de gerekenlerin başında gelmiyor mu?
Toplumlarının her kesimi için aydınlanmayı gerçekleştirmiş ve uygarlık yürüyüşlerini koşar adım sürdüren ülkelerle bunları tamamlamamışlar arasındaki en belirgin farkın, başta ortalama insanının eğitim düzeyi ve kalitesinden kaynaklandığından hem fikir olacak mıyız?
1924'de öğretim birliği devrimiyle; okuma-yazma oranı yüzde onların altında, medrese ağırlıklı bir eğitimin boyundurluğunda olan anadolu insanına bir ışık doğdu.. 1940'da Köy Enstitulerinin açılmasıyla bu ışığın toprağın her köşesini ısıtacak bir güneşe dönmesi için yol açıldı. Sonra ne oldu? İşte bu tesbiti doğru yapmalıyız. Bu güneş söndürüldü. Son elli yıldır, temel eğitim süresi uzatılmadığı gibi kalitesi düşürüldü ve asıl önemlisi Cumhuriyetle kazanılan öğretim birliğinden ödünler verildi. 1997 'de temel eğitim sekiz yıla çıkarıldı ancak bu girişimin felsefesine yönelik eleştiriler de belli kesimlerde sürüyor.
Şimdi genç, ihtiyar, işadamı, serbest meslek sahibi, işçi, doktor, mühendis, avukat, ekonomist, herkese herkese sormak zamanıdır: Ortak bir tesbitte buluşuyor muyuz.? Bu ülkenin insanlarının, sizlerin, çocuklarınızın geleceği için dogmalardan arındırılmış, çağdaş ve geniş kitleleri kucaklayacak bir eğitim en temel şart mıdır? Değil midir? Daha fazla kıvırtmadan, ama'lara başvurmadan.
Şart mıdır? Değil midir?
Evinizin çevresini üç metrelik duvarlarla çevirerek, cocuğunuza ve bir avuç insana iyi eğitim vererek, arada yurt dışına uzanarak, böyle sürüp gidecek bir cendereden kurtulabilecek miyiz, kurtulamayacak mıyız?
Bu noktada hem fikirsek, bunun çaresinde de hem fikir olmak zorundayız. Asker dedi, ekonomi, özerklik, demokrasi söylevlerine boğulmadan, örneğin bu konudaki güncel tartışmalarda, adımlarda bu ülkenin önce görece eğitimli insanları, sonra "ortalaması" bu tercihini ortaya koyabilecek mi?
'O bunu dedi, ben şunların safında yer almamalıyım.' gibi bahanelerin ardına sığınmadan, içi sonradan boşaltılacak kavramlara sarılmadan, neredeyse bütün başka unsurları ikinci sırada değerlendirerek, çağdaş eğitimin yolunu açmak, olmassa olmazı korumak için kamuyoyu ağırlığını, görüşünü ortaya koyacak mıyız?
Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Başüstüne : Em.Piy.Kıd.Alb. Hakkı Mert |
Darbe mevzu ve İnternetin kablosu
Efendim malumunuz olduğu üzere geçmişte biz askerler birkaç kere iktidara el koyduk. Netekim ben de 12 Eylül sıralarında çeşitli görevleri deruhte ettim. Bu konuda sivilleri anlamak pek zor. Darbe olmadan önce "aman komutanım, yaman komutanım, memleket elden gidiyor yetişin" diye feryat-ı figan ederler. Daha sonra iktidara el koyarsınız işleri hale yola sokarsınız sonra kışlanıza çekilirsiniz. Ama sivillere yaranmak mümkün mü? Nerde...
Bu sefer başlarlar "vay efendim darbeler demokrasinin gelişmesine engel oluyormuş da, yok efendim Türkiye her seferinde 10 yıl geriye gidiyormuş da". Efendim sanılmasın ki, biz askerler darbe yapmaya çok meraklıyız. Bu bizim asli görevimiz değildir. Hükümeti yönetmek kimin işidir? Tabi ki sivillerin ama onlar ne yaptılar? İtişip kakışmalar, bir sürü galiz ifadelerle dolu sözler. Onlar işlerini usulünce yapsalar darbeye gerek olur mu? Olmaz tabi ki netekim.
Bir sürü kendini bilmez zaman, zaman ortalığa darbe söylentileri yayıp duruyorlar. Temcit pilavını geçti. Efendim darbe yapmak kolay mı? hele ki bu devirde. Eskiden birkaç neşriyat ve tek televizyon kanalı vardı. Gönderirdin bir cemse dolu askeri duruma el koyardın. Şimdi ne mümkün? Yer, gök televizyon ve neşriyatla dolu. Bakkalların bile radyosu var efendim. Hadi diyelim onları zapt-ı rapt altına aldınız, kompüter üzerinden neşriyat yapan internete ne demeli? Damadım anlattı, bunları çoğu memleket hudutları dışındaymış. Bir darbe olduğu zaman bunları nasıl denetleyeceksiniz? İmkansız gibi geldi bana ama netekim en kolayı da internet ve kompütermiş.
Efendim, arzın sekizinci harikası dedikleri şey meğer altı üstü bir kabloymuş. Geçen gün kompüterde bir ecnebi neşriyata bakmak istedim ama bir türlü açılmadı sahife. Açtım telefonu damadı aradım, "benim kompüter bozuk, neşriyatlara bakamıyorum" dedim. Meğer Cezayir'de deprem olmuş Internetin kablosu kopmuş, o yüzdenmiş. Hay dedim Allah müstahakını versin. İnternet, Internet dedikleri sadece bir kablo muymuş?
Netekim bir darbe olursa, gönderirsin bir asker, "kes oğlum kabloyu" dersin olur biter. Sen sağ ben selamet.
Efendim sivillerdeki başı bozukluğa bakar mısınız? Kablo koptu, Internet gitti diyorlar. Olmaz efendim olmaz. Böyle emercensi durumlar için tebdirini önceden alacaksın. Askeriyede böyle bir şey asla vuku bulmaz. Kablodur kopar di mi? efendim. Bir yedek koy yanına, çok mu pahalı bu meret? Bunlar böyledir, ne kabloya mukayyet olurlar ne de ülkeye, sonra da vay efendim darbe yaptı asker. Herkes işini hakkı ile yapsa memleket güllük gülistanlık olmaz mı?
Baktım İnternet benim Rizeli emir erim gibi yavaş, ben de kapadım kompüteri ordu evine gittim.
Kahve molası adlı elektronik neşriyatta yazan muharrirlerin yazılarına bakma fırsatım oldu. Bunların hepsi sivil efendim. Herkes bir kahveci olmuş, ne ararsanız var. Misafir kahveci, şair kahveci, Ankaralı, İzmirli kahveci, geçici kahveci ve kalıcı kahveci. Efendim benim bildiğim tek kahveci vardır, o da kuru kahveci Mehmet efendidir. Gerisi laf-ı güzaf.
Şeytan diyor yap bi darbe, ama yağma yok. Bu sivillerle uğraşılmaz netekim. Tekrar görüşünceye kadar baki kalın muhterem okurlar.
Hakkı Mert piyade@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
KADINLAR VE GERÇEKLER
"Evet, ailenizin fesat yazarı gene görev başında... Kalemini sivriltti ve acı gerçeklerden bahsetmek üzere yerini aldı.
Yazının geri kalanını okumak için kadın okurlarımın cesarete, erkek okurlarımın ise sağduyuya ihtiyacı olacak. Benden uyarması !
Hatırı sayılır bir çoğunluk, 'kadınları aşka ve sadakate, erkekleriyse sekse ve ihanete yatkın' olarak niteler. İşin sadakat ve ihanet boyutlarını irdelemek şu an konumuz dışında.. Malumunuz, konunun uzmanı bir sürü 'kılavuz' ve 'kadın bilicisi' dolaşıyor ortalıkta zaten. Onlardan fırsat kalırsa, elbette ben de aldatmak ve karşı cinsi kullanmakla ilgili laflar edebilirim. Lakin şimdilik, yukarıdaki önermenin diğer parametreleriyle ilgili bir şeyler söyleyeceğim: yani aşk ve (fütursuzluğum elverdiği ölçüde) seks...
Her ne kadar kadınlar aşka tapar gibi görünseler de, aşkı beceremezler. Hatta köşeye sıkıştıklarında da kaçarlar aşktan. Zira güven ve korunaklı bir yuva, onlara aşktan daha cazip gelir. Durmadan aşk acısı çekerler ama bunun gerçek nedeni, genellikle aşka teslim olamayışlarıdır. Birilerine aşık olurlar, hatta geberirler aşktan ama gene de huzur ve güven vadeden adamı tercih eder kadınlar... Kendi üretimleri olan aşkın ömrünü kısa keserler zira aşk riskli bir esrimedir. Hayal kırıklığı, ihanete uğrama, reddedilme gibi rizikoları vardır. Ve dişi aşık, bu risklerin daha ucunu gördüğü anda kendini geri çeker ve sonra da başkalarının aşkına ve şefkatine sığınır. Kendisine en çok sahip çıkan, en aşık olan adama gider bir gün..
Bilirsiniz bu konuda yazılmış bir sürü hikaye ve masal vardır: Genç ve güzel prenses evleneceği adamı seçmek için, çetin bir sınav organize eder. Ne bileyim arenadaki aslanların ortasına mendilini atar ve mendili alıp getirenle evleneceğini söyler. Ya da bir bahçe dolusu gül içinden en güzel gülü kendisine getirenle evleneceğini söyler. Bu masal prenseslerinin ve dünya güzellerinin "Şunu yapanla evlenirim, şu riske girenle evlenirim" tripleri de beni öldürür.. Biz hatunlar bu masalları dinleye dinleye, evlenilecek adamın bizim için en büyük zorluklara katlanan, en bi fedakar, en bi cesur, en bi şefkatli, en bi aşık adam olması gerektiğini belledik hep. YANLIŞ!!..
Ben sadece arenada oturup mendilimi aslanların arasına atacağım ya da bahçenin kapısında durup "Hadi bakalım en güzel gülü kim getirirse onunla evlenirim" diyeceğim. Adam da gidip mendili ya da gülü getirecek.. Haydi selametle... Aşk bunun neresinde, pardon? Ben emek harcamadıkça, ben ortaya bir eylem koymadıkça... Buna parazitlik derler...
Parazitlik demişken, erkek jargonunda 'gösterip vermemek' diye bilinen mevzuya da değinelim istiyorum. (Tam burada okuyucunun gözlerinin merak ve şaşkınlıkla faltaşı gibi açıldığını tahmin ediyorum.) Göstermek - göstermemek, vermek - vermemek... bu tabirlerin çok kaba ve yakışıksız olduğunu ben de biliyorum, hemen celallenmeyin öyle. Lakin yerlerine kullanabileceğim başka kelime de bulamadım şimdi. Her zamanki gibi arif olanların, olmayanlara yardımcı olmasını isteyeceğim. Mersi.
Kadın, karşılığını verse de vermese de kendisine sunulan her ilgiyi, her dokunuşu, her türlü sevgiyi ve şefkati sömürmek misyonunu üstlenmiştir. Kimi zaman karşılığını verir bu sömürünün ama genellikle de istediğini alıp kaçar. Karşılığını vermeden kaçar.. Sorumluluk duymadan, empati yapmadan... (Hani işte gösterip vermemek dedikleri şey. Hayatın bir gerçeği)
Eh değil mi ki erkekler, kadınları sevmek, onlara şefkat göstermek, onlarla yatabilmek için her türlü numarayı çekmek için yaratılmıştır, bu gayet doğal bir alışveriştir kadın için. Erkekler açısından pek adilane görünmüyor tabii. "Ya göstermeyeceksin, ya da madem gösterdin vereceksin kardeşim! Bunun aksi namertliktir. Adiliktir.." Erkek de böyle yaklaşır olaya.
Şöyle bir sahne düşünün:
Bunalıma girmiş bir kadın. Belki sevgilisinden yana dertli, belki de iş yerinde canını sıkmışlar. Herneyse, bir erkek şefkatine ihtiyacı var. (Hep olur zaten.) Dertleşmek için, erkek olanından bir dost seçer. Neden? Hatunun canı az biraz dostane biriyle dertleşip; yumuşak dokunuşlar ve bir iki MASUMANE ?!?! öpücükle teselli bulmak istiyor. Buraya kadar herşey normal. Peki, erkeğin bu alışverişteki güdülenmesi, duyguları, hormonları ne olacak? Bunlar kadını pek ilgilendirmez. Dahası, kadın bunların farkında bile değildir. O sadece kendini dinleyebilecek, dozunu kaçırmadan romans yapabilecek ve ileriye gitmeden tenini, saçını okşayacak birini arar.
Bir kadın, sadece sevgilisinin saçını okşamasıyla asla yetinmez. Bulduğu her ele saçını okşatmak ister. (Bu da hayatın başka bir gerçeği. Ama ihanet konusuna bu yazımda girmeyeceğimi söylemiştim, biz dikkatimizi dağıtmayalım) Er kişi, bu romans ortamından kendince anlamlar çıkarıp beklenti içerisine girerse, hüsran kapıda bekliyor demektir. Dişi kişi şefkatini alır, arkasını döner ve gider. (Bazen de sırtını döner, uyur)
Erkek "Ulen o da istiyor gibiydi.. Ben nerde yanlış yaptım, ters bişey mi söyledim?" diye düşünedursun, eğer bu beklentisini dile getirirse 'abazalık' ve 'aklı fikri sekste olan bir sapık' olmakla suçlanır kadın tarafından. Sanki seks güdüsü sadece erkeklere mahsusmuş gibi... Kadının hormonları yokmuş gibi...
Asıl mesele şudur: Kadınlar ne istediğini bilmez ve kendi kendilerine işkence ederler. Üstüne üstlük bu kaotik psikolojiyi de gizleyemezler. Zavallı erkekler de bu bilinmezlik içinde kaybolup giderler. Halbuki bu kadar tantanaya ne gerek var yahu? Hiç işte.. Maksat olaya bir gizem katılsın... Alttan biri kapris versin, kadın coşsun.. Erkekler sürünsün, kadının da başı göğe ersin!!
Gençliğini böyle tüketmiş kadınların bir kısmı menopoza yalnız girerler. (Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste) Kimisinin eşi hiç olmamıştır, kimisinin eşi ise onları terketmiş gitmiştir. Artık 'ahlak öğütleri' verme ve 'gençlerin serbest ve kaypak tavırlarından şikayet etme' zamanı gelmiştir bu tiplerin. Onların ruh halleri ve düşünce biçimlerini de bir başka yazıda inceleriz artık...
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.517 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
HASRET
Gel bitanem kulağıma birşeyler fısılda..
İllaki aşk sözcükleri söylemen şart değil..
Öyle bir cümle kurki ..
Hep beynimde uğuldasın..
Düşüncelerimde seni bana anlatsın..
Gel sana sıkı sıkı sarılayım,
Kokun içime sinsin...
Çıkmayacasıya sinsinki...
Gözlerimi kapayıp hasretle anarken seni..
Ten kokun tesellim olsun acılarım dindirsin..
Gel seni bir kerecik öpeyim,
Belki bir daha görüşemeyiz sevdiceğim..
Öyle bir öpeyimki..
Sıcak dudakların zar'ı dudaklarımda kalsın..
Kalsınki...
Soğuk yalnız gecelerimde düşlerken seni...
Azar azar sensizlikten yok olan bedenimi ısıtıp yaksın...
Osman Taplamacı
<#><#><#><#><#><#><#>
SEVME BENİ
Sevme beni,
Karmaşıklardasın,
Karmaşık sevdalara salma beni,
Ben olmayan seni sevdim..
Sen sevme beni..
Sevme beni,
Duygularımın engin dağarcıklarındayım,
Bilinmez sevda harlarındayım..
Dipsiz kör kuyu karanlıklarındayım,
Ben deli seni sevdim,
Sen nolur sevme beni..
Sevme beni...
Ulaşılmaz duygularımdan,
Arzu dolu heyecanlarımdan,
Sonu olmayan sevdalarımdan..
Bağlanma korkularımdan
Çek al..
Ben seni pervasız sevdim..
Sen sevme beni..
Osman Taplamacı otaplamaci@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Memleketimin insanları...
"Dostum bana bi tane Yüzüklerin Efendisinin çocuk versiyonundan verir misin ?" Yanımdaki adam korsan VCD'ciden Harry Potter'i isterken )
"SSK gözlüğü yazılır. Tansiyona şekere bakılır. Kurban kesilir..." Gebze'de bir eczanenin camından...
Aksaray'da bir lastikçinin vitrininden : "Vindovslu aletle rot balansı yapıyoruz..."
"Kartuş ve kolonya doldurulur." Eskişehirde bir dükkanon camından...
"Burada adam olana, edebiyle konuşana hizmet
verilir..." Eminönünde bir bakkalin camindan...
İzmir'deki enterasan bir kuaförün devasa afişindeki
gaz verici cümle : "Bir fön neyi değiştirmez ki !..."
Bir kırtasiyenin camından : "Patlayan top geldi !..."
Kocaeli Hereke'de Y.Y.B.F. karşısında kendi halinde bir bakkalın
camından: "Penguen Yemi bulunur !"
Kadıköy çarşıda yanımdan geçen bir adam yanındaki
diğer adama : "Abi ! Robinson'daki de eşeklik aslında, niye Cuma ile samimi oluyor ki ?!..."
Kadıköyde bir duvar : "Reşat, lütfen buraya park yapma !..."
Kaş'ta Dogan görünümlü bir Şahin'in arka camından : "The Anatolian child does not eat these feet !..."
"Geçmiş olsun, buraya kadar frensiz geldik !..."
İşe gelmek için bindiğim dolmuşun şöförü, son duraga geldiğimizde sırıtarak...
Yaşlı teyze : Evladım sağda mübarek bir yerde
indirirmisin ?!...
Minübüs şöförü : Az ilerde Camii var, seni orada bırakayım teyze...
Adana'da belediye otobüsünde ön ve arka kapıda görevli
2 muavin arasında geçen diyalogdan :
Muavin#1 : Durakta inecek var mı ?
( yolculardan ses çıkmaz )
Muavin#2 : Olumsuz !...
Eskişehir'de bir belediye otobüsü :
Biletçi : Arrrrka tamammm, kapat arkayı !
( bir teyze arka kapıya sıkışır )
Biletçi : Karı sıkıştı, aççç kapa !...
Otobüs Şöförü : Paso lütfen !...
( ben pasoyu almak için cüzdanıma davrandığımda... )
Aynı Şöför : Varsa gösterme !...
<#><#><#><#><#><#><#>
Yakışmış ama di mi?:-))
Yukarı
|
Fındıklı Rotaract Kulübünün organize ettiği, organizasyonun tüm gelirinin deprem bölgesindeki öğrencilere kitap ve kırtasiye malzemesi yardımı olarak gideceği "Yaz Partisi" - 16 Ağustos 2003 Cumartesi, 21:00-04:00 saatleri arasında Open House - Maçka da yapılacaktır. Lütfen daha detaylı bilgi almak için yazpartisi@mynet.com adresine adınızı soyadınızı ve telefon numaranızı belirten bir e-posta gönderiniz.
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://kapsamli.tripod.com/
Bilgisayar Nasıl Bozulur? Bilgisayarınızı, direkt güneş ışığı alabilecek bir yerde kullanın. Yakınlarda kalorifer veya benzeri bir ısıtma cihazı da bulunursa iyi olur. Ortamın nemli olması, olaya ayrı bir anlam katacaktır... :)) Çok kapsamlı olmayan amatör bir web sayfası olmasına rağmen editörü tebrik ediyorum.
http://www.sonypictures.com/movies/meninblack/shockwave/mib2_infestation.html
"MIIB" Men in black 2 adını verdikleri fakat 80'li yılların atari çılgınlığı döneminde dobişko adıyla zihnimizde yer edinmiş olan dos tabanlı oyunun flash versiyonu. Hoş olan tarafı bu oyunda kahramanımızın hareket hızı, eskisine oranla daha hızlı.
http://clevermedia.com/game.cgi?hyperjet
Online oynayabileceğiniz bir araba yarışı adresi veriyorum sizlere. Obje dizaynları biraz uçuk olsada eğlenceli olduğu kesin. Yarışma sonrası yüksek puan aldığınızda sıralamaya girmeniz ve isminizin listede yayınlanmasıda cabası. iyi eğlenceler.
http://www.cqql.net/bmw.htm
"Bmw isetta". Nedir bu bilen varmı? ...It is in terrific condition... vibrant red and white, complete with interior and exterior racks, trim rings around the original BMW hub caps, original BMW locking gas cap, and a sun visor. The gearshift is on the left, which takes a little getting used to... Ben böyle bir şey görmedim dememeniz için önden buyrun.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Mail Box Dispatcher v1.00 [533k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106834
Benzeri birçok program önermiştim. Hala ihtiyacı olanlar için bir tane daha. E-maillerinizi sunucudayken kontrol edip, belli kriterlere göre eleyip, silebildiğiniz, sadece istediklerinizi mail programınızla alabileceğiniz bir program. Küçük olması bir avantaj. Kontrol ederken hiçbir mesajınızı silmediği için önemli mesajlarınızın kaybolması gibi bir sorunla karşılaşmazsınız. Herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|