KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 323

 15 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Sınırları yıktık!...


Merhabalar,

İşi gücü bıraktım televizyon başındayım kusura bakmayın. Amerika'daki elektrik terörünü seyrediyorum. 11 Eylül'den sonra yeniden topyekün bir yürüyüş sözkonusu. Hava karardığında elektrik gelmezse başlarına gelebileceklerden korkuyorlar haklı olarak. Panikteler ama tepeden aşağıya herkes geçmişten ders almış görünüyor. Sistem tıkır tıkır işliyor. Belliki hazırlanan senaryolarda bu türlü bir olasılıkta yer almış. Ekrana çıkan tüm yetkililer duruma hakim, ne söyleyeceklerini adeta önceden ezberlemişler.

Bu görüntüler eşliğinde insanın güzel memleketimi hatırlamaması olanaksız. İki gün sonra 4. yılını anacağımız büyük depremin ardından geçen süre içinde neler yaptığımızı düşünüyor insan. Mahalle parklarına konan turuncu kutulardan, deprem tahmini için medyumlara aktarılan paralardan başka neler yapıldığını merak ediyor insan. Tek çivi çakılmamış okulları, hastahaneleri, güçlendirilmemiş bağlantı yollarını hatırlıyor kahroluyor insan. 2 gün sonra gene çıkıp uzun uzun söylev çekeceklerin olası deprem vuku bulduğunda ne halt yiyeceklerini tahmin edip karalar bağlıyor insan. Önce insan, önce can diyecek yöneticiler arıyor insan. İnsan yerine konmayı bekliyor insan... N'apsın?

............

Kahve Molası yeni yayın döneminde yeni yazarlar, yeni bölümlerle zenginleşmeye devam ediyor. Bugün de kütüphanemizi açmaktan mutluluk duyuyorum. Kütüphanemizin olağanın dışına çıkması için gayret ediyoruz. Sevgili Ebru Kargın'ın katkılarıyla sürdüreceğim bu çalışma sonunda kısa sürede oldukça geniş ve ilginç bir kütüphaneye ulaşmayı planlıyorum. İncelenmesini arzu ettiğiniz yazar ve kitapları bizlerle paylaşırsanız daha hızlı yol alabiliriz. Sırada gezi yazılarımızı ve şiirlerimizi bir düzene sokmak var. Sırasıyla bunları halledip yeni bölümlere yer açacağız. Bugün bir başka teknik yeniliğe daha kavuştuk. Bundan böyle Kahve Molası 51KB ile sınırlı olmayacak, yani sınırları yıktık artık. Dilediğimiz kadar uzatabilecek, bazı tatları yarıda kesmek zorunda kalmayacağız. Tabiki sizleri sıkmadan, hoşça vakit geçirtebilecek bir yapı ve uzunlukta olmasına herzaman olduğu gibi gayret ederek. Hepinize mutlu, huzurlu, elektrikli, pırıl pırıl bir hafta sonu dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Önce benim, ardından Kahve Molası'nın tatili bizleri epeyce ayrı bıraktı. İlk olarak ağustos ayının herkesin tadını doya doya çıkaracaği bir 'ay' olmasını diliyorum. Zaten 'ağustos' yaz mevsiminin en güzel ayıdır. Zira sonbahar duygusu öncesi, tatildekiler için deniz,güneş ya da alternatif programlar, şehirdekiler için insanı oldukça zorlayan sıcak ve nemin biraz olsun azalması bence bu ayın en önemli özelliklerinden birini oluşturuyor.

Şimdi sizlere biraz tatilimden, dolayısıyla da Bodrum'un bu yıl beni çok üzen durumundan sözetmeliyim. Bodrum derken, yaklaşik 10 yıldır ailece bizde önemli bir yaz ritüeli haline dönüşen Gölköy ya da yeni adiyla Göltürkbükü beldesini kastediyorum. Oğlum 9 aylikken tanıştığımız bu şirin ve bizim için bu özel yer, bu yıl kimliğini kaybetmenin eşiğine gelmiş... Oysa, eski bir balıkçı köyü halini, salaşlığını, yalınayak dolaşabilme durumunu, sabahın erken saatlerinde gelen balıkçı teknelerinden aldığımız balıklarin lezzetini, şimdi hepsi sevgili dostlarımız olan Sultan Motel ailesini, mandalina bahçelerini sevmiştik. Aradığımız asla konfor değildi, billur gibi bir denizde balıklarla yarış etmek ve bu sadeliği yaşamak en önemli keyiflerimizden biriydi. Çok şükür orada sadece kalan Sultan Motel ve ailesi, otellerindeki aile havasini, Gölköy'ün kirlenen atmosferine karşın koruyorlar... Şimdi Gölköy'de balıkçi tekneleri yok, zira lüks tekneler epeyce yakınımıza demirleyip, Havana, Tampa gibi 'inn'!!! plajlarda tecno müzik eşliğinde tatillerini yapiyorlar.Tabii eğlenceler gece saatin 3'üne kadar devam ediyor. Bu arada fiyatlar korkunç artmış, yemekler lezzetsiz, çiftlik levreği ve çipurasi dışında balık yemek isterseniz küçük bir servet ödemeniz gerekiyor. Özetle herşey 'yerli turistten elde edilen rant' haline dönüşmüş. Hatta uçak seferleri bile, uçağin yarısına bir perde çekilerek 'business' bilet olarak satılıyor. 1 saatlik yolculuğu 'business' uçarak tatile gidiyorsunuz!!! Neyse...

Şimdi biz bu kirlenmeye üzülürken, bundan 2 yıl öncesine kadar bizlerle arkadaşlik eden balklarin hangi koylarda olduğunu merak ediyoruz, onlarla buluşmayi istiyoruz. Yerlerini bilen bilen var mi?

Bu arada tatilde okuduğum kitaplardan sizlere sözetmek istiyorum. Tuna Kiretmitçi'nin 'Git O'na kendini çok sevdirmeden' tam bir tatil kitabi. Anlatımı yalın, geridönüşlerde kurgusu gayet iyi yapilmiş duygusal bir roman hatta hoş bir senaryo tadı var. Diğer roman ise Hamdi Koç'un, 'Erkekler Melek Olur', uslubu keskin, güçlü gözlemler barındıran hoş bir içselleşme yaşıyorsunuz. Bu arada Grange'in her üç kişiden birinin elinde olan 'Kurtlar İmparatorluğu' ise tam bir 'best seller' özellikleri taşiyor.

İstanbul ise şu günlerde öncelikle bienale hazırlanıyor. Yakından takip ettiğim bu önemli olayı eylül ayinda sizlerle adım adım paylaşağim.

Sevgilerimle,

Zeynep Özbatur

Yukarı

Yankı Yazgan

 İnsan'ca : Yankı Yazgan


   Çocuktum, obsesiftim...

1. Obsesif olunmaz, obsesif kalınır...

Çizgisel Yankı'lar Üç yaşındaki çocuklara bir bakın, ağzının kenarına bulaşan yağdan rahatsız olmayanını bulana ödül var. Oyuncaklarının onun kafasına göre olan düzenini bozun bakalım, cesaretiniz varsa.Tertip ve intizama olan merakları dorukta olan bu çocuklar büyüdüklerinde nereye gidiyorlar? Prefontal korteksin müthiş bir büyüme hamlesi geliştirdiği o yıllarda, her şeyi bir sınıfa sokmak, görülen her nesnenin yaşanan her dakikanın adını ve anlamını repertuvarımıza kaydetmek için obsesif olmayıp da ne yapsak? Hayatın giderek karmaşıklaştığı dönemlerde, hayatı anlamakta zorluk hissettiğimizde, elimizdeki mevzilere sıkıca sarılmamızın ilk provasını bebeklikten çocukluğa geçiş yıllarımızda yapıyoruz. Hayatın korkutuculuğunu ilk hissettirmesi ile birlikte... Bu dönemin obsesif stilini bir türlü bırakamayanlar, hayat boyu aynı stille devam etmeyi, öyle kalmayı, ya da sıkıştıklarında öyle olmayı “tercih” ediyorlar. Her şey “hep öyle” ya da “hep böyle” kalsın diyenler , obsesif kalıyorlar. Nedeni? Nedeni uzun hikaye, ama kuşaklar boyu aynı obsesif stile sahip en azından bir birey bulundurmayı “âdet” edinmiş bir aileye mensup olmak, desek... “Genetik belirlenim” demenin bir başka yolu işte.

2. Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm...

Dört yaşına gelene kadarki hayatımıza hükmeden korkular, sonrakilerin “giyinmemişi” sayılabilirler. Tehlikenin kucağına atılmamak için elinden geleni yapanların bir kısmı, bildik ve emniyetli saydıklarından ayrılmamak için bir şeylere “takılmayı” dener. Uyku vaktinde, mesela... Uyumamak için direnen çocuklar, takıntılarını uygulamaya sokarlar. Yatmadan önce söylettirilen marşlar, bir masal, iki masal, üç masal... Bitmek bilmeyen ayrılık merasimleri... Hiç yatmasam, n’olur sanki? Yattığımda sonrada kalktığımda, yattığımdaki gibi bir dünyaya kalkabilecek miyim?Hayat bıraktığım yerden devam edecek mi? Bu soruyu açıkça sormayan bir çocuğun, sorusunun “doğru” cevabının ürkütücülüğünü hissettiğini, ama kelimelendiremediğini düşünüyorum.

O ürküntünün verdiği dehşetle, ne yaptığını bilir mi insan? Çocuk açısından güvenliği tehdit edilen her şey, bir takıntı sebebi sayılabilir. Güvenliğinin gerçekten ne kadar sağlam olduğunu anlamak zorundayız. Ah, elbette, obsesifliğin tehditleri önleyici ya da güvenliği sağlayıcı bir yöntem olarak işe yaramazlığı aynı mesele. Ama, ya bildiğiniz bir rahatlama yolu yoksa obsesifleşmekten başka?

3. Güvenli kucaklar...

Felaketlerden kaçmanın en güvenli yolu, güvenli kucaklara sığınmak... Daha bebekken aldığımız “ders”ten yararlanmayı sürdürenlerimiz, kucaktan hiç inmemeyi veya kucağa hiç çıkmamayı seçenler olarak ikiye ayrılabilir. İki durumda da senaryo aynı aslında: Korkunun yönettiği bir hayatın öznesi olmak, kaderine pek elleşmeyen birisi olarak kalmak... Obsesif-kompulsif çocukların hayatlarının başka dönemlerinde, o tutuk, takıntılı hallerinden kurtulduklarında, hiperaktifleşmeleri senaryonun öbür tarafına geçmek gibi: Çok kontrolden hiç kontrole...

4. Yaprak toplayarak...

Hiç yaprak bırakmamacasına koşturuyor sokak aralarında, bahçeden bahçeye... “Bir tane bile kaldıysa, söylemesi bile zor, çok kötü şeyler olabilir. Kime mi? Anneme tabii ki... Onu önlemek için topluyorum şehrin bütün yapraklarını şehrin.” Uykusuz, susuz, eksiksiz, ne kadar yere düşmüş yaprak varsa, o kadar yaprak toplanmalı. Kendini yok edercesine bir takıntının peşine takılan herkes, bir felaketi, kendisinin ya da en sevdiği ve en kızdığının başına gelebilecek bir felaketi önlemek çabasında. Bir çocuk bunu ne kadar söze dökebilir ki? “Geceleri yaprak toplamaya ara verdiğimde, gidip annemim yüzüne krem sürüyorum. Kırışıklıklar kaybolsun diye... Saçlarını da boyamak istiyorum, tek bir beyazlık kalmacasına.”

5. Fazla sıkı tuttuysan hayatın elini...

Hayat ile ilişkimizdeki tarzımızı, çocukken annemizin elini tutuşumuza benzetiyorum. Kimimiz sımsıkı yapışıyoruz, hiç bırakmamacasına... Kimimizin tutuşu ise, her an kurtuluverecek gibi, gevşek, iğreti. Güvenli, ne zaman tutacağını, ne zaman biliyor gibi gözüken çocuklara bir yandan imrenerek... Hayatın elini fazla sıkı tutmaya (obsesif-kompülsif) bozukluk denilebilir mi?

6. Sevmek bir takıntı mı?

Ne iddialı bir soru bu... Tabii ki, sevmek bir takıntı. Ama, sevmek bozukluk olan takıntı mı? Allah aşkına, bu sorunun cevabının ne önemi var; nasıl olsa kimse aşktan iyileşmek istemez ki...

7. Sofra krizi...

Masada hep aynı yerde oturur. Tabağının ortasında iki kaşık, ne bir eksik, ne bir fazla, iki kaşık patates püresi. Üstüne bir köfte, bir pirzola... Her öğle saatinde dedesi ajans dinlerken, o da sofradaki yerini alır. Yemek öncesinde, abdest alırcasına bir titizlikle, içinden bir şeyler söylene söylene, tırnağından dirseğine elini-kolunu yıkar. İşin sırasını bozacak bir ses, kapının zili mesela, onu çıldırtmaya yeter. Isırsa birilerini, ya da kendi kollarını, en iyisi...O ısırık, ancak, düzenin bozulmasının yarattığı öfkeyi yatıştırmaya yeter... Senin sofrada oturacağın yere, yediğine içtiğine karımaya başladığında, alır doktora götürürsün. Her sofra krizinden sonra, ağlamalarına dayanamaz, dediklerini uygulayacağına söz verirsin. Hep bir şeyler eksik kalır, onun istediklerini bir türkü tam yapamazsın. Ona giderek daha çok kızarsın. O da, sana kızar. Anlaşılamadığını düşünür. Sende anlaşılamadığından yakınırsın.

8. Hayatı hissedemeyen çocuk...

Hayat sahici mi? Öyle değilmiş gibi geliyor da...Temiz ama temiz değilmiş gibi... Her hazırlığı tamam, ama hiçbir hazırlığı yokmuş gibi... Yapılanlar sanki yapılır yapılmaz, eylem-hafızamızdan siliniyor. Hiçbir iz bırakmadan kayboluveriyor. Her yaptığımızı tekrar tekrar denetlemek, yaşananları hiç olmamış gibi algılamak, yapılanların devamlılığını ancak yapıldığı anla sınırlamak... Devamlı aynı şeyleri yapmak. Belleği birkaç basamaktan geriye gitmeyen ve söz tutmayan bir bebek belleği haline getiren bu sürece, bir çocuğun dayanması zordur. Yaşadıklarının sahiciliğinden hep şüpheye düştüğünde, yaşananları doğrulamaktan başka bir çare bulamayan çocuk, ısrarcıdır. Yaşayabilme telaşındadır. Bu günden ayrılmak istemez, bu gün ya da bu an, daha telaffuz ederken kelimeleri, geçmişte kalıverir. Bugün olarak bellediği bir geçmişe tutunan çocuk, tutucu ya da ilerlemeyi önleyici bir “siyasi” pozisyonuna sürükleniverir.

9. Dikkat dağılır ve toparlanır...

Obsesif bir çocuksanız eğer, dikkatiniz toplandığında dağılamaz. Nereye takıldınızsa, orada kalır. Dikkat dağınıklığı olan bir çocuksanız, dikkatinizi toplamanız zordur. Obsesif çocuklar, tedavi edildiklerinde, bazen o an’a tutsaklıktan kurtulmanın coşkusuyla, kontrolünü tümüyle bırakıverirler. Hareketli ve takıntılı olmak çelişkili gözükebilir. Kontrolsüzlüğün bir şekli “çok kontrol” ise, diğeri de “hiç kontrol”.

10. Edebiyat gençleştirir...

Çünkü hayat söz ile zapt edilebilir. Bir yazar (Leyla İpekçi), Hürriyet’te yayımlanan bir röportajda diyor ki: “Edebiyatçı olmadan önce daha yaşlıydım. Çünkü hayat daha hızlı akıp geçiyordu.” Söz kullanma becerisinin gelişmesi, çocuğun hayatı ve zihni üzerindeki kontrolünü arttırdıkça, hayatı yavaşlatır. Söze dayalı beynimiz, sözsüz beynimizden daha ağırdan alır süreçleri. Hayatın hızına ayak uydurabilmek, hayata kaybolup gitmemek için ihtiyacımız olan bir yavaşlamadır bu. Bir bakışla karar veren sözsüz yanımızın süratini kesen sözlü yanımız, obsesif oldukça işi hayatı durdurmaya vardırır. Hayatın durmasını, hayatın bitmesi gibi görenler de olacaktır. Obsesifliğimiz depresyonla “taçlanır”. Korkular biter, hayat durduğu için. Hayatın tekrar hızlanmasında neler olacağının korkusu, çocuğun içini kaplar. “Tedaviye direnç”, korkunun aldığı son şekilde başka bir şey olamayabilir. O sırada çekilecek bir fonksiyonel manyetik rezonans, sol hemisferde artmış kan akımının kaudat çekirdekte yoğunlaştığını gösterebilecektir.

Yankı Yazgan
yanki@kahveciyiz.biz

Yukarı

Osman Günay

 Marmaris Balıkçısı : Osman Günay


   Ben Bodrum'dayken..

Hemen öyle başlığa bakıp ta " Oo Osman Baba, Bodrum-modrum bu zamanda, "biç-klap" lara mı takılıyorsun, yoksa barlarda "hoop haydi eller havaya" durumu mu var diyenler varsa, peşin söyleyeyim "hiç işim olmaz !!!".. Bendenizin yaz ortasında Bodrum a gitmesinin esbab-ı mucibesi sadece deniz, yelken ve yarıştır genellikle..

Sevgili arkadaşım İsko Kaptan telefon edip te davet edince "Gant Kupası 2003"isimli yarışa, ben de memuriyetten izin alıp bir kaç gün, hem pasları, hem kurtları dökmek üzere Bodrum yollarına revan oldum.. Teknemiz iddiasız bir standart Janneau yelkenli, 37 foot, Bodrum da mukim, mürettebat 3 kişi sadece; ama üçümüz de hem eski arkadaş, hem iyi dost, hem de üçümüz de ayrı ayrı kaptan ve tekne sahibiyiz.. Sevgili Barış Kaptanın dedği gibi "Asrın ekibi" durumundayız yani.. Etrafımızda bir yarış havası esiyor, Bodrum kokteylerinde hanımlar giysilerini ve giysilerden açıkta kalan geniş alanı gösterirken herifler "yeni balon" "Hi-tech yelken" "oradan eserse-burdan kaçarsa" gibi bitmez ve tükenmez, üstelik doyulmaz yelken ve yarış muhabbeti yapıyorlar..

Neyse biz üç kafadar kayığı hazırlayıp ufaktan kumanyayı toparladık.. Sabah ta start hattına vasıl olduk.. Bir deneme yapmak, akşam kokteylinin ağırlığını atmak üzere yelkenleri basıp iki volta atalım dedik.. Gel gör ki; ne ana yelken yarıdan fazla açılır, ne de cenova şıpır-şıpır terletmeden kapanır durumda.. Biraz bakımsız biraz da üvey evlat gibi kalmış sevgili "Papalina" .. Neyse bizi bozmaz böyle şeyler, biz yarış havasına girmişiz, bir de "bu sefer sıkıp kasmadan keyif yarışı yapacağız, dönüş yolunda sırtı çeker, bira yudumlarız" durumunda olduğumuzdan ne stres, ne de "yarış hırsı" var... Tabii bu havayla starta 20 dakika geç kalıp, bir o kadar zamanı da direk tepesinde geçirince ekip biraz demoralize oldu.. Ama startı alıp birkaç tekneyi sollayınca, Kos kanalında da güzel rüzgarla yürümeye başlayınca keyfimiz yerine geldi.. Bir de kanalda "afala" cinsi neredeyse 2,5-3 metre bir yunus ta ziyaretimize gelince, ne trim ne dümen düşünmeden boşlayıp, başüstünden yunusa sevgilerimizi, iyi dileklerimizi yolladık. O da bize "truvakar" dönüşlerle gülümseyip, başarı dileklerini yolladı, ardından da iki hoplayıp uzaklara yöneldi yeniden... Onca tekne arasından bizi seçmesini bir işaret kabul edip hemen biralara sarıldık biz de....

Neyse Kos etabı bitti, Kos marinasına sıra sıra dizildik.. Duşlar yapıldı ve akşam yarışçıları ağırlama hazırlıkları başladı.. Ben şöyle bir uzaktan baktım, mangallar yanmış, Uzo ve Reçina, ayrıyetten yunan şarabı stokları tamam ama, hem floresan aydınlatma, hem de etrafı "cinayet mahalli" bantlarıyla çevrili bir alan ayrılmış parti için, orkestra hazırlığı da "haydi eller havaya" durumuna doğru gidiyor.. Hemen oy birliğiyle karar alıp ufaktan şehire doğru bir yürüyüş, ilk taksiye biniş, ve arkadaşlarımın bildiği bir restorana doğru hareket... Restoranımız adanın biraz içlerinde, "turiztik" olmayan, bir türk lokantası.. Türk lokantası ama İstanbul da eski Koço, ya da Todori havasında, bamyası, kızartması ve köftesi meşhur, caciki, börek ve Kos mamulatı uzo, kızarmış peynir gibi mezelerle hem karnımızı doyuruyor hem de etrafa bakıp şaşırıyoruz.. Nasıl şaşırılmasın, sanki İstanbul dayız ama 25 sene önce.. Kadınlı-erkekli grekler-türkler kolkola, yanyana "yassu" deyip hem içiyor hem muhabbet ediyorlar.. Türkçe ile Yunanca karışmış, mezelerin, yemeklerin ve kültürün karıştığı gibi, hem barışçı, hem insanca bir hava hemen hissediliyor.. Patron da Yaşar diye bir türk asıllı, adalılar için, "Adanın yerlisi biziz, yunanlılar gelmeden önce de bizler burada yaşıyorduk" diyor, ama tatillerde mutlaka Türkiye ye gittiğini söylemeyi de ihmal etmiyor..

Karnımızı güzelce doyurup, Yaşar ın tavsiye ettiği komşu dükkan mamulatı "domates" reçellerini de kaptık, günün yorgunluğu ve uzo gözkapaklarımıza çökmüşken taksiye atlayıp teknemize vasıl olduk... Domates reçeli deyip geçmeyin, nasıl yaptıklarını öğrenemedik ama sabahları kahvaltıda pek hoş oluyor, bir de içine bademler fıstıklar koymuşlar karanfil eşliğinde, hani "yeme de yanında yat!!".. Size şu "Arabın yeri" nin adresini, de vereyim, Kos a giderseniz ıskalamayın derim ben.. Yarışın geri kalanını da sonra yazarım belki... Hoşçakalın, Marmaris ten mavi-laci selamlar...

Ps. Restoranın adresi Platanio Br Memis tel 242 28442 Kos

Osman Günay
osmangunay@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Hariçten Gazel Okuyan Kahveci: Sait Elibol


Tayvan Gezisi

Bizim Cankuş yıllar önce Tayvan'a beş günlük bir iş gezisine gider.(burada gezinin Tayland'a değil Tayvan'a olduğu vurgulanmalı) Gezinin iş tarafını her nasılsa(!) bir günde bitirdikten sonra kalan üç dört günü de Singapur ve Hong Kong'ta geçirir. Hong Kong'tan dönüş için uçağa biner. Gerçek (!) bu ya, uçaktaki yolcuların üçte biri Yahudi, üçte biri Türk, üçte biri de Yunanlıdır. Kalan bir kişi de bizim Cankuş.(!) Nasıl oluyor derseniz basit bir matematik hesabı. Üç tane 1/3= 0.99 yapar, Cankuşla bire tamamlanıyor. (Cankuş Türk değil mi diye sorarsanız, o şahsına münhasır birisidir derim)

Her neyse biz konumuza dönelim. Cankuş on beş kişiye ayrılmış business'te oturan beş kişiden birisidir ve yanında da çok güzel bir sarışın oturmaktadır. (burada onbeş kişilik yer varken iki kişi nasıl yanyana otururlar diye merak ederseniz Cankuş'a sorun derim) Uçak kalktıktan birkaç saat sonra cockpite doğru bir koşuşturmaca başlar, hostesin biri girer,biri çıkar, velhasıl anormal bir durum vardır. Daha sonra Cankuş'un yanındaki sarışın hatun cockpite davet edilir, birkaç dakika sonra sarışın hatun elinde küçük bir Kur'an-ı-kerim'le cockpitten, 'Allahım sen bizi kurtar' diyerek çıkar. Cankuş hemen 'Hanfendi neler oluyor?' diye sorar. Hatun da 'Uçakta yangın alarmı var, Yeni Delhi'ye zorunlu iniş yapmaya çalışacağız' der. Uzun ve meşakkatli bir çaba sonucu uçak Yeni Delhi havaalanına bir sürü itfaiye aracı eşliğinde iner ve her iki yanında bu araçlarla beraber pistte 5 km.(!) kadar gider.

Uçakta yaklaşık 4-5 saat mahsur kalınır, bu sırada uçağa köpükler sıkılır, çeşitli aksiyonlar falan derken uçak tekrar havalanır. Birkaç saat daha gidildikten sonra aynı olaylar tekrar eder, gene cockpite doğru yoğun hostes trafiği vs.. En son sarışın hatun tekrar cockpite çağrılır. Bu arada sarışın hatunun bir havayolu firmasında genel müdür olduğu öğrenilir. Hatun bu sefer bir elinde Kur'an-ı-kerim, bir elinde viskiyle çok daha telaşlı bir şekilde cockpitten çıkar. Bu arada bizim Cankuş duruma müdahale ederek hem Kur'an-ı-kerim hem de viskinin birlikte olamayacağını, birini seçmesi gerektiğini hatuna söyler. Bir panik, bir telaş derken bir anons uçağın aynı arıza sinyalini tekrar verdiğini ve Tahran'a mecburi iniş yapacağını söyler söylemez aniden yolcuların 0.33'ünü teşkil eden tüm Yahudiler ayaklanarak itiraz ederler ve 'Bu uçak Tahran'a inemez' diye bağırmaya başlarlar.

Cankuş bu sırada işlerin iyice sarpa sardığını anlar ve uçağın emir-komutasını almak üzere kendisi gibi otoriter görünüşlü bir Yunanlıyı gözüne kestirerek yanına yanaşır. Bunlar hemen ortalığı sakinleştirmeye başlarlar ve bu sırada Cankuş kararsız kalan pilotla bir an için gözgöze gelir. Cankuş elini 45° açıyla ve sert bir şekilde sallayarak 'Bassssstır Ankara'ya' diye gür bir sesle pilota talimat verir. Uçak hemen burnunu Ankara'ya doğru çevirir ve ortalık biraz durulur. Derken biraz sonra Ağrı dağı karşıda görünür (burada Cankuş iki elinin orta parmaklarını konik şekilde havada birleştirerek Ağrı dağının yüceliğini vurgulamaktadır). Pilot tekrar Cankuş'a karar için döner ve Cankuş tekrar gür bir sesle 'Solundan geç, sağ tarafı rüzgarlı olur!'der. Ağrı dağının sol tarafından geçen uçak Ankara'ya doğru yaklaştığında bu sefer Yunanlı Ankara'ya itiraz eder ve bunun sonucunda uçak Ankara'ya yaklaşınca Ahmet yine elini sert bir şekilde ileri doğru uzatarak ''Konstantinopol'ün ışıkları göründü, baaasssssssss Konstantinopol'e!'' der ve sonunda uçağın Atatürk havalimanına sağ salim inmesi sağlanır.

Öykünün sonunda Cankuş'u doldurup gaza getirmek için 'Yahu galiba senin eve daha yakın diye Sabiha Gökçen'e inmemiş miydiniz?' diye sorduğumda bizim Cankuş tufaya gelir mi! Hemen 'Hadi len, o zamanlar daha Sabiha Gökçen yoktu!' deyiverdi!

Sait Elibol
elibol@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Komikçi Kahveci : Turgut Ankara


VUSLAT İLE FERİT BALIK AVINDA

-Abiiiiiiiii!!!!
-Ne var lan gene?
-Balık avlamaya gidelim mi?
-Niye?
-Akşama balık yaparız, hem yanına da bir ufak aldık mı?
-Fena fikir değil aslında.
-Nereye gideceğiz peki?
-Arnavutköy'e gidelim, oradan iyi çıkıyormuş.
-Olta filan alacağız, bir sürü masraf şimdi.
-Yok, orada kamış kiralıyorlar.
-Tutmam oğlum ben öyle kamışla falan. Yumuşak vuslat dedirtmem kendime.
-Ne alakası var ya?
-Ben misinayla tutarım, sen öyle istiyorsan onunla tut.
-İyi tamam, çapari falan alalım orada pahalı olur.
-Kendi çaparini kendin yapsana oğlum.
-Nasıl yapayım abi ben çapariyi.
-Ferit hiç bir şeyden haberin yok ha.
-Tüyü filan nereden bulacağız şimdi.
-Müstesna teyzenin tavukları var ya, onlardan yolarız.
-Öldürür valla bizi.
-Beş dakikada hallederiz. Zaten kadın bastonla geziyor, yakalayamaz bizi.
-Ama o bastonu ne biçim kullanıyor, ben daha unutmadım.
-O zaman sinirli bir haline geldik herhalde kadıncağızın. Yoksa ben bir şey demedim.
-Daha ne diyeceksin kadıncağıza. "Baston kocandan mı yadigar kaldı teyze, elinden hiç bırakmıyorsun" dedin ya.
-Ne var lan bunda?
-Bırak Allah aşkına ya, kadın samuray gibi kullandıydı valla bastonu.
-Yakalanmayız bu sefer, korkma sen.
-Ben kapıda beklerim, valla sen yolarsın tüyleri.
-İyi tamam, gel.

(Müstesna teyzenin bahçesi.)
-Geh bili bili, geh bili bili...
-Hadi abi, çabuk ol.
-Bekle iki dakika.
-Aha yakaladım.
-Hadi.
-Eşşek sıpaları, ne yapıyorsunuz bakiyim orada?
-Allaaaah kaç abi, geliyor.
-Ulan nasıl da duydu kadın, hayvanlara dinleme aletimi takmış ne?
-Gelin lan buraya, kaçmayın.
-Bastonu cilalımışsın Müstesna teyze!
-Eşşek sıpaları sizi, gösteririm ben size.
-Allah, kafam.
-Ne oldu Vuslat abi?
-Ulan kadına bak, ta nerden kafama oturttu bastonu.
-Valla kötü gelmiş, acayip şişti.
-Ulan bu kadın eskiden cirit takımında filan mıydı? Ne biçim attı koca bastonu.
-Aldın mı tüyleri?
-Başlıyacam tüyüne. Biz kafayı yardık, sen hala tüy peşindesin.
-Sen dedin, ben kendim yapacağım diye.
-Tamam hadi fazla konuşma, gidelim ben orada yaparım oltamı.

(Bebek sahili)
-Abi ben bir olta kiralıyım geliyim.
-Bana da iğne ile misina al.
-Tamam.

(Ferit malzemeleri alır. Vuslat oltasıyla uğraşırken Ferit'te balık tutmaya başlar.)
-Nasıldı lan bu. Hah bunu üsten alacağım, şunu altından. Tüyü de araya sokayım. Şu uçtan çektin mi hooop... Ana açıldı lan, bu olmadı.
-Abi bak ben iki tane daha tuttum.
-Dur oğlum, karıştırma kafamı.
-Bir de şöyle deneyeyim. Bunu üstten alalım, buradan alttan birdaha. Alttan şimdi de üstten hooop...
-Ferit koş... Ellerimi düğümlemişim açamıyorum, kan oturdu valla.
-Ya, illa bir maraza çıkartıcan yani.
-Sus, tatava etme.
-Ulan nasıldı ya? iki tane alttan alıyım, tüyü araya sokayım. Etrafından dolayıp hoop şu yuvarlaktan çektim mi... Aha tamam, oldu işte. Ferit bak yaptım oğlum.
-Bravo abi.
-Tamam şimdi bundan otuz tane daha yapalım.
-Abi otuz taneyi ne yapıcaksın, üç beş tane daha yap olsun bitsin.
-Yok, bir kere de bütün balığı çekecem ben.

(Vuslat abi uzun bir süre uğraşır. Sonunda oltasını tamamlar. Bu arada Ferit'te oldukça balık tutmuştur.)
-Ferit çekil bakayım oradan, oltamı atacağım.
-Abi nasıl atacaksın koca şeyi?
-Ben atarım oğlum.
-Şimdi misinayı çevirelim. Evet daha hızlı, daha hızlı.
-Abi dikkat et, dağıttın gene kendini.
-Allah Ferit. Yardım et lan. Misina bana dolaşıyor.
-Dur, çevirme şu kurşunu.
-Allah, etime batıyor lan iğneler.
-Durursan geleceğim.
-(küüüt)
-Ah kafam.
-Abi dur, dikkat et düşeceksin. Allah balıklar da gitti.
-Feriiiit!!!

(Vuslat abi başına aldığı darbenin etkisiyle denize düşer. Tabi düşerken de Ferit'in tuttuğu balıkları devirneyi ihmal etmez.)
-Ferit başlıycam senin balık merakına ha.
-Kabahat senin.
-Ulan hala daha etimde çıkmayan iğlener var. Kafam desen iki yerden baloncuk yaptı. Bir de -üstüne sırılsıklam oldum.
-Evde değiştirirsin işte, hadi gel bir şey kalmadı.

Turgut Ankara
turgutankara@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_143.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


ÖLÜMÜN GÖLGESİ

Bugün 13 Ağustos 2003 Çarşamba .
Ruhumda fırtınaların koptuğu, depremlerin olduğu gün anne
Canım çok sıkılıyor özlüyorum seni
Nerede o yüzün, nerede o sesin, nerede o bedenin
Yoksun …..
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

İçim suskun, gönlüm suskun, kalbim suskun bugün
Hüzünlüyüm anne, ağlamaklıyım.
Kapattım kendimi dış dünyaya seni düşünüyorum
Duyuyormusun beni, görüyormusun yüzümü
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Geceler uyutmuyor beni
Sarılıyorum yastığa sanki sana sarılır gibi
Seni düşünüyorum, seninle konuşuyorum
Cevap veren yok anne
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Burada olsan keşke eskisi gibi.
Ağlasam, başımı yaslasam göğsüne
Alsam bebeğimi getirsem sana
Tatsam o duyguyu annenin annesini
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Böyle mi olması gerekiyordu hayatın sonu
Yaşaman mı gerekiyordu o mutsuzluğu
Ne olurdu sanki farklı olmasaydın
Erkenden veda etmeseydin
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Bugün içim kan ağlıyor anne
Durduramıyorum kalbimden akan gözyaşlarımı
İçim şelale gibi sanki durmak bilmiyor
Tükenmek bilmiyor hiçbir şey
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Biliyormusun bizim oralar çok güzel oldu anne
Fındıklar yeşerdi dallarda, bir çok çiçek açtı yerlerde
Pencereden bebeğin sesi dağılıyor göklerde
Ağustos böcekleri seni bekliyor bahçelerde
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Ölümün gölgesini hissetim bugün yüreğimde
Sessizlik hakim tüm hücrelerimde
Hiçbirşeyi duymuyor, hiçbirşeyi dinlemiyorum
Sadece seni özlüyorum anne
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Çok yanlız kaldım anne
Yokluğun bir ızdırap, sensizlik bin beter
Alışırsın dediler , hayat bu dediler
Olmuyor yapılmıyor yokluğuna dayanılmıyor
Yoksun…
Seni görmeyeli tam iki ay oldu anne

Hilal İlgin
13.08.2003

Yukarı


<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.517 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


GÖZLER SÖZÜ

Düş gördüm,düşünceli gözlerinde
Kıskandım ağlamanı,
Ve gücendim sana,
Islak gözlerinde, gökkuşağı yalanı.

Karanlıktan sıyrılmış,yaradılışına aykırı
Bir bahar havası yaratıp,
Sonra kasırgalarla ayrılışını,
Öfkem büyük,gözlerinin yalanları gibi.

Deniz Umut DERELİ

<#><#><#><#><#><#><#>

RÜZGAR ADASI

Tek çıtalı, yüksek kanatlı bir yelkenli yaşam,
Deryasını bulan, damarlarımda akan kan,
Canda can var,umut gibi
Amaç, bir kıyı
Güneşi ve mevsimleri olan,

Rüzgar kaderse eğer,
Sen bu yaşamın neresindensin?

Deniz Umut DERELİ
denizumut@kahveciyiz.biz

Yukarı

 KÜTÜPHANE - İdare Amiri : Ebru Kargın


Günün Yazarı: AMİN MAALOUF

Lübnan'da doğdu. Lübnanlı bir Arap Hıristiyan olan romancı, ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı; 1976'dan beri Paris'te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.

Çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini yapıtlarında başarıyla işleyen Maalouf, ilk kitabı Les Croisades vues par les Arabes (1983, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri) ile tanındı ve bu kitabın çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986'da yayımlanan ve aynı yıl Fransız-Arap Dostluk Ödülü'nü kazanan ikinci kitabı (ilk romanı) Léon l'Africain (Afrikalı Leo) ise bugün bir "klasik" kabul edilmektedir.

Maalouf'un 1988'de yayımlanan ikinci romanı Samarcande da (Semerkant) coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Les Jardins de Lumière (1991, Işık Bahçeleri,) ve Le Ier Siècle après Béatrice (1992, Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl, Telos) adlı romanlarının ardından, 1993'te yayımlanan romanı Le Rocher de Tanios (Tanios Kayası,) ile Goncourt Ödülü'nü kazanan yazarın, Les Echelles du Levant (Doğunun Limanları) adlı romanı 1996'da, Les Identités Meurtrières (Ölümcül Kimlikler) adlı deneme kitabı 1998'de çıktı. Maalouf'un son romanı, 2000'de yayımlanan Le Périple de Baldassare'dir (Yüzüncü Ad-Baldassare'nin Yolculuğu). Finlandiyalı müzisyen Kaija Saariaho'nun bestelediği opera için yazdığı Uzaktan Aşk (2002) Maalouf'un ilk librettosu ve son çalışması.

EBRU'Lİ YORUM

Amin Maalouf’ u okumak çok ayrı bir zevk, ayrı bir kültür. Özellikle Afrikalı Leo ve Semerkant’ ı okuduğumda çok etkilenmiştim. Ayrıca Ölümcül Kimlikler deneme kitabında Osmanlı Tarihi ve Türkiye Coğrafyası hakkındaki değerlendirmelerini okurken, kitabın bitiminde kendimi yeniden Osmanlı tarihi okurken bulmuştum. Yazara ait, şimdiki favori kitabım Yüzüncü Ad’ı okurken yine aynı doyumu hissediyorum.

Gerçekten çok başarılı... Kitaplarının baskı sayısının 20 lere ulaşması ile Türk okurlarının Maaluf’ a gerekli özeni gösterdiğini düşünüyorum.

Ve bu haftaki alternatif kitabım; Jean Christophe Grange İmzalı, Kurtlar İmparatorluğu. Söz Türklerden açıldı nasılsa küçük bir ipucu, Kurtlar İmparatorluğunda olaylar Paris’teki ülkücü mafyanın etrafında gelişiyor ve kahramanı ise genç bir Türk kadını. Kurtlar İmparatorluğu, Doğan Kitap yayınlarından çıkmıştır.

Ebru Kargın

Editörün Notu: Sevgili Kahveciler bugünden itibaren, Sevgili Ebru'un katkılarıyla "KÜTÜPHANE" mizi açtık. Burada kısa bir tanıtımını gördüğünüz yazar ve eserlerini sitemizde geniş biçimde inceleme olanağını bulacaksınız. Engeç 15 gündebir yenilenecek bu köşemizde ilginç yazarları ve eserleri tanıtmayı amaçlıyoruz. Yorumlarınıza açık olan bu güzel köşemizi sıksık ziyaret etmelisiniz. Yüksek sesle konuşmak yasaktır:-))
http://www.kmarsiv.com/xfiles/kutuphane/ebruli.asp

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Edep Erkan Bilmez Kaymakam...

Aşiret denetimindeki bir bölgeye yeni kaymakam atanır. Aşiret reisi hemen korucuları görevlendirir:
- Gidip aliseniz kaymokamı. Gurda guşa yem olmiye.

Korucular yola çıkar. Saatler geçer ancak ne korucular ne de kaymakam ortalıkta görünür. Akşam geç saatlerde kafile yorgun argın, perperişan bir halde döner.
Aşiret reisi oldukça kızgındır. Korucu başına çıkışır:

- Ula itogli it! Nerde kalmışsenizdir?
- Eşkiya yolumuzu kesmiştir, Ağam!
- Heyven-ogli-heyven! Bu her zaman oliyi!
- Bizi soymişlerdir, Ağam!
- Zaten alışkensinizdir, itogli!
- Ama Ağam, hepimizi yatırıp becermişlerdir!
- Hep yapiiler zaten.
- Kaymokam yabancıdir, edep-erkan bilmezdir, çok direnmiştir. O yüzden geciktik, Ağam.

<#><#><#><#><#><#><#>



Olmaz ki böylede yatılmaz ki zıpzıp kardeş:-))

Yukarı

 Kıraathane Panosu



Fındıklı Rotaract Kulübünün organize ettiği, organizasyonun tüm gelirinin deprem bölgesindeki öğrencilere kitap ve kırtasiye malzemesi yardımı olarak gideceği "Yaz Partisi" - 16 Ağustos 2003 Cumartesi, 21:00-04:00 saatleri arasında Open House - Maçka da yapılacaktır. Lütfen daha detaylı bilgi almak için yazpartisi@mynet.com adresine adınızı soyadınızı ve telefon numaranızı belirten bir e-posta gönderiniz.

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.arabam.com/goztesti.asp
... Otomobil kullanan bir çok sürücünün aslında gözlerinin ne kadar bozuk olduğunu bilmediği bir gerçek. Ehliyet alınırken yapılan göz muayenesinin üzerinden yıllar geçtikten sonra acaba hala aynı netlikte görebiliyor musunuz? Eğer görme bozukluğunuz olduğuna inanıyorsanız bu bölüm size fikir verebilir. Yapmanız gereken tek şey monitörünüzün büyüklüğüne ve ekran çözünürlüğüne göre monitörden ne kadar uzaklaşacağınızı saptamak...

http://www.extremeelvis.com/photos/index.htm
Elvis hayranlığının ülkemizde de tırmandığı son günlerde, Elvis adına hazırlanmış web sayfaları bir kat daha rağbet görmeye başladı. Hayranlığı çılgınlığa ve hatta rezil bir fanatikliğe dönüştürenler de mevcut. Siz siz olun hayranlıkla fanatikliği birbirinden ayırın ve bu web sayfasında görecekleriniz sonrasında, tüm Elvis hayranlarını aynı kefeye koymaya çalıştığımı sanmayın.

http://www.elvis.com/default.asp
Bir önceki kısayolda verdiğim fanatik Elvis’çileri boşverin ve adam gibi bir Elvis web sayfası görmek için verdiğim bu kısayol’u tıklayın. Bir önceki kısayol için gerçek Elvis hayranlarının affına sığınıyorum. Ama bilinki gerçek hayranlık ile rezil fanatiklik arasında büyük uçurumlar var...

http://www.rathergood.com/mr_johnson/
Seyirlik bir flash animasyon. Yorumsuz olarak vermeyi tercih ediyorum. Ama tek uyarım şu olacak: kedilerin bu tarz flash animasyonlarda kullanılmasından hoşlanmıyorsanız bu kısayolu dikkate almayın.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Virtual Dimension v0.91 [229k] W98/2k/XP FREE
http://virt-dimension.sourceforge.net/
Windows'ta birden fazla masaüstü ile aynı anda çalışmak ister misiniz? Cevabınız evetse buyrun size o program. Sınırsız masaüstü tanımlayıp, herbirinde ayrı programları çalıştırabiliyor, ayrı pencereleri açıyorsunuz. Birbiri arasında geçişi tek tıkla veya tanımladığınız tuşlarla yapabiliyorsunuz. Çokça pencereyle aynı anda çalışanlara şiddetle tavsiye edilir. Ben denedim ve çok memnun kaldım.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030815.asp
ISSN: 1303-8923
15 Ağustos 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri