|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 325 |
19 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Popcorn Magazin |
Merhabalar,
Lami cimi yok bu kız rekoru kırmalı arkadaş. Saçının telinden ayak parmaklarına kadar hakediyor bu şerefi. Değilmi ki benim gibi adamı son 2 yarışında da ağlattı o zaman rekoru da kırmalı. Kaç gündür dilimde ama bir türlü yazıya dökemedim. Daha doğrusu nasıl diyeceğimi bilemedim. Onu seyrederken hissettiklerimin "vatan, millet, sakarya" kompozisyonuyla uzak yakın bir ilişkisi olmadığını iyi biliyorum. Özlediğim ve bizim bağrımızdan çıktığı için ayrı gurur duyduğum bir üstün yetenek. Bireysel bir sporu göze en hoş gelen haliyle sergilerken önünde koşan tavşana "çekil yolumdan" diyebilecek kadar güçlü, hırsını yüzünün her kıvrımında belli eden bir yaradılışı var. Atletizmin en zorlu branşlarından birinde mütevazi ama erişilmez gücünü dünya alem yürekten alkışlıyor, ne mutlu ona, ne mutlu bize ki, o bizden. Bu kız rekoru kırmalı. Ve kıracak göreceksiniz. O şaibeli 5 saniyeyi de tarihe gömecek bu genç kız. Çünkü istiyor, her halinden belli. Dünya şampiyonasını, olimpiyatı dört gözle bekliyorum. Kazanmasını değil, rekorlarını bekliyorum. Zafer, onu hakedene yakışıyor. Süreyya Ayhan'a bir başka yakışıyor. Bu kız bu rekoru kırmalı arkadaş başka yolu yok... ..........
Bugün beşinci yada altıncı bölümüydü sanırım. Osman Yağmurdereli'nin güzel ve başarılı dizilerinden birinin daha tiryakisi oldum. Genç oyunculardan kurulu kadrosu ile "Serseri" yaz döneminde beni ekran başına oturtan ender yapıtlardan biri oldu. Hikayesinin hoşluğu, cuk oturan oyuncu kadrosuyla dört dörtlük vallahi. Okan Yalabık namıdiğer Ömer'in serseri, muzip ama altın kalpli karakteri, kankileriyle, ailesiyle ilişkileri, Kemal Amca'yla tatlı sert düellosu görülmeye değer. Gülüyor, hüzünleniyor ve tekrar gülüyorsunuz. Dinamik kurgusu ise ayrıca takdire şayan. Demem o ki seyretmediyseniz mutlaka seyredin bana hak vereceksiniz. Emeği geçen herkesi kutlarım. Bu arada sevgili Suat'ın dizisi de başladı ama seyretmek nasip olmadı. Seyredeyim hemen bu köşeden duygularımı dile getireceğim. Yazı yazmadığı sürece notum biraz kıt olacak tabi. Ama umutluyum, biriktirdiği hikayelerini gün gelecek bizlere ballandıra ballandıra anlatacak eminim. .........
Bugün pek bir popcorn olduğumun farkındayım ama napayım güzel bir gündü bugün. Canım oğlumun birinci sınıfa kaydını yaptırdım, biriktirdiğim birkaç işi hallettim, akşam oturup "Serseri'yi seyrettim. Şimdi de oturmuş sizler için birşeyler hazırlıyorum ve beğeneceğinizi biliyorum. Daha ne olsun? Daha iyisi Şam'da kayısı olsa gerek. Aşağıda okuyacağınız sevgili Feride Masal'ın yazısı bugün geçti elime ama dayanamadım hemen yayınlamak istedim. Gazeteyi açtığında hep "Editörü geç"miş ama olsun Kahve Molası'nda yazı yazan herkesin hislerine öyle güzel tercüman olmuş ki, belki diyorum sizleri de kamçılar ve beni yazı dağının altına gömersiniz. Eee n'apalım umut dünyası.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci Köyün Kavalcısı : Feride Masal |
Yazar Oldum!
-N'apıyorsun orada, deminden beri tıkır tıkır bir şeyler yazıp duruyorsun?
- Ne? Ben mi? Ne olacak canım, şu dün bitmesi gereken raporu yazıyorum!
Tanrım, nasıl da rahat yalan söyledim. Şimdi nasıl anlatayım, yayınlanmak üzere bir yazı yazıyorum diye. İnternette dolaşırken rastladım bu siteye. İki aydır takip ediyorum. Hep yazmak isterdim ama durup duruken de yazılmaz ki... Bir neden bulmaya çalıştım. Kendim için olmuyor... Paylaşmak gerek. Yazılanları, yorumları, mesajları, manileri okudukça yazma isteği nasıl kabardı içimde. Yatağa yatıyorum aklımdan aynı anda onlarca konu geçiyor. Bilgisayarın başına oturuyorum, hiç bir şey yok! Nihayet bugün bir şeyler yazdım. Nasıl olduğunu anlamadan kelimeler, öykü döküldü parmaklarımdan. Aklımdan geçen cümlelere parmaklarım zor yetişti. İlham dedikleri bu olsa gerek.
Bu kaçıncı okuyuşum. Her defasında bir yerini düzeltiyor veya değiştiriyorum. Okuya okuya ezberledim nerdeyse. Bir sigara molası veriyorum, aradan biraz zaman geçmesini bekliyorum, tekrar okuyorum.
Çok beğendim yazdıklarımı. Acaba yayınlanır mı? Tamam artık dokunmayayım, göndereyim. Nerde bu editörün adresi, şuraya bir yere yazmıştım. İşteeee gönderdim!
Acaba yarın hemen çıkar mı? Okurların yorumları ne olur, beğenirler mi? Bir kopya yanıma alayım. Yolda bir daha okurum.
..............
Valla her okuyuşumda beğeniyorum. Tanrım heyecandan ellerim titriyor. Şu metrodakilere elimdekini sesli okumak, 'Bunu ben yazdım. Yarın yayınlanacak' demek istiyorum. Sırıtmamı durdurmam gerek, deli diyecekler!
..............
Açıl hadi açıl, nesi var bu makinenin? Bugün neden böyle yavaş çalışıyor. Maillere gir... gelenler.... işte Kahve Molası gelmiş! Açıl, açıl! Editörü geç, birinci değil, ikinci değil, üçüncü değil, yok, yok... Beğenilmedi herhalde. Tabi beğenilmedi. Sen ne sanıyorsun, sen beğendin diye hemen yayınlanacak mı sandın? Hayatında kaç yazı yazdın ki sen? Hiç!
Bari bugünkü sayının keyfini çıkarayım. N'apalım yayınlanmasın. Ben de denedim. Hiç denemeseydim daha mı iyi olurdu sanki? Üstelik bir şey kaybetmedim ki, ben zaten okur olarak büyük keyif alıyorum, buna devam ederim işte. En çok da manileri seviyorum. Bari uğraşayım da bir mani yazayım. Şöyle acıklı ve komik! Tam da benim şu andaki halim.
Şuna bak, ne kadar güzel yazmış. Okurken yağ gibi kayıp gidiyor, bitmesin istiyorsun. Bunun sırrı ne? Konu mu iyi, doğru kelimeleri mi bulmuş? Yoo, konu basit bir konu, kelimeler de bildiğimiz kelimeler işte! Dostoyevski henüz bir fırıncının çırağıyken, Çehov'un öykülerini okur, bu sayfalarda bir sihir mi var diye yakından bakarmış. Elbette siyah harflerden başka bir şey göremezmiş. Çehov'un etkisiyle yazmaya başladığını söylemiş Dostoyevski. Ben de bu yazıda aynı sihri hissediyorum ama bilmem ki Dostoyevski olur muyum?
İşin sırrı basit konuyu basit kelimelerle anlatmak galiba. Basit güzeldir! Ya da anlatmak istediğini öyle bir betimleyeceksin ki okur kendini olayın ve mekanın içinde hissedecek. Bir düşünceyse anlattığın okuru da bu düşünceyle ilgili düşünmeye itebileceksin. Benim yazım nasıl? Evet basit bir konu, basit kelimeler. Buraya kadar tamam. Ama kelimeleri yanyana getirmek de beceri istiyor. Bu beceri bende var mı? "Okula gittiğim taşlı yolda..." yerine "Taşlı okul yolunda..." demek daha mı etkileyici, daha mı şiirsel? Peki şiirsel mi olmalı?
Bir daha okuyayım. Kendi yazım olduğu için heyecanlanıyor ve beğeniyorum. Üçüncü kişilerin gözünden bakmayı denemem lazım. Farzet ki bunu tanımadığın biri yazdı. Kahve Molası'nda gördün okudun, ne düşünürsün? 'Yaa, aslında fena değil, yani müthiş bir yazı değil belki ama okunur ve keyif verebilir...' Yok yok kendimle ilgili tarafsız davranamıyorum.
..............
Açıl hadi açıl, nesi var bu makinenin? Bugün neden böyle yavaş çalışıyor. Maillere gir... gelenler.... işte Kahve Molası gelmiş! Açıl, açıl! Editörü geç, birinci değil, ikinci değil, aman Tanrım!! Ben.. benim yazım.. benim adım! İşte yayınlanmış. Güzel yazmışım yaa. Ben yazı yazdım! Ben yazı yazdım! Bir gazetenin köşe yazarı gibi bir köşem oldu. Editör köşeme isim bile vermiş. Nasıl görmedim, giriş yazısında bana hoşgeldin de demiş; yeni yazarımız... cesaretini kutlarım... yeni yazılarını... hoşgeldin...
İnanılmaz bir gündü. Bütün gün işleri boşverip yazı yazmaya çalıştım. Ama 'hadi bir yazı yazayım' deyince olmuyor bu iş. Yine ilham mı bekleyeceğim. Siyaset yazmayan, günlük köşelerinde zaman zaman oldukça sıradan yazılar yazan yazarları şimdi anlıyorum. İlham beklemeleri için zamanları yok, her gün bir yazı yazmak zorundalar. Düşününce ne kadar korkunç bir iş olduğunu farkettim! Yıllar önce Demirel iktidarı kaybettiğinde Gırgır dergisi muhteşem bir kapak yapmıştı: "Gitti babamız gitti" diye ağlaşan karikatüristler... Çünkü Demirel neşeli, zeki ve söz cambazı biri olarak mizahçılara hergün öyle malzemeler veriyordu ki...
Kolay değilmiş!
Şimdi ben ne yazayım? Annemi mi anlatsam, çocukluğumun kasabasını mı? Başımdan geçen bir olayı, okuduğum bir kitabı, yepyeni bir öykü, yeğenlerimi, işyerimi... ne, ne anlatayım?
Feride Masal masal@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Cafe Azur : Suna Keleşoğlu |
Umut Kırıntısı
Merhaba,
Yazmaksa paylaştıkça güzel olan ve yeni cümleler kurmak için vakit yoksa gündelik hayattan, eskileri hatırlatmalı, sizin yerinize daha önceleri başkalarının okudukları…
Taşınma bahanesine sığınmak değil, aynı zamanda ustalarla da boğuşulan bir ev taşıma hikayesinin yorgunuyum. Avuç içlerimde bir demet lavanta kokusu, saçlarım esmeyen rüzgarlarda hayali savruluyor ve bir yerlerde akan kaynak suları gibi serin serin bir havayı özlüyorum.
Bitecek bitecek ve ben yine eski düzenime döneceğim. Kitaplarım kolilerden çıkacak, teneke kutularım etrafa saçılacak, boyadığım cam kavanozların içine kokulu mumlardan koyacağım.
İşte o vakte kadar, bir şiir denemesi gönderiyorum çok uzaklardan zamanın biryerlerinde yazılmış…
Yarım hayaller, kırık umutlar,
Ellerinde çiceklerle bir yerlerden geliyordu.
Saçlarına düşen beyazlar,
Burada yağmayan karlardandı.
Gözlerinin deniz renginde,
Fırtınaya tutulan balıkçıların ağıtları.
Ellerinin arasında,
Henüz doğmamış çocukların ağlamaları.
Kimse adını soramadı.
Kimse nereden geldiğini bilemedi.
Bir gece yıldızların ışığında geldi.
Gündüzü beklemedi.
Şimdi onun getirdiği çiçekler ellerimizde,
Solmasınlar diye hergün suluyoruz.
Balıkçılar geri döndüler,
Yeni doğan çocukların sesleri göğe ulaşıyor.
Bulut bakışlı yabancı gittiğinden beri
Bu küçük kasabada sessizlik,
Içimizdeki kahkalari alıp götürdü.
O bizim
Tutamadığımız balıklarımızmış
Göğe uzanan sevinçlerimiz
Coçuklarımızın neşesi
Gecemizin guneşi imiş.
O bizim
Avuç içlerimize sıkıştırdığımız,
Her balık ağıyla beraber denize attığımız
Soframızda ekmeğimizin yanına koyduğumuz
Ve çiçekler kadar solgun
Ve gökyüzü kadar bulutlu
Ve bizim kadar unutulmuş
Umudumuzmuş.
Bunu yeni anladik
Şimdi bu küçük balıkçı kasabasında
Her gece
Yıldızların arasında gözlerimizi arıyoruz
Bize değen parıltıda.
Yaşamı yaşanır kılacak umudumuzun peşinde.
Her yeni sabaha ağlarımızı atıyoruz.
Onun getirdiği çiçekler soldu,
Elimizde yalnız balık kokusu
O gitti,
Bize kalan bir parça umut kırıntısı…
SunA.K.
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
KARA LİSTEMDEN İNSAN MANZARALARI
Bayan Yavaş: Zamanın celladıdır... Becerebileceği pek az iş vardır. Laf olsun diye yaşamakta ve laf olsun diye çalışmaktadır. Öyle ağır kanlıdır ki, yaptığı işi hiç yapmasa daha hayırlı olur. Özürlü olmayan bir kişinin yarım saatte yapacağı işi bile, -nasıl becerirse artık- bir tam güne yayabilir. Öyle bir potansiyeli vardır... Saçınızı başınızı yoldurur... Ehliyet sahibi bir uzman bile olsa; yaptığı işi elinden alıp yapasınız gelir. Damarlarında kan yerine buz dolaşmaktadır ve kasları bu yüzden yavaş çalışmaktadır sanki. Olmasaydı ne değişirdi acaba?
Bay Haz: Kokuşmuş bir bencillikle, hayatın tek anlamının hazzı yakalamak ve elden kaçırmamak olduğunu sanır. Haz almak için girmediği kılık, yapmadığı şaklabanlık, çevirmediği üç kağıt, söylemediği yalan kalmasa da; her defasında yeni bir yöntem icat eder. Evren ve canlılar onu eğlendirmek için yaratılmıştır sanki. Pişmiş kelle bile yanında vakur kalmaktadır. O kadından bu kadına, pop-bardan disco-bara, şen kahkahadan patlamalı kahkahaya dolaşır durur.
Bayan Ajitasyon: Yazgısına vurgundur. Ne çare ki kaderi de hep ona acıyı layık görmüştür. Bahtsızlığı, ona Tanrı tarafından verilmiştir ve yapabileceği hiçbir şey yoktur. Zavallı, haksızlığa uğramış ve kadri bilinmemiş bir kurbandır o. Gözü her daim yaşlıdır. Her zaman sızlanacak, dertlenecek, şikayet edecek bir sebebi vardır. Neden bütün dertler onu bulur ki? Bir gün talihi ona gülerse; işte o zaman çuvallayacak. Allah'tan yazgısı hiç yüzünü kara çıkarmaz; her zaman onu bedbaht kılar.
Bay Siyah-Beyaz: Newton fiziğinin ürünüdür. Ona göre bir şey ya siyahtır ya da beyaz... Ya doğrudur ya da yanlış. Ki genellikle onun dediği doğrudur. Ortası yoktur... İki tane doğru olamaz. Onun için "ya" ve "ya da" ile "ben" ve "öteki" vardır. "Hem" ve "hem de" olabileceği aklına bile gelmez. "Benim fikrim doğruysa, öteki fikir ortadan kalkmalı" der. At gözlüğünü hiç çıkarmaz gözünden.
Bayan Cahil: Kendini geliştirmek için kılını kıpırdatmadığı gibi; "Neden benim anlamadığım şeylerden bahsediyorsun" diye dırdırlanır bir de. Sanki bir şeyleri bilmek karşısındakinin suçuymuş gibi... Hayata katkı koyabildiği eylem alanları: ezbere bildiği gündelik işler, pembe diziler, magazin programları ve altın günlerinde figüranlık yapmaktır. Beyni, kullanılmaya kullanılmaya küflenmiştir ve bunun bile farkına varamayacak kadar fikirsizdir.
Bay Küstah: Öyle kati konuşur ki, duyanlar onun bir peygamber ya da bir imparator olduğunu sanır. Yaptığı, söylediği, yediği, içtiği, okuduğu, dinlediği, gezdiği her şey mükemmeldir. Sırada beklemeyi, reddedilmeyi, eleştirilmeyi kendine yapılmış bir hakaret olarak görür. Her şey ona göre ayarlanmalıdır, zira o Tanrının insanlığa bir lütfudur.
Bayan Afrodit: Tanrı onu bir Pazar günü, şaheser diye yaratmıştır. Bütün erkekler ona aşık, bütün kadınlar da hayrandır. İmrenilecek, dudak ısırtacak, tapılacak kadındır. Öldüğünde mumya haline getirilip, bir sanat galerisinde sergilenmelidir. Hayatın ona yüklediği misyon güzelliktir. Başka bir çaba içine girmesine gerek yoktur. Vaktini güzellik salonlarında, kuaförlerde ve alışverişte geçirir. Ekmek yemez. Aslında pek bir şey yemez. Kepekli gıdalar ve haşlanmış sebzelerle beslenir. Kurabildiği birkaç cümlenin konusu da "ay kaşım, ay kirpiğim, ay saçım, ay yırtmacım"dır. Bunlar da bile imla hatasına düşer.
Bay Madrabaz: Derdi günü insanların sırtından geçinmektir. Tüm insanlar onun ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmaktadır. Onun göreviyse otlakçılıktır. Eh dünya pek adil değil ne de olsa. Diğerleri de onun gibi uyanık, akıllı ve zeki olsa da otlakçılıkla geçimini sağlayabilse keşke!
Bayan Kararsız: Hiç bıkmadan şu soruyu sorar: "Hangisini seçtiğimde, hangisine haksızlık etmiş olurum?" Keşke karar vereceği zamanlarda, kendini bir başkasına devredebilse... Marketten, ekmek dolabındaki bütün ekmeklere dokunmadan, bir tane ekmeği alıp çıkamaz. Vitrindeki ve raflardaki tüm ayakkabıları deneyip; sonunda mağazadan eli boş çıkar. Bütün mağazaları dolaşıp, ilk girdiği mağazaya geri döndüğünde, almaya karar verdiği ayakkabı satılmış olur. Eşini bile 30 tane nişanlıdan ayrıldıktan sonra ancak seçebilir.
Bay Başparmak: Hayatını bilgisayarlar, cep telefonları, hesap makineleri vs. gibi son teknoloji ürünü makineler yönetir. Hepsinin son çıkan modelinin adını, özelliklerini, fiyatını ve hangi ülkede üretildiğini bilir. Cep telefonunu ve bilgisayarını sanki vücudunun bir uzvuymuş gibi taşır. Onlar olmadan yaşayamaz ve bu yüzden en çok kullandığı organı başparmağıdır.
Bayan Saf: İçi ıvır zıvır sorularla dolu bir çuval gibidir... "Niçin yanlış çevrilen telefon numarası hiçbir zaman meşgul çalmaz? Niçin falcıya gitmeden evvel randevu almak gereklidir; geleceğimizi bilemez mi?" gibi sorularına cevap bulmaya çalışmak budalalık olur. Her söyleneni gerçek sanır, herkesin dediğini yapar. Ondan bundan aldığı akılların tamamını yaşantısına uygular. Böylece kendine anlamsız bir dolu alışkanlık edinir. Öyle ki; alışkanlıklarının toplamından bir deli gömleği çıkar.
Bay Maço: Delikanlılığın kitabının yazarıdır! Usta küfürbaz, usta dövüşçü, usta aşık, usta kumarbaz, usta zampara, usta erkektir. "Ben bir kadını sevdim mi gözüm gibi bakar, ilah gibi taparım; ama yanlışını görmeyeyim bir bidon benzin döker çatır çatır yakarım. Burma burma bıyıklarım, Tarkan seni ayıklarım" gibi kendine has bir konuşma dili vardır. Okuma ve yazma gibi yetilerini yıllardır kullanmadığı için kaybetmiştir. Kahvehanelerde aldığı hayat dersinde, dört işlem matematiğini geliştirmiştir ama hafızası 52'lik desteyle sınırlıdır.
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Başüstüne : Em.Piy.Kıd.Alb. Hakkı Mert |
Kompüter eşkıyaları
Efendim kompüter mühendisi olan damadım sağ olsun, şahsıma bu konuda çok yardımı oldu. Kompüterin nasıl kullanılacağını ve internette bulunan sahifelerin nasıl açacağımı gösterdi. Ben de hepsini not aldım, ezberledim. Önce kompüterin fişi prize takılacak, sonra da power yazan düğmeye basılacak.
Neyse efendim, damadım ICQ diye bir programı da kompütere enstalle etti. Çok ilginç ve yararlı bir program. Herkesle konuşuyorsunuz. Herhangi bir zat size mesaj gönderince de, " aaa, ooo!" diye hoş bir ses çıkartıyor. Netekim torunumum ilk konuşma zamanları gibi. Allah bağışlasın pek şekerdir.
Geçenlerde bu programda gençten bir zat ile konuştum. Kendisinin hacker olduğunu söyledi. Nedir bu hacker müessesi diye bende bir merak oluştu netekim. Karşımdaki zata "hacker ne demek?" diye bir soru tevcih ettiğimde, ":))" yazdı. Nedir bu efendim şimdi? İki nokta üst üste ve iki tane kapama parentezi. Bu bir nevi parola mıdır?
Neyse efendim, o akşam damadım ve kızım torunla bana geldiler. Damada sordum, "Nedir bu hacker?" diye. Anlattıklarını dinleyince şaşırdım. Hacker, bir nevi kompüter eşkiyası imiş. Bunlar kompüter teçhizatlarına girip çeşitli zararlarda bulunuyorlarmış. Eşkıya, eşkiyadır efendim. İster dağdaki eşkıya olsun, ister kompüter teçhizatlarında muhakkak ki vatanın sulhu için başı ezilmelidir.
Bu kompüter eşkiyalarına karşı ne gibi askeri ve kompüterel önlemler alınabilir diye damadıma sordum. Bir sürü kompüter olayı anlattı. Kafam almadı.
Bu türden kökü dışarıda kompüter eşkiyalarının, bir kompüter neşriyatı olan kahvemolasi mecmuasına bir zarar verebileceği ihtimali aklıma geldi. Hemen telle naşiri aradım. Her türlü önlemi baştan almak gerekir di mi efendim? Gerekirse bir asker dikeriz başına, görsün o kompüter eşkiyası dünyanın dört bucağını.
Naşir efendi maşallah pek geniş. Hiç oralı olmadı ve güldü. "Komutanım, kahve molası güvenli bir sunucuda" dedi. Ne demek efendim? Ne kadar güvenli olursa olsun müdafaamızı bir kale gibi tesis etmeliyiz di mi? ya bir emercensi durum oluşursa?
Kompüterin başına bir asker koyma teklifimi kabul etmedi. İşte görüyorsunuz muhterem okurlar. Siviller nasıl lakayt. Düşman Ankara'yı işgal etse umurlarında değil.
Şahsıma ait kompüter teçhizatının bu kompüter eşkiyaları tarafından işgal edilmesi ihtimaline karşı, tekavite ayrıldığım sırada bana verilen tabancayı kompüterin yanına koydum. Kolay mı efendim, tekavit kıdemli piyade albay Hakkı Mert'in kompüterine zarar vermek. Gez, göz, arpacık netekim.
Kendisine hacker diyen gençten zatı tekrar görmedim fakat yine de uyanık olmak lazım. Tabanca dolu.
Beni meraka düşüren :)) parola da, gülme anlamına geliyormuş. Başını sola yatır dediler. Bak edepsize, meğer bana gülüyormuş.
Eşkıya di mi? efendim, baldırı çıplak işte. Baki kalın muhterem okurlarım.
Hakkı Mert piyade@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Neden ve illede opera!!!
Bir sopranonun avazı yettiği kadar ve olabildiğince tiz bir şekilde bağırmasından hoşlanmıyorum. Tıpkı arabesk müzik gibi tüylerimi diken diken ediyor. Çetin Alp kadar olmasa da fizik itibariyle kıllı bir adam olduğum düşünülürse benim açımdan gerçekten katlanılacak bir şey değil.
Elbette denilecek ki, " zevk meselesi kardeşim, hoşlaşmıyorsan dinleme sen de." Bu doğru ama problem bu değil. Birkaç kez değil bir çok kez başıma geldi. Operadan hoşlanmadığımı, kulaklarımın ve beynimin onu sindiremediğini her söyleyişimde birileri, " Zaten sen ne anlarsın operadan." dercesine gözlerini kısarak baktılar bana.
Operadan zevk alabilmek; lümpen olmamanın kanıtı, soyluluğun ve uygar olabilmenin yegane sembolüymüş gibi davranmalarına da katlanmak zorundayım.
Yani operayı dinleyin ve becerebiliyorsanız sevin ama lütfen operadan nefret etme özgürlüğüne de saygı duyun. " Heavy Metal müzikten hoşlanmıyorum." dediğim zaman kimseden tıs yok ama operadan bahsetmek için kınanmayı ve elit olma hakkını tümden yitirebileceğini kabullenmen lazım. T.C. Başbakanlık Ağır Metal ve Alternatif Rock Genel Müdürlüğü de kurulsun o zaman.
Aslında bazen şüphelenmiyor değilim. Operadan zevk aldığını söyleyenler de takiyye yapıyorlar sanki. Böylece ne kadar ilerici ve çağdaş olduklarını fazla zahmete katlanmadan kolayca kanıtlamış oluyorlar. Geriye sadece sopranonun çıkardığı gürültüyle başedebilmek kalıyor. Bir gün operada, şu kral çıplak masalında olduğu gibi belki biri çıkacak ve ," Ya şu adam ne diye böyle bağırıyor, bi sıkıntısı var herhalde, neden kimse ilgilenmiyor, öylece bakışıyorsunuz. " diyecek ve extra-large ilerici çağdaşlar da devlet bütçesi de bu "san'at" a katlanmaktan kurtulmuş olacak.
Gel gelelim Murathan Mungan'a. Yalnız Bir Opera, gerçekten dokunaklı bir şiir. Harika ve öyle her önüne gelenin yazabileceği sıradanlıktan uzak bir "eser" olduğunu her satırında hissettiriyor. "Mutfak kadının morgudur." gibi tuhaf tanımlamaların sahibi olsa da Murathan Mungan sanatını ispatlamış bir usta. Zaten "Mutfak kadının morgudur." İle "Aşk yalnız bir operadır." İfadelerini yanyana koyduğunuz zaman aslında olağandışı bir şey yok gibi gözüküyor.
Ama birileri vaziyeti biraz abartıyor ve bence bu abartmanın tek nedeni işin içinde "opera"nın olması.
Aşk, zaten söylemeye gerek bile yok, telaffuz ettiğin zaman bile insanı alıp bir yerlere götüren sihirli bir sözcük. İşte bunun yanına operayı koyduğunuz zaman tamlamaların dayanılmaz "hafif"liği ortaya çıkıyor. Ama öyle bir anlam yükleniyor ki, sanki ancak seçilmiş azizlerin idrak edebileceği inanılmaz bir gizem, çok az kişiye nasip olabilecek esrarlı bir lezzet vs. vs...
Aşk yalnız bir operadır. Belki de operettir yani nerden biliyorsun kardeşim?
Çok uzattım biliyorum ama içimi dökeceğim arkadaş.
En çok etkilendiğim filmlerden biridir. Operadaki Hayalet. Bebekken bir beşik içinde kanalizasyona bırakılan ve lağım fareleri arasında büyüyen bir kahraman. Operanın karanlık ve kasvetli duvarlarından kayan gölgeler....Kuzuların Sessizliği ya da Exorcist filmlerinde bile bu kadar korkmamışımdır. Yani bir düşünün... Adamın biri zaten inanılmaz bir ses çıkararak bağırıp duruyor ve işin içinde bir de hayalet var.
O filmin bende bıraktığı etki şuydu:
Yıllar önce Avrupa'da, o engizisyon karanlığındaki her yerde veba salgınlarının kol gezdiği, dev farelerin ortalıkta cirit attığı tatsız tuzsuz yerlerde bir adam; farklı bir şekilde, farklı bir frekansta, gırtlağın bir hayli alt kısmından garip sesler çıkararak müzik yapmayı deniyor. Bu adamın, Floransa'da yaşayan Cenevizli bir rahibin yanlışlıkla bir kazığın üzerine oturarak bağırmaya başlaması üzerine çıkardığı sesi işitip etkilenen seyyar bir tüccar olduğu söylense de ben buna inanmıyorum. Adamın bu yeni ses üzerine denemeleri bir hayli ses getiriyor. Önceleri bir sirk gösterisi anlayışı çerçevesinde konserler veriyor. Topun üstünde ilginç numaralar yapan maymundan sonra sahneyi o alıyor. İzleyiciler, " Aaaa adama bak ya... Bu sesi nasıl çıkarıyor neresinden çıkarıyor hayret yani... " düşünceleriyle, bakıcısıyla tango yapan bir sirk ayısını izlermiş gibi eğleniyorlar. Çok sonra, " Ya bu işin notası falan varmış, bu basbayağı müzik." denilerek, opera müstakil bir "san'at" dalı olarak tescil ediliyor ve alabildiğine yaygınlaşıyor.
Ama Bethooven'in, Vivaldi'nin yaptığı müzik kadar insanların ilgisini çekmiyor. Başka varlıkların, doğadışı, esrarengiz yaratıkların, hayaletlerin dikkatini çekiyor bu sanat. Frekanslarına yakın tuhaf seslerin yükseldiği opera ile insanlardan çok onlar ilgileniyorlar. Yani hayaletler geliyorlar, efendi efendi operalarını dinleyip gidiyorlar aslında. Bazen aralarından biri insanlara bulaşacak oluyor. Zaten hemen onun filmi yapılıyor.
Ömer Selçuk
Yukarı
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.536 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
SENİNSE BOŞLUK
korudağ' a komşu kasabaların göğü belleğimde
bulutların yer değiştirme bilgisini hıfzettim işte
git sen de bak bu susuzluğa da martılar koşuyor
iki ceylan bir kirpi bir tavşan kaplumbağalar
uzun ölümü bağışla, mutluluk hoş gör aşkı
sular aktığı yatakları nakşeder
dereler yaprak yaprak biriktirir
ırmak ciltler deniz bütünler
ömrümüzün kuğu boynunda
yaşam diye asılan urgan
gizlendiğimiz tufan
benim yaz diye bildiğim unutulmuş bir yalnızlıkmış
seninse yoksunluktan yontulmuş içli bir boşluk...
Tuğrul Asi BALKAR
<#><#><#><#><#><#><#>
...
Bir his , düşünüp anılarda canlandırabilmek..
Bir duygu, sevdiğini yüreğinde saklı tutabilmek,
Bir heyacan , O'na uzanıp özgürce dokunabilmek,
Mutluluk, ağlamak istediğinde şefkatla seni saracak,
Başını omzuna yaslayacağın birinin var olduğunu bilmek,
Özgürlük, düşüncelerini çekinmeden haykırabilmek,
Yaşamak, duygularını hayata geçirebilmek,
Doyum, toplumca huzurlu bir gelecek görebilmek,
Hayat, olumsuzluklara olumlu yaklaşıp, insan olabilmek,
Rehavet ve yalnızlık; bitiş, ölüm demek...
Osman Taplamacı otaplamaci@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Satır Araları - Aralayan: Tamer Soysal |
Meğer Astroloji diye bir şey yokmuş!
2000 kişinin kişilik özellikleri incelendi ve takip edildi.
Basın organlarında yer alan habere göre İNSANLARIN kişilik özellikleri ile doğdukları gün ve saat arasında bağlantı kuran, Güneş, Dünya ve gezegenlerin konumlarının burçlar üzerindeki etkilerini inceleyen astroloji, bir 'mit' çıktı! Astrolojiye ilişkin bugüne kadar düzenlenen en kapsamlı araştırma, 1958 yılında Londra'da aynı gün içinde, yaklaşık birkaç dakika farkla doğan 2 bin bebeğin kayıtlarının tutulması ile başladı.
SÖZ konusu 2 bin kişi, geçen yıllar boyunca 100 farklı kişilik özelliği bağlamında incelendi. Elde edilen veriler de, Kanada'daki Saskatchewan Üniversitesi ile eski bir astrolog olan Avustralyalı bilim adamı Dr. Geoffrey Dean tarafından analiz edildi. Sonuçlar, neredeyse aynı anda doğan kişiler arasında bir benzerlik bulunmadığını gösterdi.
AYRICA 700 astrologdan, rastgele seçilmiş kişilerin kişilik profillerine bakarak doğum haritalarını çıkarmalarını istedi. Astrologların tahminlerinin başarısız olduğu görüldü. Araştırmanın sonuçları "Journal of Consciousness Studies"de (Bilinç Çalışmaları Dergisi) yayımlandı.
Astroloji kelimesi latince astra=yıldız ve logos=mantık kelimelerinin birleşiminden oluşur ve gezegenler, yıldızlar ve güneşin hareketlerinden yararlanarak olaylar ve insanlar hakkında bağlantı kurmaya çalışır. Astroloji sadece hayatı açıklamaya yardım eder. Kehanette bulunmaz, bulunmamalıdır. Astroloji bilim değildir. Sadece hayatı açıklamaya çalışmak üzere mantık kuran bir felsefedir. Bunun için de astronomi ilminden yararlanır. Ayrıca astroloji sadece doğum tarihi ile kişilik özelliklerinin belirlemeye çalışmakla ilgilenmez. Kişilik ise sadece astrolojik verilerle oluşmaz, aile, çevre, genetik özellikler kişiliğin oluşumunda ana etkenlerdir.
Tamer SOYSAL
tsoysal@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN ?
Patron önce sekreterini arar. Kızcağız son derece titiz olmasına rağmen yerinde yoktur. Oldukça sinirlenir ve aceleyle garajı arar:
- Patronun arabası hazır mı ?
Bir yandan nemli bir sıcak, öte yandan sevmediği, yeni başladığı bir iş.
Yıkayıcı:
- İpne patronun arabası yıkandı hazır, ne olcek ?!!!
Patron:
- Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?
Yıkayıcı:
- Yoo bilmiyorum. Kimsin sen ?
- Ben Patron'um terbiyesiz herif !!!
- Peki sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?
- Hayır bilmiyorum !!!
- İyi, yırttık o halde
<#><#><#><#><#><#><#>
Oh ne güzel, serin serin!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.kahveci.com/html/tat.html
... Bir kahveyi değerlendirebilmek için ağızımızı ve burnumuzu çalıştırmak lazım. Onlardan bilgi alabilmek için sadece nasıl çalışdıklarını öğrenmek lazım ve o bilgileri kullanarak tat değerlerimizi toplamamız lazım. Topladığımız değerleri tercüme ederek bir kahvenin tadını kelime ile ifade edebiliriz. Bu kelimeler ile çeşitli değerlendirmeler yapılır ve kahveler karşılaştırılır. Sonuç olarak da sizin hangi kahveyi tercih ettiğinizi ortaya çıkarmış olmanız lazım. Not: Dünyanın en iyi kahvesi sizin sevdiğiniz kahvedir. O kahveyi bulabilmek için belki de bir kaç kahveyi harmanlamak gerekecektir. Deneyin - bu işlem çok eğlencelidir...
http://www.sihirlitur.com/gezi/istanbul/eminonu/
... 100 yılı aşkın bir süre görev yapıp sonrada sökülüp haliç içine çekilmesiyle yerini yenisine bırakan Galata Köprüsü'nün üstü balık tutanlarla, trafikle canlı görünse de Eminönü' ünde aslında değişen pek fazla bir şey yok, denize 50 metre mesafedeki kıyı bandı yine sağanak yağmurda 70'li yıllarda olduğu gibi yine göl olup Venedik'i aratmıyor...
http://www.starwarsspoofs.com/wallpaper.html
Star Wars fanatikleri için çizgi film kökenli bir web sayfası. Bu verdiğim link film’den bazı seçme resimlern bulunduğu wallpaper sayfası. Meraklılarına duyurulur.
http://www.spiritonin.com/interactive/games/jetgame.html
Görsel olarak gerçekten iyi düzenlenmiş ilginç bir oyun. Uçağınızın hareketlerini mouse ile kontrol ediyorsunuz. Ateş etmek için ise klavyedeki yön tuşlarını kullanmanız gerekiyor. Kumanda şekli dışında küçük ama güzel düşünülmüş bir çalışma...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
swf2avi v0.3 [464k] W9x/2k/XP FREE
http://www.pizzinini.net/?category=8&item=37&language=en
Hoşunuza giden flah filmleri bmp, jpg veya avi olarak dönüştürüp edit edebileceğiniz bir program. Ne işe yarar diye düşünmeyin. Bu işin kurtları zaman zaman böyle araçlara gereksinim duyuyorlar. Sizde bir deneyin isterseniz? Belki hoşunuza gider.
Yukarı
|
|
|