|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 330 |
26 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Gelişme sürüyor!.. |
Merhabalar,
Epeydir yanıtsız bıraktığım bir konuya sonunda bir çözüm buldum. Bana yollanan duyuru mesajlarını değerlendirip takip edebileceğim bir yerimizin olmaması eksiklikti. Dün gündüz gözüyle Kahve Molası ile ilgilenmeye fırsat bulunca, hemen eski defterleri karıştırıp bir araştırmaya giriştim. Bulduğum seri ilan kodunu bizlere uyarlamam en helalinden bir 10 saatimi aldı. Ama sonunda ortaya çıkan "Kahverengi Sayfalar" dan memnun kaldım. Umarım sizinde hoşunuza gider ve kullanırsınız. Aslında satışa yönelik bir bölüm gibi görünsede incelediğinizde pekçok konuda yararlanabileceğimizi göreceksiniz. Oluşturduğum kategorileri şimdilik kaydıyla koydum. Son halini gene sizlerin istekleri belirleyecek. Hatta bölümün adını da beğenmediyseniz değiştirebiliriz. Sarı sayfalardan esinlenerek koyduğum "Kahverengi Sayfalar" adı şimdi baktığımda biraz karanlık göründü aslında. Bu konuda fikri olanların bana usulca fısıldamasını rica ediyorum. Ayrıca benim unuttuğum yada sizin eklemek istediğiniz kategorileri de söylerseniz geniş bir kullanıma yönelik hizmet verebilir.
Sayfalarda dolaşmak son derece zahmetsiz ancak ilan vermek yada duyuru yapmak için sisteme kayıt olmanız gerekiyor. Kayıt olduktan sonra "GİRİŞ" yapıyor ve ilanlarınızı ekliyorsunuz. İlanlarınıza 1 adet resim eklemek, açıklama bölümünde HTML kodları kullanmak serbest. Denetlemek adına, ilanların görünür olması için benim tarafımdan onaylanması gerekiyor. Bunu neden koymak zorunda olduğumu sanırım takdir edersiniz. Ancak onay işlemini gün içinde vakit geçirmeden yapacağımdan da emin olabilirsiniz. Bölümün bir başka özelliği, ilanlara direkt yanıt verilebilmesi. Bu konuda herhangibir onay durumu söz konusu değil. Kayıtlı email adreslerinize yanıtlar hızla ulaşabiliyor. Eksik yanlarını ve aksayan taraflarını bana iletirseniz elim elverdiğince çözümlemeye çalışırım. Bana işe yarar gibi geliyor, bilmiyorum siz ne düşünürsünüz?
http://www.kmarsiv.com/ads
Bir sonraki çalışma şiirler üzerine olacak gibi. Zira yazıdan çok şiir gelmeye başladı son zamanlarda. Bizim tadımlık şiirlerin istihap haddi sınırlı olduğundan hepsine yanıt verebilmem çok güç oluyor. Bir şiir sitesi gibi değil ama dileyenlerin gene kahveciler tarafından yazılmış şiirlere hızla eksiksiz olarak olarak ulaşabilmelerini sağlayan bir formül üzerinde çalışacağım. Anlayacağınız gelişmenin sonu yok. İhtiyaçlar arttıkça biz de kelebek mobilya usülü modül üstüne modül ekleme yöntemine başvuruyoruz. İlginizi eksik etmediğiniz sürece bu büyüme durmaksızın sürecektir, memnuniyetle duyurulur.
Abone artırma duyurum ilk gün biraz ses getirdi ama şu anda gene eskiye döndük. Bu konuda desteğinizi lütfen eksik etmeyin, olur mu?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen MARDİN Gezisi - 1 |
|
Aslında pek gezi denemez yaptığımıza ama yine de gezmedik sayılmayız Mardin'i. Ne yalan söyleyeyim gitme fikri ortaya çıktığı andan beri caz yapmaya başlamıştım. Sonra sakin sakin düşünürek; "Kim bilir ne zaman böyle bir fırsat çıkar ömrün boyunca karşına ?" dedim. İyi ki de demişim, inanın görülmeye değer harika bir yer, belki şöyle demek daha doğru; "Bu topraklar üzerinde yaşayan her insanın görmesi gerek !". Haftanın 3 günü Ankara'dan uçak var, İstanbul üzerinden aktarmalı olarak da gitmeniz mümkün. Havada Keban'ı gördükten sonra bir anda sapsarı bir renge bürünüyor ortalık, koskoca ovanın üzerinde bir tur atıyorsunuz ve Mardin Havaalanı'na hoşgeldiniz. İndiğiniz gibi dalga dalga sıcak vuruyor yüzünüze ancak nem oranı yüzde sıfır ! En yüksek nem oranı Ocak ayında %76 imiş.
Bir tepenin üstüne inşa edilen Mardin Kalesi eteklerine gerdanlık gibi kuruluvermiş Mardin. Savaşlarla erişilmesi zor olmasına rağmen tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması, birçok kervanın dolayısıyla da medeniyetin keşfine ve oraya yerleşmesine olanak sağlamış.
Mardin gerçekten de birçok eski uygarlığa sahne olmuş çok gizemli bir kent. Farklı kültürleri ve dinleri içinde barındırmış bu kent açık hava müzesi görünümüyle Venedik ve Kudüs'ten sonra dünyanın 3. Sit şehri ilan ( Unesco tarafından ) edilmesine ramak kalmış ( sanırım belgelerde bir eksiklik varmış tekrar müracaat edilecekmiş ). Gündüzleri seyranlık geceleri gerdanlık diyorlar Mardin'e. Taş işlemeciliği kentin tüm yapılarında kendini gösteriyor. Kiremitsiz çatılarıyla, Mezopotamya Ovası'na bakan evleriyle, araç giremeyen daracık ve sonu görünmeyen sokaklarıyla enfes bir gizeme sahip olduğunu görüyorsunuz Mardin'in. Enteresan konulardan biri de geceleyin ovaya bakış. Okyanus diyorlardı da inanmamıştım doğrusu, gece ovadaki tek tük parıldayan ışıkları denizde avlanan balıkçı kayıklarına, öbek öbek ışıkları küçük adacıklara benzetiyorsunuz ister inanın ister inanmayın ..!
Solda; daracık sokaklı nerdeyse bitişik nizam evlerin çatıları üzerinden ova ve sağda Suriye sınırı yakınlarından devam eden uçsuz bucaksız ovayı görmektesiniz. Ne yazık ki; GAP suları henüz Şanlıurfa sınırından Mardin'e geçememiş bu nedenle sulu tarım için 200 m. derinlikte artezyen kuyuları açılmakta...
Nusaybin ilçesi yakınlarında Dara ( Anastasiopolis ) isimli yerleşimi Doğu Roma İmparatoru Anastatios; M.S. 506 yılında yaptırmış. Samosota ve Zeugma gibi imparatorluğun doğu sınırını Sasani'lere karşı korumak üzere zincirin halkası olarak düşünülmüş bu tarihi kentte; güçlü şehir sularının giriş-çıkış denetlemesi, köprüleri, sel barajı, su sarnıçları, kaya mezarlıkları, muhteşem zindanı, kilise ve vaftizhane gibi güzellikleri görebilirsiniz. Aşağıdaki resimlerde de köyün ağasının torunlarını ve 1.2 milyar TL.'sına yeni alınmış damızlığı size göstereyim istedim...
Devamı gelecek...
asesen@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Neden Çocuk Yaparız?
Herkes yapıyor diye (Yaşamın bir parçası, doğup, büyüyüp, evlenip (birkaç defa), doğurup (birkaç tane), ve ölmek)
Kendimizi diğer insanlardan eksikmiş gibi görmemek için (İnsanların bizi kısır sanmamaları, bizim de anne, baba olabileceğimizi ispat etmek (annelik babalık sadece doğurmak olmamalı tabii...))
Sorulardan kurtulmak için (Olmuyor mu? Ne bekliyorsunuz? Ne zaman yapacaksınız? Gibi sorularla muhatap olmamak)
Soyumuzu devam ettirebilmek, soyadımızın yeryüzünden yok olmasını önlemek için (Bazı yöreler de kız çocuklarının daha az değerli olması bundandır herhalde. Ama evlenen bayanların kendi soyadlarını koruma kanunu sayesinde bu değerlerde de bir denge sağlanmış mıdır acaba? )
Kocamız çok istiyor diye (Sevgimizin bir ürünü olması gerekmektedir, meyve veren ağaç daha güzeldir.)
Yapamadıklarımızı onlar yapsın diye (Biz okuyamadık onlar okusun, biz yiyemedik onlar yesin...)
Anne olma duygusunu tadabilmek için (Anneliğin çok özel bir duygu olduğu yazılır, çizilir... Yani meraktan. İnsanın başına ne gelirse.!)
Kötü giden bir evliliği kurtarması için (Halbuki beklenenin tam tersi bir şekilde sonun hızlanmasını sağlar.)
Sevgimizi paylaşacak birilerinin olması için (Sevgi doluyuzdur. Bu sevgimiz sağa sola, kediye köpeğe, ota b.ka gitmesin diye çocuk gereklidir.)
Mürüvvetini, sünnetini görmek için (Yaşamın çarkına onlar da girsin isteriz, niyeyse?)
Yaşlılığımız da bize baksınlar diye (Kimin ne zaman öleceği hiç belli değilken! Onun için birden fazla yapmakta fayda vardır.)
Tarlada, dükkanda v.s. çalışacak eleman eksiğini kapamak için. (Yine birden fazla tabii. Erkek olmasında fayda vardır.)
Kazara (Korunma yöntemlerini ihmal veya tam olarak bilememe. Oldu bir kere, bunu doğuralım da bir daha yapmayız. :) )
Kürtajın günah, zararlı v.s. olduğu düşüncesinden (Bununda bir çözüm olduğu biline.)
Allah verdiği için ( Buna yazacak da yapacak da bir şey yok tabii. En geçerli neden...)
Nedenleri düşününce insan biraz kaosa giriyor gibi. Bu açılardan bakılınca dünyaya çocuk getirmek bence de azıcık (aslında azıcık değil kocaman bir) bencillik gibi geliyor. Bencilliğin yanında bizim üstümüzde oluşturduğu baskı da cabası. Ne kadar bunlar baskı değil, sevdiğimiz için zevkle yapıyoruz desek de bence baskı. Kafamız devamlı onlarla dolu değil mi? Nasıl büyüyecek, hangi kreşe gidecek, anneanne mi babaanne mi bakacak, kadın mı (mürebbiye mi :P) tutacağız, piyano mu keman dersi mi aldırsak, futbolcu mu mühendis mi olacak, nasıl okuyacak, nereyi bitirecek, hangi işe sokacağız, nasıl evlenecek, nasıl doğuracak, nasıl nasıl nasıl?
Sakın yanlış anlaşılmasın, çocuk düşmanı değilimdir, hatta severim de. Benim de iki tane pırlanta gibi çocuğum var. Kazasız belasız epeyce de büyüttük sayılır. Büyüyünce her şey bitiyor mu peki? Bitmiyor tabi, onlar bizim gözümüzde hiçbir zaman büyümüyorlar ki. Haber alamadığımızda merak ediyoruz, acıları bizim de acılarımız, mutlulukları bizim de mutluluklarımız oluyor. Onların sevgisinin yeri her zaman kalbimizin farklı bir yerinde duruyor. Seviyor seviliyoruz diye düşünüyoruz. Yaşamlarının bazı dönemlerinde "Neden, annemiz babamız bize yatlar, katlar bırakmadılar" diye söylendiklerini duyar gibi oluyorum. Hatta "Neden bize sormadan dünyaya getirdiler ki?" dedikleri anlar bile olmuştur ya da olacaktır. Sonuçta insanız.
Bunlar olmasaydı yaşamın da bir anlamı olmazdı diyenler olacak. Peki bunları sağlamak için kendimizden verdiklerimiz, yaşadıklarımız yaşamadıklarımız. Çocuk olduktan sonraki ayrılıklar, çocuk var diye katlanılan anlamsız yaşamlar. Yaşamı çocuklara endekslemek ne derece doğru? Yapıp sokağa atmak doğru mu? İki ucu şeyli değnek misali.
Onların oluşu, 9 ay 10 günlük süre ve de olduktan sonraki geçen zaman hakikaten çok çok güzel. Anne olmadığım için kelimeleri tam bulamıyorum, süper bir şey, harika bir şey, tarifi imkansız bir şey, bir sevgi seli muhakkak.
Ama asıl soru: NEDEN ÇOCUK YAPARIZ? NEDEN?
F.Karaege faik@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
Lacivert Yazıyorum : Meryem Uçar Kayalı RAHAT UYUYUN |
|
Özge ve Ercan üniversitede yakınlaşmışlardı birbirlerine. Tanışıklıkları daha eskiye dayanan bir arkadaşlıktı onlarınkisi. Hani vardır ya; tatlı tatlı , inceden inceye flört edersiniz ama adını koymazsınız, adlandırınca tılsım gidiverecek sanırsınız (eh; çoğu kez de gider (!)
zaten) Bir taraf açılıp isim vermeye kalksa herşey bir anda olup bitecektir.
Özge ile Ercan'ın hikayesinde hiçbirzaman "ad koyma" olmaması hep ilgimi çekmiştir. Arkadaştılar; adı yoktu.. Flört ettiler; adı yoktu... Evlendiler ama herşey o kadar spontan gelişti ki bir evlenme teklifi olmadı hiç.. Bakkala ekmek almaya gider gibi evlendiler.
Dışardan onlara bakanlar aralarındaki uyumu hemen sezerlerdi, sezilmeyecek gibi değildi çünkü.. 8 yıllık evlilikleri boyunca hep öyleydiler. Hani derler ya: "her evlilikte olur tartışmalar, sürtüşmeler.." İnanın onların evliliğinde olmazdı bunlar..
Sorumluluklarının bilincinde olarak bireyselliklerini, bireysel hayatlarını yaşayabiliyorlardı çünkü. Ve çünkü, "biz" olmadan önce "ben" olabilmeyi başarabilmişlerdi. Ve yine çünkü; kadın ya da erkek kimliklerinden önce "insan" lardı..
Çoğu zaman onların evli değilde iki yakın arkadaş olduklarını sanırlardı dışardan bakan gözler. Hiç öyle abartılı sevgi gösterileri olmazdı aralarında. Ama sürekli hissedilen bir sıcaklık ve pozitif enerji yayarlardı etraflarına.
Özge grafikerdi, Ercan ise işletmeci. Kendi işlerini yapıyorlardı. Hayatın her alanında omuz omuzaydılar. Özge resim çizer, değişik tasarımlarla uğraşırdı iş dışında. Ercan ise "deniz" derdi de başka birşey demezdi. İyi bir sporcuydu, özellikle sualtında..çok iyi bir dalgıçtı (hatta hocaydı).. Belki de başka bir spor seçmeliydi kendisine..
Özge babasını kaybettiğinde eşini hep yanında buldu, inanılmaz destek alıyordu Ercan'dan.. Yaklaşık iki buçuk ay kadar sonra, hava değişimi iyi gelir diyerek tatile çıktılar. Ercan hep destek oldu ve tatil boyunca sadece bir kez ayrıldı Özge'sinin yanından. Bir daha da dönemedi. İyi dalgıç ve aynı zamanda dalış hocası Ercan 30 metrede boğuldu, Özge'sini bir başına bırakıp gitti. 3 ay içerisinde hayatındaki en önemli iki erkeği birden kaybetmişti Özge.
Fena düştü, ayağa kalkamaz, toparlanamaz artık zannettiler. Oysa bilmiyorlardı; onlar sorumluluklarını yerine getirerek yaşıyorlardı bireysel hayatlarını, önce "ben" olmayı başarmışlardı.
Ve Özge'nin şimdiki tek ve en büyük sorumluluğu "ayakta kalmak" ve "hayatına kaldığı yerden devam etmek" ti. Öyle de yaptı zaten. İki damla gözyaşı döktü sadece ogün, ve ondan sonraki "ogün"lerde. Sadece yıldönümünde ve "affet beni Ercan bu savurganlığım için" diyerek.. Her sene "ogün" iki damla gözyaşı döküldü gözlerinden..
Yıllar sonra birgün İrem'le onları konuşurken İrem "helalolsun kıza, ben hem babamı hemde diğer yarımı kısa aralıklarla kaybetseydim ayakta kalamazdım herhalde" demişti.. Çok talihsiz sözlerdi bunlar; zira İrem henüz bilmiyordu ama o gece babasını kaybetmişti. Özge ve Ercan'dan da o yüzden açmıştım zaten konuyu.. Aklımca İrem'i kötü habere hazırlıyordum Özge'yi örnek almasını sağlamaktı amacım. Aynı gece sevgilisini de kaybetti İrem. Yok yok yanlış anlamayın, ölmedi sevgilisi; en azından cismen ölmedi. Ama giderken "keşke ölseydi" dedirterek, haince gitti.
Teşekkürler sana Ercan, teşekkürler sana Özge..
Birbirinize ve bize verdiklerinizle İrem'inde ayakta kalabilmesini sağladığınız için.
Teşekkürler size beni de ayakta tuttuğunuz için...
Söz sana Özge; senin Ercan'a döktüğün iki damladan fazla gözyaşı akmayacak gözlerimden sizin için..
Teşekkürler ikinizede bana ve algı kapıları açık olan pekçok kişiye "gerçek sevgi" yi gösterdiğiniz için...
RAHAT UYUYUN....
sevgilerimle
Meryem Uçar Kayalı meryem@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
NOBEL ÖDÜLÜ KAZANMAM SİZİN ELİNİZDE!
Hiç sıkılmaz mısınız kuzum aynı şeyleri yapmaktan? Aynı adamı sevmekten, aynı kadınla sevişmekten, aynı işle uğraşmaktan, aynı evde oturmaktan, aynı şehirde yaşamaktan, aynı kediye mama vermekten, aynı saatte yemek yemekten, aynı sigaraya tiryaki olmaktan, aynı yazarı okumaktan, aynı e.mail adresini kullanmaktan, aynı marketten alışveriş yapmaktan...?
Ben bu ara çok sıkıldım. Kazan kaldırmak istiyorum bütün alışkanlıklarıma. Hatta herkes de benimle birlikte kazan kaldırsın istiyorum. Suç ortağı arıyorum yani. Var mısınız?
Hani vardır ya, "Dünya Sigarayı Bırakma Günü, Çevre Günü, Yaşlılar Günü" vs. gibi özel günler... Öyle günlerde, insanlar güruh halinde, günün anlam ve ehemmiyetine uygun aktivitelerde bulunurlar hani... Ne bileyim sigarayı bırakırlar, yaşlıları ziyaret ederler, İstanbul Boğazı'ndan gemileri geçirmezler felan hani...
İşte öyle bir gün tertip edilsin ki, o gün insanlar bütün alışkanlıklarına kazan kaldırsın, normal olan, süregelen herşeyin tam tersini yapsın ve hayatın köküne dinamit koyup patlatsın. Bütün dünya, bütün toplumsal yaşantı bir anda değişiversin.
'Dünya Dumur Günü' olsun adı da mesela. O gün, biri başbakanlıktan istifa etsin durup dururken. Biri deliler gibi aşık olduğu eşinden boşansın, masal gibi bir evliliği bitirsin. Biri valizini bile almadan yurtdışına çıksın, orada yaşamaya karar versin, bütün kariyerini ve lükslerini ülkesinde terk ederek... Muhafazakar biri, durup dururken şehir merkezinde çırılçıplak soyunsun... Ülkenin en iyi köşe yazarı, ilkokul çocuklarına bile yakışmayan bir yazı yazsın, gazetenin genel yayın yönetmeni de bunu bassın...
1 Nisan şakalarını andırıyor ama öyle değil. Sözünü ettiğim şey, hayatınızın geri kalanını etkileyecek dumur durumları. Radikal, keskin, maksimum düzeyde riskli...
Hatta eğer bu dumur vakaları kolektif olarak yapılırsa daha da keyifli olur. Mesela, dünyanın bütün başbakanları aynı anda istifa etsin görevlerinden... Veya, o gün bütün sevgililer birbirini aldatsın.. Olmadı bütün diplomalar iptal edilsin; o günden itibaren dünya üzerinde yaşayan hiç kimsenin mesleği olmasın, herkes kariyerini yeniden şekillendirmek zorunda kalsın... Ya da yeryüzündeki bütün borçlar ve alacaklar sıfırlansın o gün. Kaosu düşünebiliyor musunuz? Eğlenceli değil mi sizce de? Bütün ekonomiler altüst, bürokrasinin el freni çekilmiş, politikasız, ekonomisiz, borçsuz, alacaksız bir gün. Süper yahu !
Topluca çıldırsın insanlık... O gün çıldırmayanlar zindanlara atılsın. Beddua edilsin arkalarından. Herkes en az bir çılgın manevra yapmak mecburiyetinde olsun. Aşinalığın uyuşturucu etkisinden, monotonluğun bayıltıcılığından sıyrılıp topluca huni taksın kafaya insanlık.
"Bu kız adamı öldürür.. Çocuklara ve gençlere kötü örnek oluyor" felan diye, gene bana bilmişlik taslayacak, hava atacaksınız biliyorum. Ne deyim, havanız batsın!
* * *
Tamam! Bi soluk alacağım.. Bi sakin olacağım.. Ara vereceğim dumur bombardımanına.. Aklımı başıma devşireceğim.. Panik yok.. Geçti!
"Peki, ne oldu da dellendi bu kız" diye merak edeniniz var mı?
Hemen merak gidereyim.
Efendim malumunuz üzre ülkemiz kronik, iflah olmaz, dermansız bir ekonomik krizin bataklığında debelenip durmakta. Ne batmakta, ne de çıkmakta. Eh bu ülkenin bir insanı olarak, ben de halkım gibi ekonomik krizle boğuşmaktayım.
"Eee bundan bize ne. Memleket meseleleriyle ilgilensek, gazetelerin köşe yazarlarını okuruz. Ne işimiz var senin köşende?" diyeceksiniz, benim tepemin tasını attıracaksınız. Zira ekonomik kriz ile bu köşede okuduğunuz yazılar arasında sıkı bir ilişki var. Şöyle ki:
Mesela tam ben kıyak bir konu yakalıyorum, bilgisayarımı açıyorum ve yazının girizgahını yazmaya başlıyorum ki telefon çalıyor:
- İyi günler Tuba hanım, 'Bilmemne Bank'tan arıyoruz. Bankamıza olan borcunuzu 2 aydır ödemiyorsunuz. 5 gün içinde ödeme yapmazsanız, yasal işleme başlayacağız.
- Hadi kardeşim Allah versin. Yok bende para mara. Koskoca banka olmuşsunuz, hala benden harçlık istiyorsunuz. Cıkcıkcık...
- Efendim? Anlamadım? Beni çocuğunuzla karıştırdınız galiba. Ben 'Bilmemne Bank'ın, Kredi Kartları Risk Yönetiminden bilmem kim!
- Haaa öyle söylesenize yahu. Ben de bankaya olan kredi kartı borcumu istiyorsunuz sandım!
- Tuba Hanım benimle dalga mı geçiyorsunuz?
- Yok canıım, ne haddime! Koskoca 'Bilmemne Bank'ın Risk Yöneticisiyle dalga geçilir mi hiç? Haşa! Bu vesileyle hürmetlerimi sunar, yaptığınız işe çok büyük saygı duyduğumu belirtmek isterim. İnsanlar artık risk almaktan tırsar oldu. Ot gibi yaşıyorlar. Sizin gibi risklerimizi yönetecek insanlara ihtiyaç var bu memlekette. Risksiz hayat, krem şantisiz pastaya, peynirsiz kahvaltıya, tuzsuz çorbaya benzer. Şimdiki aklım olsaydı ben de sizin mesleğinizi seçerdim. Aaah ah!
- Sizi anlamakta güçlük çekiyorum. Neyse, ben görevimi yapıp sizi uyarayım. 5 gün içinde ödeme yapmanız gerekiyor.. Yoksa....
- Tamam. Öderiz. Kaçmıyoruz ya. Burdayız işte. Telaşa lüzum yok. Şimdi bi yazı yazmaya çalışıyorum, yazı bitsin hemen icabına bakacağım. 2 yıldır ödeme yapmayan belediyelere tahsilatçıları yollayacağım. Ödemezlerse "Sizi Bilmemne Bank'ın Risk Yöneticisine şikayet ederim, başınıza olmadık riskler açarım" diyeceğim. Olmadı, dağa çıkıp eşkıya olacağım. Haraç maraç felan derken denkleştiririz sizin parayı da. Merak etmeyin. Relax please!
Biiiiip biiip biiip...
Yelloz suratıma kapadı telefonu iyi mi?
Ulen tam yılın yazısını yazacağım, memleketteki entelejansiyayı sarsacağım, milletin aklını alacağım (pardon millete çok mühim akıllar vereceğim), hayatın anlamını çözeceğim, okura derin felsefi tespitler sunacağım; bunlar araya girip dünyevi işleri başıma sarıyor, konsantrasyonumu bozuyorlar. Sonra da, biraz gevezelik ettiğim için suratıma telefonu kapatıyorlar.
Üç beş kuruş para için kalbimi kırmaya değer mi? Benim ödeyeceğim parayla mı kurtulacak bu lanet banka batmaktan? Hatun orada, bankanın sahibine yalakalık yapacak, üç beş kuruş para kazandıracak diye biz okuyucuyla papaz oluyoruz, üstüne bir de yasal işleme tabi tutuluyoruz.
Eğer bir gün Nobel alamazsam, bilin ki tek suçlu ülkem bankalarının Risk Yöneticileri ve hukuk müşavirleridir. Bu ülke onlardan hesap sormalı!
Memleketin Nobel alabilecek kapasiteye sahip ilk ve tek yazarının da uğraştığı şeylere bakın yahu! Adaletin bu mu dünya?
Oysa benim şimdi 'herşey dahil' bir tatil köyünde, laptop'um ve çıtırlarımla birlikte, bütün dünyevi işlerden kendimi soyutlayıp, 24 saat yazı yazmam gerekli! Bu ülke bana, hiç olmazsa bu kadarını borçlu! Haksız mıyım ey okur?
Neyse, haydi ben gidip biraz tatil köyü araştırması yapayım, siz de aranızda para toplayıp yazarınıza bir kıyak yapın. Yalnız lütfen acele edin de Ağustos ayını geçirmeyelim. Malum, Eylül ayında çıtır sezonu kapanıyor. Okullar felan açılıyor. Av yasağı başlıyor. Eh, hal böyle olunca benim yazıların da performansı düşüyor. Derinliği kalmıyor!
Her şey bu vatana bir Nobel ödülü getirebilmek için. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Vallahi!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.569 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
GİTMEMELİYDİN
...
Gitmemeliydin...
Daha güz yağmurları düşmemişken gönül iklimine, yazın kuraklığını unutturamamışken hani, bu gidişin neyi çözecekti. Suya hasrettim
zaten bir de sensizlik üstüne gelirse nasıl dayanacaktım, hiç düşündün mü?
Gitmemeliydin...
Bir iki ay sonra kış bastıracak. Hiç ayazlarda yalnız kalmadın.
Nerede, nasıl varolacaksın? Aslında ben yokluğunun soğuk yüzüyle bir başıma ne yapacağım, hiç düşündün mü?
Gitmemeliydin...
Ama beni dinlemedin. O gün bu gündür, ben şaşkın, ben garip,
ben bitkin...
Ya sen sevdiğim?
...
Özlem TORKUL
<#><#><#><#><#><#><#>
Ben
Sonbahar çocuğuyum ben.
Hüzün mevsiminin ilk ayında gelmişim dünyaya.
Saçlarım düşen yapraklardan almış rengini.
Sarıya merhaba diyen çimenlerden.
Gözlerim ise yeşile elveda,
Belki de bundandır bakışlarımın donukluğu,
Saçlarımın deli rüzgarlara olan tutkusu.
Ne ırmak gibi coşmayı bilirim baharda,
Ne renk renk açmayı yazın kırlarda.
Ne ayaz olabilirim insanın içine işleyen,
Ne de yakabilirim gönülleri yaz güneşi misali.
Yağmur olur, damla damla açık kalplere akarım,
Rüzgar olur, diyar diyar bendeki beni ararım,
Yaprak olur, bir sağa bir sola savrulurum,
Toprak olur hasret ile yanarım ben.
Sanki okumuş da kaderimi yüzümden,
Özlensin ama özlemesin demeden,
Bir isim vermiş ki bana annem,
Tek duygudur yıllar yılı bende hüküm süren.
Bu ne itiraf ne de sitem:
Sonbahar çocuğuyum ben.
Özlem TORKUL
Yukarı
|
KİMSE ETMEZMİŞ, HAYVANIN HAYVANA ETTİĞİNİ...!
Sihirli kurbağa bir gün ormanda gezerken, tavşan kovalayan ayı ile karşılaşmış. Tavşan can derdinde, ayı et derdinde derken sihirli kurbağa duruma el koyup demiş ki:
- Her ikinizin de üç hakkı var. Dileyin benden ne dilerseniz !
Ayı :
- Bu ormandaki tüm ayılar dişi olsun ve tümü bana tutkun olsun" demiş.
Kurbağa anında ayının isteğini yerine getirmiş isteği.
Tavşan ise:
- Bana bi kask ver demiş...
O da hemen olmuş.
Ama ayı içinden :
- Bu tavşan geri zekalı. Çuvalla para isteseydi, bin tane kask alırdı. demiş.
Kurbağa ikinci isteklerini sormuş.
Ayı (babası da ayıymış zaten)
- Yan ormandaki tüm ayılar da dişi olsun ve hepsi sadece beni arzulasın demiş.
Trilink!!!! O da tamam.
Tavşan ise:
- Ben hızlı bir motosiklet isterim. demiş
Ayı iyice şaşırmış "Bu tavşan hepten aklını yemiş olmalı !" diye düşünmüş.
Sıra gelmiş son isteklere....
Ayı
- Bu gezegendeki tüm ayılar dişi olsun ve hepsi benim için çıldırsın demiş.
Kurbağa bu isteği de hemen yerine getirmiş.
Tavşan önce kaskı takmış, sonra motora binip marşa basmış ve son isteğini söyleyip gaza basmış:
- Bu ayı i...ne olsuuuun ! denizce.com
<#><#><#><#><#><#><#>
Seven insan katlanır!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.kapari.com/default.htm
...Yurdumuzda Akdeniz ikliminin hakim olduğu Batı Anadolu illeri başta olmak üzere, Orta Anadolu'da Tokat ve civarında, Doğu Karadeniz ve Güneydoğu illerinde doğal olarak yetişen Gebreotu (Gebereotu), çalımsı yapıda, dik ve yatık olarak büyüyen dikenli bir bitkidir... ... Çok yıllık derin köklü ve yayılıcı özelliği ile iyi bir erozyon kontrol bitkisidir. Bu bitki, yurdumuzun uygun bölgelerinde, erozyona tabi yerlerde, normal kültür bitkilerinin yetişmediği ya da ekonomik gelir elde edilemeyen güneye meyilli arazilerde yetiştirilerek daha çok döviz geliri sağlanıp işsizlik kısmen önlenebilir...
http://www.errorwear.com/picmonth.html
Bilgisayarlardaki hata mesajlarını ti’ye alarak giyim konusunda markalaşmaya çalışan bir grup. Sizler de error wear grubuna katılmak için çalışmalarınızı gönderebilirsiniz.
http://www.kahveci.com/html/kahve_lisany.html
İçtiğiniz kahvenin tadını bir arkadaşınıza hissettirecek kadar iyi anlatabilmek için bu lisan’ı mutlaka bilmelisiniz. ...Bir elmanın tadını - bilmeyen birine - nasıl anlatırsınız? Pazara gitdiğinizde dikkat edin ve halkımızda bu lisanın nasıl kullanıldığını canlı olarak görürsünüz. Mesela "Bu elmalar bal gibi!" veya "Bu elmalardan su fışkırıyor!". Biraz da olsa elmalar hakkında bilgi veriyorlar, çünkü elmanın tadını anlatmak için, elmanın kendisi haricinde kelimeler kullanarak nasıl bir elma olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bal gibi elma ne demek?..
http://home.planet.nl/~mourits/koelkast/
Bu kısayolu tamamen yorumsuz veriyorum.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
TempCleaner v1.0.1.1 [942k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106838
Biliyorsunuz windows her durumda geçici dosyalar yaratarak çalışıyor. Ve bunların pekçoğu gereksiz yer işgal etmekten başka bir işe yaramıyor. Zaman zaman bu dosyaları silmekte yarar var. İşte bu program bu işi otomatik hale getirerek, her windows açılışında yada istediğiniz zaman çalışarak oluşmuş tüm gereksiz geçici dosyaları temizliyor. Geçici dosyalar "0" boyutlu bile olsa hard disk'te yer kaplıyor unutmayın.
Yukarı
|
|
|