|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 332 |
28 Ağustos 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Hadi baysss!.. |
Merhabalar,
Abdurrahman aradı bugün. "Cem Kardeş, nasılsın?" "İyiyim Abdurrahman sende ne var ne çok?" "Tesadüf ederim sana (teessüf ederim demek istiyor) yazmışın olum beni, adımızı da iyi koymuşsun ha, adisin olum sen!" "Haydaaa, Abdurrahman, noldu şekerim, meşhur oldun yaw, ne var bunda, hem ben o yazıyı yazalı 1 hafta oldu, anca mı jeton düştü?" "Şimdi okudum olum, meşguliyetimiz vardı." Okudum diyor ama sorsam tek kelime hatırlamaz. Eline gazeteyi alınca arka sayfasını çevirir, 4 başlıktan ancak ikisini okuduktan sonra sıkılıp bırakır. Kalkmış bana okudum diyor. Garanti Nazan okuyup ona özetlemiştir, Nazan "executive secretary" oluyor hasbamın. Kızcağızın bir ayaklarını tuzlu suyla ovmadığı kalıyor. Kahve Molası benden gelmese çöp kutusuna atmak için "Nazannn, gel şu pisliği kaldır at" diyecek ama şimdi eli mahkum "Nazann şunu oku da anlat bana, herif sorduğunda rezil olmayalım" demiyorsa banada 10.000 abone nasip olmasın.
"Okuduk olum okuduk, uzatma ha, başka bişi yazma, rezil oldum şirkette" "Abdurrahman be, ha rezil olmuşsun ha meşhur, senin için farkeder mi? Seni meşhur edeceğim bak görürsün" "Kardeşim (kızınca Cem Kardeş, kardeşim oluyor) laz damarımı azdırma , gelir sıkarım dizine ha" "Sıkar olum sıkar, üstüme gelme babanı çağırırım" Babasından ödü patladığından hoşafın yağı kesiliyor hemen. "Adisin olum sen, bari arada iyi şeylerde yaz karizmamız artsın" "Ayıp ettin Yogi, seni Kadir'den meşhur etmezsem yuh olsun bana. Elalem motivasyonun ağababasını öğrenecek senden" "Cem Kardeş, şu Irak işi ne ola ya, asker masker diyorlar, beni askere çağırmazlar he mi?" "Olum Irak'a asker göndereceğiz büyükbaş hayvan değil. Sana sıra gelmez merak etme." "Sen bana kötü bişi dedin ama anlamadım, büyükbaş ben mi oluyorum?" "Yok Abdurrahman'ım sen toynaklılar sınıfındansın. Aygır belki ama inek asla" "Hııı?" "Abdurrahman'ım lafın bittiyse bırakta çalışayım." "Ha bi sen çalışıyorsun sanki, bizimde meşguliyetimiz var Cem Kardeş, hadi bays!" "Bays?? Aha Maria dan mı kaptın bunu?" "Yok be burdakiler bana aysuku yüklediler, arada çetliyoz yellozlarla. Orda öle deniyor" "Ohh ohh yaşasın yeni hikayeler yolda desene, bunu konuşalım sonra, hadi bayssss"
Şirkettekiler aman başımıza ekşimesin diye Abdurrahman'ı aysukulamışlar anlaşılan. Helal olsun bu çocuklara, bana malzeme size komedi yolda artık. Bir dahaki sefere şu İspanyol Marya'yı anlatayım size acilen, bakarsınız ona sıra gelmeden unutturur bu aysuku. Hay sen çok yaşa emi Abdurrahman...
...........
İlk gün sendromundan sonra bizim "Kahverengi Sayfalar" adam gibi çalışmaya başladı sonunda ama sizden çıt yok. O kadar uğraştım bakın, kullanmazsanız hatırım kalır ona göre. İsmi konusunda da anketi açtım, bakalım sonuç ne olacak. İsimleri ben buldum ama sizin eklemek istedikleriniz varsa söyleyebilirsiniz.
Dün gece saat üçle altıbuçuk arasında bağlantı hızı sıfıra inince dünkü sayıyı ancak sabah saat yedide yollamaya başlayabildim. Yarım saatte bir çalan alarmla uyanıp internete bağlandım ama yediye kadar başarılı olamadım. O nedenle Molamız dün elinize biraz geç ulaşmış olabilir, kusura bakmayın artık. Bu gece de aynı duruma düşmemek için biraz erken davranayım istiyorum. Haydi bana kolay gelsin...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Marangoz, Bahçıvan ve de Kahveci : Ahmet Altan Broken Hill Savaşı |
|
Aslında bu yazıyı sizlere 18 Mart günü yollamayı isterdim, ama öylesine hoş ve ilginç bir hikaye ki, o zamana kadar beklemeye sabredemedim.. Belki editör o tarihte yeni katılan molacılar için bir kez daha yayınlar artık..
Erhan geldi, bu aralar işsiz.. Canı sıkkın.. Ne yapacağını pek bilemiyor. Aslında aylaklığa da düşkündür. Hani birinci cildi ben yazacak olsam (ki yakışır) redaksiyonu da o yapabilir.. Ama genede hayat gailesi, bu çorba kaynıyacak. Ve Erhan ne yapacağına karar verememiş olmanın sıkıntısı içinde.. Güneye gitmeyi düşünüyor, ama bilemiyorda.. Neyse, boş vakit bol olduğundan bol bol kitap okuyor, sonra da gelip bana 'Şunu da oku bunu da oku.. ' 'Yahu Erhan, ben akşam ikilerde üçlerde yatıyorum, onlarca cilt sırada beklemekte, sen de ilave yapıp duruyorsun, en iyisi sen oku oku gel bana anlat!' dedim.. O da bir kitapta okuduğu bir hikaye anlattı.. Şapkam uçtu. Sonra yemedim içmedim, internette bir sürü sayfalar gezdim işin aslını öğrenmek için. Okuduğum onca kaynakta birbiri ile çelişen bilgiler de vardı gerçi, ama hikaye o kadar ilginçti ki, nasıl olmuş da bunu bizler hiç duymamışız, şaştım kaldım..
1915 yılında Avustralya'da öyle bir savaş olmuş ki, ülke tarihine geçmiş! Broken Hill savaşının Avustralya tarihine geçmesindeki temel neden, kendi topraklarındaki tek savaş olması. Ve, bilin bakalım bu savaş kimlerle yapılmış? Sıkı durun, evet, bildiniz!! Türkler!!
En iyisi baştan anlatmak, efendim, 1915 yılında, (Anzak kuvvetleri Çanakkaleye yollanmak üzere iken (Anzak birlikleri Gelibolu yarımadasına 25 Nisan 1915 tarihinde ulaşmışlar)) 1 Ocak 1915 günü, yerel bir arkadaş grubu, her sene düzenledikleri yeni yıl pikniğini yapmak üzere1200 kişilik kadınlı erkekli, çoluk çocuklu büyük bir grup olarak Broken Hill şehrinden trenle yola çıkmışlar. Vagonlar, üzerlerine banklar yerleştirilmiş, açık vagonlarmış. Yolcular, sabah 10'da hareket etmiş olan trenin üzerinde, açık havanın tadını çıkartmaktalarken, daha sonra isimleri Molla Abdullah ve Gül Muhammed olan iki kişinin ittirmekte olduğu dondurma arabasını görmüşler, ne var ki, az sonra bu iki kişinin ellerinde tuttukları tüfekler kendilerine doğrulmuş ve ateş başlamış! (Dondurma arabasının üzerinde bir de Türk bayrağı olduğunu da atlamıyalım bu arada.) Toplam 20-30 kurşundan sonra tren durmuş, ve ortalık kontrol edilince trende iki ölü yedi yaralı olduğu anlaşılmış. Tren ilerideki bir istasyona çekilmiş ve polise haber verilmiş. Polis geldiğinde iki Türk, kendilerini daha emniyette olacakları bir noktaya atmayı başarmışlar, yolda bir başka adamı daha vurmuşlar, sonra da bir polisi yaralamışlar. Polisle birikte harekete geçen jandarma ve yerel halk, Cable Oteli yakınlarında pozisyon alıp, karşılıklı kurşun atmaya devam etmişler. Bu çatışma yaklaşık birbuçuk saat kadar sürmüş. Daha sonra yapılan yorumlara bakılırsa, Molla Abdullah çatışmanın ilk dakikalarında öldürülmüş olmalı deniyor. Çünki Türklerin karşı atışları etkisiz olmuş. Bizimkiler yakalandıklarında Molla ölü, Gül Muhammed ise bir tanesi kolundan olmak üzere, hemen hemen kevgire dönmüş vaziyette yaralı olarak ele geçtiğine göre, karşı ateşin neden etkisiz ya da cılız kalmış olduğu anlaşılıyor. Çatışma sırasında Jim Craig adlı bir köylü, kızının yakarmalarına rağmen kenarda durmayıp odun kesmeye devam ettiği için ateş alanı içinde kalmış ve bir serseri kurşun sekmesi sonucunda vurulup ölmüş. Gül Muhammed ele geçtiğinde hala sağmış ve 16 kurşun yarası nedeniyle, hastaneye götürüldükten kısa bir süre sonra o da ölmüş.
Kasabadaki nefret yatışmadığı için, bizimkilerin cesetleri gizlice gömülmüş ve o gece mezarlıkta silahlı kişiler nöbet tutmuş, kimseler gelip cesetleri aramasın diye.. Nedense olayın arkasında yerel Alman toplumunun olması gerektiği şüphesi uyanmış, ve saldırıdan bir gece sonra Alman Klübü ateşe verilmiş. Yangınla mücadele edenler, bu uğraşıyı engellemek isteyen, ve yangın söndürme hortumlarını kesmeye çalışan halkla da mücadele etmek zorunda kalmış. Kargaşada bazı tüfekler çalınmış falan filan..
Bazı resmi belgelere göre Molla Abdullah 60 yaşlarında bir kasapmış, bu olaydan kısa bir süre önce izinsiz kurban kestiği için ceza almış. Gül Muhammed ise bir dondurma satıcısı olarak tanınıyor.
Kaynaklar bu ikilinin Afgan deve çobanları mı Türk mü oldukları konusunda çelişkili bilgiler veriyor. Bir de saldırının nedeni konusunda yeterli hiçbir açıklamaya rastlamadım. Avustralya kaynaklarının çoğunda Molla Abdullah'ın aldığı para cezasını ödeyemeyecek kadar yoksul olduğu, bundan dolayı bir kızgınlıkla bu işe giriştiğini yazıyor. Ancak bazı başka kaynaklar ise, Anzakların Türkiyeye savaşa gitmesini içlerine sindiremeyen bu iki Türk'ün, orada kendi olanakları ile savaşa katılmak isteyip, Gelibolu'ya ilaveten bir cephe de Broken Hill'de açmaya karar vermiş olduklarını anlatıyor. Benim aklıma bu ikinci olasılık çok daha yakın geldi, belki de hoşuma gitti ondan.. İki adamın memleketlerinden onca uzakta, kazanma olasılığı olmayan bir savaşa girişmelerinin dramatik öyküsünden öğrenecek çok şey, çıkartılacak çok ders var. Selam olsun size Gül Muhammedler ve Molla Abdullahlar, selam olsun...
Kaynak: http://amol.org.au/guide/stories/turks/battle.html
Ahmet Altan
aaltan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Işık Etkin |
Siz akıl okuyabilenlerden misiniz?
Ne yazık ki ben okuyamıyorum.
Birkaç sene öncesine kadar okumaya çalışır, insanların söylediklerinden çok söylemediklerini anlamak için çırpınır dururdum. Tabii ki bunun tam tersi de geçerliydi hayatımda. İstediklerimi açıkça söylemek yerine herkesin onları anlamasını bekler, istediklerim olmayınca da hayata küserdim. Bir şeyleri açıkça istemek beni hep korkuturdu. Ya karşımdaki bunu yapacak zamana, paraya, isteğe sahip değilse…ya bana hayır derse….ya hayır diyemezse…ben düşünebildiğime göre o da düşünebilmeli….belki de gerçekten istemiyordur….. uzatın uzatabildiğiniz kadar. Ve sanmayın ki bu kuruntular sınırlı bir konu ve kişi için. Asla! En yakınım annemden başlayın, kardeş, koca, arkadaş, patron…. sayın sayabildiğiniz kadar.Bu uğurda mutsuz günler geceler, ağlamakla geçen hafta sonları, hatta biten bir evlilik ..Ne kadar traji-komik değil mi? Yapılmaya çalışılan aslında sadece düşünceli davranmak, kimseyi üzmemek, kırmamak, zor durumda bırakmamak. Ve kendinden başka her şeyi önemli kılmaya çalışmak. Ama sonuç? İnanılmaz bir yalnızlık.
Son yıllarda bu konuda kendimi terbiye etmeye çalışıyorum. Artık varsaymıyor, soruyorum, istiyorum . Ve verilen cevapları da sadece söylendiğı kadarıyla anlayıp boşuna kuruntulara kapılmıyorum.Oh be hayat ne güzel, iletişim ne kolaymış.
Bunları bana yazdıran olayı sizinle paylaşmak istiyorum.
Annem öldüğünden beri anneannem Ankara'da teyzemle yaşıyor. Uzun yıllardan ve uzun dil dökmelerden sonra dün ikisi birlikte bana kalmaya geldiler. Evde bir neşe, bir hareket. Özlemişim kalabalığı. İstiyorum ki söylesinler "bize şunu yap, bizi şuraya götür, şunu çağır, bunu ara"..ne bileyim işte ben torun/yeğen hazırım emirlerinde onları mutlu etmeye. Ama nerde? Onlar beni yormamak, üzmemek, istemediğim bir şey yaptırmamak adına (bakınız ilk paragraf-aile geleneği) nerdeyse aç yaşayacak, konuşmayacaklar.
- Açıktınız mı?
- Yok canım ne gerek var yemeğe…
- Hadi çıkıp gezelim, nereye gitmek istersiniz?
- Yok yok burası iyi, çıkmayalım…
Hafta sonunu sabırla geçirdim. Ta ki bu sabahki telefona kadar !
Dün anneannem ilaçlarından birini bulamadığını söyledi. Hemen "adını ver ben alırım " dedim. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Biraz daha aradı. Buldun mu diye tekrar sordum? Buldum buldum dedi. Siz olsanız ne yaparsınız? Ben inanmayı seçtim. Böyle bir konuda başka ne bekler insan? İlaç bu, unutulmuşsa alınır yenisi.
Ama bu sabah işten evi arayıp kızımla konuşunca öğreniyorum ki meğerse dün ilaç bulunmamış ve bana "yük" olmamak adına benden gizlenmiş. Bugünde sabah ben işe gider gitmez hemen yollara düşülüp eczane aranmaya çıkılmış.
Şimdi bari siz dürüst olunda bana bir akıl verin. Gidip ilaç almak mı (ki üstelik araba ile gidilecek) daha yorucu, yoksa seksen yaşındaki anneannenin beni yormamak adına bugün sokaklarda olduğunu düşünmek mi?
Bu olay bana kendimi çok öfkeli, kırgın ve "yalnız" hissettirdi. Ve artık hiç kimsenin bana bunu hissettirmesini istemiyorum. Herkes ne istiyorsa, neye ihtiyacı varsa açık, net ve dürüst olsun. Yapılabilenler yapılır, yapılamayacaklar için de canımız sağolsun.
Bence düşünceli olmak net olmak anlamına geliyor ve bu konuda ki eksiğimi fark edip üzerinde çalışmaya başladığımdan beri kendimi hafiflemiş-özgür hissediyorum.
Denemeye değmez mi?
Işık Etkin ietkin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Cafe Azur : Suna Keleşoğlu |
Kızıl Saçlı Kahraman
Merhaba,
Zaman zaman unuttuğumda gülümsemeyi hayata, onun öyküsü geliyor aklıma. Kızıl saçlı bir kadının öyküsü bu.
Onu ilk tanıdığımda yüzündeki gülücüklere hayran kalmıştım. Kızıla çalan kıvırcık saçlarını savura savura yürürken ağır bedeni kuş gibi hafif hareket ediyordu. Belli ki bir hastalığın sonucu alınmış kilolarının ağırlığından ezilen ayakları yorgun adımlarla iniyordu merdivenlerden. Geçen sene devam ettiğim İngilizce kursunda tanımıştım Onu. Adı bende kalsın. Biz ona kızıl saçlı çocuk kadın diyelim. Çünkü gözlerinize bir kez bile deymesi yeten gülümsemesi ile çocukça bir masumiyet taşıyan kızıl saçlı kahraman...
Kursta yeni başlangıçların çekingenliğini attıkça birbirimizle kaynaşır olmuştuk. İkinci haftadan itibaren kurs öncesi kahve sohbetlerimizde birbirimizi tanımaya başladık. Birbirimize çok yakın mesafede oturduğumuzu anladığımızda, beni kurs çıkışı arabası ile eve bırakma teklifinde bulundu. Kızıl saçlı kahramanımın pembe renkli küçük arabasıyla evime giderken arkadaşlığımızın ilk adımları atılmaya başladı. Ve yol boyunca devam eden güzel sohbetler....
Hala onun hikayesini bilmiyordum. Bir gün kurs çıkışı hastaneye gitmem gerekiyordu. Uzun zamandır peşimi bırakmayan sağlık problemlerim nedeniyle bıkmıştım. Aileden gelen genetiksel faktörler nedeniyle artan kontrol sayıları ve sık yapılan doktor ziyaretlerinden yakınmaya başladım. Beni büyük bir sabırla dinledi ve o güne kadar bilmediğim öyküsünü anlatmaya başladı. Beş yaşındaki oğlunun araba aynasında asılı resmine bakarak ve yine gülümseyerek....
Oğlunun doğumuyla yaşadığı sevincini anlattı önce. Sonra yapılan tahliller sonucu hayatının nasıl değiştiğini. Büyük sevinç lösemi olduğunu öğrenmesiyle kabusa dönmüştü ama o yıkılmamıştı. Erken teşhis ve arkasından gelen ilaç tedavileriyle hastalığın pençesinden kurtulmaya çalışırken oğlunun ilk adımlarını attığı zamanları anlattı. Sonrasında yapılan ilik nakli ile hayata yeniden sımsıkı sarılışını...
Acındırmadan, abartmadan hayatı ve oğlunu ne kadar çok sevdiğinden bahsetti. Kendisi gibi kızıl saçlı sevimli bir oğlan çocuğu umudu ve yaşamı artık...
O günden birkaç hafta sonra tanıştığım bu sevimli yaramaz aynı annesi gibi gülümsüyordu. Bebekliğinden bu yana hastalığı ile mücadele eden ve onu terk etmemek için hayata dört elle sarılan annesinin gözleri gibi parlaktı gözleri. Tedaviler sonrası kilo alan bedeni ve merdivenlerden çıkarken ağırlaşan adımlarından şikayet etti önce, ama olsun dedi sonra hala yaşıyorum ya... Ve oğlumun büyüyüşünü görebiliyorum ya bu bana yeter dedi.
Bu güçlü kızıl kahraman başka yönlerini de gösterdi zamanla. İlerleyen arkadaşlığımız sırasında harika pastalar yapan iyi bir aşçı olduğunu da keşfettim. Sonra evini süsleyen onlarca cam objenin boyamalarını kendisinin yaptığını anlattı bana. Boyadığı cam bardakları, şamdanları, vazoları gösterdi...Ve bana yepyeni bir kapı araladı, şimdi onun sayesinde cam boyama yapmaya başladım boş zamanlarımda.
Öğrendiği İspanyolca ve İngilizce ile kendini geliştirirken, tesadüfen bir başka yeteneği de çıktı ortaya. İngilizce kursundaki hazırladığımız doğaçlama oyunlarda canlandırdığı karakterlerle hepimizi gülmekten kırıp geçirdi. Gizli bir komedyen varmış demek o sevimli gülümsemesinin arkasında...
Şu sıralarda oğlu ve eşi ile birlikte tatil yapıyor ve ben onu çok özlediğimi anladım. Son bir yıldır yaşamıma dolan varlığı ile hayatla mücadele eden bir kızıl saçlı kahraman tanıdım. Sağlıklı olmanın ve sağlıklı yaşayabilmek için yapılan çabaların önemini bir kere daha anladım.
Tüm bunları yazmak ve paylaşmak istedim. Bir başka nedeni de yaklaşık iki yıldır ciddi bir böbrek rahatsızlığı yaşayan ve haftada üç kez diyaliz makinesine giren bir arkadaşımızın böbrek nakli ameliyatı ile eski sağlıklı günlerine dönecek olmasının sevinci...
Gerek kızıl saçlı kahramanımın ve gerekse böbrek hastası olan arkadaşımın iyileşmesinde de yapılan nakillerin ne kadar önemli olduğunu gördüm. Bu konuda gittikçe bilinçlenmeye başlayan bir toplum olsak da, hala yetersiz olan organ bağışı nedeniyle iyileşmeyi bekleyen hastalara yeterince cevap veremiyoruz gibi geliyor. Umarım tüm kan, ilik ve organ bağışı bekleyen hastalara hitap edecek bir sağlık sistemimiz olur günün birinde. En önemlisi hep sağlıklı kalabilmeniz dileğiyle...
SunA.K.
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.585 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
Mavi Giymek İsterdim
Kapattım penceremi artık
geçmişin güzelliklerine
Oysa çok şey istememiştim
Sıcaklık istemiştim biraz
Yüreğimin sonbaharında
Açmıştım gönül penceremi ardına kadar
Paylaşsaydık bir bardak sütü
Bir dilim çikolatayı
Bir elma şekerini
Ve çıksaydık güneşe
Serilseydik yeşil çimlere
Baksaydık gece yıldızlara
Kayan bir yıldızla
Dilekler tutsaydık
Söylemeseydik dileklerimizi
Birbirimize
Bozulmasın isteseydik büyüsü
Sabahın ilk ışıklarıyla
İnseydik çay kenarına
Atsaydık oltayı
Yem bekleyen balıklara
Her balık tutuşumuzda
Zıplasaydık,ip atlayan kız gibi
Ve kaçınca oltadan balık
Üzülseydik
Balonu patlayan çocuk gibi
Sek sek oynasaydık
Tek ayak üzerinde
ve hep sen kazansaydın
Erkek adamız ya
Kaybedeceğiz sek sekte
Resim yapsaydık beraber
Sen bir ev çizseydin hep
Ben bir asker çizseydim
Sen evin önüne gül dikseydin
Ben hep, askere,tüfek çizseydim
Ne tuhaf şu hayat
Sen pembe giyerdin
Ben inadına Mavi
Şimdi mavi giymiyorum
Siyah giyiyorum nedensiz
Mavi giymeyi çok isterdim
Ve hep baharı beklemek
Oysa çok şey mi istemiştim.
Burhan KÜÇÜK Kdz.Ereğli
<#><#><#><#><#><#><#>
Temmuz Akşamları
Anarım hep el ele gezdiğimiz Temmuz akşamlarını
Gün batımında,ruhumu okşayan ılık yaz rüzgarlarını
En güzeli de beraber yıldızlara baktığımız anlarını
Ben çok severim Temmuz akşamlarını
Ay daha büyüktür,başka bakar gökyüzünden
Yıldızlar sanki dans eder,biz onlara bakarken
Buzlar erir,sıcak duygular geçer kalbimizden
Ben çok severim Temmuz akşamlarını
Kumsal ve aşk bir başkadır Temmuz akşamlarında
Yakamozların ışıltısı,kızıl gün batımı akşamlarında
Duyguların şımarıp engin denizlere yol aldığında
Ben çok severim Temmuz akşamlarını
Burhan KÜÇÜK Kdz.Ereğli
Yukarı
|
PEŞİN NAMAZ!
Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca:
-Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya...
Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam...
Bektaşinin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş:
-Yahu bu ne uzun namaz böyle?
-Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları eda eyledim!
Bektaşi:
-Eh ben de bir namaz kılayım! demiş ve başlamış namaza...
Ama ne namaz, bitmiyor, sonunda hoca dayanamamış:
-Erenler, senin namaz da uzun sürdü!
-Önümüzdeki haftanın namazını kıldım!
Hoca şaşırmış:
-Yahu olur mu böyle sey?
Bektaşi gülmüş:
-Senin veresiye namazın kabul oluyorda benim peşin namaz mı kabul olmayacak ya hoca!..
<#><#><#><#><#><#><#>
Çekik gözlü "Giyom Tel" kurbanı!..
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Restoration v2.5.14 [193k] W98/2k/XP FREE
http://hccweb1.bai.ne.jp/~hcj58401/REST2514.EXE
Yanlışlıkla sildiğiniz dosyaları, izlerini takip ederek bulan bir program. Kurmaya gerek yok. Kendi başına siz istediğinizde çalışıyor. Arama kriterlerini sınırlayabiliyor ve dilerseniz her açılışta çalışmasını sağlayabiliyorsunuz. Herkesin bir kenarda bulundurmasında yarar olan bir program. Gün gelir gerekli olur, benden söylemesi.
Yukarı
|
|
|