KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 336

 3 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bay Bilirsembenbilirim


Merhabalar,

Pazartesi gecesi Kahve Molasına son rötuşları yaparken bir yandan da ekranımın sağ üst köşesinde NTV de yayınlanan 90 Dakika programını seyrediyordum. Gerçekten 90 dakika süren bu programın 3 değişmezi tam 50 dakika Süreyya konuştular. Daha doğrusu Hıncal Ulumanituç konuştu Kenan Onuk ve Haşmet Babaoğlu saygılı oğul pozisyonunda kafa sallamakla yetindiler. Arada bir lafa girip "Ama" demek cesaretini gösterdiklerinde manitu bir kükredi susmak zorunda kaldılar. Dediklerine az sonra değineceğim ama önce 50 yıldır atletizm izlediğini söyleyen bu amcanın, hoş 50 yıldır izlemediği herhangibirşey kaldı mı bilemiyorum, Süreyya Ayhan'ın parasızlıktan çalışamadığı, yarışamadığı bir dönemde hiç üstüne vazife olmadığı halde elinden tutan Deniz Gökçe için kullandığı tabirleri duymanızı isterdim. 50 yıldır izlediğini söylediği atletizme bir çivi çaktığı görülmemiş bu adamın, çivi çakanlara karşı takındığı kerpeten tavrı görülmeye değerdi. Değerli Ombudsman'imizin asıl içerlediği noktanın neden kendinin engin görüşlerine başvurulmadığı olduğu kahkahalarının arasında ayan beyan görülüyordu. Sayın Baybilir başlıbaşına bir konu olduğu için burada kesip esas konuya gireyim.

Bay İllakibenbilirim'e göre Sevgili Süreyya Dünya Şampiyonluğunu teammüden kaybetmiş. Bir yıl önce onu dinleyip son 100 metrede depar atmayı öğrenseymiş, sprint antremanı yapsaymış bu yarışı alırmış. Bu durumda kendisi yarışçı değil koşucuymuş, yanından geçip gidenlere trene bakar gibi bakarmış, antrenör antrenör değil kazma, onu kaale almayanlar vatan hainiymiş. YUHH... Çankırı'dan çıkıp bizim yüreğimizi hoplatan bu kızcağızı erken adet gördü diye eleştiren o ve onun gibilerin unuttuğu birşey var. Atletizmde sadece bu genç kızın kişisel yetenekleri ile geldiğimiz ve belki de bir başkasıyla uzun yıllar gelemiyeceğimiz bu nokta herkes için yepyeni bir olay. Federasyon başkanından, doktoruna herkesin amatör ruhtan arınamamış olmasını, profesyonel önlem ve kararları alamamış olmasını hoş karşılamalıyız. Bir gençkız merkezli ekibin o kızcağızın gözünün içine baktığını, ona rağmen bir karar ve uygulama içine giremeyeceğini bilmemezlikten gelebilir miyiz? Yaşadığı büyük strese bağlı olarak erken gördüğü adet karşısında şaşırmış ve nasıl davranacağını bilememiş olamaz mı? Aldığı Anadolu terbiyesi ile bazı şeyleri kendisine saklamış olamaz mı? Sporda bu tür kazaların herzaman olabileceğini unutmak olur mu? Haa... Keşke eşeği sağlam kazığa bağlayıp sonra Allah'a havale etseydik tabiki iyi olurdu ama dedik ya ilk defa karşılaştığımız bu olay karşısında nasıl davranacağımızı bilememek kabul edilebilir bir özürdür. Aynı kız 15 gün önce 3:55 koşarak yılın en iyi derecesini elde etmişken, şansının yaver gitmemesi sonucunda çok arzu ettiğimiz şampiyonluğu kaçırınca yanlış çalıştırılıyor diye veryansın etmek için insanda biraz vicdan olması gerek yahu Sayın Enbilenbenim. Amcam hem herderde deva hem de hiçbirşeyi beğenmiyor. Aman ha Süreyya sen sakın takılma bu ve bunun gibilere. Eksiklerini en iyi sen bilir sen tamamlarsın. Doğru yoldasın ve o çok arzu ettiğin şampiyonluğa önünde sonunda kavuşacaksın, kavuşacağız.

............

Dün çok haklı bir uyarı aldım. 1 Eylül Barış günüydü ve ben atladım aynen 30 Ağustos'u atladığım gibi. Yoğun trafik ve zamanında yetiştirme telaşıyla bu tür tarihleri hatırlayamama gibi durumlarla sıksık karşılaşıyorum. Bu nedenle gönüllü "Gün Bildiricileri" arıyorum. Birkaç gün önceden beni uyaracak ve özel günleri atlamamamızı sağlayacak. Bu işe soyunacak olanlar varsa lütfen başvursunlar, müteşekkir kalırım.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 KAHVE KREMALARI


Merhaba Sevgili Dostlar,

Montreal Film FestivaliMontreal yine serin ama çok guneşli bir festival gününü yaşıyor. Şu anda burada saat 16.51, sizler uyku ya da güzel bir geceyi yaşamaya başlıyorsunuz. Ben ise bugün 3 film izledim, bu yazıyı bitirip 2 film daha izleyeceğim.

Ama öncelikle sizlere biraz bilgi vereyim. Festival 12 bölümden oluşuyor. Yarışmaların yanısıra Tribute(yani ustalara saygı) bölümü var. Bu yılın konuğu ise Martin Scorcese... Bugün günlerden pazartesi, sizin bu yazıyı okuduğunuz gün yani çarşamba günü Festivale gelecek ve kapanış törenine kadar kalacak. Bunu sizlerle ayrı bir zamanda paylaşmayı planlıyorum.

Genel yarışmalar dışında, Avrupa, Asya, Kanada, USA, Afrika, Uzakdogu filmlerine ayrı bölümler ayrılmış.

Ayrıca yarışma ve bütün bu bölümler dışında gosterilen 2 özel film var. Bunlardan biri geçtiğimiz Cannes Film Festivalinde büyük ödül kazanan Gus Van Sant in Elephant ve Samira Makhmalbaf At Five in the afternoon isimli filmleri gosteriliyor.

Oldukça yoğun yaşanan bir festivalin elbette konukları da kalabalık oluyor. Dünyanın çeşitli yerlerinden 3000 davetli gelmiş, organizasyonun büyüklüğünü siz tahmin edin artık! Evet, burası gerçek bir dünya festivali, çok büyük bir organizasyon...

Bu arada belirtmeliyim ki, Kanada da asla kendinizi yabancı hissetmiyorsunuz. Türklere özel bir sempati duyuyorlar ve çok seviyorlar. Bunun bana çok iyi geldiğini söyleyebilirim. Detaylarını döndüğümde anlatacağım.

Bu arada dün Samira Makhmalbaf ile film izlemekten çıkmış, otele doğru yürüyorduk. Birden ülkelerimizi konuşmaya başladık, ardından çok özlediğimizi farkettik... Ne kadar iyi aırlansakta biz ülkelerimizi cok sevdiğimizi bir kez daha farkettik. Ve doğunun insanı ne kadar zenginleştirdiğini...

Hepinize çok sevgiler,
Montreal- 02.09.2003 00:21

Zeynep Özbatur

Yukarı

Mehmet Emin Arı

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


   Ben yine gelirim, senin çok sevdiğin papatyalarla...

"Ben arada otları sökerim. Haftada bir sularım" diyor adam. Gözü, cebimden çıkardığım cüzdanımda.

"Ben arada uğrarım, sen ilgileniver" diyorum. Bir onluk çıkartıp adama uzatıyorum. Adam "Tabi beyim" deyip parayı kapıyor. Bir şeyler daha söylüyor ama ben duymuyorum. "Hoca ister misiniz? Yasin okur".

"Yok hayır istemem"

Adam gitti. Şimdi sen ve ben yalnızız.

Mezarın kenarına oturuyorum. Toprak dolgun bir tümsek yapmış. Sağ elimi uzatıp üstünü düzeltiyorum. Hala nemli. Dün epey bir yağmur yağdı şehre, yollar bile kapandı. Sen bilmiyorsun. Nereden bilebilirsin ki.

Çiçeği yavaşça mezar taşının altına koyuyorum. Uyandırmak istemiyorum seni. Hiç uyanmayacak olsan da...

Hatırlıyor musun? Hani bir gün sen içerde uyurken ben markete gitmiştim. Makarna yapacaktım sen uyurken. Senin sevdiğin çikolatalardan almıştım, hoş senin sevmediğin çikolata da yoktu ki. Hepsini severdin. Sonra sürekli sigara içen kısa boylu çiçekçiden papatya almıştım.

"Şu kırmızı kağıtla sarıver"
"Abi onun farkı 500 bin"
"Olsun sen onunla sar"

Dudağının kenarındaki sigarayı düşürmeden sarmıştı çiçekçi. Eve sessiz hırsız adımlarıyla girmiştim. Kapıyı usulca açıp, parmak uçlarında yürüyerek yatağın baş ucuna gelmiştim. Papatyaları ve çikolatayı koymuştum usulca. Sen uyanma diye...

Biliyorum ben gidince çiçekleri mezar kuşları alacak ama olsun. Birilerine satacaklar muhtemelen. Şimdilik burada dursunlar. Sen, ben ve papatyalar iyiyiz.

Papatyaların yerini beğenmedim. Biraz daha yukarı kaldırıyorum. Şimdi daha iyi. Sen böyle severdin sanırım.

Mezar taşına bakıyorum. Sevimsiz bir taş yığını. Keşke senin için yazdığım şiirlerden birini yazsalardı. Hani o huysuz cinli var ya, senin çok sevdiğin...

Doğum tarihi 1973. Sahi ben yedi yaşındayken mi doğdun sen? Benden sonra doğmuşsun, peki niye benden önce öldün? Saçma bir şey bu ölüm, alabildiğine saçma. Benden sonra ölmen gerekmez mi? Kızıyorum sana. Sonrada sana kızdığım için kendime...

Mezar taşında ufak bir kir dikkatimi çekiyor. Hemen oracıkta Ebru yazan kısmın üstünde. Cebimden kağıt bir mendil çıkartıp siliyorum. Mendili tekrar cebime koyuyorum. Nereden geldi bu kir Ebru?

"Bakma öyle bana!"
"Niye? Makyaj yaparken seni seyretmek hoşuma gidiyor"
"Makyöz mü olacaksın?"
"Neden olmasın, her gün bir sürü güzel hatuna dokunuyorsun, hem de para alıyorsun"
"Onu da yaparsın sen"
"Hoş baka baka bir şey olsaydı kediden kasap olurdu ya"
"Güldürme beni, bak gözüme rimel sürüyorum"

Aynadan bana bakan kadının dudağının kenarından taşmış ruju fark ediyorum. Bir kağıt mendil alıp yavaşça siliyorum.

"Nerden geldi bu kir Ebru?"
"Kir değil, ruj taşmış" diyorsun bir uzman edasıyla.
"Bunu not almam lazım. Sen makyaj yaparken popona masaj yapayım mı? Tacizim geldi."
"Uslu dur"
"Emredersiniz komutanım"

Aynadan bana bakıp gülüyorsun. Sonra birden ciddileşip gözüne o şeyden sürüyorsun. Seni seyretmek öyle güzel ki...

Uzaktan bir gök gürültüsü geliyor. Sanırım yine yağmur yağacak. Dün yağmıştı ya. İlkbahar mevsimi yağacak tabi ki.

Bir ışık parlıyor gökyüzünde. Sana öğrettiğim gibi, 1001, 1002, 1003, 1004 ve 1005. İşte sesi de geldi.

"Nasıl hesaplıyorsun? Unuttum ben."
"Her sayı bir saniye demektir. Kaça kadar saydıysan onunla 300 metreyi çarp. Deminki 1.5 kilometre uzaklıktaydı"
"Çok akıllısınız sayın Emin bey"
"Siz de gördüğüm en güzel kadınsınız Ebru hanım"

Yağmur damlaları birer, birer arabanın ön camına çarparken uzanıp elini yanağıma koyuyorsun. Bir başka ilkbahardı o ilkbahar...

Uzaktaki gri bulutlara bakıyorum. Üşümeye başladım. Bir rüzgar esiyor. Saçlarım ve papatyalar hafifçe sallanıyor. Cebimden kağıt mendili çıkartıp mezar taşını tekrar siliyorum. Üşenmeden "ruhuna el fatiha" yazan yeri de temizliyorum. Mendile bakıyorum. Hiçbir kir yok. Neyi sildim ben?

"Önemli değil, sileriz şimdi, bakar mısınız? Peçete getirebilir misiniz?"
"Bu aralar çok sakarım"
Anlayışlı garson elinde bir bezle geri dönüyor ve masadaki çay lekesini siliyor.

"Benim pastamdan da alsanıza. Burası bayağı güzel yapıyor"

Olur anlamında başını sallıyorsun. İlk günümüzdü, sizli bizli zamanlarımızdı onlar.

Bir parça pastayı bıçakla kesip, tabağına koyuyorum.

"Teşekkür ederim"

Sen de önündeki muzlu pastadan bir parça kesip benim tabağıma koyuyorsun. Sanırım o zaman aşık olmuştum sana. Daha tanışalı iki saat olmuştu di mi?

"Sizi arabayla duraktan saat birde alayım"
"Tamam"
"Mavi bir Corsa"
"Sarı saç, lacivert kazak ve kahverengi ceket"
"Yakanızda kırmızı karanfil olacak mı?"
"Duruma göre"
"Tamam saat birde görüşmek üzere"
"Görüşmek üzere"

Telefon kapatıyorum. Bilgisayarın hemen yanındaki kareli not defterine aldığım notu tekrar okuyorum. "Karşıyaka mezarlığı, bilmem kaça kaç, girişte mezarın yeri sorulacak". Şimdiye kadar bilebildiğim tek adresin bu oldu.

"Nerede oturuyorsun?"
"Şuralarda bir yerde"

İşte buradasın, hemen dizimin dibinde, yanı başımda.

Birden, nedensiz saçların geliyor aklıma, bir ipek böceğinin düşleri olan saçların. Kelebek bilgeliği saçların. Ak zamanın ak düşü saçların.

Elimi uzatıp mezarın üstündeki toprağı avuçlayıp, sıkıyorum.

Ağlamayacağım. Buraya gelirken kendi kendime söz vermiştim, ağlamayacağım.

Elim sımsıkı hala.

Parmaklarımı gevşetiyorum. Parmakların yavaşça kayıyor ellerimden. Saçlarımın arasına daldırıyorsun.

"Ne yumuşak saçların, neyle yıkıyorsun?"
"Her zaman pro Arap intensive care sabunu ile, özel Bağdat formülü"
Hafifçe başıma vurup gülüyorsun.
"Hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun"
"Hiçbir şeye inanmıyorum"
"Hiçbir şeye mi?"
"Aşk hariç hiçbir şeye"
"Aşk ne peki?"

Uzanıp elini tekrar kavrıyorum. Gözümü kapatıyorum. Yakaladığım elini tutup öpüyorum. Başım kucağında. "Sensin..."

Gözümü açıyorum. Uzaktan bir kuş sürüsü geçiyor. Nereye gidiyorlar? Mevsim ilkbahar, onlar için dönüş vakti. Yuvaya dönüyorlar. Üşümeye başladım. Ceketin önünü ilikliyorum. Uzakta baş örtülü bir kadınla yaşlı bir adam ayakta durup dua okuyorlar. Mırıltılarını duyar gibiyim sanki. Onlar ve benden başka kimsecikler yok mezarlıkta. Elimi önümde kavuşturup eğiliyorum. Sanki bir şey fısıldayacaksın kulaklarıma, bir şey, hiç bilmediğim bir şey. Gözümü kapatıp dikkat kesiliyorum. Bir rüzgar esiyor kulaklarımın dibinden.

Gözümü açıyorum.

"Bu kadar sevme beni..."
"Başka çarem yok ki, şiir yazmak için aşık olmam lazım"
"Demek şiir yazmak için seviyorsun beni"
"Evet"
"Çok hain bir şairsin"
"Ne yapayım, senden iyi şiir çıkıyor"
"Başka kadınlar peki?"
"Kadınına ve mevsime göre değişir"
"Ortalama peki"
"Çoğu kadından şiir çıkmaz, çıkanlardan da ortalama iki veya üç"
"Benden peki?"
"Bilemiyorum, epey bir şiir çıkar"
"Kaç tane? dedim"
"Bilmem, ancak seviştikten sonra bir şey söyleyebilirim"
"Vay eşek şair, kadınları böyle mi ağına düşürüyorsun?"
"Kesinlikle evet"
"Peki bakalım, gözünü kapa"

Gözümü kapıyorum. Hiçbir zaman adını koyamayacağım bir öpücük dudaklarımda tomurcuklanıyor. Hep bir kiraz tadı var öpüşlerinde. Gözümü hiç açmıyorum. Soyunuyorsun...

"Allah rahmet eylesin"

Gözümü açıyorum. Demin gördüğüm kadınla adam biraz ötemde duruyorlar.

"Sağ olun"

Kadın senin için dua okumaya başlıyor. Sonra adam da ona katılıyor. Mezara doğru üflüyorlar. Bir şey demeden onlara bakıyorum.

Bu sefer adam "Allah rahmet eylesin" diyor. Sessizce birbirimize bakıyoruz. Bir süre sonra bir şey demeden gidiyorlar. Geri döneceğini bilsem neler okumazdım ki... Döner miydin?

"Dönecek misin?"
"Bilemiyorum, orada iş bulursam kalırım."
"Gitme"
"Gitmeliyim"
"Ne olur gitme"


Keşke gitmeseydin.

Oturduğum yerin kenarından taşmış toprak parçalarını elimle kenara doğru iteliyorum. Temiz şimdi.

Gözlerim buğulanıyor. Papatyaların kokusu burnuma geliyor. Papatyaların kokusunu bir şeye benzetmeye çalışıyorum ama bulamıyorum. Papatya papatyadır işte, ölüm de ölüm.

"Sonra Temel demiş ki, Fadime akşama seninle sevişeceğim, bak uyarıyorum seni"

Kahkahalarla gülüyorsun. Masanın yanındakiler bize bakıyor. Gülüşünü çok sevdim. Biliyor musun? Aslında çok fıkra bilmem. Sen seviyorsun diye İnternetteki fıkraları bulup ezberliyordum. Hatta unutmayayım diye çıktısını bile alıyordum. Hafızam zayıftır, senin ki gibi.

"Hafızam çok zayıf, hiçbir fıkrayı aklımda tutamıyorum, sen nasıl biliyorsun bu kadar fıkrayı. Ama dur, bunu unutmayacağım, Fadime diyor ki, ben sevişmekten zevk alamıyorum, uyarılmam lazım, sonra Temel demiş ki akşama..." Bir matematik probleminin çözümünü ezberler gibi fıkrayı ezberlemeye çalışmanı gülümseyerek izliyorum. Daha tanışalı dört saat olmuş. Vakit nasıl hızlı geçiyor. Ne güzel bir kadın...

Mezarlığın ortasında kısık sesle gülmeye başlıyorum. Tanrım hayat ne garip. Ellerimi iyice kavuşturup yavaşça öne doğru sallanmaya başlıyorum. Hala gülüyorum.

Bir soğuk rüzgar esiyor, iyice kendime sarılıyorum. Ağlamaya başlıyorum. Artık dayanamayacağım. Yanaklarımdan aşağı süzülen göz yaşlarıma ne dersen de işte. Adını sen koy. Ağlıyorum.

"Ağlama lütfen"
"Ben sensiz ne yaparım?"
"Birlikte olamayız, anla bunu"
"Başka bir kadını sevemem"
"Saçmalama, seversin. Ünlü bir yazar olacaksın, bundan eminim, bir sürü kadın hayranın olacak"
"Başkasını sevemem, ne olur gitme"
"Gitmem gerek"
"Seni bir daha göremeyecek miyim?"
"Göreceksin tabi ki, her zaman yanında olacağım, yazdıklarını okuyacağım, seninle gurur duyacağım"

Elini uzatıp göz yaşlarımı siliyorsun. Sen de ağlıyorsun.

"Ağlama koca adam"

İki elimle yanaklarımdaki gözyaşlarını siliyorum, ayağa kalkıyorum. Burnum akıyor. Koca bir oğlan çocuğu gibiyim.

Uzanıp toprağını sıkıca kavrıyorum. Nemli bir yumuşaklık avucumda topak oluyor. Parmaklarım acıyacak kadar sıkıyorum. Yuvaya dönen bir kuş sürüsü üstümden geçiyor. Rüzgar esiyor. Gözüm hala yaşlı. Hızla mezarlıktan çıkıyorum. Elimde hala topaklaşmış toprak parçası. Avucumu açamıyorum.

"hoşçakal"
"hoşçakal"

Kapı kapanıyor ve sen gidiyorsun. Son bir kez ardından bakıyorum. Araban gözden kayboluncaya kadar pencerenin kenarında dikiliyorum. İçimde kötü bir sonbahar.

"Ölüm nedir Emin?"
"Benim olmadığım zamandır"
"Peki benim ölümüm"
"Zamanın ölümü..."
"Kapat o zaman kapıyı"

Kapı kapandı. Evdeyim şimdi. Kanepeye uzanıyorum, gözlerimi kapatıyorum. Elimde toprağın, iki elimle sımsıkı sardığım toprağın. Kelimelerden ve edebiyattan nefret ediyorum. Kimse ölüm hakkında bilgece bir şey demesin bana. Hepsi budalalık, ölmeden ölümü anlatmak sadece budalalık. Ölüm varsa, Tanrı bile konuşmasın artık.

Elimi yavaşça açıyorum, toprağın yere dağılıyor ama gözümü hiç mi hiç açmak istemiyorum.

Hoşça kal Ebru. Ben yine gelirim, senin çok sevdiğin papatyalarla...

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

Yukarı

Meryem Uçar Kayalı

 Lacivert Yazıyorum : Meryem Uçar Kayalı


   Nicedir unuttum...

Nicedir unuttum, fırından yeni alınmış sıcak ekmeğe sürülen mis gibi halis mulis tereyağının üzerindeki ev yapımı enfes marmelat tadını.

Nicedir unuttum, bir dost; hadi gidip dağıtalım bu gece dedikten sonra vur patlasın çal oynasın geçen bol gürültülü ancak bol deşarjlı geceleri.

Nicedir unuttum, bir iş gününün herhangi bir aksilik ya da artniyetli yaklaşım olmadan tamamlanıp da evimin kapısından girebildiğim günleri.

Nicedir unuttum, sıcacık bir göğüse başımı yaslayıp ısınmayı bu sıcak yaz günlerinde bile olsa..
Nicedir unuttum, birileri nasıl olduğumu sorduğunda coşku ile, heyecan ile bomba gibiyim, harikayım demeyi.

Nicedir unuttum, kitapçılarda saatlerce zaman harcayıp elim kolum kitap poşetleri ile dolu, şen çocuklar gibi hoplaya zıplaya evimin yolunu tutmayı.

Nicedir unuttum, telefonuma cevap verdiğimde karşı taraftaki yumuşak sesin yok bir şey, sadece sesini duymak için aradım demesini.

Nicedir unuttum sabahları yeni güne sıcak mı sıcak, yumuşak mı yumuşak ama bir o kadar da ihtiraslı bir öpücük ile uyandırılmayı.

Nicedir unuttum, hiç beklemediğim bir anda, hiç olmadık bir şekilde bir yerlerde unutulmuş bir paranın tam da gereksinim duyduğum anda elime gelmesini.

Nicedir unuttum, ılık ılık esen bir rüzgârın eşliğinde yağan yağmurun altında yürümeyi ve hatta koşmayı.

Nicedir unuttum, sevilen birine, hele bir de seviliyorsam, sarılmayı.

Nicedir unuttum, bir elin saçlarımın arasında dolaşması sebebi ile mayışıp da uyuklamayı.

Nicedir unuttum, yürekteki o müthiş heyecana sebep olan sevdanın kokusunu.

Nicedir unuttum, iki kişilik uykudan iki kişilik uyanmaları.

Nicedir unuttum, kargo elemanlarının beni tahsilat dışında ziyaret etmelerini ve gelen paketi açarkenki durdurulamaz heyecanı.

Nicedir unuttum, körkütük sevda sarhoşu olmayı.

Nicedir unutmuşum yaşamayı da haberim yokmuş a dostlar...

sevgilerimle

Meryem Uçar Kayalı
meryem@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


EGE TURU - 6


Mercimek koyu

Biraz imrendirmek için en başa bu resmi koydum, başa bir nedeni yok.

Yıllardır şehir hayatını sonuna kadar yaşayan biri olarak tatile gitmek söz konusu olduğunda aklıma ilk gelen "mutlak sessizlik" dir. Ve şimdiye kadar Karadeniz bölgesi dahil, hiç bir yerde buna ulaşamamıştım. Ama Datça'da onu buldum, muhteşemdi, inanılır gibi değildi. Geceleri sadece ve sadece denizin kıyıya çarpışının sesini dinlemek kadar güzeli var mı?


Bozburun merkezli olarak yaptığımız seferlere sabah 9-10 arası başlıyor, önce botumuzla Bozburun merkezine yanaşıp, bakkaldan meyve, su, yiyecek gibi malzemelerimizi aldıktan sonra akşam 6'ya kadar sürecek olan gezimize devam ediyorduk. Datça yarımadasını bilirsiniz, haritada dantel gibi görünür. Gerçekten de öyle, dantel gibi, irili ufaklı bir sürü koy. Yer yer yeşillikler ve içilecek kadar temiz bir deniz arıyorsanız tam yerindesiniz demektir. Kara yolunun ulaşamadığı bu minik koylara gidebilmek için 3,5 metre bir Zodiac yeterli oluyor. Bu harika koylarda "mavi yolculuk" yapmakta olan teknelere rastlamanız mümkün. Zaten böylesine temiz kalabilmesinin nedeni de ulaşım zorluğu herhalde.


Bozburun civarı pek yeşillik bir yer değil. Eğer yemyeşil bir yer ise aradığınız, o zaman Aktur tarafını tercih edin, çünkü çam ormanları ile kaplı. Bozburun civarı yemyeşil değil, hatta çorak bile sayılabilir ama rahatsız edici bir çıplaklık değil. Deniz öylesine baskın ki, güneşin tam tepede olduğu saatler dışında pek yeşillik aranmıyor. Ama botumuzun bir de tentesi olsaydı diye de yakındık. Az daha solungaçlarımız çıkacaktı, denizde kalmaktan. Bundan şikayetçi olduğumu sanmayın, babaannem (aslında "ciciannem" ama herkese açıklama yapmaya üşendiğim için ondan "babaannem" diye bahsetmeyi yeğlerim her zaman) bana "su kuşu" derdi küçükken, sanırım haklı. 10-15 dakika botta, yarım saat denizde olmak üzere, gezinin çoğunu denizde geçirdim.

Ben Feng Shui'ye takıldığım zamanlar dışında balık seyretmeyi ve akvaryum ile uğraşmayı pek sevmem ama Datça koylarının dev akvaryumlar olduğunu söylemeyi ve onları övmeyi bir görev edindim bu ara. Yiyecek maddelerini elinizde ufalayıp da, çevrenizi saran balıklara doğru uzattığınızda gelip elinizden alıyorlar. Akvaryumum varken bile elimle balık beslememiştim, denizde ne kadar keyifli olduğunu anlatmama gerek yok herhalde.

Datça'nın havası da müthiş, rutubetten eser yok. İstanbul'lular için pek inanılır gibi değil ama özellikle romatizma hastaları oraya varır varmaz sızılarından kurtulacaklardır, mutlaka. Nitekim İstanbul'dan gelip Bozburun'a yerleşmiş bazı astım hastaları ile de tanıştık.

Bir de çarşı içindeki Nejla Gencer'e ait olan İstanbul restorant'ta yediğimiz ev yemeklerinden bahsetmem gerekiyor. Nejla hanım da sonradan Bozburun'lu olanlardan. Bu tip yerlerde balık lokantaları ve kebapçıların dışında ev yemeği yiyebileceğiniz bir yer bulmak genellikle pek mümkün değildir ama Nejla hanımın restorantını keşfedince, tatlı sohbetinden ve o hoş eski İstanbul hanımefendisi tarzından da faydalanıp, hoş-sohbet anlar yaşadık.

Bozburun gerçekten dinlenebileceğiniz bir yer ancak yine de biz bir sonraki gidişimizde Selimiye'de kalmaya karar verdik. Selimiye Bozburun'a oranla, deniz kalitesi açısından daha iyi değil ama yerleşimin gerçek bir köy olması çok hoşumuza gitti. Mısır tarlasının içinden geçip denize girmek, modernize edilmiş bir plajdan denize girmekten daha keyifli geldi bize.

Selimiye'de de adı Cosmos olan, ki ilk görüşte bana ismi yüzünden çok itici gelmişti, bir restorant keşfettik. Böylesi "köy" olan bir yerde Cosmos da ne ola? Diye düşünmüştüm. Ama Türk bir bayan (Hale hanım) ve Hollanda'lı eşi (Jos bey) tarafından işletilmekte olan restorantın yemekleri çok lezzetli idi, hele salata sosları inanılır gibi değildi. Biraz da acı yemekten hoşlanıyorsanız, diğer bütün balık lokantalarını bir kenara bırakıp, Cosmos'da günün menüsünü yemenizi tavsiye ederim.

Daha fazla uzatmayacağım; gezdiğimiz koyların hepsi birbirinden sakin, birbirinden temiz idi. Eğer kafanızda yalnızca "dinlenmek" varsa ve tatil kavramınızda mutlaka "deniz" varsa, başka yer aramayın derim.

Bu arada şunu da ekleyeyim, kendi aracınız olmadan da, bir grup halinde sandal-tekne kiralayarak, bu koylara gidebilme imkanı var ama fiyatları konusunda bilgi edinmek hiç aklıma gelmedi, bu seferlik affedin.

Sevgiyle kalın.

Bitti

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba

Bugün sizlerle ilk olarak tiyatromuzun divalarından Gülriz Sururi'nin Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek oynadığı müzikallerden derlediği "Müzik Hallerim"i, ardından Hollywood'un uzun zamandan beri üretemediği cinsten bir gerilim filmi olan "Kimlik"i ve son olarak Şen Sahir Sılan'ın Fransızca'dan Türkçe'ye çevirdiği Osmanlı haremini Şair Leyla Saz Hanım'ın gözünden anlatan "Anılar" kitabını paylaşacağım.

Zevkle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

GÜLRİZ SURURİ / MÜZİK HALLERİM :

İki hafta önce bu köşede üç kitap çalışmasını sizlerle paylaştığım tiyatromuzun divalarından Gülriz Sururi, oynadığı "Kabare", "Sokak Kızı İrma", "Kaldırım Serçesi", "Keşanlı Ali Destanı" ve "Hair" gibi müzikallerden derlediği "Müzik-Hallerim" isimli albümle bu sefer de dineyicisiyle buluşuyor. Çok güzel düetlere yer veren "Müzik Hallerim"de tiyatro kökenli Emre Altuğ ile 70'li yılların savaştan bunalan dünyasının çığlığını yansıtan ve ülkemizde "Saç" adıyla sahnelenmiş olan "Hair" müzikalinin hiç eskimeyen ünlü parçası "Let The Sunshine In"ı (Güneş İçeri Girsin), eşi Engin Cezzar ile "Kabare" müzikalinden "Money Money"i (Para Para) ile "Keşanlı Ali Destanı"ndan "Sineklidağ" parçasını ve 1994 yılında kaybettiğimiz tiyatrocu Yılmaz Zafer ile "Kaldırım Serçesi" müzikalinden "A Quoi Ça Sert L'amour"u (Aşk Neye Yarar) bulabilirsiniz. Yılmaz Zafer, Edith Piaf ve Theo Sarapo'nun aşklarını anlatan "Kaldırım Serçesi" müzikalinde Theo Sarapo'yu canlandırmıştı. Albümde ayrıca 1992 yılında kaydedilmiş olan "Sokak kızı İrma"dan "Tatlı İrma" ve "Didon"u; 1989'da kaydedilmiş "Kaldırım Serçesi"nden "Milord" (Cici Beyim), "Pembe Yaşam", "Sensin Benim Dünyam", "Aşk Masalı", "Hiç Mi Hiç" ve "Padam Padam"ı; 1984 yılında kaydedilen "Kabare"den "Buyrun Kabareye", "Belki Bir Gün", "Ben Buyum"u, 1988'de kaydı yapılan Keşanlı Ali Destanı'ndan "Kadın Deniz Gibidir", "Böyle Mi Geçecek Ömrüm" ve "Samama"yı, 1981 kayıtlarından "Zilli Zarife"den "Beyaz Gerdan" ve "Biz Dünyaya Lazımız" ile yine 1981 kayıtlı "Üç Kuruşluk Opera"dan "Tatlı Bitsin Oyunumuz"u bulabilirsiniz.

Türkiye'de bir ilk olmasıyla dikkatleri üzerine çeken "Müzik Hallerim" repertuarı bakımından da kaçırılmaması gereken bir klasik.

KİMLİK (IDENTITY) :

Korku ve gerilim denince aklına Hitchcock klasikleri gelen, 1990'ların korkutayım derken mide bulandıran filmlerinden çok da haz almayan ve en son Agatha Cristie ile katil kim oyununu oynayan biriyseniz "Kimlik" filmi tam size göre. Hollywood nihayet "Çığlık" serisinden sonra katilin kim olduğu tam bir sır olan bir filmi getiriyor karşımıza.

Anne, baba ve yedi yaşındaki çocuklarından oluşan bir aile, Amerika'nın sıcağı kavurucu, yağmuru fırtınaya dönüşen çöllerinden Nevada'da yol almaktadırlar. Yağmurun şiddetini arttırdığı bir zamanda yolda olan ailenin arabasının lastiği patlar. Babaları lastiği değiştirmek için arabadan iner. Anne de onun peşinden indiğinde kadına bir limuzin çarpar. Şoförlüğünü eski bir polisin yaptığı ve ünlü bir TV yıldızını taşıyan limuzin, aileyi de yanlarına alarak yakındaki bir otele gider. Otelin telefon hatlarının fırtına nedeniyle kesik olmasından dolayı limuzin, en yakındaki hastaneye gitmek üzere otelden ayrılır. Ancak yolda bir tele kız ve kaybolmuş yeni evli bir çifte rastlar ancak aksilikler bununla da bitmez. Yolun ortasında bir su birikintisiyle karşılaşan araç, otele geri dönmek zorunda kalır. Ardından bu otele fırtına nedeniyle bir suçlu ve bir polis de sığınır. Otel sahibi herkese oda anahtarlarını verir ancak kısa bir süre içinde oteldeki herkes teker teker öldürülmeye başlar. Herkesin zan altında kaldığı bu otelde gelişen olaylar, kafaları karıştıracak ve herkese beyin jimnastiği yaptıracak.

Limuzin şöforü rolünde izlediğimiz "John Malkowich Olmak", "İnce kırmızı Hat" filmlerinden tanıdığımız başarılı oyuncu John Cusack başrolü "She's The One" ve "Whole Nine Yards" gibi filmlerden tanıdığımız Amanda Peet ile paylaşıyor. "Heavy", "Copland" gibi filmlerinden tanıdığımız James Mangold imzasını taşıyan "Kimlik" sürpriz finali ile herkesi etkileyecek.

ANILAR 19. YÜZYILDA SARAY HAREMİ / ŞAİR LEYLA SAZ HANIM :

Pek çok şarkının bestekarı olmasının yanında bir şiir kitabı da bulunan ve yirmi yıl boyunca saray hayatının içinde yaşamış olan Şair Leyla Hanım'ın anıları, Osmanlı hareminin gizli yüzünü bizlere sunuyor. Harem hepimizin bildiği gibi gizli yer anlamındadır. Özellikle Osmanlı haremine dışarıdan girmek neredeyse imkansızdır. Hareme, evlenip haremden ayrılmış olan eski cariyeler ile üst düzey yetkililerin eşleri ancak davetle çağırıldığı sürece girilebilirlerdi. İşte Leyla Saz Hanım, üzerinde bu kadar yazılıp çizilmesine karşın aslında hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğimiz bir hazineyi bize sunuyor. Ali H. Neyzi'nin aile kitaplığında bulunan 1925 yılında Paris'te basılmış olan Leyla Hanım'ın "Le Harem Imperial" kitabı, Şen Sahir Sılan'ın sayesinde Türkçe'ye kazandırıldı. Bu yüzden böyle bir kitabı bizlerle paylaştıkları için hem Ali H. Neyzi'ye, hem Şen Sahir Sılan'a hem de bu kitabı yayınlamayı kabul eden Cumhuriyet yönetimine bir teşekkür borcumuz var. Eski Çırağan Sarayı'ndan harem ağalarına, Osmanlı dönemindeki esir ticaretinden sarayın kültürel yanına kadar pek çok şey bulacağınız "Anılar"da pek çok gerçek de gün yüzüne çıkıyor.

Mustafa Serdar Korucu
serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_154.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.601 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Bana yeter

Bana bir şeyler söylesen
Gönlümü yaksan geçsen
İsterse alevini rüzgar alsın
Bana yeter,yeter ki külü kalsın

Dayansan gönlüme dayansan
Şiirler yazsam sana,okusam
Gözlerin dolsa aksa yaşlar
Bana yeter,yeter ki son damla olsun

Burhan Küçük

<#><#><#><#><#><#><#>

DİLENCİ

Böyle de bir alış veriş hiç yok ki
Hep sen alıyorsun,verdiğin yok ki
Bu ne biçim alışveriş dilenci
Defol diyorum kapımdan
Hiç,hiç gittiğin yok ki
Dipsiz bir kuyu gibisin sanki
Anlayamadım gitti,sendeki bu hali
Ne varsa alıp,alıp götürüyorsun dilenci
Ben sanki elinde bir oyuncak misali
Çaldın yine kapımı,istiyorsun gözlerimi
Gözlerin kör olsun senin dilenci
Neden böyle saldırıyorsun anlamadım ki
Senin kalbin hiç yok mudur dilenci
Durmadan istersin şu kalbimi
Al,al oda senin olsun dilenci
Nasılsa üç beş tik tak atıp gidecek
Bana sormadan güzelim dünyadan dilenci

Burhan Küçük

<#><#><#><#><#><#><#>

Ateş böceği

Ben bir uyudum,uyudum
Uyandım alaca karanlık
Kirpiklerim bile değmemiş
Henüz birbirine
Çöpçüler geçmemiş
Amonyak kokulu sokaktan
Çöpler darmadağın etraf da
Köşe başlarında uğultular
Şişeler paramparça
İzmaritin henüz dumanı çıkıyor
Pet şişelerle onuyor kediler
Karabaşın kuyruğunda hala teneke
Dövüyor alaca karanlık da sokağı
Evlerin damı akıyor
Dere olmuş kaldırımlar
Bitmiş pazarlıklar
Dereyi yarıyor ince topuklar
Arabalar sıralanmış park halinde
Aralarından geçmek ne mümkün
Rejim yapmak gerekli
Esti mi rüzgar poyrazdan
Uçuşuyor kağıtlar,poşetler
Duraklarda reklam,sanat,film afişleri
Hepsinin ucu yanık
Beyaz gömleğim kurum lekesi
Yağmış üstüme gecede
Ve ben umutluyum
Gecenin alaca karanlığında
Her ateş böceği gördüğümde
Hala yıldız sanıyorum.......

Burhan Küçük
bkucuk@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


GÖKDELEN

Temel bir gökdelenin camlarını temizliyormuş. Birden ayağı kaymış ve tam seksen yedinci kattan aşağı düşmüş. Bütün katları jet gibi geçerek aşağı düşüyormuş... 59, 58, 57, 56, ..., 45, 44...
Temel tam birinci kata geldiğinde aklından şunlar geçmiş :
- Buraya kadar sağsalim geldim. Buradan sonra düşsem de birşey olmaz!..

<#><#><#><#><#><#><#>



Fazla aceleleri var anlaşılan!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.sivasfenlisesi.com/sfl/haber.htm
Sivas Fen Lisesi tarafından hazırlanan hoş bir web sayfası. ... İllüzyonist İsmail Tan'ın gösterisi ile okulumuz öğrencileri farklı bir gün yaşadı. Atatürk Kültür Merkezi Tiyatro Topluluğu elamanlarından illüzyonist İsmail Tan'ın gösterisi, öğrencilerimizin dikkatli seyirleri ile gerçekleşirken; gösteri sonunda sihirden ziyade, el çabukluğunda fizik kurallarının etkili olduğu vurgulandı...

http://www.oyunsitesi.gen.tr
İnternette veya doğrudan bilgisayarınızda oyun oynamaya meraklı iseniz, genellikle oyunlardaki gelişmelere meraklısınızdır. Bu web sayfası oyunlarla ilgili merak ettğiniz tüm gelişmelere duyarlı davranarak sizleri haberdar ediyor

http://users.ece.gatech.edu/~sermet/old/
Eğitimini yurt dışında gerçekleştirmeye uğraşanların en büyük dertleri memleket hasretidir. Bunu unutmanın en kolay yolu bulundukları ortamın güzelliklerini keşfetme çalışmalarıdır. İşte bu konuda yapılmış hoş bir çalışma.

http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/onkoloji/kanseri_anlamak.htm
Dikkat...Kanser tüm dünyada ve vücudun her hangi bir yerinde ortaya çıkabilmektedir. Her üç kişiden biri hayatının herhangi bir döneminde bu hastalığa yakalanmaktadır. Fakat en büyük umut yapılan son araştırmalar ile kanserin önlenebilir bir hastalık olmasında yatmaktadır...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Miranda Instant Messenger v0.3 [580k] W9x/2k/XP FREE
http://miranda-im.org/about/screenshots.php
MSN, AOL, ICQ gibi kısa mesaj servislerinin tümümünü kullanıyor ve hepsini tek elden idare etmek istorsanız, buyrun size program. Küçük bir adaptasyonla Yahoo yuda kullanabiliyorsunuz. Pekçok plug-in sayesinde programın gücünü artırmak mümkün. Ayrıca dil seçenekleri de mevcut.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030903.asp
ISSN: 1303-8923
3 Eylül 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri